Kategoriler
YUKLENDI

Bardet-Biedl sendromu

GENEL BİLGİ

Bardet-Biedl sendromu , vücudun birçok bölümünü etkileyen bir hastalıktır. Bu durumun belirtileri ve semptomları, aynı aile üyeleri arasında bile etkilenen bireyler arasında değişmektedir.


KALITIM DESENİ

Esas olarak otozomal resesif geçer ama bazı durumlarda oligogenetik kalıtım bildirilmiştir. Otozomal resesif geçen bu hastalığa sahip her bireyin anne ve babası bu hastalık genini barındırırlar ama ebeveynlerde bu durum ortaya çıkmaz.


BELİRTİ VE SEMPTOMLAR

Görme kaybı Bardet-Biedl sendromunun en önemli özelliklerinden biridir . Görme kaybı retinanın bozulmasıyla oluşur. Gece görüşü ile ilgili sorunlar, orta çocukluk çağında belirginleşir, ardından da çevresel görüşte gelişen kör noktalar oluşur. Zamanla, bu kör noktalar genişler ve tünel vizyonu denilen bir durumu üretmek için birleşir. Bardet-Biedl sendromu olan çoğu insan da bulanık merkezi görme (zayıf görme keskinliği) geliştirir ve ergenlik ya da erken yetişkinlik dönemlerinde tamamen kör hale gelir.
Obezite, Bardet-Biedl sendromunun bir başka karakteristik özelliğidir .Anormal kilo alımı genellikle erken çocukluk döneminde başlar ve yaşam boyunca bir sorun olmaya devam eder.Obezite komplikasyonları tip 2 diyabet , yüksek tansiyon (hipertansiyon) ve anormal derecede yüksek kolesterol seviyelerini ( hiperkolesterolemi) içerebilir .
Bardet-Biedl sendromunun diğer önemli belirtileri arasında çokparmaklılık (polidaktili), zeka geriliği veya öğrenme problemleri ve genital organların anormallikleri vardır. En çok etkilenen erkeklerde düşük miktarlarda cinsiyet hormonları üretilir (hipogonadizm) ve genellikle kısırlık görülür.. Bardet-Biedl sendromlu birçok insanda da ciddi veya yaşamı tehdit edici olabilecek böbrek anormallikleri görülür.
Bardet-Biedl sendromunun diğer özellikleri arasında konuşma bozukluğu, ayakta durma ve yürüme gibi motor becerilerin gecikmeli gelişimi, duygusal olgunluk ve uygunsuz patlamalar gibi davranışsal sorunlar ve sakatlık veya zayıf koordinasyon yer alabilir. Belirleyici yüz özellikleri, diş anormallikleri, alışılmadık şekilde kısa veya kaynaşmış el veya ayak parmakları ve koku duyusunun kısmi veya tamamen kaybı (anosmia) Bardet-Biedl sendromlu bazı kişilerde de bildirilmiştir . Ek olarak, bu durum kalp, karaciğer ve sindirim sistemini etkileyebilir.


HASTALIKLA İLİŞKİLİ GENLER

BBS’de gözlenen geniş klinik spektrum, önemli genetik heterojenite ile ilişkilidir. Bugüne kadar 12 farklı genin (BBS1-BBS12) bardet biedl sendromunda ortaya çıkan fenotipten sorumlu olduğu tespit edildi. Bu genler primer silyaların gelişimi ve işleviyle ilgili proteinleri kodlar. BBS proteinlerinin yokluğu veya disfonksiyon böbrek ve göz gibi organlarda silyar anomaliler ile sonuçlanır. Ayrıca BBS’nin klinik bulgularının bazıları için semptomlar ve silyar disfonksiyon arasındaki ilişki hala belirsizdir.


GENETİK GÖRÜLME SIKLIĞI

Avrupa’da yaygınlığının 1/125.000 ile 1/175.000 arasında olduğu tahmin ediliyor.


ETKEN FAKTÖRLER

Bardet biedl sendromunun tüm vakalarının dörtte biri BBS1 genindeki, yüzde 20’si BBS10 genindeki mutasyonlardan kaynaklanmaktadır. Diğer BBS genleri tüm vakaların sadece küçük bir yüzdesini oluşturur. Bardet biedl sendromlu kişilerin yaklaşık yüzde 25’inde bu bozukluğun nedeni bilinememektedir.


BU HASTALIĞIN DİĞER İSİMLERİ

BBS


TANI VE TEDAVİ YÖNTEMLERİ

Tedavi daha çok var olan durumu iyileştirmeye yöneliktir. Kesin bir tedavisi şu anlık yoktur.

– Progresif görme kaybı için tedavi olmamasına rağmen bir uzman tarafından yapılan erken değerlendirme görme yardımı ve hareketlilik eğitimi sağlamaya yardımcı olabilir. Ek olarak etkilenen çocukların eğitimi gelecekteki görme kaybına yönelik planlamayı içerebilir.
– Obezite yönetimi erken yaşlarda başlayan eğitim, diyet, egzersiz ve davranışsal terapileri içerebilir. Anormal derecede yüksek kolesterol ve şeker hastalığı gibi obezite genelde, genel popülasyonda oldukları gibi tedavi edilir.
– Zihinsel engellilik yönetimi , gerektiğinde erken müdahale, özel eğitim ve konuşma terapisini içerir. Etkilenen yetişkinlerin çoğu bağımsız yaşam becerileri geliştirilebilirler.
– Böbrek hastalığı olan bireylerde böbrek nakli başarılı olmasına rağmen nakilden sonra kullanılan immunsüpresanlar(bağışıklık sistemini baskılayan ilaçlar) obeziteye katkıda bulunabilir.
– Çok parmaklılık ve genital anomalisi olan bireyler için ameliyat gerekebilir.
– Çocuklar ergenliğe yaklaştıkça hormon replasman tedavisinin gerekli olup olmadığını belirlemek için hormon seviyeleri izlenmelidir. Ayrıca etkilenen bireylerin infertil olduğu varsayılmamalıdır bu yüzden doğum kontrol


TERİMLER

Anosmia: Koku alma yeteneğinin kaybı
Tünel vizyonu: Merkezi görüşün sabit kalarak periferik görüşün kaybı ile tünel benzeri bir görüş alanın oluşmasıdır.
İmmunsüpresan : Bağışıklık sistemini baskılayan ilaçlar
Progresif : İlerleyici
Primer silya: Hücrelerin dışa doğru yaptığı çıkıntı (Fonksiyonları hakkında araştırma yapınız.)

Kategoriler
YUKLENDI

ALSTRÖM SENDROMU

Alström sendromu vücutta birçok sistemi etkileyen nadir bir genetik hastalıktır. İlk olarak 1959 yılında İsviçre’de Carl-Henry Alström tarafından tanımlanmıştır. 2p13.1 lokasyonlu ALMS1 gen mutasyonu ile otozomal resesif olarak aktarılır. Semptomların çoğu bebeklik ya da erken çocukluk dönemlerinde görülmeye başlar. Alström sendromu; ilerleyici görme ve işitme kaybı, dilate kardiyomyopati(kalp kasının büyümesi ve zayıflamasıyla seyreden bir hastalık), obezite, tip 2 diyabet ve kısa boy ile karakterizedir. Aynı zamanda karaciğer, böbrek, akciğer gibi organlarda hayatı tehdit eden ciddi problemlere sebep olabilir. Alström sendromu için spesifik bir tedavi olmamakla birlikte ilgili uzmanların desteğiyle yaşam kalitesi ve yaşam süresi arttırılabilir.


