Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

BİRİNCİL SKLEROZAN KOLANJİT

Hilal Altay

Genel Bilgi, Genetik Değişiklikler/Etken Faktörler

Birincil Sklerozan Kolanjit(PSC) yaklaşık olarak 40’lı yaşlarda teşhis edilmekle beraber, bilinmeyen nedenlerden erkeklerde kadınlardan iki kat fazla sıklıkta görülmektedir. 

Resim1: https://drahmetdobrucali.com/primer-sklerozan-kolanjit/
  1. Belirti ve Semptomlar

Teşhis edilen hastaların çoğunda hastalığın hiçbir semptomu görülmemekte, fakat rutin kan testleri karaciğerdeki sorunları ortaya çıkarmaktadır. En erken görülen PSC semptomu aşırı yorgunluk (fatigue), karın bölgesinde rahatsızlık ve aşırı kaşıntıdır(pruritus). Durum kötüleştikçe, hastalıktan mustarip bireyler deride ve göz beyazında sarılık ve/veya dalakta büyüme(splenomegaly) gösterebilir. Biriken safra son aşamalarda karaciğere büyük zarar vererek kronik karaciğer hastalıklarına(siroz) ya da karaciğer yetmezliğine neden olur. Sindirmek için gerekli safraya erişilemediğinden, yağın vücutta parçalanması/emilimi gerçekleşemez. Bunun sonucunda, kilo kaybı ve yağ içerisinde bulunan ya da yağ içerisinde depolanan (yağda çözünen) vitaminlerin eksikliği ortaya çıkar. Örneğin yağda çözünen D vitamini kalsiyumu absorbe etmek ve bu doğrultuda kemikleri güçlendirmekten sorumludur. Bu vitaminin eksikliği PSC’ye sahip bireylerde kemik incelmesinin (osteoporoz) görülmesine neden olmaktadır.

  1. Genetik Görülme Sıklığı

Her 10,000 insanda 1 görülen bu hastalık, yılda yaklaşık olarak her 100,000 hastanın birinde teşhis edilebilmektedir.

  1. Kalıtım Paterni/Deseni

Hastalığın genetik paterni, hastalığın çeşitli ve çok sayıdaki genetik ve çevresel faktörlerin etkileşimi içerisinde olmasından dolayı tam olarak bilinmemektedir. Bu hastalık aile içerisinde kümelenme eğiliminde olduğundan, herhangi bir aile bireyinin bu hastalığa sahip olması diğer aile üyelerinin de hastalığa sahip olma açısından riskli konumda olduğunu göstermektedir.

  1. Teşhis Yöntemleri ve Tedaviler

PSC, klinik belirtilere ve değişen karaciğer fonksiyon testlerine dayanılarak hastalıktan şüphelendiğinde, hastalığın karakteristiği olan safra kanalında darlık ve dilatasyon değişikliklerin görüntülenmesi amacıyla yapılan manyetik rezonans kolanjiyopankreatografi (MRCP) veya endoskopik retrograd kolanjiyopankreatografi (ERCP) ile tanı .

İmmünsüpresanlar ve şelatörler semptomları tedavi etmek ve komplikasyonları yönetmek için kullanılır, ancak bugüne kadar PSC’nin hastalık seyrini iyileştiren veya değiştiren hiçbir tıbbi tedavi bulunmamaktadır. Yağda çözünen A, D, E ve K vitaminlerinin yerine koyma tedavisi hastalarda sıklıkla görülen vitaminlerin eksikliğini gidermek için kullanılabilir. Karaciğer nakli hastalığı ileri seviyede olan hastalar için tek kesin tedavi yöntemidir ve hastaların çoğunda tanıdan 13-21 yıl sonra karaciğer nakli, ya hastalığın ilerlemesi ya da tedaviye dirençli bakteriyel kolanjit gibi hastalık komplikasyonları nedeniyle gerekmektedir. Safra tıkanıklığı semptomlarını hafifletmek için, safra darlıkların stentli veya stentsiz endoskopik dilatasyonu .

Resim2: https://drahmetdobrucali.com/primer-sklerozan-kolanjit/

Karaciğer nakli sonrası hastalığın seyri genellikle iyidir, ancak karaciğer nakli gerçekleştirilen PSC hastalarının % 10 ila %37’lik bir kısmında hastalık tekrarlayabilmektedir.

  1. Hastalıkla İlişkilendirilen Diğer Hastalıklar

PSC genellikle bağırsakların iltihaplanmasıyla bağırsaklarda açık yaralara(ülser) ve karın ağrısına neden olan iltihaplı bağırsak hastalığı (IBD) ile ilişkilendirilmektedir. Ama bu bağlantının nedeni hala anlaşılamamıştır. PSC hastalığından mustarip kişilerin yaklaşık %70’i IBD’nin en yaygın formu olan ülseratif kolit’e sahiptir. Bunun yanı sıra, PSC hastalığından mustarip bireylerin Tip 1 Diyabet, Çölyak ve Tiroid hastalığı gibi otoimmün hastalıklarına yakalanma şanları hastalığa sahip olmayan bireylerden daha fazladır. Otoimmün hastalıkları, bağışıklık sisteminin arızalanması sonucu vücut organ ve dokularına saldırması ile gerçekleşmektedir. PSC hastalığından mustarip kişilerin kansere, özellikle safra kanalı kanseri (Kolanjiokarsinoma), yakalanma riskleri de artmaktadır.

  1. Hastalığın Diğer İsimleri
  • PSC
  • Sclerosing Cholangitis
  1. Hastalık adına Yapılan Çalışmalar ve Kısa Özetleri

Flow Cytometry kullanarak Eksteen vd. organ donör kontrolleri ve diğer kronik inflamatuar karaciğer hastalıkları olan hastalara kıyasla primer sklerozan kolanjiti olan hastalarda karaciğer infiltre eden lenfositler (LIL’ler) üzerinde CCR9’un (604738) büyük ölçüde artmış ekspresyonunu bulmuştur. İmmünohistokimyasal ve Western Blot analizleri, normalde sadece timüs ve bağırsakta eksprese edilen CCL25’in (602565), PSC hastalarının karaciğerlerinde yüksek oranda eksprese edildiğini, ancak diğer karaciğer hastalıklarında böyle bir olayın gerçekleşmediği belirtildi. Laboratuvar ortamında CCR9-pozitif LIL’ler seçilerek CCL25’e taşınmıştır ve CCL25’lerin alfa-4 / beta-7 integrinleri aracılığıyla hareket halinde bulunmayan MADCAM1’e (102670) için tetiklenebileceği gözlenmiştir5. Eksteen vd., aktif enflamatuar bağırsak hastalığı sırasında bağırsakta aktive olan T hücrelerinin hem hepatik hem de mukozal endotelyuma bağlanma yeteneği ile efektör hücrelere farklılaştığını öne sürmüştür. Eksteen vd. bu çalışmalarında CCL25 ve MADCAM1’in PSC’de karaciğere mukozal CCR9-pozitif lenfositlerin alınmasında beraber çalıştıklarını öne sürmüştür.

Sheth vd., CFTR’nin (602421) işlev bozukluğunun, IBD’li bir hasta alt kümesinin neden PSC geliştirdiğini açıklayabileceğini varsaydı. PSC’li 19 hastada CFTR genotipini ve fenotipini IBD’si olan ve karaciğer hastalığı olmayan 18 hasta, 17 primer biliyer siroz hastası, 81 kistik fibroz hastası(CF; 219700) ve 51 sağlıklı kontrol ileriye dönük olarak değerlendirdiler. Moleküler ve fonksiyonel analizlerle gösterildiği üzere, PSC’de heterozigot durumda CFTR anormalliklerinin prevalansının arttığını buldular ve bu anormalliklerin IBD’li bir hasta alt kümesinde PSC’nin gelişimine katkıda bulunabileceği sonucuna vardılar. PSC hastalarının yüzde seksen dokuzu, 1540G varyantını (602421.0023) içeren genotipleri taşımakla beraber hastalık kontrollerinin% 57’sine kıyasla (p = 0.03) azalmış fonksiyonlu CFTR’a sahip oldukları anlaşıldı. 19 PSC hastasından sadece 1’inde ne CFTR mutasyonu ne de 1540G varyantı vardı. Nazal potansiyel fark testi ile değerlendirilen CFTR klorür kanal fonksiyonu, hastalık kontrolleri ve sağlıklı kontroller ile karşılaştırıldığında PSC hastalarında medyan izoproterenol yanıtının azaldığını göstermiştir.

Takeda vd., bir monoklonal anti Dr (603612) antikoruuygulanmasının, B farelerinde spesifik olarak kolestatik karaciğer yetmezliği ve kolanjiyosit apoptozunu indüklediğini, ancak diğer fare suşlarında olmadığını bulmuştur. Trail (603598) – veya Dr-null B fareleri, genel safra kanalı ligasyonu ile indüklenen kolestaza nispeten dirençliydi7. Ek olarak, ortak safra kanalı ligasyonu, yabani tip farelerin kolanjiyositlerinde Dr ekspresyonunu artırarak onları Dr aracılı kolanjite duyarlı hale getirdi. Fare karaciğer örneklerinin histolojik görünümü, insan primer sklerozan kolanjitini . PSC’li hastalardan türetilen kolanjiyositler, kontrollere kıyasla DR5 ve TRAIL ekspresyonunda artış . İnsan örneklerinde kolanjiyositlerin apoptozu da gözlendi. Bulgular, sirotik safra hastalıklarında TRIAL / DR5 aracılı apoptoz için bir rol önermiştir.