Semptomlar

Alström sendromundaki semptom ve bulgular hastadan hastaya değişiklik göstermektedir. Aynı şekilde semptomların başlangıç yaşı da kişiye göre değişir. İlk semptomlar çocukluktan erken yetişkinliğe kadar herhangi bir zamanda ortaya çıkabilir ve ilerleyicidir. Çocuklukta ortaya çıkan semptomlar görme ve işitme bozuklukları, çocuklu çağı obezitesi ve kardiyomyopatidir. Zamanla diyabet, karaciğer fonksiyon bozuklukları ve böbrek yetmezliğine ilerleyen böbrek disfonksiyonu gelişebilir.
Sıklıkla karşılaşılan bazı semptomlar:

– Görme bozuklukları, özellikle koni(renk ve görme keskinliği sağlayan hücreler) ve rod(alacakaranlıkta görmeyi sağlayan hücreler) hücrelerindeki gelişim bozukluğu ve katarakt, fotofobi, nistagmus, sınırlanmış görme alanı
– İlerleyici çift taraflı sensörinöral işitme kaybı ve kronik orta kulak iltihabı
– Dilate kardiyomyopati(kalp kasının genişlemesi ve zayıflaması) ve konjestif kalp yetmezliği
– Hiperfaji(aşırı yeme) ve hızlı kilo alma sonucunda ortaya çıkan obezite
– İnsülin direnci sonucu ortaya çıkan hiperinsülinemi ve tip 2 diyabet
– Hiperlipidemi (kandaki yağ miktarının normalden fazla olması)
– Karaciğer yağlanması
– Kısa boy, ileri kemik yaşı, kifoz ve skolyoz;Akantozis nigrikans denilen koltukaltı, kasıklar, boyun gibi kıvrımlı bölgelerdeki ciltte koyu, kadifemsi renk değişikliği ve kalınlaşma
– Hipogonadizm: testis ve overlerde horman üretiminin azalması, erkeklerde jinekomasti


Tanı

Genetik testler ile ALMS1 genindeki mutasyonları saptamak mümkündür. Bu testler tanı için elzem olmasa da konulan tanıyı destekleyici niteliktedir. Klinik olarak Alström sendromundan şüphelenilen bir bireyde ALMS1 gen mutasyonu bulunamaması tanıyı ekarte ettirmez. Alström sendromu tanısı klinik bulgulara, tıbbi özgeçmişe ve aile öyküsüne dayanılarak konulur. Yaşa ve hastaya göre bulgular değişebileceği için klinik inceleme dikkatli yapılmalıdır. Genetik testler de tanıyı desteklemek için kullanılır.


Tedavi

Alström sendromunun spesifik bir tedavisi yoktur. Tedavi kişiye özel düzenlenir ve semptomları yönetmeye yöneliktir. Hastalar; pediatrist, kardiyolog, oftalmolog, işitme uzmanı, endokrinolog ve ortopedist ve daha başka dallardan doktorların da bulunabileceği alanında uzman kişilerden oluşan bir ekiple takip edilmeli ve tedavi düzenlenmelidir.
Görsel ve işisel problemler için yardımcı destek aygıtları ve implantlar, diyet düzenlemeleri, egzersiz programları, kan şekeri kontrolü için oral tedaviler veya insülin, hipogonadizm için hormon replasmanları, kalp ve böbrek problemleri için ACE inhibitörleri, ileri evrelerde organ nakli gibi çeşitli tedaviler mümkündür.

 

Kaynakça

 

Alström syndrome. (2014, September). Genetics Home Reference: https://ghr.nlm.nih.gov/condition/alstrom-syndrome adresinden alınmıştır

 

Alström Syndrome. (tarih yok). GARD: Genetic And Rare Diseases: https://rarediseases.info.nih.gov/diseases/5787/alstrom-syndrome adresinden alınmıştır

 

McKusick, V. A. (1986, June 2). ALSTROM SYNDROME; ALMS. OMIM: https://www.omim.org/entry/203800 adresinden alınmıştır

Kategoriler
YUKLENDI

AKROMEGALİ

Akromegali, hipofiz bezinin çok fazla büyüme hormonu üretmesi ile oluşan hormonal nadir görülen genetik bir hastalıktır. Bu hastalık sürecinde; el,yüz,ayak ve kemikler aşırı derece de büyür. Genellikle orta yaşlardaki insanları etkiler.
Bu durum halen büyümekte olan çocuklarda is gigantizm olarak adlandırılır. Çocukların kemiklerinde aşırı boyutlarda büyümeye sebep olur.

https://www.mayoclinic.org/diseases-conditions/acromegaly/symptoms-causes/syc-20351222


Belirti & Semptomları

En önemli belirtisi genişlemiş el ve ayaklardır. Ayrıca yüz şeklinde değişiklikler görülür; kalınlaşmış dudak, çıkıntılı kaş ve çene kemikleri, dişler arasında büyük boşluklar gibi. Akromegali yavaş ilerleyen bir hastalık olduğundan ötürü, teşhisi uzun yıllar alabilir.
Kişiden kişiye değişen bazı semptomlar vardır:

– Kalınlaşmış ve yağlı bir cilt
– Aşırı terleme ve koku
– Genişlemiş ve kabalaşmış yüz
– Yorgunluk ve kas güçsüzlüğü
– Kalın ses
– Şiddetli horlama
– Görme bozukluğu
– Baş ağrısı

https://www.researchgate.net/figure/Gradual-change-in-facial-features-in-acromegaly-prior-to-diagnosis-Note-This-article_fig3_235381204

http://www.platformdergisi.com/yazi/saglik/4627/ani-organ-buyumesi-akromegali-habercisi-olabilir#.W3K7SOgzbIU

Etkenler

Hipofiz bezinde üretilen büyüme hormonun aşırı salgılanmasından dolayı meydana gelir. GH(büyüme hormonu) çok salgılanırsa karaciğerdeki insülin benzeri büyüme faktörü olan IGH-I’yı tetikler ve IGH-I da kemiklerin ve dokuların aşırı büyümesini tetikler.

Komplikasyonlar

Akromegali bazı sorunlara da sebep olabilir:

– Yüksek tansiyon(Hipertansiyon)
– Kalbin büyümesi (Kardiyomiyopati)
– Şeker hastalığı
– Guatr
– Omurilik sıkışması
– Görme kaybı

Görülme Sıklığı

Bir milyonda 60 defa görülür.


Tanı ve Tedavi

Kan tahlili ile GH(Büyüme hormonu) ve IGF-I ölçümleri yapılır ve hormonların oranın yüksek çıkması akromegali ihtimalini doğurur. Büyüme hormonu durdurma testi yapılır ve bu testle kandaki GH seviyesi hastaya glukoz verilmeden ve verildikten sonra ölçülür. Akromegali olan hastalarda GH yüksek çıkar, hastalık olmadığında ise glukoz GH’ı bastıracaktır. Daha sonra doktorlar MRI manyetik rezonans görüntüleme ile hipofiz bezindeki tümörün yerini ve boyutunu hesaplar.

Tedavide amaç GH üretimini azaltmak ve hipofiz bezi çevresinde oluşabilecek olumsuzlukları önlemektir. Hastalığın derecesine göre tedavi türleri değişebilir veya birden fazlasına ihtiyaç duyulabilir.
Endoskopik transnazal transsfenoidal cerrahi ile burun üzerinden hipofiz bezindeki tümör çıkarılabilir. Eğer cerrahi operasyon sırasında tümörün tamamı çıkarılmadıysa GH yükselmeye devam edebilir. Bunun için de ilaç ve radyoterapi gerekmektedir.


Kaynakça

https://rarediseases.info.nih.gov

https://www.mayoclinic.org

https://www.ncbi.nlm.nih.gov

Kategoriler
YUKLENDI

İZOVALERİK ASİDEMİ(IVA)

Hastalığın Diğer İsimleri

Isovaleric Acidaemia, Isovaleric Acid CoA Dehydrogenase Deficiency, Isovalericacidemia, Isovaleryl CoA Carboxylase Deficiency, IVA


Hastalığın Tanımı

İzovalerik Asidemi, vücudun proteinleri düzgün bir şekilde parçalayamamasından kaynaklanan ve nadir görülen bir hastalıktır. Organik asit hastalığı olarak sınıflandırılan bu durum kanda bazı özel asitlerin anormal artışına sebep olur. Kandaki bu anormal organik asit seviyeleri (organic acidemia), idrar (organic aciduria) ve dokularda zehirli etki yaratabilmekte ve ciddi sağlık sorunlarına yol açabilmektedir.

Vücudun proteinleri parçalamasıyla oluşan parçacıklara aminoasit denir. Aminoasitlerin parçalanmasıyla üretilen enerji ise büyüme ve onarım için kullanılır. İzovalerik Asidemi’ya sahip bireylerde lösin adı verilen aminoasidin parçalanması için gereken enzim yeterli miktarda bulunmamaktadır.


Hastalığın Görülme Sıklığı

İsovalerik Asidemi’nın Amerika Birleşik Devletleri’nde her 250,000 insanda 1 görüldüğü düşünülmektedir. Dişi ve erkek cinsiyetlerde eşit sayılarda rastlanırken genellikle bebeklik döneminde başlamaktadır.


Kalıtsal Özellikler

İzovalerik asidemi, otozomal çekinik genlerle taşınan bir genetik hastalıktır. Belirtiler, lösin adı verilen aminoasidin parçalanması görevini yapan izovaleril-CoA dehidrojenaz (CoA)’nın yetersizliği sonucunda görülür. İnsan yapısı klasik genetik hastalıklar da dahil olmak üzere biri anneden biri babadan gelen genlerin etkileşiminin bir ürünüdür. Çekinik özellik gösteren hastalıklarda eğer birey her iki ebeveynden de aynı kusurlu geni almamışsa hastalık durumu oluşmaz, bir kusurlu ve bir sağlıklı geni alırsa bu durum için taşıyıcı olur ve hastalığın belirtilerine rastlanmaz.


Hastalığın Sebepleri

İzovalerik asidemi  IVD genindeki bir mutasyondan kaynaklanır. IVD, proteinlerin parçalanmasında önemli rol oynayan bir enzimin (izovaleril-CoA dehidrogenaz) üretilmesini sağlayan bir gendir. Bu enzim vücut hücrelerinde mitokondrinin özelleşmiş yapıları arasında yer alıp hücreye enerji üretmeyle görevlidir ve amino asit olan lösin’in parçalanmasına yardım eder. IVD geninde oluşan bir mutasyon bu enzimin çalışmasını düşürür veya engellerse, vücut lösin amino asidini düzgün bir şekilde parçalayamaz. Bunun sonucunda, izovalerik asit denilen organik asit ve buna bağlı bileşikler vücutta zararlı seviyelere çıkar. Bu artış beyin ve sinir sistemi hasarı başta olmak olmak üzere ciddi sağlık sorunlarına yol açar.


Tanı

Genetik ya da nadir bir hastalığın teşhisi çoğu zaman zorlayıcıdır. Sağlık uzmanları bireyin sağlık geçmişi, bulgular, fiziksel test ve laboratuvar test sonuçlarını inceleyerek teşhis koymaktadırlar. Genetic Testing Registry (GTR) adlı kuruluşun sağladığı genetik testler yardımıyla bu konu hakkında bilgi alınabilmektedir. Hastalar ve müşteriler genetik bir test hakkında özel sorularla genetik uzmanları ve sağlık uzmanı sağlayıcılarla iletişim kurabilirler.
Bazı vakalarda, doğumdan önce, anormal metabolitlerin amniyotik sıvısındaki yoğunluğunu ölçerek ya da hamilelik sırasında fetüs ya da rahimden alınan sıvı veya doku örneklerinde izovaleril-CoA dehidrogenaz enziminin aktivitesini ölçerek İzovalerik asidemi tanısı konulabilir.(amniyosentez veya koryonik villus örneklemesi [CVS]). CVS, plasentanın bir kısmından dokunun çıkarılmasını ve incelenmesini içerir. Hastalık tandem kütle spektrometresi ve yeni doğmuş görüntülemesi ile doğumdan itibaren de tanımlanabilmektedir.
En çok etkilenen bebeklerde, hastalık tam bir klinik değerlendirmeye, ayrıntılı bir hastaya ve aile öyküsüne ve çeşitli özel testlere dayanarak yaşamın ilk haftalarında teşhis veya teyit edilir. Laboratuvar çalışmaları (deneyler) tipik olarak izovaleril-CoA dehidrogenaz enziminin yetersiz aktivitesini doğrulamak için bazı beyaz kan hücreleri (lökositler) veya kültürlenmiş deri hücreleri (fibroblastlar) üzerinde gerçekleştirilir. Ek laboratuvar çalışmaları, aşırı doku seviyelerini ve vücut dokuları ve sıvılarında (ketoasidoz) keton cisimciklerinin birikimini açığa vurur. Bunlar kanda ve idrarda artmış glisin seviyeleri (hiperglisinemi ve hiperglisinüri); kandaki yüksek amonyak seviyeleri (hiperamonyemi); ve / veya dolaşımdaki trombositlerin ve beyaz kan hücrelerinin (trombositopeni ve nötropeni) azalmış seviyeleri olarak sıralanabilir.


Tedavi Yöntemleri

Şu anda İzovalerik Asidemi (IVA) için tedavi yoktur. Teşhisin ardından, takip edebilecek metabolik krizleri ve istenmeyen durumları önlemek için acil tedavi gereklidir. Etkilenen bireylerin düşük lösin / düşük proteinli diyete sahip olmaları ve tıbbi gıdalar (özellikle düşük proteinli unlar, makarnalar ve özellikle organik asit rahatsızlığı olan kişiler için yapılan pirinç gibi) ve lösin içermeyen tıbbi ürünler kullanmaları önerilir. İzovalerik asidemi bilgisine sahip bir diyetisyen, ebeveynlerin çocuğu sağlıklı tutmak için doğru miktarda protein, besin ve enerji içeren bir gıda planı oluşturmasına yardımcı olabilir. Herhangi bir diyet değişikliği bir diyetisyen rehberliğinde olmalıdır. Önerilebilecek ilaçlar arasında, istenmeyen izovalerik asit ve diğer zararlı maddelerin vücuttan kurtulmasına yardımcı olan glisin ve L-karnitin yer alır. Metabolik bir doktorla görüşmeden ilaç veya takviyesi yapılmamalıdır. Metabolik kriz belirtileri olan çocukların hemen tıbbi tedaviye ihtiyacı vardır ve bikarbonat, glikoz ve diğer ilaçlar verilebilir. [2] Hızlı ve dikkatli bir tedavi ile IVA hastası olan çocuklar için normal büyüme ve gelişme ile sağlıklı yaşamak konusunda bir şans vardır. Bununla birlikte, bazı çocuklar tedavi edildiğinde bile, yaşam boyu öğrenme problemlerine veya zihinsel geriliklere yol açabilecek tekrarlayan metabolik krizlere sahip olabilirler.

Referanslar

http://www.ghr.nlm.nih.gov/condition/isovaleric-acidemia.

https://rarediseases.info.nih.gov/diseases/465/isovaleric-acidemia

https://rarediseases.org/rare-diseases/acidemia-isovaleric/

Kategoriler
Uncategorized

Aspergillozis

                                                                                                                                  Ferhat Ürek

Genel Bilgi

Aspergillozis, tüm dünyada yayılım gösteren ve bir mantar türü olan Aspergillus’un neden olduğu bir mantar enfeksiyonudur. Şu ana kadar yaklaşık 200 Aspergillus türü tespit edildi. Bunlar çoğunlukla zararsızdır. Bununla birlikte, bazı türler insanlarda basit alerjik reaksiyonlardan hayatı tehdit eden invazif(büyüyen zararlı doku oluşumu) hastalıklara kadar birçok hastalığa neden olabilir. Doğada yaygın olarak bulunsalar da bu küfler normalde sorun yaratmazlar. Hepimiz günlük hayatta küf sporlarını soluyoruz. Ancak sağlıklı bireyler bunları akciğerlerinden hemen çıkarabilir.  Aspergillus türleri, bağışıklık sistemi baskılanmış bireyler için büyük bir tehdit oluşturmaya devam ediyor. Bu risk altındaki popülasyonu uzun süreli kemoterapi görenler, katı organ nakli yapmış kimseler, kalıtsal veya edinilmiş immüin yetmezliği yaşayanlar vb. oluşturur. Ayrıca bu hastalık üç ana katagoriye ayrılır: Alerjik, kronik ve invazif.

Genetik Değişiklikler/Etken Faktörler

Bazı araştırmacılar genetik faktörlerin aspergillozis gelişiminde rol oynayabileceğini belirtmişlerdir. Araştırmacılar, bazı bireylerin Aspergillus ile enfeksiyon geliştirme olasılığını birtakım genler sebebiyle artırabileceğini düşünüyor. Buna, bir hastalık geliştirmek için ‘genetik yatkınlığa’ sahip olmak denir. Bazı araştırmalar, doğuştan gelen bağışıklık fonksiyonlarında rolü olan genlerin, insanlarda kronik pulmoner aspergillozis gelişiminde rol oynayabileceğini göstermiştir. Allerjik bronkopulmoner aspergillozis için genetik faktörler de araştırılmıştır ve bu

enfeksiyon formunun, birlikte meydana gelen birkaç faktörden (örneğin; genetik, immünolojik, çevresel) kaynaklandığına inanılmaktadır. Aspergillozisin çeşitli formlarının gelişiminde genetiğin oynadığı rolü belirlemek için araştırmalar devam etmektedir.