Hastalık ile ilgili devam eden veya tamamlanmış laboratuvar deney çalışmalarına bu siteden ulaşılabilmektedir:

https://clinicaltrials.gov/ct2/resultscond=%22primary+sclerosing+cholangitis%22

KAYNAKÇA

  1. Primary sclerosing Cholangitis: MedlinePlus Genetics. (2020, August 18). https://medlineplus.gov/genetics/condition/primary-sclerosing-cholangitis/#causes adresinden alıntılandı.
  2. INSERM US14 — ALL RIGHTS RESERVED. (n.d.). Orphanet: Primary sclerosing cholangitis. https://www.orpha.net/consor/cgi-bin/Disease_Search.php?lng=EN&data_id=783&Disease_Disease_Search_diseaseGroup=Primary-sclerosing-cholangitis-&Disease_Disease_Search_diseaseType=Pat&Disease%28s%29%2Fgroup+of+diseases=Primary-sclerosing-cholangitis&title=Primary+sclerosing+cholangitis&search=Disease_Search_Simple adresinden alıntılandı.
  3. Primary Sclerosing Cholangitis. (n.d.). https://omim.org/entry/613806#1 adresinden alıntılandı.
  4. Primary sclerosing cholangitis. (2019, September 12). https://rarediseases.org/rare-diseases/primary-sclerosing-cholangitis/ adresinden alıntılandı.
  5. Eksteen, B., Grant, A. J., Miles, A., Curbishley, S. M., Lalor, P. F., Hubscher, S. G., Briskin, M., Salmon, M., Adams, D. H. Hepatic endothelial CCL25 mediates the recruitment of CCR9+ gut-homing lymphocytes to the liver in primary sclerosing cholangitis. J. Exp. Med. 200: 1511-1517, 2004.
  6. Sheth, S., Shea, J. C., Bishop, M. D., Chopra, S., Regan, M. M., Malmberg, E., Walker, C., Ricci, R., Tsui, L.-C., Durie, P. R., Zielenski, J., Freedman, S. D. Increased prevalence of CFTR mutations and variants and decreased chloride secretion in primary sclerosing cholangitis. Hum. Genet. 113: 286-292, 2003.
  7. Takeda, K., Kojima, Y., Ikejima, K., Harada, K., Yamashina, S., Okumura, K., Aoyama, T., Frese, S., Ikeda, H., Haynes, N. M., Cretney, E., Yagita, H., Sueyoshi, N., Sato, N., Nakanuma, Y., Smyth, M. J., Okumura, K. Death receptor 5 mediated-apoptosis contributes to cholestatic liver disease. Proc. Nat. Acad. Sci. 105: 10895-10900, 2008.
Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

GENETİK BİR HASTALIK ZAMANLA BİR NADİR HASTALIĞI DOĞURDU

‘HASTALIĞIN İÇ ORGANLARA TUTULUM DURUMU VAR’

Hazal Sena Çelebi

Morfea Nedir?

Morfea, sıklıkla yalnızca deriyi etkileyen uzun seyirli nadir bir deri hastalığıdır. En sık görülen belirtileri; aktif dönemde leylak renginde, geç dönemde kahverengimsi olan ağrısız renk değişiklikleri ve deri kıvamında sertleşmedir. Hastalık kadınlarda 2-3 kat daha fazla görülür ve ortalama hastalık başlangıcı 40’lı yaşlardır. Nedeni tam olarak aydınlatılamamıştır. Travma, radyasyon, ilaçlar, infeksiyonlar, genetik ve otoimmünite üzerinde durulmaktadır. Nedeni ne olursa olsun hastalık süreci, damarsal hasar ve deride elastikiyeti sağlayan bir protein olan kolajen üretiminin artışı ve yıkımının azalmasıyla ilerler. Morfea sıklıkla yalnızca deriyi etkiler. Bazı olgularda ise etkilediği deri alanının altındaki yağ, kas vb. dokular da etkilenebilir. Sıklıkla gövde ön veya arka yüzde yerleşirlerse de, yüz dahil tüm deri alanları etkilenebilir. Aktif lezyonlar, sıklıkla 2-15 cm büyüklüğünde merkezinde pigment değişiklikleri olan pembemsi mor, kenarları leylak renginde oval yamalardır. Zamanla daha açık tonda görünen merkezi kısım giderek sertleşir, kalınlaşır, kuru ve parlak bir görünüm kazanır. Etkilenen alanlarda zaman içerisinde kıllar ve ter bezlerinde de kayıplar gelişebilir. Kollar ve bacaklarda yerleştiklerinde doğrusal özellik kazanabilir. Deri altı yapıları tutarak hareket kısıtlılıklarına yol açabilir. Yüzü tutan şiddetli bir formunda, kas ve alttaki kemik yapılar da etkilenerek önemli görünüm sorunlarına yol açabilir.

Kaynakça

https://turkdermatoloji.org.tr/media/hasta_bilgilendirme/Morfea.pdf

Morfea hastalığına sahip nadir bir bireysiniz. Morfea hastalığı genetik kaynaklı bir hastalık mı?

Aslında normalde sedef hastasıyım. Sedef genetik bir hastalık. Annem de sedef hastasıydı. Sedef hastalığıyla alakalı olarak bu hastalığa yakalandım. Sedef bir cilt rahatsızlığı, morfea da öyle.

Morfea hastalığı ilerleyici bir hastalık mı?

Evet kesinlikle ilerleyici bir hastalık. Benim için de epeyce ilerledi, başladığından beri. Önce, karnımda iki daire şeklinde başlamıştı. Şimdi ise tüm vücudumu sarmış vaziyette. Bacaklarım, kollarım, sırtım…

Morfea hastalığının ilk bulguları hangi yaşlarda ortaya çıktı? Tanılandırmada zorluk yaşandı mı?

Altmışlı yaşlarımın başlarında diyebilirim. Sanıyorum ki altmış üç yaşımdaydım. Tanılandırmada ise zorluk yaşanmadı diyebilirim. Doktor tecrübeli olduğu için tanı hızlıca kondu.

Morfea hastalığının hayati tehlikesi var mı?

Morfea hastalığı zaten nadir bir hastalık ama hastalığa sahip bireylerde de nadir olarak hastalığın iç organlara tutulum durumu da var. Mesela benim dizlerimde sıkıntı var. Yere oturup kalkamıyorum. Ortopedi hekimine gittim ve muayene oldum. Dizlerimde herhangi bir şey olmadığını söyledi. Belki kas zayıflığı olabileceğini söyledi. Fazlasıyla hareketlerimi kısıtlıyor. Ellerimde, dizlerimde var. Genellikle eklemler biraz zor hareket ediyor.

Hastalığınız sosyal hayatınızı etkiliyor mu?

Biraz etkiliyor. Görünüş olarak genellikle kapalı olan alanlarda var ama yine de çok fazla olmasa da etkiliyor.

Hastalığın esnasında tedaviye ve bakım hizmetlerine ulaşmada zorluk yaşadınız mı ya da yaşıyor musunuz? Tedavileri sınırlı mı?

 Farklı tedaviler uygulandı şimdiye kadar. İlk yapılan tedavi fazla sonuç vermedi. Aslında anladığım kadarı ile hastalığın tam anlamda tedavisi yok. Baskılayıcı bir tedavi uygulanıyor. Belki tamamen geçmeyecek ama…

Morfea hastalığının yarattığı sorunlar nelerdir?

En belirgin sorun hareket kısıtlılığı. Eğilip kalkmada çok zorluk çekiyorum. Yatakta sağdan sola dönerken zorlanıyorum. Ellerimden ameliyat olmuştum fakat tam düzelmedi. Bir şeyleri kavramak zor oluyor.

Makbule Tezcan

Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

KATARAKT- GLUKOM SENDROMU

Havva Berre Ayvaz

Genel Bilgi

Çok nadir görünen bu hastalık şu ana kadar üç ailede tanımlanmış olup sekiz kuşaktan etkilenen on iki kişiden bahsedilmektedir.1

Hastalığın Diğer İsimleri

Hastalığın herhangi farklı bir ismi bulunmamaktadır. 1

Hastalığın Tanımı

Katarakt-glokom sendromu, toplam bilateral konjenital kataraktın 10-40 yaşları arasında değişen ikinci derece glokom oluşumunun bir araya gelmesiyle karakterize olmuş bir hastalıktır. 1

Kalıtım Paterni/Deseni

Hastalığın kalıtımı otozomal dominant genlerle iletilmektedir. Hastalık yeni doğan döneminden itibaren ya da bebeklik döneminde görülebilir. 1

Hastalıkla İlişkili Genler

Hastalık, lensin ve gözün ön bölgesinin (segment) gelişimiyle alakalı bir transkripsiyon faktörünü kodlamakla sorumlu olan PITX3 geninin 10q25 bölgesinde var olan bir bozulmadan kaynaklanır. 1

PITX3 geninin önceki sembolleri ve adları

ASMD, ön segment mezenkimal disgenezi, eşleştirilmiş benzeri homeodomain 3, eşleştirilmiş benzeri homeodomain transkripsiyon faktörü 32

Teşhis Yöntemleri ve Tedaviler

Tedavi olarak katarakt klasik bir cerrahi operasyon ile tedavi edilebilir. Tavsiye olarak yıllık göz kaslarının verilen uyarılara cevap verip vermediğinin incelenmesi (Oküler tonusun) önerilir. Eğer hastalığın tedavisi doğru bir şekilde yapılırsa hastaların ileriki hayatları için olumlu tahminlerde bulunulabilirken, teşhiste gecikme körlüğe dahi yol açabilir. 1

Belirti ve Semptomlar

Herhangi bir belirti veya semptom kaydı bulunmamaktadır. 1

Genetik Görülme Sıklığı

Hastalığın yaygınlık oranı ‘<1 / 1 000 000’ ile ifade edilir. 1

Kaynakça

  1. https://www.orpha.net/consor/cgi-bin/OC_Exp.php?Lng=GB&Expert=162
  2. https://www.orpha.net/consor/cgi-bin/Disease_Genes.php?lng=EN&data_id=15097&Disease_Disease_Genes_diseaseGroup=Cataract-glaucoma-syndrome&Disease_Disease_Genes_diseaseType=Pat&MISSING%20CONTENT=paired-like-homeodomain-3&search=Disease_Genes_Simple&title=paired%20like%20homeodomain%203
Kategoriler
YUKLENDI

Prof. Dr. Özgür KASAPÇOPUR’la nadir hastalıklarda erken tanının önemi ve çocukluk çağı romatizmal hastalıkları hakkında konuştuk

‘Bunların neredeyse yarısı beş yaşına gelmeden yaşamını da yitiriyor.’

Hazal Sena ÇELEBİ

  1. Öncelikle şunları sormak istiyorum: Nadir hastalıklar nedir? Nadir hastalıklar ile ilgili önemli sorunlar nelerdir?

Öncelikle duyarlılığın için çok teşekkür etmek istiyorum. Nadir hastalıklar, adından da anlaşılacağı gibi toplumda nadir gördüğümüz, sıklık olarak bakarsak da 2000 kişiden daha azında görülen -böyle bir tanım var- hastalıklardır. Tabii yöreden yöreye, bölgeden bölgeye bu hastalıklar değişebiliyor. Çünkü, her yörenin ayrı bir rahatsızlığı var. Bunlardaki ana sorunu, ben bir “ Çocuk Romatolog”u olarak yanıtlamak istiyorum. Bu hastaların hastaneye, hekime, tedaviye ulaşabilme zorlukları, tanınabilirlik zorlukları ve diğer bulgularla birlikte geliyor. En önemli özelliği de bunlardır. Sizin de çalışmış olduğunuz genetik kökenli hastalıklar ve bu genetik kökenli hastalıkları gerçekten tanımak çok zor. Bunlarla birlikte uğraşmak, bunları takip etmekte çok zor. Farklı klinik bulgularda daha az gördüğümüz, toplumda görmeye alışık olmadığımız ortamlarda hep aklımıza gelmesi gereken bir noktadır burası.

2. Nadir hastalıklar genellikle çocukları mı etkiliyor?

Tabii, her yaşta görülebiliyor; böyle bir genelleme yok. Ama çoğunlukla genetik kökenli oldukları için bunların birçoğu küçük yaşlarda ortaya çıkıyor. Doğumla birlikte başlıyorlar. Doğumla birlikte başladıklarında da bu çocuklar doğdukları anda çeşitli bulgularla, çeşitli verilerle karşımıza gelebiliyorlar ve bunlar karşımıza geldiği zaman gerçekten ortaya çıkan belli noktalar oluyor çocukluk çağında. Bunların neredeyse yarısı beş yaşına gelmeden yaşamını da yitirebiliyor. Bu nadir hastalıkların çoğu, yaşamla da bağdaşamıyor ve ne yazık ki çocuklarımızı kaybediyoruz. Aslında bunları daha erken tanıyabilmiş olsaydık daha çabuk tedavilerini sağlayabilirdik. Ama bu, tek bir hekimin yapabileceği ya da tek bir kişinin yapabileceği bir şey gibi değil. Yani birçok insanın iç içe yapıp birçok insanın iç içe değerlendirebileceği bir durum olarak karşımıza geliyor.

3.Özellikle size sormak istediğim sorulardan birisi: Çocukluk çağı romatizmal hastalıkları ve belirtileri nelerdir? Nadir olanlar özellikle.

Çok teşekkür ederim bu soru için. Çocukluk çağı romatizmal hastalıkları deyince gerçekten çok geniş bir kavramla karşı karşıyayız. Ve bu geniş kavramın içinde birçok veri karşımıza çıkıyor. Ne zaman düşünmeliyiz bunları? Bir kere ağrı hissetmek, hepimizin yaşadığı bir şey. Ama o ağrı dışında; hareket kısıtlılığı, yürüme zorluğu, eklemlerde şişlik ve kızarıklık gibi bulgular. Ya da bir çocuğun yaptığı en önemli eylem biliyorsunuz ki yaramazlıktır. Çocuğun yaramazlık yapamaması, yaramazlığını kaybetmesi, hareketlerini yapamaması çok önemli bir veri olarak karşımıza geliyor ve bunlarla birlikte ortaya çıkan bir durum oluyor. Onun dışında kontrol altına alınamayan ateşler, özellikle değişik cilt döküntüleri gibi bulgular aklımıza çocukluk çağı romatizmal hastalıklarını getirmeli. Tabii bunlar içinde ana grup olarak otoinflamatuar dediğimiz bir geniş grup vardır. Bunlar genetik geçişli olan hastalıklar ve genetik geçişli olduğu için de bunlar çocukluk çağında daha sık bulgularla birlikte karşımıza çıkabiliyor Hazal.

4.Çocukluk çağı romatizmal hastalıklarının tanı ve tedavisinde zorluk yaşanıyor mu?

Kesinlikle yaşanıyor. Bize ulaşmada, ilgili merkezlere ulaşmada bazen sıkıntılar oluyor. Ama bu sıkıntıları ortadan kaldırdığımız anda bunların birçoğunu da ortadan kaldırmış oluyoruz kolaylıkla. Yani hastalar bize ulaştığı anda daha sağlıklı olarak tedavilerini düzenlemiş oluyoruz ve bunlarla birlikte gidiyoruz. Tabii ki geldikten sonrası kolay. Ama ilaca erişimdeki sıkıntılar gibi birçok şeyi de bizler çabalayarak çözmeye çalışıyoruz.

4.Hasta ve hasta yakınlarının yaşamında erken tanı, doğru tedavi ve düzenli takibin önemi nedir?

 Üzerine de vurguladığın gibi Hazal, gerçekten çok önemli. Her hastayı ne kadar erken tanıyabilirsek o kadar başarılı oluyoruz tedavide. Yani erken tanımamız, erken olarak bunları değerlendirmemiz çok önemli. Tedaviye erken başladığımız zaman, erken tanıdığımız zaman -hastalıkta oluşabilecek iki ana grubumuz var. Birinci grup, hastaları aktif tutmak istemiyoruz; ikinci grup, hasar oluşmasın istiyoruz.- yani bizim en büyük korkumuz çocukların bu hastalıklardan ötürü hasar almaları. Yani hasar aldıkları zaman ciddi olarak etkilenmeler oluyor. Eklemleri etkileniyor, ortalama ömürleri 80 yıl olduğu için. Yani biz var olan eklemlerimizi 80 sene kullanabileceğiz demek bu. Bunlarda oluşan bir hasar, geriye dönüşsüz olabiliyor. Ve bu hasarın önlenmesi için çabalıyoruz, bütün amaçlarımız da bunun için.

5.Nadir hastalıkların -özellikle sizin branşınız için soruyorum- tedavisi mümkün mü?

Tabii ki tanıya göre değişiyor. Bu ülkede sağlıkçılar, sağlıkla uğraşanlar; işte bunlar genetikçiler, biyologlar, doktorlar, hemşireler… bütün sağlık çalışanlarının tek bir amacı var: Yaşamları boyunca, eğitimleri boyunca toparlamış oldukları bu iyiliği taşımak. İyiliği taşımak için çabalıyorlar, iyiliği taşımak için uğraşıyorlar. Ve iyiliği taşımak için yaptıkları çabalarla birlikte yürütüyorlar bu olayları. Ve bunlarla birlikte karşımıza çıkan bir bulgu oluyor. Ve bu yüzden biz hastaların birçoğunu tedavi etmeye çalışıyoruz. Ama bu spesifik olarak hastalıktan hastalığa değişiyor. Her hastalığın farklı bulguları, farklı verileri olabiliyor. O yüzden de hastalık bazında konuşmak daha doğru oluyor. Hepsine elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz. Yarısını da tam olarak tedavi edebiliyoruz diyelim.

5.Nadir hastalıklarla savaşan hastaların ve hasta yakınlarının günlük hayatta yaşadığı zorluklar nelerdir, biraz bahsedebilir misiniz?

Gerçekten çok zor bir hayat. Düşünün hep hasta bir çocuğunuz olduğunu ya da hep hasta olduğunuzu… gerçekten yaşanması kolay bir şey değil. Tabii ki sıkıntılar çok büyük ve bunlara elimizden geldiğince bizler de yardımcı olmaya çalışıyoruz, bunların hepsini düzeltmeye çalışıyoruz. Bunların hepsini düzenlemeye ve toparlamaya çalışıyoruz. Gerçekten zorlu bir iş, bu hastalarımıza mutlaka hasta dernekleri aracılığıyla, diğer aracılarla da yardımcı olmak zorundayız. Ve bunlarla birlikte bunları toparlamak bizler için de rahatlatıcı bir etki yaratacaktır.

6.Az önce de derneklerden bahsettiniz. Nadir hastalıklar için kurulan dernekleri ve düzenlenen farkındalık projelerini yeterli buluyor musunuz -ülkemiz için-?

Bizim ülkede ben şu konudan adım gibi eminim: uzmanlık dernekleri, özellikle UDEK çatısı altında toplanan bütün uzmanlık dernekleri ellerinden gelen iyiliği hastalara taşımak için uğraşıyorlar. Ben” Çocuk Romatoloji Derneği” başkanıyım. Çocuk Romatoloji Derneği’nde ben ve arkadaşlarım, bütün çabamız hastalarımızın iyiliği için. Elimizden geleni gösteriyoruz. Yeterli mi? Tabii ki değil. Daha çok şey yapmamız gerekiyor. Hastalarımızı daha çok bilgilendirmemiz, ailelerimizi daha çok bilgilendirmemiz gerekiyor. Ve bunlarla birlikte güzel bir geleceğe çocuklarımızı taşımamız gerekiyor. Ama yaptığımız hiçbir şey hala yeterli değil. Hala daha çok yapacak işimiz var.

7.Son olarak eklemek istediğiniz bir husus var mı?

Hiçbir şey yok. Çalışmaya devam edin. Bence çalıştıkça her şey çok güzel olacak. Gerçekten bu ülkenin gençlerinden ben çok ümitliyim. Çok güzel şeyler yapacağınıza da adım gibi inanıyorum.

                                                             Prof. Dr. Özgür KASAPÇOPUR

Kategoriler
Uncategorized YAYIN YUKLENDI

DANDY- WALKER MALFORMASYONU

Deniz YILKI

Genel Bilgi

 Dandy Walker Malformasyon’unu (DWM) ilk olarak Sutton 1887 de tanımladı. Ardından Dandy ve Black Fan (1914), Tagart ve Walker (1942) bu alanda çalışmalara devam ettiler. Son olarak 1954’te Benda bu hastalığı Dandy Walker olarak tanımladı ve literatüre kazandırdı.

DWM beyinde bulunan beyincik ve arkasındaki 4. ventrikül olarak adlandırılan boşluğun gereğinden fazla genişlemesi ve loblar arasındaki boşluğun ve beyni besleyen kanalların tıkanması, daralması veya yok denecek kadar azalması sonucu beyin omurilik sıvısının (BOS) beynin arka kısmında yoğunlaşarak diğer bölgelere ulaşamaması veya yok denecek kadar az ulaşmasıyla beynin yeterince beslenememesi sonucu oluşan bir anormalidir. Bu sendrom genellikle doğumlarda veya fetüsün anne karnında yetersiz gelişmesi sonucu görülebildiği gibi ilerleyen çocuk yaşlarda da (3-4 yaş) ortaya çıkabilir. Hastalığın ilerleyen aşamalarında hidrosefali de oluşabilmektedir. Hidrosefali, kelimenin Latince kökeni olarak su (hidro) ve kafa (sefal) kelimelerinin birleşimidir, beyin içinde veya beyin çevresinde su birikmesi demektir. Yani beyin içi sıvısının artmasıyla beynin arka bölgesinde kiste benzer bir su toplanması oluşur bu kafa içi basıncında artmasını da tetikler. Beyinde dengesiz sıvı dağılımı ve fazla basınç sebebiyle düzensiz, çarpık ve daha geniş çevreye sahip kafatası şekilleri oluşur.

https://teachmeanatomy.info/wp-content/uploads/Surface-Anatomy-of-the-Ventricular-System.jpg

Resim 1: https://teachmeanatomy.info/neuroanatomy/vessels/ventricles/

4. ventrikül beyin omurilik sıvısının beyinden omuriliğe akmasını sağlayarak omurilik ve ona bağlı sinirsel iletim organlarının beslenmesine dolaylı yoldan yardım eder. 