Belirti ve Semptomlar

Aspergillozisin semptomları hastalığın türüne göre farklı biçimlerde ortaya çıkmaktadır. Etkilenen organ genellikle akciğerdir. Aspergillozis bir alerjik reaksiyon, vücudun belirli bölgesini etkileyen(akciğerler, sinüsler ve kulak kanalları gibi) izole bir bulgu olarak veyahut vücudun çeşitli dokularını, mukoza zarlarını veya organlarını etkilemek üzere yayılan invazif bir enfeksiyon olarak ortaya çıkabilir.

a)Allerjik Bronkopulmoner Aspergillozi

 

Thorax BT görüntüsü, allerjik bronkopulmoner aspergillozis

Hastalığın bu formu genellikle uzun süreli astım rahatsızlığı olan veya kistik fibrozlu kişilerde görülür. Mantar sporlarının solunmasıyla meydana gelen alerjik bir reaksiyondur. Hırıltılı solunum, nefes darlığı ve halsizlik başlıca semptomlar arasındadır. Enfeksiyon genellikle diğer bölgelere yayılım göstermez. Ancak tanı ve tedavi geciktiğinde akciğer fonksiyon kaybıyla bile sonuçlanabilir.

 

 

b)Kronik Pulmoner Aspergillozis

FİGÜR2: Pulmoner Aspergillozis radyolojik bulgular

 

Pulmoner Aspergillozis radyolojik bulgular

Kronik pulmoner aspergillozis, kademeli akciğer dokusu kaybıyla karakterizedir. Akciğerlerin etrafındaki zarda da kalınlaşma(plevral kalınlaşma)  vardır. Ek olarak kronik pulmoner aspergillozisin tedaviden sonra tekrar edebileceği söylenebilir.

 

 

c)Aspergilloma

 

Aspergilloma röntgen görüntüsü

Aspergillozisin en belirgin şekli Aspergilloma olarak bilinen mantar topunun gelişmesidir. Bu büyümeler karışık mantar lifleri, mukus, doku artıkları, enflamatuar hücreler ve fibrinden(kan pıhtılaşma proteini) oluşur. Etkilenen bireylerin çoğunda yıllarca herhangi belirgin bir semptom(asemptomatik) görülmez. Gelişebilecek semptomlar arasında hırıltılı solunum, nefes darlığı, göğüs ağrısı, kronik öksürük, yorgunluk, hemoptizi(kana neden olan öksürük) ve istenmeyen kilo kaybı yer alır.

 

 

d)İnvazif Aspergillozis

 

İnvazif Aspergillozis , Thorax BT görüntüsü

İnvazif aspergillozis, aspergillozun en şiddetli şeklidir ve genellikle bağışıklık sistemi zayıflamış, kemik iliği veya katı organ nakli yapılmış kişileri etkiler. Ateş, titreme, baş ağrısı, hafif hemoptizi veya balgam getiren öksürük ve nefes darlığı başlıca semptomlar arasındadır.

Enfeksiyon beyne yayılırsa nöbetler, kafa içi kanama veya beyni çevreleyen zarların iltihabı (menenjit) meydana gelebilir. Merkezi sinir sistemini etkilerse felç ile sonuçlanabilir.

Genetik Görülme Sıklığı

Aspergillozis, nadir görülen bir mantar enfeksiyonudur. Tıbbi kaynaklara göre vaka sayısı her geçen gün artmaktadır. Hastalığın dünya çapında 3 milyon insanı etkilediği tahmin edilmektedir. Aspergillozis potansiyel olarak her yaştaki bireyi etkileyebilir.

Teşhis Yöntemleri ve Tedaviler

Hastalığın teşhisi karakteristik semptomların tanımlanmasına, kapsamlı bir klinik değerlendirmeye ve biyopsi ile bronkoskopi, röntgen, antijen deri testi gibi teknik ve yöntemlere dayanır.

Tedavi seçenekleri arasında aktif gözlem, ilaç tedavisi ve ameliyat yer alır. Antifungal ilaçlar mantar enfeksiyonlarının büyümesini ve yayılmasını engeller. Hastalara başta temel iki ilaç verilir. Sonuç alınmazsa daha ağır ilaçlara başvurulur. Aynı zamanda doktorlar bazı ilaçların aynı anda kullanıldığı kombinasyon tedavisini de önerebilir. Çocuklarda ve yetişkinlerde aynı tedavi uygulanır. Ancak ilaçların dozajında farklılıklar vardır.

Hastalığı asemptomatik geçiren hastaların tedaviye ihtiyacı olmayabilir. Durumun iyiye veya kötüye gittiğinin anlaşılması için hasta, doktor gözetimi altında olmalıdır.

Bazı durumlarda da enfekte veya ölü dokuyu, hasarlı cildi ve ilgili deri altı dokuyu çıkarmak için ameliyat gerekli olabilir.

Hastalıkla İlişkili Genler

  • CLEC1A
  • CLEC7A
  • NFκB1
  • NFκB2,
  • RelA,
  • RelB, Rel
  • IRF4

Hastalığın Diğer Adları

  • Allerjik Bronkopulmoner Aspergillozis
  • Alerjik Aspergillozis Sinüziti
  • Kronik Pulmoner Aspergilloz
  • Kutanöz Aspergilloz
  • İnvazif Aspergilloz

Kaynakça

Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

ANNEDEN KALITILAN DİYABET VE SAĞIRLIK

Deniz YILKI

        Giriş

Bu nadir hastalığı tanımlamadan önce diyabet türlerini tanımlamamız gerekir: tip-1 ve tip-2 diyabet. Tip-2 diyabet baskın olarak kalıtsal etmenler sonucu ortaya çıkar. Vücutta insülin eksikliği olması durumudur. Tip-2 diyabetli bireyler için çözüm yolu düzenli olarak vücutlarına dışardan insülin enjekte edilmesidir. Tip-1 diyabet ise tip-2 in aksine tamamen genetik faktörlere bağlı değildir. Yaşam tarzı, spor, tüketilen besinler ve içeceklerle ilgilidir. Yani tip-1 diyabeti olan bir bireyin düzenli ve sağlıklı bir yaşam tarzı benimsemeyerek spor yapması tip-1 diyabetinin azalması hatta ortadan kalkmasını sağlayabilir.

          Genel Bilgi

    Anneden kalıtılan diyabet ve sağırlık (MIDD), özellikle yüksek tonlarda işitme kaybını meydana getiren bir diyabettir. Bu hastalıktaki diyabet tip-2 diyabettir ve kandaki şeker seviyesini düzenleyen insülin hormonunun yoksunluğu sonucu meydana gelen kanda şeker seviyesinin yüksekliğiyle karakterizedir. Bu hastalık ilk kez 1992’de tanımlanmıştır (Ballinger ve arkadaşları, 1992; Reardon ve arkadaşları, 1992; Guillausseau ve arkadaşları, 2001) ve mitokondriyal DNA değişiminin veya mutasyonunun sonucudur. Ayrıca, yaygın olarak 3243 bölgesindeki A>G değişikliği bilinmektedir.

     Mitokondriler anne tarafından kalıtılır bu yüzden annelerin mitokondirlerinde olan genetik bir değişiklik kendilerinden sonraki her nesle aktarılır. Bu gen anne tarafından hem erkek hem de kız çocuklara aktarılmasına rağmen bu bireylerin ilerde çocuk sahibi olması durumunda hasta anne çocuklarına bu hastalığı aktarır ama hasta baba çocuklarına bu hastalı aktarmaz. Çünkü bireylerin mitokondrisinin ortaya çıkmasında yalnızca yumurta hücreleri efektif olarak rol alır bu da her annenin her bir çocuğuna bu hastalığı aktarması demektir. Bu nadir hastalık her ne kadar anne tarafından gelecek her nesile aktarılan bir hastalık olsa da annesi tarafından bu gene sahip her çocuk aynı tepkiyi vermeyebilir. Yani bazı bireylerde yalnızca diyabet etkili olurken bazı bireylerde sağırlık etkili olabilir ya da birey bu iki durumdan da etkilenmeyip normal bir şekilde hayatını idame ettirebilir.

image

Görsel1: https://clinicalgate.com/the-practice-of-genetics-in-clinical-medicine/

      Semptomlar

      Kısa boy, ince vücut yapısı, kalpde rahatsızlıklarla karakterizedir. Bu hastalıkta genellikle diyabetten önce sağırlık baş gösterir ve öncelikli fark edilir. Ayrıca, bu diyabet, yüksek tonlarda işitme kaybı, gözde retinal bozukluklar, böbrek sorunları, sürekli kabızlık, bağırsakta emilim bozuklukları,  nöropsikiyatrik gibi çeşitli semptomlar da gösterir. 