Kamran Aghayev | Beyin Cerrahı | HİDROSEFALİ

https://freeflowmed.com/

Beynin 4. ventrikül denilen kısmının su toplaması (beyin omurilik sıvısının birikmesi) ve büyümesi, genişlemesi sonucu hidrosefali (hydrocephalus) oluşur ve bu da kafatasının aşırı büyümesine sebep olur.(Resim 2)

https://www.fetalhealthfoundation.org/wp-content/uploads/2015/10/dandy-Walker-1-300x153.jpg
Resim 3: https://www.fetalhealthfoundation.org/fetal-syndromes/dandy-walker-malformation/
Resim 4: https://jamaica-gleaner.com/article/health/20140917/taking-my-son-through-%E2%80%A6a-long-hard-journey-dandy-walker-complex

Semptomlar

Normal beyin ve DWM’li beyin yapıları kıyaslandığında DWM’li beyinin büzüştüğü ve sıkıştığı, beyinciğin çok küçüldüğü, orta beyinin şiştiği ve beyincik ile arka beyinin olması gereken yerin beyin omurilik sıvısı (BOS) ile dolu olduğu görülüyor.

Bu hastalıkta beyincik ve çevresi büyük ölçüde deforme olduğu için en belirgin semptomları; şiddetli baş ağrısı, motor uygulamalarında yavaşlık ve tam yerine getirememe, kas koordinasyonunda eksiklik, kusma, dengesizlik ve gözlerde koordinasyonsuzluktur. Ayrıca el ve ayaklarda fazla veya yapışık parmak oluşumu, anormal yüz şekilleri ve kas spazmları da görülmektedir. DWM sadece beyinle ilgili bir hastalık gibi görünse de hastalığın ilerleyen evrelerinde vücudun diğer sistemlerinde aksamalar, bozulmalar, yüz ve kafatasında anormali, kafa arkasında yumru oluşumu, zekâ geriliği ve vücut koordinasyonunun zorlaştığı görülür.

Resim 5,6: alformation%2F&psig=AOvVaw0ZX5CFT2nUHmbPyzsYErcg&ust=1641755522263000&source=images&cd=vfe&ved=0CAwQjhxqFwoTCIiiqZDuovUCFQAAAAAdAAAAABAN

Görülme Sıklığı ve Kalıtım Geni

Yaklaşık olarak 25,000 – 30,000 canlı doğumda bir görülme olasılığı olmakla beraber henüz bu konu hakkında çok net bilgiler mevcut değildir.

DWM’in baskın bir kalıtım geni yoktur. Hatta daha önce ailesinde bu hastalığı geçirmemiş bireylerde daha çok görülmektedir. DWM genetik faktörlerden çok çevresel faktörlere ve gelişme durumuna bağlıdır. Bu yüzden bu hastalığın çok net ve açık bir kalıtım geni bulunmamaktadır. 

Teşhis ve Tedavi

Genellikle belirtiler sonucu yapılan MRI ve Tomografi kullanılarak teşhis edilebilir. Anne karnındaki bebeğe DWM tanısı koyabilmek için ultrason ve MRI kullanılabilir.  

Dandy-Walker malformation: prenatal diagnosis and prognosis | SpringerLink
Resim 7: https://www.google.com/url?sa=i&url=https%3A%2F%2Flink.springer.com%2Farticle%2F10.1007%2Fs00381-003-0782- 5&psig=AOvVaw3RKgC_vEkrW5RRso0lHb9p&ust=1641754213386000&source=images&cd=vfe&ved=0CAwQjhxqFwoTCOjK_KXpovUCFQAAAAAdAAAAABAK

Bu hastalığın onaylanmış veya bunu tamamen ortadan kaldıracak bir tedavi bulunmamaktadır. Ancak DWM’li bireylerin psikolojik, sosyal, fiziksel her türlü tedaviyi ve rehabilitasyonu alması tavsiye edilir. Çünkü DWM’li bireylerin %50 si zihinsel yönden eksiklik yaşayanlardır. Dengede durmakta ve çeşitli aktiviteleri yapmakta güçlük çekerler. Özellikle fizik tedavi alınması kas ve motor yeteneklerini daha aktif, düzenli ve koordinasyonlu kullanmalarına yardımcı olur. Motor yeteneklerini daha aktif kullanmaları sosyal yaşantılarında onlara artılar sağlar. Ayrıca bu hastaların hastalığın seyrini gözlemlemek ve yeni yol haritaları çizmek için düzenli aralıklarla sürekli takip edilmesi gerekir. Eğer DWM hidrosefali(Hydrocephalus) ile birleşmiş bir durumdaysa bunun düzeltilmesi çok daha zordur. Çünkü kafa içi basıncı sürekli artarak kafanın daha da büyümesine ve beynin zarar görmesine ve deforme olmasına sebep olacaktır.

http://brainology.idirect.com/brainology/images/dandy_gross3.jpg http://brainology.idirect.com/brainology/images/dandy_gross1.jpg

Resim 8,9: http://brainology.idirect.com/brainology/devpath_11_dandywalker.html

Diğer İsimleri

  • Dandy-Walker kompleksi
  • Dandy-Walker kisti
  • Dandy-Walker bozukluğu
  • Dandy-Walker sendromu
  • DWM
  • DWS
  • Hidrosefali (Hydrocephalus), dahili Dandy-Walker tipi
  • Hidrosefali (Hydrocephalus,) iletişimsiz Dandy-Walker tipi
  • Luschka-Magendie gözenek tıkanıklığı

Nadir Görülen Bir Anomali: Dandy Walker Sendromu Nedir?

Resim 10: https://listelist.com/dandy-walker-sendromu-nedir/

Kaynakça

https://medlineplus.gov/genetics/condition/dandy-walker-malformation/

https://www.ninds.nih.gov/Disorders/All-Disorders/Dandy-Walker-Syndrome-Information-Page

https://www.orpha.net/consor/cgi-bin/Disease_Search.php?lng=EN&data_id=450&disease=Craniosynostosis-Dandy-Walker-malformation-hydrocephalus-syndrome&search=Disease_Search_Simple

https://rarediseases.info.nih.gov/diseases/8520/dandy-walker-malformation-with-intellectual-disability-basal-ganglia-disease-and-seizures

https://www.omim.org/entry/220219

https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/29797040/

https://jag.journalagent.com/vtd/pdfs/VTD_4_3_164_166.pdf

https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC2927792/

https://www.healthline.com/human-body-maps/fourth-ventricle#1

https://www.researchgate.net/figure/schematic-of-the-signs-and-symptoms-of-Dandy-Walker-syndrome_fig8_324685065

Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

ERKEN TANININ ÖNEMİ

Hazal Sena ÇELEBİ

DUDAK DAMAK YARIKLIĞI HASTALIĞI

‘BU DURUM ÖLÜME KADAR GİDEBİLİRDİ’

Dudak damak yarıklığı hastalığına sahip nadir bir bireysiniz. Dudak damak yarıklığı hastalığı genetik kaynaklı mı?

Tamamen anne karnında gelişimi tamamlayamamaktan kaynaklanan bir durum. Bu stres kaynaklı da olabilir, genetik kaynaklı da olabilir.

Peki dudak damak yarıklığı ilerleyici bir hastalık mı?

Değil. Olabilecek en yüksek noktada doğuyorsun. Gelişimi tamamlayamadığın için eksik doğuyorsun, daha sonrasında hayatında bunun etkilerini görüyorsun.

Tanı koyulurken zorluk yaşandı mı diye sormak istiyorum aslında ama direkt olarak doğum anında fark edilen bir hastalık olsa gerek. Bu süreci anlatır mısınız?

Benim hastalığım doğum anında fark edilmemiş. Normalde doğum anında kontrol edilmesi gereken bir durum fakat beni kontrol etmemişler. Ben bir ila iki hafta kadar anne sütü içememişim çünkü bebeklerde olan ağız refleksini gerçekleştiremiyormuşum. Bu durum ölüme kadar gidebilirdi. Sonrasında annemin, ağzımın içinin simsiyah olduğunu fark etmesiyle birlikte beni doktora götürmüşler ve ancak o zaman anlaşılmış. Ama dediğim gibi, normalde doğumdan hemen sonra konulması gereken bir tanı.

Herhangi bir tedavisi var mı? Eğer varsa tedavileri sınırlı mı?

Tedavisi var. Ameliyat olmak zorundasın çünkü hayatına damaksız bir şekilde devam edemezsin. Ben bu ameliyatı yaklaşık bir yaşımdayken oldum. Çeneyi kırıyorlar ve damağa dikiş atıyorlar. Ya da vücudundan bir parça alıp damağa ekleme yapıyorlar. Bu durum tabii ki ağızda bozulmaya da yol açıyor. Mesela benim damağımda iki tane daha dişim var, buna bağlı olduğunu düşünüyorum. O dişlerimi de çekemiyorum çünkü damağımın tekrardan düşme riski var.

Dudak damak yarıklığı hastalığı için kurulan dernekleri yeterli buluyor musunuz? Derneklerden ihtiyacın olan manevi desteği alıyor musunuz?

Böyle bir dernek olduğunu bilmiyordum. Az önce baktım, varmış. Hiç haberim yoktu gerçekten. Aslında bu biraz daha artabilir çünkü dediğin gibi, maddiden ziyade -tabii maddi durumu kötü olan aileler ameliyat masraflarını karşılayamayacaktır ama- manevi desteğin biraz daha fazla olmasından yanayım çünkü benim görünüşüme bakınca herhangi bir aksaklık görünmüyor, dudağıma ya da burnuma atlamamış. Ama bu hastalıkta burnuna kadar eksiklik olan -delik şekilde- insanlar var ve bu toplum tarafından garipseniyor. Dış görünüş olarak çok farklılar ve özellikle bu konuda insanlara psikolojik destek sağlanması gerekiyor.

Hastalığınızda tedaviye, rehabilitasyona ve bakım hizmetine ulaşmada zorluk yaşadınız mı?

O zamanlar Doğu’da bir şehirde yaşıyorduk -hastalığımın fark edildiği zaman- ve orada benim terapi alabileceğim bir yer yoktu. Damak olmadığı için konuşmak daha çok burundan ve genizden oluyor. Birçok harfi çıkartmada zorluk yaşanıyor. Hala arada sırada zorlandığım anlar oluyor fakat çocukken söyleyemediğim çok harf vardı. Bunun için konuşma terapisi almanız gerekiyor. Sırf tedavi almam gerektiği için Ankara’ya taşınmıştık. İki yıl kadar konuşma terapisi aldım, dört yaşımdan altı yaşıma kadar. Ama yine de alınan terapinin yüzde yüz etkisi olmuyor. Ben birçok hastaya göre konuşma konusunda daha iyiyim aslında, çok daha kötü seviyelerde olanlar da var.

Nadir hastalığın en önemli psikososyal etkilerinden biri de izolasyondur. Nadir hastalığı bulunan kişiler ve aileleri, hoş olmayan ya da utandırıcı durumlar yaşama ihtimali nedeniyle bazı sosyal durumlardan kaçınmaktadır. Dudak damak yarıklığı hastalığı sosyal hayatınızı etkiliyor mu?

Aslında normalde etkilemesi gerekli. Bunlar kişiden kişiye göre değişir tabii ki ama beni hiç etkilemedi. Bu durum benim öz güvenimi hiç kırmadı. Terapi aldım, konuşmam çok iyi bir noktaya geldi fakat hala bazı harfleri çıkartmakta zorluk çekiyorum. Dudak ünsüzlerini çıkartmakta zorlanıyorum mesela. Ya da balon şişiremiyorum örneğin, bu çok küçük bir örnek olacak ama…  Tabii insanlar anlıyor bir aksaklık olduğunu fakat şimdiye kadar pek de umrumda olmadı açıkçası. Hatta her zaman en çok konuşan insan ben oldum.

-Nadir hastalığı bulunan kişi ve ailelerin yarısından fazlasının anksiyete ve korku, yarısına yakınının ise öfke, hayal kırıklığı ve belirsizlik duyguları yaşamakta olduğu ortaya konulmuştur. (pelentsov vd., 2016, s. 24)- Anksiyete, korku, öfke, hayal kırıklığı ve belirsizlik gibi duygular yaşıyor musunuz? Bunun için tedavi alıyor musunuz ya da almak ister misiniz?

Aslında çok fazla anksiyete yaşadığım olmuyor ama ister istemez bazı anlarda oluyor. Bakıldığında hayatın en temel unsuru, ya da sosyal hayatın en temel unsuru diyebiliriz konuşmak için. Birçok insan da hastalığımı fark etmiyor doğrusu, genelde ‘geniz etin mi var?’ sorusunu duyuyorum ama aslında yok. Mesela okulda, ilk tanışma zamanlarında, insanları tanımadığım için gerginlik yaşıyordum. Bazı anlarda insanların garip bakışlarına maruz kalabiliyorum ama dediğim gibi benim durumum öyle çok üst düzey değil, tabii öyle olan insanlar vardır bu kişiden kişiye göre değişir. Tedavi almıyorum, anksiyetemin o boyutta olduğunu düşünmüyorum.

Affan Ali ERDOĞAN

Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

AYNI COĞRAFYADA ZAMAN FARKI

Hazal Sena ÇELEBİ

‘ BİR COĞRAFYADA SIK GÖRÜLEN HASTALIKLAR SONRADAN SONRAYA NADİR HASTALIKLAR GRUBUNA DAHİL OLABİLİR’

Enfeksiyon hastalıkları ve klinik mikrobiyoloji uzmanısınız, branşınızla ilgili olan nadir hastalıkların sayısı fazla mı?

Bizim branşımızla ilgili nadir hastalıklar çok sayılabilir. Çünkü büyük bir mikrobiyolojik dünyanın üyelerini içeriyor. Tasnif edecek olursak bakteriler, virüsler, mantarlar, parazitler… enfeksiyon hastalıkları mikrobiyota dediğimiz çok geniş bir evrene ait mikroorganizmalara bağlı olarak meydana gelen hastalıklardır. Bu hastalıkların hepsi her toplumda aynı sıklıkta görülmez. Dolayısıyla bir kısmı oldukça nadir görülür, bir kısmı ise bazı toplumlarda çok yüksek oranda görülür. Bu sıklıkla görülme işi enfeksiyon hastalıklarında bazı kavramlarla ifade edilir. Örneğin; endemi kavramı. Endemi demek belirli bir hastalığın, belirli bir toplumda sürekli olarak bulunma sıklığı demektir. Son zamanlarda sıklıkla duyduğunuz kelime: pandemi. Pandemi, bir hastalığın kıtalar arası yayılımı demektir. Bütün dünyayı ilgilendiren, salgın olarak nitelendirebileceğimiz hastalıkları pandemi kavramı altında toplarız. Bir de Sporadik dediğimiz kavram vardır. Sporadik, belirli coğrafi alanlarda, belirli zamanlarda ortaya çıkan nadir hastalıklardır. Epidemi, belirli coğrafi alandaki salgındır. Örneğin, sadece Türkiye’yi ilgilendiren bir salgın ortaya çıktığında buna epidemi deriz. Ama bu salgın, Türkiye’nin sınırlarını aşıp kıtalar arasında yayılmaya başladığında pandemi adını veririz. Biz hastalıklarımızın sıklıklarıyla ilgili bu tür kavramlar kullanıyoruz.

Enfeksiyon hastalıkları ve klinik mikrobiyoloji ile ilgili birkaç nadir hastalık örneği verebilir misiniz?

Genellikle -kendi yaşadığımız coğrafya Türkiye için söyleyecek olursak- daha çok tropikal hastalıklar nadir hastalıklar grubundadır. Özellikle paraziter hastalıklardan örneğin sıtma. Eskiden daha sık görülüyordu ama şimdi oldukça nadir görülmektedir. Yine paraziter hastalık olarak sayabileceğimiz trypanosoma bizde çok nadir olarak görülen hastalıklardır. Viral hastalıklar içerisinde örneğin ebola virüsüne bağlı olan hastalıklar bizde çok nadir görülür. Örneğin AIDS virüsü olan HIV Afrika toplumunda ve gelişmiş bazı ülkelerde çok sık görülmesine rağmen hala ülkemizde nadir sayıda görüldüğünü söyleyebiliriz. Birçok mantar enfeksiyonları da aynı şekilde bizim coğrafyamızda çok nadir şekilde gördüğümüz hastalıklardır. Belirli mikroorganizmaları çok sık görürüz ama belirli mikroorganizmaları daha az olarak görürüz. Özellikle mantar enfeksiyonları bağışıklık sistemi düşmüş olan, kanser kemoterapisi gören, organ transplantasyonu yapılmış olan kimselerde daha sıklıkla görüldüğü için diğer genel olarak diğer enfeksiyon hastalıklarıyla kıyasladığımızda çok nadir görülen hastalıklardır. Bunların çeşitli isimleri var tabii ama tıbbi terminoloji olduğu için çok detaya girmek istemem.

Branşınızla ilgili bir nadir hastalığa yoğunlaşalım ve üzerinde konuşalım. Yoğunlaşmamızı tercih ettiğiniz bir hastalık var mı?

Mesela eskiden Türkiye’de daha sıklıkla görülen sıtma konusunu ele alabiliriz. Ve buna gelmeden önce enfeksiyon hastalıklarını günümüzde iki ana kategoriye ayırmamız mümkün. Bunlardan bir tanesi toplumdan kazanılan enfeksiyon hastalıkları yani toplumda dolaşımda bulunan mikroorganizmalardan insanlara bulaşan hastalıklar. Bir diğer kategorimiz ise güncel olarak özellikle enfeksiyon hastalıkları uzmanlarını daha sıklıkla ilgilendiren kategori ise sağlık hizmetleriyle ilişkili enfeksiyonlardır. Teknolojik gelişimle beraber insan yaşamının kalitesinin artması, ömrünün uzaması ancak bununla beraber insanlarda kanser olgularının çok fazla artmış olması, organ transplantasyonunun artmış olması, immün sistemi baskılayacak tedavilerin uygulanmış olması, çok sayıda kronik rahatsızlığı. benzer nitelikteki hastalar sağlık tesislerinde kümelendiğinde ortaya çıkan mikroorganizmalar, çok sayıda kullanılan antimikrobiyallere karşı direnç geliştirmekte ve tedavisi güçlük oluşturmaktadır. Böyle olunca bu mikroorganizmalar günümüzde ciddi sorunlar oluşturmaktadır. Hem maliyet açısından, hem hastanede kalma sürelerinin uzaması açısından, hem de hastaların yaşam kalitelerini düşürmesi bakımından son derece sıkıntılara yol açabilmektedir. Örneğin, daha öncelerde diziyle ilgili bir problemi olan bir kişinin dizi belirli bir seviyeden kesiliyordu ama şimdi protez adını verdiğimiz, dışarıdan yapılmış, özel nitelikli, vücuda uyumlu metallerin vücut içerisine yerleştirilmesi söz konusu. Ancak, bu cansız bir yapı olduğundan dolayı vücutla uyumu bazen olamamakta veyahut da ameliyat sırasında o bölgeye mikroorganizma -hastaneden- bulaşacak olursa o kişinin proteziyle ilgili çok uzun süre enfeksiyon gelişmesine, yaşam kalitesinin bozulmasına hatta gerekirse protezin çıkarılmasına sebebiyet verebilmektedir.

Nadir görülen enfeksiyon hastalığı olarak ülkemizde daha önce özellikle akdeniz bölgesi, güneydoğu anadolu bölgesinde ve doğu anadolu bölgesinde daha tropikal iklime yakın bölgelerde daha çok görülen ama günümüzde Sıtma Savaş ile yapılan mücadele neticesinde artık çok nadir görülen sıtma konusuna değinebiliriz.

Sıtma hastalığı bulaşıcı mıdır?

Sıtma, plasmodium adını verdiğimiz bir parazit tarafından bulaşmaktadır. Bu bulaşma doğrudan doğruya insana bulaşmıyor ancak dişi anofel dediğimiz sivrisinek cinsi, hasta bir kişinin kanını emerek kendi bağırsaklarında bu plasmodiumun olgunlaşma evresini sağlıyor ve belirli bir aşamaya geldikten sonra o dişi sivrisinek bir başka kişiyi ısırdığında o paraziti kana veriyor. Parazit kana karıştıktan sonra özellikle kandaki alyuvarlar içerisine yerleşebiliyor ve kan organları içerisine (karaciğer, dalak vs.) yerleşerek bunlarda büyümeye, patolojiye yol açıyor. Ciddi bir çoğalma evresinden sonra da insanlarda çok ciddi hastalıklara, hatta belirli türleri ölüme kadar sebebiyet verebiliyor. Bu enfeksiyon hastalıklarının genelde belirtileri çok spesifik olmayabilir. Yani, kişilerdeki bazı rahatsızlıklar insanlarda bu hastalık şudur dedirtmez. Genellikle yüksek ateş, üşüme titreme, öksürük, karın ağrısı, ishal, sık idrara çıkma, baş ağrısı, yaygın vücut ağrısı, kas ağrısı, terleme gibi belirli belirti ve bulgular birçok enfeksiyon hastalığında görülebilir. Dolayısıyla, nadir hastalıkların enfeksiyon hastalıkları uzmanlığı yönünden dikkat edilmesi gereken şey yüksek olasılıkla aklınıza gelmesi diyebiliriz. O yüzden enfeksiyon hastalıklarında tecrübe son derece önemli. Toplumdan edinilen enfeksiyonların çok sıklıkla karşılaşıldığı yerlerde çalışmış olmak -özellikle Afrika’da, Güney Amerika’da, Kuzey Amerika’da, Orta Doğu’da-, o bölgelerde karşılaşılan enfeksiyonları görmek ve onun dışında hastanelerde, yoğun bakımlarda yatan hastalarla ilgili enfeksiyonları görmek tecrübe bakımından son derece önemli.