     Görülme Sıklığı ve Kalıtım Geni

     Genellikle orta yaşlarda baş göstermesine rağmen 11-68 yaş aralığında değişken zamanlarda da tanı konabilmektedir. Bu hastalık diyabetli bireylerin %1 inde görülmektedir. MT-TL1MT-TK ve MT-TE genlerindeki bozulmalar sonucu tRNA’nın okuma hızının azalmasıyla vücutta protein üretimi de yavaşlatıyor ve aksatıyor. Protein üretimindeki aksaklıklar da tüm vücutta etkisini gösterebilmektedir. Ayrıca, erkeklerde kadınlara göre daha yaygın ve daha hızlı ilerleyen işitme kaybı vardır. Ek olarak, her bireyde hızlı ilerleyen bir işitme kaybı söz konusu değildir, bazı bireylerde uzun yıllar boyunca yavaş yavaş ilerleyen işitme kaybı görülebilmektedir.

Fig. 2

Görsel2:Maternally inherited diabetes and deafness complicated by mesangial galactose-deficient IgA1 deposits: a case report

      Teşhis ve Tedavi

   Genetik ve/veya nadir olan bir hastalığın tanısını koymak çoğu zaman zor olabilmektedir. Bu yüzden hekimler kişinin tıbbi geçmişine,  ailevi diyabet öyküsüne, laboratuvar testlerine, semptomlarına ve yapılan fiziki muayenelerinin hepsini baz alarak tanı koyma yolunda ilerlemesi bireyler için çok mühim bir konudur. Ayrıca, ailede diyabet geçmişi olan bireylerin bu hastalığa sahip olduklarını ya da ilerde buna yakalanabilme ihtimallerini önceden saptayabilmek ve engelleyebilmek için erkenden tahliller yapılmalıdır. Ayrıca, yapılan araştırmalar hala diyabetin sağırlığa nasıl yol açtığını henüz belirleyebilmiş değil.

    Diyabet tedavisinde antidiyabetik ilaçlar ve/veya insülin tedavisi kullanılır. İşitme kaybı içinse işitme cihazı veya kohlear implant öneriliyor. Mitokondriyal DNA daki kusurun tedavisi için koenzim (Q10) takvilerinin uygulanması önerilmektedir. MIDD’li bireylerin tedavi sürecine erkenden başlanmalıdır çünkü diyabetin ilerleyen dönemlerinde çeşitli böbrek sorunları baş göstererek bu hastalığı içinden çıkılması çok daha zor bir hastalığa dönüştürebilmektedir.

    Hastalığın Diğer isimleri

  • Ballinger-Wallace sendromu
  • Sağırlıkla diyabet, tip 2, (Diabetes mellitus, type II, with deafness)
  • Anneden kalıtılan sağırlık ve diyabet sendromu
  • MIDD
  • Mitokondriyal kalıtsal diyabet ve sağırlık
  • NIDDM sağırlıkla beraber
  • Sağırlıkla birlikte insüline bağımlı olmayan diyabet

   Kaynakça

Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

ÖZGÜR YAŞAYAN AMİPLER ve NEDEN OLDUKLARI PARAZİTOZLAR

Melis Kübra UYSAL

Genel Bilgi

Serbest yaşayan amiplere bağlı amipiyaz tüm doğal ortamlarda otonom bir durumda hayatta kalabilen Acanthamoeba, Naegleria ve Balamuthia cinslerine ait serbest yaşayan amiplerin enfeksiyonundan kaynaklanan nadir bir parazitik enfeksiyondur. Serbest yaşayan amipler nadir ancak yıkıcı hastalıklara neden olur. Bu canlılar dünya çapında her yerde bulunabilir. Bütün yaş gruplarından insanları etkiler ve görülme sıklığı (prevalansı) 100.000’de 1 ila 9 kişi arasındadır. 

Etken Faktörler

Doğada pek çok cins serbest yaşayan amip bulunmaktadır, ancak bunlardan sadece 3 tanesi insanlarda hastalık nedeni olarak tanımlanmıştır. Acanthamoeba, Naegleria ve Balamuthia.

Acanthamoeba ssp. Toprakta, tozda, havada ve suda, havalandırma ve klima sistemlerinde bulunur. Acanthamoeba ve Balamuthia türleri bağışıklığı baskılanmış hastalarda kronik granülomatöz amipli ensefalite (GAE) neden olur. Ayrıca Acanthamoeba ssp., sinuzite, granülomatöz deri lezyonlarına, kontakt lens kullananlarda kornea travması sonucu amipli keratit ve korneal ülsere neden olabilir.

Naegleria fowleri tatlı su habitatlarında bakteriler ile beslenir. Su ile ilgili aktiviteler sırasında burun yoluyla vücuda girerek insanlarda patojeniteye neden olabilir. Burundan girdikten sonra bu amip beyne gider ve genellikle ölümcül bir beyin fonksiyonu olan birincil meningoensefalite (PAM) neden olur. 

Granülomatöz Amipli Ensefalit

Acanthamoeba ve Balamuthia türlerinin neden olduğu granülomatöz amipli ensefalit (GAE) kronik ve yavaş ilerleyen bir merkezi sinir sistemi enfeksiyonudur. Bazı durumlarda hastalık akciğerleri de etkileyebilir. Hastalığın kuluçka süresi tam olarak bilinmemekle birlikte haftalarla aylar arası olacağı tahmin ediliyor. Genellikle aerosol yani hava yoluyla bulaşır. 

Belirti ve semptomlar

Bu hastalığın semptomları arasında, baş ağrısı, zihinsel durum değişikliği, ateş, uyuşukluk, mide bulantısı, kusma ve bir kaç hafta içerisinde ölüme kadar ilerleyebilen psikoz yer alabilir.

Teşhis ve Tedavi yöntemleri

Beyin sıvısından hazırlanan kültürün PCR yöntemi ile analiziyle teşhis edilir, ancak çok nadir görünen bir hastalık olduğu için güvenilir bir teşhis testi bulunmamaktadır. Bu sebeple çoğu vakada ölüm sonrasına kadar tespit edilemez. En çok immun sistemi baskılanmış hastalarda görülür. Alkolizm, uyuşturucu kullanımı, kemoterapi, kortikosteroidler ve organ nakli bu hastalık için risk faktörleri olarak tanımlanmıştır. Hastalığın öldürücülük oranı neredeyse %100’dür. 

Bu hastalık için yüksek iyileşme olasılığı taşıyan kanıtlanmış bir tedavi yöntemi bulunmamaktadır. Bu sebeple tedavilerinde yerleşik bir başarı bulunmamaktadır, ancak miltefosin, laboratuvar ortamında birkaç serbest yaşayan amip türüne karşı öldürücü aktivite göstermekte ve son zamanlarda miltefosin tedavisi umut verici sonuçlar vermektedir.

Kutanöz Akantamoebiasis

Acanthamoeba ve Balamuthia türlerinin neden olduğu sert nodüller ya da iyileşmeyen sertleşmiş cilt ülserleri halinde bulunan deri lezyonlarıdır. Tedavisi oldukça zordur.  İtrakonazol, pentamidin ve 5-flusitozin içeren ilaçlar kullanılır. Ayrıca miltefosin tedavisi umut vaadeden sonuçlar vermektedir. Öldürücülük oranı %76 civarıdır ancak granülomatöz amipli ensefalitle birleştiğine %100’e yaklaşır.

Amipli Keratit

Acanthamoeba ssp. cinsi amiplerin sebep olduğu görme yetisini tehtit eden bir kornea hastalığıdır. Kontakt lenslerin hijyenik olmayan kullanımı, kornea aşınması ve gözün kirli suya maruz kalması sebebiyle gerçekleşebilir. Genel nüfusta 100.000 kişi içerisinde 3 kişide görülür. 

Belirti ve Semptomlar 

Sulanan gözler, fotofobi, göz ağrısı, bulanık görme, göz tahrişi semptomlar arasındadır.

Teşhis ve Tedavi Yöntemleri

Kornea sıyrılması veya biyopsisi ile teşhis edilir. Tedavi için erken teşhis önemlidir. Tedavi için ilaçların uzun süreli kullanılması gerekebilir. Hastalıktan kaçınmak için kontakt lenserin özel sıvıları harici sularla (musluk suyu gibi) yıkanılmasından kaçınılmalıdır.

Birincil Amipli Meningoensefalit

Naegleria fowleri türü amipin neden olduğu genellikle ölümcül olan, hızlı ilerleyen bir sinir sistemi enfeksiyonudur. Kuluçka dönemi belirsizdir. Kirli sularda bulunur. Kirli sularda yüzen kişilerde burun yoluyla merkezi sinir sistemine geçer. İnsandan insana yayılma gösterdiğine dair herhangi bir bulgu yoktur. 