Sıtma hastalığı nasıl teşhis edilir? En yaygın belirtileri nelerdir? Tedavisinde kullanılan bir ilaç var mı?

Sıtmanın belirtileri başlangıç için son derece non-specifictir, tanı koydurmayabilir ancak enfeksiyon hastalıkları uzmanı bu şahsın rahatsızlığının ne zaman başladığı, nerede yaşadığı, yaşam koşulları, bulunduğu bölgenin iklim özellikleri, bu hastalığın endemik olduğu bölgelere seyahatinin olup olmadığı gibi epidemiyolojik soruları sorarak onunla ilgili adeta bir dedektif gibi belirli bir şeye ulaşabilir, şüphelenebilir. Şüphelendikten sonra hastayla ilgili yapılması gereken bazı tahliller vardır. Örneğin sıtma için, hastanın parmak ucundan alınacak, özellikle ateşin yükselmeye başladığı üşüme, titreme ve ateş periyodunda alınacak  bir damla kanın bir lam üzerine alınması ve ona özgü, spesifik boyalarla boyadıktan sonra mikroskop altında incelenmesiyle tanı, doğrudan konulabilmekte. Sıtma gibi toplum sağlığını ilgilendiren bu tür rahatsızlıklar için ülkemizde de -birçok ülkede olduğu gibi- mücadele birimleri kurulmuştur. Örneğin verem mikrobu için Verem Savaş birimleri kurulmuştur. Sıtma ile ilgili ise Sıtma Savaş birimleri… ancak sıtma çok nadir görüldüğü için artık bizim için endemik kategorisinde sayılmayabilir. Günümüzde bulaşıcı hastalıklar kategorisinde takip ediliyor. Toplum sağlığını ilgilendiren hastalıkların tedavisinde genellikle ülkelerin bakanlıkları bu görülen parazite yönelik olarak hangi cinsi, hangi tipi görülüyorsa; onları yok edebilecek, onlara karşı etkili olabilecek ilaçları bünyesinde bulundurmaktadır. Toplum sağlığını ilgilendirdiği için belirli bir kayıt sisteminde takip edilmektedir. yani, bir kişi sıtma olduğu zaman, herhangi bir özel ya da kamu hastanesinde tıbbi hizmet alabilir ama toplum sağlını ilgilendirdiği için ister özel kuruluşa başvurmuş olsun ister kamu kuruluşuna başvurmuş olsun bu şahsın kaydı mutlaka sağlık bakanlığının ilgili birimlerine bildirilir. Dolayısıyla bakanlık hangi bölgede ne kadar vaka olduğunu bilir ve bir salgın tehditi halini almadan hemen önlemleri alabilmesi için bu son derece gerekli bir durum. Buna yönelik ilaçları bakanlık kendi bünyesinde bulundurur. Böyle bir hasta olduğu zaman, o hastaya enfeksiyon hastalıkları uzmanının takibinde ilaçları kullanması ve akabinde de kontrolü sağlanarak tam şifaya kavuşana dek takibi yapılmış olur.

Sıtma hastalığı yaşa ve cinsiyete göre değişkenlik gösterir mi?

 Tabii. Özellikle çocukluk çağında farklılık gösterebilir. Örneğin, bir hastamıza Hindistan’da böbrek transplantasyonu yapılmıştı. Böbrek transplantasyonu sonrasında vücudun yabancı olan böbreği atmaması için ona kendi immün sistemini baskılayacak ilaçlar verilir. Dolayısıyla immün sistemi baskılayacak ilaçlar verildiği için hastada belirli bir mikrobik rahatsızlığın semptomlarının ortaya çıkmasını baskılar. Örneğin, ateşinin çıkmasını önler. Her kişide her enfeksiyon hastalığının belirtisi aynı olmayabilir. Çocuklarda farklı seyredebilir, gebelerde farklı seyredebilir, yaşlılarda farklı seyredebilir, kronik alt hastalığı olanlarda farklı seyredebilir, kanser hastalarında farklı seyredebilir.

Sıtma hastalığının kaç alt tipi vardır?

Sıtmayı oluşturan etkenler değişir. Mesela plasmodium dediğimiz parazitin genel bir ismidir. Plasmodium vivax, plasmodium malariae, plasmodium ovale, plasmodium falciparum şeklinde species dediğimiz türleri vardır. Bunların oluşturduğu klinik tablolar da birbirinden farklıdır. Bizde en sıklıkla görülen plasmodium ovaledir, orta şiddette görülen bir rahatsızlığa yol açar. Özellikle Afrika’da bazı bölgelerde Nijerya, Mozambik gibi yerlerde plasmodium falciparum cinsi görülmektedir. Falciparum cinsinin halk arasında karasu humması olarak bilinir. Sebebi çok ölümcül seyretmesidir ve alyuvarları parçaladığı için insanların adeta idrarlarında yalnızca kan varmışcasına bir görünüme yol açar. Nörolojik tutulum çok fazla olduğu için ölümle seyreden bir formdur. Alt grupları öldüren ilaçlar da birbirinden farklıdır.

Uz. Dr. Abdulkadir ÇAĞLAYANGİL

Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

AİLEVİ İZOLE DİLATE KARDİYOMİYOPATİ

Havva Berre AYAZ

Hastalığın Bilinen Diğer Adları

  • Ailesel İdiyopatik Kardiyomiyopati (Familial Idiopathic Cardiomyopathy)
  • Konjestif Kardiyomiyopati (Congestive Cardiomyopathy)
  • Birincil Ailesel Dilate Kardiyomiyopati (Primary Familial Dilated Cardiomyopathy)
  • FDC. 2

Kategoriler

Doğumla beraber gelen ve Genetik Hastalıklar; Kalp Hastalıkları 4

Alt Tipler

Dilate kardiyomiyopati-1S

Hastalığın Grubu

Dilate kardiyomiyopati

Dilate kardiyomiyopati (DCM) – basitçe kalp yetmezliğine ve ritim bozukluğuna (aritmi) sebep olan- ventriküler dilatasyon ve bozulmuş sistolik fonksiyon ile ilişkilendirilmiş karakterize bir kalp kası hastalığıdır.

Herhangi bilinen bir neden olmadan bir ailenin herhangi bir üyesinde görüldüğünde hastalık idiyopatik olarak adlandırılırken, yine herhangi belirli bir sebep olmadan aynı ailenin bireylerinde görülmesi durumuna ailevi izole dilate kardiyomiyopati adı verilir. 3  Karşılaşılan vakaların %20-48’i kalıtsal olup ailevi dilate kardiyomiyopati (FDC) olarak da adlandırılır. Kardiyak miyositteki sitoskeletal ve sarkomerik proteinleri kodlayan FDC genlerinde görülen bir mutasyon hastalığın ortaya çıkmasında başlıca etkendir.3

Genellikle yirmili ve otuzlu yaş dönemlerinde ventriküler dilatasyon ve sistolik disfonksiyon gelişimi ile kendini gösterse de5 hastalık her yaşta ve her cinsiyette görülebilmektedir. 1  

Kalıtım Paterni/Deseni

Ailevi dilate kardiyomiyopati, yaşa bağlı penetrans (Bir genin fenotipte görülme olasılığı) ile otozomal dominant kalıtım deseni ile karakterizedir 5  ve ilgili gene göre değişiklik gösteren farklı kalıtım paternlerine/ desenlerine sahiptir. Bu hastalığın %80 ila 90’ı otozomal dominant model ile taşınırken, nadir durumlarda (%10-20’si) otozomal resesif genler ile taşındığı gözlemlenmiştir. Bunların yanı sıra, bazı nadir vakalarda hastalığın X kromozomu ile taşınabildiği de gözlemler arasındadır.2 Bazı çalışmalarda Mitokondriyal kalıtım ile iletildiği de görülmüştür.1

Teşhis Yöntemi ve Tedaviler 3

Teşhis Yöntemleri

Hastalık her türlü kalıtım yoluyla iletildiği için, soy geçmişi taraması yaparaktan ailevi kaynaklı olup olmadığı teşhis edilebilir. Bununla beraber, teşhisi kolaylaştırmak için bazı FDC genlerine özgü klinik testler geliştirilmiştir.

Hasta yakınlarının kapsamlı taraması da bu hastalığın standartlarındandır. Elektrokardiyogram (EKG) ve ekokardiyografi kullanılarak özellikle birincil akrabaların klinik taraması, FDC’nin tanımlanmasına müsaade eder. Bunlara ek olarak Sinyal ortalamalı elektrokardiyografi (SAECG) de bir tanı aracı olarak önerilmiştir. Serum kreatinin kinaz seviyeleri, özellikle bu hastalığın incelenmesine sebep olan kişide (proband) artışa dair işaret görülürse, diğer aile bireylerinde uygulaması faydalı olabilir.

Ayrıca, genetik danışmanlık yöntemi de kullanılarak belirti geliştirme riski taşıyan aile bireyleri belirlenir. Lakin genetik danışmanlık yöntemi uygulanırken yaşa bağlı sorunlar ve genotip ve fenotip arasındaki eksik geçişler (inkomplent penetrans) göz önünde bulundurulmalıdır. Bu tür teknikler, hastalığın erken teşhisinde yahut belirti göstermeden önce teşhis edilmesinde önemli rol oynamaktadır. Erken teşhis her açıdan kolaylık sağlar.

Hastalığın Yönetimi ve Tedavisi

FDC’nin yönetiminde kalp yetmezliğinin ilerlemesini sınırlandırma ve ritim bozukluğunu (aritmi) kontrol etme başı çekerken DCM için de uygulanan genel tedavi yöntemleriyle beraber, ilaç tedavileri (farmakoterapi) ile destek cihazları da kullanılmaktadır. 

Genel Önlemler

  • Hastanın hastalığı konusunda eğitilmesi
  • Tuz ve sıvı kısıtlaması
  • Hipertansiyon tedavisi
  • Alkol alımının kısıtlanması
  • Vücut ağırlığının kontrolü
  • Orta düzeyde egzersizler – kontrollü bir ortamda

İlaç Tedavisi (Farmakoterapi) – Belli başlı ilaç tedavilerinden ve detaylarından bahsedilmiştir.

  • Anjiyotensin Dönüştürücü Enzim (ACE) İnhibitörleri 

CONSENSUS, SOLVD ve SAVE dâhil olmak üzere birçok çalışmada belirtildiği gibi, kalp yetmezliğinin ilerlemesini, hastaneye yatış oranları ile beraber ölüm oranlarını (mortalite)  azaltmakta etkilidir. 

Bu tür ilaçlarda düşük dozda başlanır ve randomize çalışmalarda etkinlik gösterenlerde kademeli bir şekilde artırılarak ilaç ayarlaması yapılır.Kaptopril günde üç defa olmak üzere en fazla 50 mg’a çıkarılır. Enalapril için maksimum düzey günde iki defa olmak üzere 20 mg iken Lisinopril için günde bir kez 40 mg’dır.

  • Anjiyotensin Reseptör Blokerleri (ARB’ler)

ACE inhibitörlerine toleranssız hastalar için uygun bir alternatiftir. ARB’nin kullanımı ELITE-I ve II, Val-HeFT ve OPTIMAAL gibi denemelere dayanmaktadır. Bu çalışmalarda günde bir defa yaklaşık 50 mg Losartan kullanıldı. Valsartan için en yüksek miktar günde iki defa 160 mg’dır. Val-HeFT denemesine göre, bir ARB’nin bir ACE inhibitörüne eklenmesinin fazladan yarar sağlama ihtimali çok düşüktür.

  • Birinci Nesil Kalsiyum Kanal Blokerleri 

Kalp yetmezliği olan hastalara önerilmez.

  • Endotelin Antagonistleri 

Denemeler bugüne kadar hayal kırkılığı ile sonuçlanmıştır ve standart kılavuzlarda önerilmemektedir.

  • Diüretikler (idrar söktürücü ilaçlar)

Kalp yetmezliğinde hayatta kalma üzerindeki etkilerini doğrulamak için herhangi bir randomize çalışma yapılmamıştır. Furosemide’nin günlük kullanım miktarı 20 mg ila 600 mg’dır. Bumetanide ve ekatrinik asit şu anda kullanımda olan diğer loop (döngü) diüretiklerdir. Torsemid ağız yoluyla alındığında daha etkilidir ve oral furosemide yanıt vermeyen bazı hastalarda kullanılır. Çoğunlukla, benzer sonuçlar için furosemide’nin yarı dozu etkilidir. Yüksek doz döngü diüretiklerine ihtiyaç duyulduğunda ve özellikle hastanın diüretik direnci varsa, genellikle metolazon günde bir kez 2.5 mg ila günde iki kez 5 mg miktarında eklenir. Asetazolamid, metabolik alkalozlu bazı hastalarda günde 250-500 mg miktarında kullanılmaktadır.

  • Aldosteron İnhibitörleri

Ayrı ayrı RALES VE EPHESUS’da belirtildiği gibi, Spironolakton ve Eplerenon gibi aldosteron inhibitörleri ölüm oranlarını azaltır.

Spironolakton, günde bir defa 12,5 ila 50 mg arasında değişen dozlarda kullanılır. Eplerenon, ağız yoluyla alınarak, günde 25 mg’lık dozda başlanır ve hasta toleransına göre bu miktar günde bir defa 50 mg’a çıkarılabilir. 

Eplerenon aldosteron reseptörleri için daha çok tercih edilir ve jinekomasti gibi spironolaktonla ilişkili bazı yan etkileri önler.

  • Vazopressin Antagonistleri 

 Hala araştırılmaktadır.

  • Natriüretik peptitler 

Yalnızca akut dekompansasyon için doğrudan damar yoluyla verilebilmektedir(intravenöz). 

  • Digoksin 

Kronik kalp yetmezliği tedavisinde yaygın olarak kabul edilen tek inotroptur.Dozaj ayarlaması böbrek fonksiyonlarına göre 0.125-0.25 mg olarak ayarlanır ve günde bir kez uygulanır. Digitalis Investogators Group’un [32] yakın tarihli bir post-hoc analizi hastaları digoksin serum seviyelerine göre gruplandırmış ve 0,5 ile 0,8 ng / ml düzeyinde seyreden hastaların alt grubunda ölüm oranlarının sebepleri fark etmeksizin %6.3 oranında azaldığı gözlemlemiştir.

  • Beta-Adrenerjik Blokerler 

Kalp yetmezliği tedavisinde ciddi ilerlemeler kaydettiği görüşü hâkimdir. CIBIS-II [33] ve MERIT-HF [34], bisoprolol ve metoprolol süksinat (her ikisi de beta-1 seçici bloker) kullanıldığında nedeni ne olursa olsun ölüm oranlarında %34’lük bir oranda azalma gözlemlenmiştir.

Alfa bloke edici özelliklere sahip seçici olmayan bir beta bloker olan Carvedilol’ün sayesinde ağır derecede kalp yetmezliğinden (COPERNICUS) kaynaklanan ölümlerin %35 azaldığı gözlemlenmiştir.

  • Antikoagülanlar / Antiplatelet Ajanlar 

Hala kullanılması tartışmalı olan ve henüz kim için ve hangi tedavi için kullanılması hakkında yeterli çalışma olmayan ilaç tedavi yöntemlerindendir. Klinik çalışmalarda genellikle sol ventriküler ejeksiyon fraksiyonu% 30’dan az olan hastalarda kullanılmaktadır.3

Belirtiler (Semptomlar) 4

Hastalığın şu ana kadar bilinen ve HPO –İnsan Fenotip Ontolojisi- tarafından yayımlanan tabloda görüldüğü üzere on dört belirtisi bulunmaktadır. Kişiden kişiye değişen belirtilerden dolayı bu sayı her seferinde artmakta ve tablo güncellenmektedir.

Tıbbi TerimlerDiğer İsimlerGörülme Sıklığı
Sol ventrikül hipertrofisi%80-%90
Atriyal fibrilasyonDüzensiz kalp atışına neden olan üst kalp odacıklarının titremesi%30-%79
Konjestif kalp yetmezliğiKalp yetmezliği, kardiyak yetmezlikler, kalp yetmezliği%30-%79
DispneSolunum yetmezliği, nefes almada güçlük%30-%79
GelişememeKilo kaybı, ağırlık titremesi%30-%79
Azaltılmış ejeksiyon fraksiyonu%30-%79
Sağ ventriküler dilatasyon%30-%79
Anormal dolaşımdaki kreatin kinaz konsantrasyonuKandaki anormal kreatin kinaz seviyeleri%5-%29
ÖksürükÖksürme%5-%29
Yüksek pulmoner arter basıncıArtan pulmoner arter basıncı%5-%29
Sol dal bloğu%5-%29
Mitral yetersizliği%5-%29
ÇarpıntıKaçırılan kalp atışıAtlanan kalp atışı%5-%29
Ventriküler aritmi%5-%29

4

Yaygınlık ve Genetik Görülme Sıklığı

FDC’NİN yayılım ve görülme sıklığı tam olarak bilinmemekle birlikte dilate kardiyomiyopati’nin görülme sıklığı dünya çapında 1/12,000-28,000 arasında tahmin edilirken yaygınlığı tahminen 1/2500’dir. Ailevi izole dilate kardiyomiyopati (FDC) dilate kardiyomiyopati vakalarının yaklaşık %20-30 (% 2-65 aralığı) ‘unu oluşturmaktadır. 1

OMIM.org’da bildirildiğine göre, yaygınlığı 100.000’de yaklaşık 36.5’tir. ABD’de yılda 10.000’den fazla ölüme neden olur ve kalp nakli için tıbbi gerekliliği (endikasyon) birincildir. Distrofin’de oluşan mutasyon nadir durumlar ((örneğin, 300377.0021) dışında, ailesel oluşum 20 ila% 25’tir. 5

McKenna ve diğerleri (1997)6 dilate kardiyomiyopatili 100 hastanın %25’inde (56’nın 14’ünde) ailesel yaygınlığın kesin, %45’inin (56’nın 25’i) yatkın (olası) olduğunu bulmuşlardır. 5

Hastalıkla İlişkili Proteinler/ Genler

FDC’nin %30 ila 40’ı elliden fazla gene kaynak gösterilerek tanımlanmıştır. Ancak bu sayı sabit değildir, yeni tanılar bu sayıyı değiştirmektedir. 

Mutasyonların çoğu titin (TTN;% 15-27), lamin A / C (LMNA;% 6), Beta-miyozin ağır zinciri (MYH7;% 4.20), miyopalladin (MYPN;% 3.50) ve kardiyak troponin T (TNNC1, TNNI3 ve TNNT2;% 2.90) proteinlerinde görülmüştür.1 

Şu ana kadar üzerinde inceleme yapılmış FDC genleri: DES, DMD, LMNA, MYBPC3, MYH7, TAZ, TNNT2 ve TMP1. 3

Prognoz (Hastalığın sonucunu tahmin)

Hastalığın sonucu hakkındaki tahminler hastalığın herhangi bir mutasyona uğraması ile değişebilir, ancak tıbbi olan veya olmayan tedaviler ile ölüm oranları azaltılıp sonuç hakkında tahminlerde bulunulabilir. 1

Kaynak

  1. https://www.orpha.net/consor/cgi-bin/Disease_Search.php?lng=EN&data_id=635&Disease_Disease_Search_diseaseGroup=Familial-isolated-dilated-cardiomyopathy—&Disease_Disease_Search_diseaseType=Pat&Disease(s)/group%20of%20diseases=Familial-isolated-dilated-cardiomyopathy&title=Familial%20isolated%20dilated%20cardiomyopathy&search=Disease_Search_Simple
  2. https://medlineplus.gov/genetics/condition/familial-dilated-cardiomyopathy/#inheritance
  3. https://ojrd.biomedcentral.com/articles/10.1186/1750-1172-1-27
  4. https://rarediseases.info.nih.gov/diseases/2905/familial-dilated-cardiomyopathy
  5. https://www.omim.org/entry/115200
  6. https://www.omim.org/entry/115200#29
Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

Karnitin Palmitoiltransferaz II Eksikliği

Bengisu AŞCI

Genel Bilgi ve Semptomlar

             Karnitin uzun zincirli yağ asitlerinin mitokondri içerisine taşınmasına yardım eder. Karnitin palmitoil transferaz I (CPTI) uzun zincirli yağ asit moleküllerini karnitine bağlar. Karnitin Açilkarnitin Translokaz (CACT) oluşan birleşik molekülün mitokondrial iç membrandan geçmesini sağlar. CPT II ise birleşiği karnitinden ayıklayarak çözer. Yeterince işleyen karnitin palmitoiltransferaz 2 olmadan, uzun zincirli yağ asitleri mitokondriye girdikten sonra uygun şekilde işlenmez ve enerji üretmek için metabolize edilemez. Azalan enerji üretimi, CPT II eksikliğinin kas ağrısı ve zayıflığı, düşük kan şekeri (hipoglisemi) ve yağ parçalanması ürünlerinin düşük seviyeleri (hipoketoz) gibi bazı özelliklerine yol açabilir. Yağ asitleri ve uzun zincirli açilkarnitinler (hala karnitine bağlı olan yağ asitleri) hücrelerde birikebilir ve karaciğere, kalbe ve kaslara zarar verebilir. Bu anormal birikim, bozukluğun diğer belirti ve semptomlarına neden olur. Otozomal resesif bir hasalıktır.