Belirti ve Semptomlar

Semptomları bakteriyel veya viral menenjitle benzerlik gösterir. Enfeksiyonlar; baş ağrısı, fotofobi, mide bulantısı ve kusma ile ilişkilendirilir. Ayrıca patojen beyin dokusunda yoğun tahribata neden olduğundan, vücutta kontrol kaybı, nöbetler ve halüsinasyonlar görülebilir. İlerleyen döneminde boyun sertliği, kraniyal sinir felci ve koma görülebilir. 

Tedavisinde amfoterisin ilacı tercih edilir. Miltefosinin bu hastalık üzerinde de kullanımı araştırılmaktadır. Hastalıktan 2011 yılına kadar kurtulan kişi sayısı 2 olarak rapor edilmiştir. 2013 yılında miltefosinle tedavi edilen 2 çocukta da iyileşme görülmüştür. Buna rağmen hastalığın öldürücülüğü neredeyse %100’dür

Kaynakça

Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

UZMAN HEKİM VE AYNI ZAMANDA NADİR BİR BİREYDEN: ÇÖLYAK

Hazal Sena ÇELEBİ

‘İlk tanı konduğunda sudan çıkmış balığa dönüyorsunuz.’

Çölyak hastalığına sahip bir bireysiniz. Çölyak hastalığının en yaygın belirtileri nelerdir?

Çocuklarda daha çok büyüme ve gelişme geriliği, boy kısalığı, geçmeyen ishal şeklinde belirtiler olurken erişkinlerde karında şişlik, ağrı, ishal/kabızlık, eklem ağrıları, anemi, dermatit gibi semptomlar görülebiliyor. Çok daha farklı belirtilerle ortaya çıkabileceği gibi bazen de hiçbir belirti vermeden yıllarca sessiz bir şekilde seyredebiliyor.

Çölyak hastalığı genetik kaynaklı bir hastalık mı?

Evet genetik yatkınlığı var. HLA-DQ2 ve HLA-DQ8 isimli insan lökosit antijenlerine yönelik yapılan genetik testler, çölyak hastalığının tanısını için kullanılmakta. Ancak ailede çölyak olmaması çocukta çölyak olmayacağı anlamına gelmiyor. Genetik yatkınlıkla beraber çevresel faktörler de çölyak hastalığın görülme sıklığını arttırmaktadır. Özellikle son 40-50 yılda endüstriyel gıdaların üretimiyle beraber katkı maddeleri ve koruyucu maddelere maruz kaldık. Yine son 50 yılda antibiyotiklerin hayatımıza girmesi bağırsak floralarımızın bozulmasına neden oldu. Günümüzde otoimmun hastalıkların temelinde bağırsak floramızın bozularak geçirgen bağırsağa sahip olmamız neden olarak gösterilmiş durumda.  Yine Buğdayın daha dayanıklı ve daha güçlü olması için yapılan genetik değişiklik, buğdayın içerisindeki gluten oranının artmasına neden oldu. Fermente ürünlerin kullanımının giderek azalması ve paketli gıdaların tüketiminin artması gibi pek çok genetik dışı neden çölyak hastalığının görülme sıklığının artmasına neden olmaktadır.

 Çölyak hastası ve aynı zamanda uzman hekim olduğunuz için size şu soruyu sormak istiyorum: Çölyak hastalığı ilk aşamada nasıl teşhis ediliyor ve belirtileri yaşa ve cinsiyete göre değişkenlik gösteriyor mi?

Çölyak teşhisi için bence en önemli şey hekimin çölyaktan şüphelenmesi. Şüphelendikten sonra tanı algoritması net. Önce seroloji testleri ile kandaki antikorlar araştırılır. Glutene karşı bir bağışıklık reaksiyonu varsa test sonucunda bu antikorları yüksek bulursunuz. Eğer testler çölyak hastalığını destekliyorsa yani antikorlarınız yüksekse endoskopi ile ince bağırsak biyopsisi yapılır. Endoskopi ve patoloji sonucu da çölyağı destekliyorsa tanınız konmuş olur. Tabii burada çölyak ile karışan pek çok hastalık olabilir bunun için de gerekirse farklı testlerde yapılabilir. Çölyak bir çok hastalığı taklit edebileceği gibi hiçbir semptom vermeden de gidebilen bir hastalık. O yüzden detaylı bir hikaye ve muayene şart. Çocuklarda sadece büyüme gelişme geriliği ve boy kısalığı ile başvuran ya da kronik geçmeyen ishali olan kişilerde genelde çölyak akla geliyor. Ülkemizde yaklaşık 700 bin civarı çölyak hastası olduğu düşünülürken bunun sadece 200 bin civarına tanı konuluş durumda. Bu kadar az tanı konmasının nedeni sadece bu belirtilere odaklanılması belki de. Çölyakta bağırsaklarda harabiyet olduğu için emilim bozukluğu olur. Yani sizin için gerekli olan pek çok vitamin ve eser elementi vücudunuz alamaz. Kalsiyum eksikliğine bağlı kemik erimesi, kas zayıflığı, kemik ağrısı;  K vitamini eksikliğine bağlı kanamalar, A vitamini eksikliği nedeniyle gece körlüğü, B grubu vitaminlerin eksikliğine bağlı anemi, depresyon, nöropatik ağrılar;  D vitamini eksikliği; cilt lezyonları; Dikkat eksikliği / hiperaktivite, öğrenme güçlükleri, baş ağrısı, kas koordinasyon eksikliği ve epilepsi nöbeti gibi nörolojik belirtiler; baş dönmesi ve denge sorunları gibi çok geniş bir semptom yelpazesi olabilir. İlk başta dediğim gibi hekimin şüphelenmesi bence en önemlisi gerisi kolay.

Tedavisi var mı? Varsa sınırlı mı? Hastalık uygulanan diyetlerle yalnızca durağanlaştırılıyor mu?

Çölyak hastalığı diyetinize devam ettiğiniz müddetçe hastalık olmaktan çıkıyor. Glutenden uzak durduğunuz sürece bağırsaklarınız tamamen normale dönüyor, iyileşiyor ve siz normal, sağlıklı bir insan oluyorsunuz.

Çölyak hastalığı sosyal hayatı nasıl etkiliyor?

Toplum olarak glutenli yiyeceklere çok düşkünüz ve çölyak hastalığını bilmiyoruz. İnsanlarımız böyle bir hastalığın farkında değil. Böyle olunca çölyak hastaları Türkiye’de beslenmede çok ciddi sıkıntı yaşıyor. Dışarda glütensiz ürün bulmak hakikaten çok zor. Bulsanız da çok pahalı. Pek çok kişi ilk tanı aldığında nerede neyi nasıl yiyeceğini bilemiyor bu da otomatikman sosyal hayatınızı olumsuz etkiliyor. Farkındalık ve bilinirlik arttıkça bu sıkıntının azalacağını düşünüyorum.

Çölyak hastalığının ilk bulguları hangi yaşlarınızda ortaya çıktı?

Ben otuzlu yaşlarımda tanı aldım. Bacak ağrılarım olmaya başlamıştı. Buna neden olabilecek onlarca hastalık var aslında ve çölyak aklınıza ilk başta gelmiyor. Bu şikayetle danıştığım hiçbir meslektaşımın da aklına gelmedi. Çünkü ben erişkin yaşta büyüme gelişmesi normal kan değerleri iyi olan biriydim. İshalim kabızlığım yoktu, herkes gibi arada hazımsızlık gaz şikayetleri vesaire vardı. Tabii kendim doktor olunca biraz daha detaya inip acaba çölyak olabilir mi dedim. Antikorlarıma baktırınca pozitif geldi. Endoskopi ve biyopsi sonucumda çölyakla uyumlu gelince tanı kesinleşti.

Çölyak hastalığının kaç alt tipi var?

Tipik (Klasik) Çölyak, Atipik Çölyak, Potansiyel Çölyak, Sessiz Çölyak ve non-Çölyak Gluten Hassasiyeti şeklinde 5 alt gruba ayrılmakta.

Çölyak tanısı sonrasında hasta ve ailesini neler bekliyor?