Üç ana tip CPT II eksikliği vardır: Ölümcül bir yenidoğan formu, şiddetli bir infantil hepatokardiyomüsküler form ve bir miyopatik form. CPT II eksikliğinin ölümcül neonatal formu doğumdan hemen sonra ortaya çıkar. Bu bozukluğa sahip bebeklerde solunum yetmezliği, nöbetler, karaciğer yetmezliği, zayıflamış kalp kası (kardiyomiyopati) ve düzensiz kalp atışı (aritmi) gelişir. Etkilenen kişilerde ayrıca düşük kan şekeri (hipoglisemi) ve yağların parçalanması sırasında üretilen ve enerji için kullanılan düşük keton seviyesi vardır. Bu belirtilere birlikte hipoketotik hipoglisemi denir. Çoğu durumda, beyin ve böbrekler de yapısal olarak anormaldir. CPT II eksikliğinin ölümcül neonatal formu olan bebekler genellikle birkaç gün ila birkaç ay yaşarlar. CPT II eksikliğinin şiddetli infantil hepatokardiyomüsküler formu karaciğeri, kalbi ve kasları etkiler. Belirtiler ve semptomlar genellikle yaşamın ilk yılında ortaya çıkar. Bu form, tekrarlayan hipoketotik hipoglisemi, nöbetler, genişlemiş bir karaciğer (hepatomegali), kardiyomiyopati ve aritmi ataklarını içerir. Bu tür CPT II eksikliği ile ilgili sorunlar, açlık dönemleri veya viral enfeksiyonlar gibi hastalıklar tarafından tetiklenebilir. CPT II eksikliğinin şiddetli infantil hepatokardiyomüsküler formu olan kişiler, karaciğer yetmezliği, sinir sistemi hasarı, koma ve ani ölüm riski altındadır. Miyopatik form, CPT II eksikliğinin en az şiddetli türüdür. Bu form, tekrarlayan kas ağrısı (miyalji) ve güçsüzlük atakları ile karakterizedir ve kas dokusunun bozulması (rabdomiyoliz) ile ilişkilidir. Kas dokusunun tahrip edilmesi, böbrekler tarafından işlenen ve idrarda (miyoglobinüri) salınan miyoglobin adı verilen bir proteini serbest bırakır. Miyoglobin, idrarın kırmızı veya kahverengi olmasına neden olur. Bu protein ayrıca böbreklere de zarar verebilir ve bazı durumlarda yaşamı tehdit eden böbrek yetmezliğine yol açabilir. Miyalji ve rabdomiyoliz epizotları egzersiz, stres, aşırı sıcaklığa maruz kalma, enfeksiyonlar veya oruç tutma ile tetiklenebilir. İlk bölüm genellikle çocukluk veya ergenlik döneminde ortaya çıkar. Miyopatik CPT II eksikliğine sahip çoğu insan, bölümler arasındaki bozukluğun hiçbir belirti veya semptomuna sahip değildir.

Hastalıkla İlişkili Genler

  •  Karnitin palmitoil transferaz I (CPTI)
  •  Karnitin palmitoil transferaz II (CPTII)
  • Karnitin Acilkarnitin Translokaz

Teşhis Yöntemleri ve Tedaviler

        Teşhis, serum/plazma açilkarnitinlerin ilk tandem kütle spektrometrisi ve ardından, taze dolaşımdaki lenfositler, kaslar veya fibroblastlarda mutasyon analizi ve CPT2 enzim aktivitesinin ölçümleri ile yapılır. Tanı açilkarnitin profili ile konulabilir. Tedavi için genel olarak Bezafibratı hafif CPT2 eksikliği olan 6 yetişkine 6 ay süreyle günde 3200 mg tablet dozunda uygulanmıştır. Aynı zamanda bu tür tedaviler, uzun süreli açlıktan ( > 12 saat) kaçınmaya ve düşük yağlı ve yüksek karbonhidratlı diyete dayanır.

Hastalığın Diğer İsimleri

  • Carnitine palmitoyltransferase deficiency type 2
  • CPT2
  • Carnitine palmitoyltransferase II (CPT II) deficiency

KAYNAKLAR

Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

SPORADİK CREUTZFELDT-JAKOB HASTALIĞI

Hande Yunus SANDER

Genel Bilgi

Sporadik Creutzfeldt-Jakob hastalığı, İngilizce adı ile sporadic Creutzfeldt-Jakob disease (sCJD) beyindeki anormal prion proteinlerinin birikmesinden kaynaklanır. Çoğu hasta için anormal prionların nedeni bilinmemektedir (sporadik CJD). sCJD, CJD’nin %85’ini oluşturur ve prion protein yapısındaki rastgele (sporadik) değişikliklerden kaynaklandığı düşünülmektedir. Bazı araştırmacılar, normal hücresel prion proteininin (PrPc), beyin hücrelerinin dejenerasyonunu ve kaybını önlemede önemli bir rol oynadığını düşünmektedirler. CJD’nin diğer nedenleri %10-15 genetik ve %1 edinseldir. 

Hastalığa neden olan değiştirilmiş veya “yanlış katlanmış” PrPc formu, PrPsc  olarak bilinir. PrPsc, normal PrPc’nin hastalığa neden olan forma dönüşmesine neden olabilir. PrPsc’nin yanlış katlanmış şeklinin vücut tarafından uygun şekilde parçalanmasını engellediği düşünülmektedir. Sonuç olarak, giderek daha fazla normal PrPc, yavaş yavaş birikerek beyinde sabit tortular (plaklar) oluşturan PrPsc’ye dönüşür

Belirti ve Semptomlar

sCJD ‘de semptomlar tipik olarak 40-60 yaşları arasında ortaya çıkar. Başlangıçta bu belirtiler kafa karışıklığı, depresyon, unutkanlık, uyku güçlükleri (uykusuzluk) ve/veya davranış değişiklikleri olarak görülür. Etkilenen bireyler ayrıca görme bozukluğu, anormal fiziksel his ve/veya istemli hareket koordinasyonunda zorluklar  yaşayabilir.

Bireyler daha sonra hızla ilerleyen entelektüel yetenek kaybı yaşayabilir, bozulmuş hafıza ve muhakeme yeteneği ve belirgin kişilik değişiklikleri (demans) gösterebilir. Nöromüsküler anormallikler, bozukluğun bu aşamasında daha belirgin hale gelir ve kas zayıflığı ve kas kütlesi kaybı olabilir. Kas sertliği, titreme, özellikle kol ve bacaklarda tekrarlayan, istemsiz, şok benzeri kas spazmları (miyoklonus) ve/veya yavaş, sürekli, istemsiz hareketler(atetoz) görülebilir. Gönüllü hareketlerin giderek artan şekilde bozulmuş koordinasyonu ve/veya bozulmuş kas kontrolü nedeniyle konuşma güçlüğü (dizartri) gelişebilir. Görme de giderek bozulabilir.

sCJD’li bireylerde, nörolojik ve nöromüsküler bozukluk ilerlemeye devam eder ve bozukluğun sonraki aşamaları, fiziksel ve entelektüel işlevlerin kaybı, koma ve solunum yollarının tekrarlayan enfeksiyonlarına (örn., pnömoni ( zatürre)) karşı artan duyarlılık ile karakterize olur. Birçok hastada, yaşamı tehdit eden komplikasyonlar, hastalık belirginleştikten bir yıldan daha kısa bir süre içinde gelişmektedir.

Teşhis Yöntemleri

sCJD’yi teşhis etmek çok nadir bir hastalık olması ve diğer demans formlarına benzemesi dolayısı ile çok zordur. Teşhisi doğrulamanın tek ve kesin yolu, beyin biyopsisi veya otopsi ile yapılabilecek küçük bir beyin dokusu örneğini test etmektir. 

Klinik semptomların yanı sıra, olası bir CJD şüphesini belirlemede faydalı olabilecek diğer testler de vardır. İlki, gerçek zamanlı sarsıntı kaynaklı dönüşüm (RT-QuIC) olarak adlandırılır. Bu yöntem, omurilikten gelen sıvıda prion birikimlerinin oluşumu yoluyla anormal prion proteini arar. İkincisi, manyetik rezonans görüntüleme (MRI) ile beyin görüntülemedir. Uzmanlar, RT-QuIC, MRI ve klinik semptomlardan elde edilen sonuçları kullanarak, bir bireyin olası bir CJD teşhisi için kriterleri karşılayıp karşılamadığını belirleyebilir. Göz önünde bulundurulabilecek diğer bir test de beynin elektriksel uyarılarını kaydeden elektroensefalogramı (EEG) ‘dır.

Tedaviler

Hastalığın kesin bir tedavisi yoktur. Tedavi semptomlara yönelik ve destek tedavisi şeklinde hastayı rahatlatmaya yöneliktir. Bu hastalık ile ilgili süren tedavi araştırmalarına aşağıdaki web sitelerinden ulaşılabilir:

Hastalık ile İlgili Organizasyonlar

2527 South Carrollton Avenue

New Orleans, LA 70118-3013 USA

Tel: +1(504) 861-4627

Email: [email protected]

Website: http://www.cjdaware.com

Website: http://www.cjdvoice.org

3610 W. Market Street

Suite 110

Fairlawn, OH 44333 USA

Email: [email protected]

Website: http://www.cjdfoundation.org

Kaynaklar