İlk tanı konduğunda sudan çıkmış balığa dönüyorsunuz. Yeme-içme odaklı bir hastalık olduğu için dikkatli olunması gerekiyor. Etiket okuma alışkanlığı olan bir millet değiliz. Hastalık başına gelinceye kadar kimse ürünlerin içindekiler/alerjenler kısmını açıp okumuyor.  İlk başta ‘neden ben’, ‘neden bana denk geldi’ diyorsun. Bir de yemeyi içmeyi seven biriysen ve bizim gibi İç Anadolu’da yaşayan biriysen, hamura düşkün bir çevren varsa; gelsin tatlılar gitsin börekler, çörekler, simitler, baklavalar… Her şeyimiz hamurla yapılan şeyler. Bir anda bunların hepsi elinden alınıyor. Bu duruma alışamak nerdeyse 1 yılı buluyor. Çok zorlanıyorsun, sosyal ortamlardan kendini çekmeye başlıyorsun. Toplumsal duyarlılık olmayınca ‘ya o da neymiş bir kez ye ne olacak’, ‘bir kereden bir şey olmaz’, ‘sen bunu yiyemiyordun değil mi’ tarzındaki yaklaşımlar insanın canını iyice sıkıyor, iyice moralini bozuyor. Bir süre sonra dışarıya çıkmak istememe ve kendi içine kapanma süreci başlıyor. Zamanla bu sürece de alışıp artık kendi düzeninizi oturtuyorsunuz. Ama çocuklar için durum daha farklı. Glutensiz ürünler hem her yerde bulunmuyor bulunsa bile maalesef çok pahalı. Ekonomik anlamda bu diyeti sürdürebilmek çok zor. Özellikle çölyaklı çocuklar çok büyük sıkıntı çekiyor. Ona uygun gofreti, çikolatayı, çubuk krakeri çocuklara sağlamak lazım ama bunlar normalin 4-5 katı fiyatlarında ve her istenilen yerde bulunmuyor. Okul çağında bir çocuk düşünün okulda arkadaşları kantine gidiyor gofret, tost vesaire alıyor ama kantinde glutensiz ürünler bulunmuyor. Hastaneler, okullar ve yurtlar gibi toplu yaşam yerlerinde glütensiz ürünlerin bulundurulması ile ilgili çeşitli girişimler oldu ama yetersiz kaldı. Hem bunun yaygınlaştırılması hem de çölyak hastalarına yapılan ödemelerin artırılması gerektiğini düşünüyorum.

Çölyak hastalığı için kurulan dernekleri yeterli buluyor musunuz?

Çoğu dernek ya kendileri çölyak hastası ya da çocukları çölyak hastası olan oradaki gönüllüler tarafından kuruluyor. Her dernek elinden geldiğince çölyak tanısı almış kişilere ulaşıp hayatlarını kolaylaştırmaya onlara gerekli eğitimi vermeye çalışıyor. Bunun daha yaygın ve etkin bir şekilde tüm çölyaklılara ulaşacak şekilde organize edilmesi tabii ki daha iyi olacaktır.

Uz. Dr. Kenan GÜÇLÜ

Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

X’e BAĞLI HİPOHİDROTİK EKTODERMAL DİSPLAZİ

Havva Berre AYVAZ

Hastalığın Diğer İsimleri

  • EDA1( Ektodisplazi)
  • EKTODERMAL DİSPLAZİ 1, HİPOHİDROTİK / SAÇ / DİŞ TİPİ, X-BAĞLANTILI; ECTD1
  • XLHED
  • EKTODERMAL DİSPLAZİ 1; ED1
  • EKTODERMAL DİSPLAZİ, ANHİDROTİK, X-BAĞLANTILI; EDA
  • EKTODERMAL DİSPLAZİ, HİPOHİDROTİK, 1; HED1
  • CST SENDROMU
  • CHRIST-SIEMENS-TOURAINE SENDROM

Genel Bilgi – Hastalıkla İlişkili Genler – Genetik Görülme Sıklığı

X’e bağlı Hipohidrotik ektodermal displazi, Hipohidrotik ektodermal displazi * (ana başlık ise Ektodermal displazi olarak adlandırılır ve saç, tırnak, cilt, ter bezleri ve dişler gibi en az iki ektodermal kaynaklı yapıların etkilendiği nadir hastalığın adına denir.) nadir hastalığının alt başlığıdır. Adından da anlaşılacağı üzere cinsiyet kromozomu X’e bağlı çekinik genler tarafından taşınan bir (nadir) ektodermal hastalıktır. Neredeyse 200’e yaklaşık durum ektodermal displazi adı altında tanımlanmış olsa da bunların en yaygın olanı X’e bağlı hipohidrotik ektodermal displazi (XHED) olarak literatüre geçmiştir. Hastalığın başlangıcı bebeklik dönemlerine dayanmaktadır. Kaynaklarda XHED (klinik taramalar sonucunda) hipotrikoz (kıl oluşmasının azlığı; deri üzerinde çokaz kıl bulunuşu hali), hipohidroz (terleme azlığı/yokluğu) ve hipodonti (diş eksikliği/yokluğu) gibi belirtiler ile eşleştirilmiş bir hastalık olarak geçmektedir. Bunlara ek olarak Genetik görülme sıklığı (yaygınlığı) 1-9 / 1 000 000 gibi oranlarla ifade edilmektedir.

Resim1 Kaynak: http://www.firattipdergisi.com/text.php3?id=940

Xq13.1 lokasyonunda bulunan Ektodisplasin (EDA) geninde mutasyonun meydana gelmesi sonucu hipohidrotik ektodermal displazi (HED)’ye neden olmaktadır (Unutulmamalıdır ki XHED, HED’nin en sık görülen çeşididir, yani gende gözlemlenen mutasyon aynı zamanda XHED’yi de tetikleyecektir).

Kalıtım Paterni/Deseni

Genetik çalışmalar yapılırken anne ve anne tarafından akrabaların genetik yapıları ve probandın (genetik çalışmanın başlatılmasına neden olan kişi, şahsiyet) genetik yapısı gözlemlendiğinde, EDA geninde (X’e bağlı çekinik bir genle taşındığı için ve erkek evlatlarda görülme sıklığı genelde kız çocuklarına göre daha yüksek olduğu için makalelerde genel olarak erkek hastalar baz alınmıştır), Xq12-q13 bölgesinde bulunan DXS732  lokusunda (çok iyi korunan bir sekans içeren lokus olarak bilinmektedir) bazı silinmeler fark edilmiş ve bu sonuç doğrultusunda erkek hastalarda doğrudan mutasyona uğramış hastalık yapıcı bölge olarak gösterilirken kadınlarda ise taşıyıcı olmanın bir belirtisi olarak ifade edilmiştir.

Hastalık Belirtileri ve Bu Belirtilerin Görülme Sıklığı

Hastalığın şu ana kadar bilinen ve HPO –İnsan Fenotip Ontolojisi- tarafından yayımlanan tabloda görüldüğü üzere beş belirtisi bulunmaktadır. Kişiden kişiye değişen belirtilerden dolayı bu sayı her seferinde artmakta ve tablo güncellenmektedir.

Tıbbi TerimlerDiğer İsimlerGörülme Sıklığı
Kaş aplazisi / HipoplazisiKaş yokluğu (Hastanın Kaşlarının olmaması durumu)İnsanların% 80-% 99’u bu semptomlara sahip
Gecikmiş diş çıkarmasıGecikmiş diş çıkması (eruption olarak geçmektedir)İnsanların% 80-% 99’u bu semptomlara sahip
Depresif burun sırtıDüz burunİnsanların% 80-% 99’u bu semptomlara sahip
Terse dönmüş alt dudak vermilyonuAlt dudak sarkıklığıİnsanların% 80-% 99’u bu semptomlara sahip
Terse dönmüş üst dudak vermilyonuDışa dönük üst dudakİnsanların% 80-% 99’u bu semptomlara sahip

*Hipohidrotik ektodermal displazi (HED), deri, saç, diş ve ter bezleri gibi ektodermal yapıların anormal şekilde oluşturulmuş bir parçası ile karakterize edilen genetik bir ektoderm gelişim bozukluğudur. Bu hastalık ana semptom olarak terlemede anormallik olarak tanımlanır ve ayırması zor üç alt başlığı vardır, bunlardan biri de X’e bağlı Hipohidrotik ektodermal displazidir (Christ-Siemens-Touraine (CST) sendromu (X’e bağlı)).

Teşhis Yöntemleri ve Tedaviler

Özellikle X’e bağlı Hipohidrotik ektodermal displazi için bir tedavi yöntemi olmasa da, ana başlık olan Hipohidrotik ektodermal displazi için uygulanan tedavi yöntemleri uygulanabilmektedir. Hastaların kontrolsüz ısıya maruz kalmamaları gerektiği vurgulanmaktadır. kuvöze yerleştirilen bebeklerin kuvöz ısısının sürekli kontrol edilmesi gerektiği, çocuklarda sık sık soğuk sıvı tüketimi, giysileri ıslatma veya özel soğutma yelekleri / başlıkları giyme gibi önlemler alınabileceği bildirilmektedir. Erken diş tedavisi de bir diğer tedavi etme yolu olarak belirtilmektedir. Erken diş tedavisinde amaç dişlerin işlevini yerine getirebilmesini sağlamak ve görünümünü düzeltmektir. Genellikle ortodontik tedavi kemik grefti veya sinüs kaldırma prosedürlerini ve ardından diş protezlerini destekleyen diş implantlarının yerleştirilmesini içerir. İmmün yetmezliği olan olan hastalar için, immün temelli tedavilere ek olarak agresif enfeksiyon yönetimi veya hematopoietik kök hücre nakli gerektirdiği ifade edilmektedir.

Kaynakça

  1. X-linked hypohidrotic ectodermal dysplasia. Orpha.net. Şu siteden alındı: https://www.orpha.net/consor/cgi-bin/Disease_Search.php?lng=EN&data_id=180&Disease_Disease_Search_diseaseGroup=Christ-Siemens-Touraine%20syndrome&Disease_Disease_Search_diseaseType=Pat&Disease(s)/group%20of%20diseases=X-linked-hypohidrotic-ectodermal-dysplasia&title=X-linked%20hypohidrotic%20ectodermal%20dysplasia&search=Disease_Search_Simple   
  2. Callea, M., Vinciguerra, A., Willoughby, C. E., Deroma, L., & Clarich, G. (2013). Infantile bilateral glaucoma in a child with ectodermal dysplasia. Ophthalmic genetics, 34(1-2), 58–60. https://doi.org/10.3109/13816810.2012.666707 
  3. https://www.omim.org/entry/305100 
  4. Lei, K. E., Wang, L., Ma, B., Shi, P., Li, L., Che, T., & He, X. (2016). Effect of an EDA-A1 gene mutant on the proliferation and cell cycle distribution of cultured human umbilical vein endothelial cells. Experimental and therapeutic medicine, 11(2), 535–539. https://doi.org/10.3892/etm.2015.2952 
  5. Clarke A. (2016). Anticipated stigma and blameless guilt: Mothers’ evaluation of life with the sex-linked disorder, hypohidrotic ectodermal dysplasia (XHED). Social science & medicine (1982), 158, 141–148. https://doi.org/10.1016/j.socscimed.2016.04.027
  6. Zonana, J., Gault, J., Davies, K. J. P., Jones, M., Browne, D., Litt, M., Brockdorff, N., Rastan, S., Clarke, A., Thomas, N. S. T. Detection of a molecular deletion at the DXS732 locus in a patient with X-linked hypohidrotic ectodermal dysplasia (EDA), with the identification of a unique junctional fragment. Am. J. Hum. Genet. 52: 78-84, 1993.[PubMed: 8434608] 
  7. https://rarediseases.info.nih.gov/diseases/10427/index 
  8. Hypohidrotic ectodermal dysplasia. Orpha.net. Şu siteden alındı: https://www.orpha.net/consor/cgi-bin/OC_Exp.php?lng=EN&Expert=238468  
Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

YÜNLÜ SAÇ SENDROMU

Havva Berre AYVAZ

Hastalığın Diğer Adları:

  • Woolly Hair
  • Kalıtsal yünlü saç (Otozomal Dominant)
  • Ailesel yünlü saç (Otozomal Resesif) 

Hastalığın Tanımı ve Genel Bilgileri:

Yünlü saç sendromu nadir bir hastalık olmakla birlikte saç derisinde görülen doğuştan gelen bir yapısal bozukluktur. Bazen bir grup saç gövdesi bozukluğu olarak da ifade edilir.

Görseller Kaynak: https://www.idoj.in/article.asp?issn=2229-5178;year=2013;volume=4;issue=3;spage=222;epage=224;aulast=Vasudevan

Kozmetik açıdan ayrı bir sorun olarak tanımlanabilirken altta yatan olümcül kardiyomiyopatik hastalıkların bir parçası olabilir. Yünlü Saç sendromu aynı zamanda Naxos Hastalığı ve Carvajal Sendromu ile özgünleştirilmiştir (Literatürde tanımlanan kardiyomiyopatik rahatsızlardan yünlü saç sendromu ile karakterize edilmiş hastalıklardır). Naxos hastalığı, yünlü saç, palmoplantar keratoderma ve aritmojenik sağ ventriküler kardiyomiyopati ile bağlantılıdır. Bu sendromda ortalama saç çapı en çok 0,5cm olarak kaydedilmiştir. Aşırı derecede kıvırcık bir yapısı vardır.

Genetik Görülme Sıklığı ve Kalıtım Paterni/ Deseni 

Hastalığın yaygınlığı hakkında henüz bir bilgi olmamakla beraber otozomal dominant ya da otozomal resesif (çekinik) olarak da kalıtılabilir. Hastalığın ilk görülme dönemleri bebeklik ve yeni-doğan olarak ifade edilir.

Teşhis Yöntemi ve Tedaviler

Hastalığın şu ana kadar bilinen ve HPO (İnsan Fenotip Ontolojisi) tarafından yayımlanan tabloda görüldüğü üzere şu ana kadar beş belirtisi bulunmaktadır. Kişiden kişiye değişen belirtilerden dolayı bu sayı her seferinde artmakta ve tablo güncellenmektedir.

Tıbbi TerimlerDiğer İsimlerGörülme Sıklığı
Kırılgan Saçlar%80-%99
İnce Saçİnce saç sapıİnce saç dokusuSeyrek saç sapıSeyrek saç dokusu%80-%99
Yünlü SaçBükülmüş Saç%80-%99
Saçın HipopigmentasyonuSaç Renginin Kaybolması%30-%79
Yavaş Büyüyen SaçYavaş büyüyen scalar%30-%79
Tablo1 Kaynak: https://rarediseases.info.nih.gov/diseases/5597/woolly-hair-syndrome

Bu tür saçlar genellikle zor tarandığına ve normalde daha kırılgan olduğuna dair literatür bilgileri bulunmaktadır. Normalde izole bir bulgu olarak ortaya çıkarılsa da dilate kardiyomiyopati ve palmoplantar keratoderma (Carvajal Sendromu), aritmojenik sağ ventriküler kardiyomiyopati ve palmoplantar keratoderma (Naxos Hastalığı) gibi sendromik formlarda veya büyüme yetersizliği ile ortaya çıkan bulguları haricinde tutmak önemlidir.

Herhangi bir tedavi yöntemi bulunmamakla birlikte, hastaların ağır fiziksel ve kozmetik işlemlerden uzak durmaları önerilmektedir. Boyutlarına ve bulundukları yere bağlı olarak yünlü tüyler kesilebilir. Eğer hastalığın varlığından şüpheleniliyorsa, kapsamlı bir araştırma kardiyolojik teşhis muayenesi yapılması gerekmektedir.

Hastalıkla İlişkili Genler

İzole versiyonları çoğunlukla Lipaz H (LIPH, 3q27.2) ve lizofosfatidik asit reseptörü 6 (LPAR6, 13q14.2) genlerindeki homozigot veya bazen bileşik heterozigot mutasyonlar sonucu oluşur (LIPH ve LPAR6 genlerınde görülen mutasyonlar resesiftir). Bu mutasyonlar sadece saç dokusunun kontrolünü değil aynı zamanda saç büyümesini de etkiler. Çok nadir vakalarda KRT74 (12q13.13) ve KRT71 (12q13.13) olmak üzere iki keratin geninde heterozigot mutasyonlar bildirilmiştir (KRT74 ve KRT71 genlerinde görülen mutasyonlar otozomal dominanttır). Son çalışmalarda, sadece bir ailede görülmüştür, potansiyel bir hastalık geni olan 4q35.1-q35.2 kromozomundaki yünlü saç için yeni bir gen bölgesi bildirilmiştir.

Ancak yaygın kısmi yünlü kılların ve sporadik (bir sağlık sorununun bir bölgede zaman zaman ve eser miktarda görülmesi) olarak oluşan yünlü kıl nevüslerinin (ben, et beni) etiyolojisi bilinmemektedir.

Kaynakça

  1. https://www.orpha.net/consor/cgi-bin/Disease_Search.php?lng=EN&data_id=8571&Disease_Disease_Search_diseaseGroup=woolly-hair-syndrome&Disease_Disease_Search_diseaseType=Pat&Disease(s)/group%20of%20diseases=Woolly-hair&title=Woolly%20hair&search=Disease_Search_Simple
  2. https://rarediseases.info.nih.gov/diseases/5597/woolly-hair-syndrome
  3. https://omim.org/entry/194300
  4. Vasudevan, B., Verma, R., Pragasam, V., & Badad, A. (2013). A rare case of woolly hair with unusual associations. Indian dermatology online journal4(3), 222–224. https://doi.org/10.4103/2229-5178.115524