Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

OTOZOMAL DOMİNANT NOKTÜRNAL FRONTAL LOB EPİLEPSİSİ/ ADNFLE

Genel Bilgi
Otozomal dominant nokturnal frontal lob epilepsisi (ODNFLE-ADNFLE), ailelerde görülen nadir bir epilepsi şeklidir. Bu hastalık, etkilenen bir kişi uyurken genellikle gece meydana gelen nöbetlere neden olur. ADNFLE’li bazı kimselerin de gün boyunca nöbet geçirmesi vardır.
ADNFLE’nin karakteristik nöbetleri, her biri birkaç saniye ile birkaç dakika arasında süren kümelerde ortaya çıkma eğilimindedir. Bazı insanlar uykularından uyanmalarına neden olan hafif nöbetlere sahiptir. Diğerleri, kolların atılma veya fırlatma hareketleri ve bacakların bisiklet hareketleri gibi ani, tekrarlayan hareketleri içerebilecek daha ciddi bölümlere sahiptir. Kişi yataktan kalkıp etrafta dolaşabilir; bu da uyurgezerlikle karıştırılabilir. Kişi ayrıca ağlayabilir ya da inleme, konuşma veya homurdanma sesleri çıkarabilir. Bu bölümler bazen kabuslar, gece terörleri veya panik ataklar olarak yanlış teşhis edilir.
ADNFLE dahil olmak üzere bazı epilepsi türlerinde, aura adı verilen nörolojik semptomlar genellikle nöbetten önce gelir. ADNFLE’li insanlarda aura ile ilgili en sık görülen semptomlar karıncalanma, titreme, korku hissi, baş dönmesi ve düşme ya da itilme hissidir. Bazı etkilenen insanlar ayrıca nefes darlığı, aşırı hızlı nefes alma (hiperventilasyon) veya boğulma hissi bildirmişlerdir. ADNFLE’li insanlarda nöbetleri neyin ortaya çıkardığı açık değildir. Bölümler stres veya yorgunluk ile tetiklenebilir, ancak çoğu durumda nöbetlerin tanınmış tetikleyicileri yoktur.
ADNFLE ile ilişkili nöbetler bebeklikten yetişkinliğe kadar herhangi bir zamanda başlayabilir, ancak çoğu çocuklukta başlar. Bölümler yaşla daha hafif ve daha az sık olma eğilimindedir. Etkilenen kişilerin çoğunda, nöbetler ilaçla etkili bir şekilde kontrol edilebilir.
ADNFLE’li çoğu kişi entelektüel olarak normaldir ve nöbetler arasında beyin fonksiyonlarıyla ilgili herhangi bir problem yoktur. Bununla birlikte, ADNFLE’li bazı insanlar psikiyatrik bozukluklar (şizofreni gibi), davranışsal problemler veya zihinsel yetersizlik yaşamıştır. Bu ek özelliklerin bu kişilerde epilepsi ile doğrudan ilişkili olup olmadığı açık değildir.
1994 yılında Avustralya, Kanada ve İngiltere’deki ailelerde tanımlanmıştır.

Genetik Değişiklikler / Etken Faktörler 
CHRNA2, CHRNA4 ve CHRNB2 genlerindeki mutasyonlar ADNFLE’ye neden
olabilir. Bu genler, nöronal nikotinik asetilkolin reseptörü (nAChR) adı verilen daha büyük bir molekülün farklı parçalarının (alt birimler) yapılması için talimatlar sağlar.

Belirti ve Semptomlar
CHRNA2, CHRNA4 ve CHRNB2 genlerindeki mutasyonlar ADNFLE’ye neden
olabilir. Bu genler, nöronal nikotinik asetilkolin reseptörü (nAChR) adı verilen daha büyük bir molekülün farklı parçalarının (alt birimler) yapılması için talimatlar sağlar.
Bu reseptör beyindeki sinir hücreleri (nöronlar) arasındaki kimyasal sinyalleşmede önemli bir rol oynar.
Nöronlar arasındaki iletişim, bir nörondan salınan ve komşu nöronlar tarafından alınan nörotransmiterler adlı kimyasallara bağlıdır. Araştırmacılar CHRNA2, CHRNA4 ve CHRNB2 genlerindeki mutasyonların beyindeki bazı nörotransmiterlerin normal salımını ve alımını etkilediğine inanıyor. Nöronlar arasındaki sinyallerde ortaya çıkan değişiklikler muhtemelen nöbetlerle ilişkili anormal beyin aktivitesini tetikler.(Görsel 1)
Görsel 1, Sinir hücresi sinapsında nörotransmiterlerin serbest bırakılması ve alımı…


kaynak: Credit: Designua/Shutterstock.com

ADNFLE ile ilişkili nöbetler beynin ön lobları denilen bölgelerinde başlar. Beynin bu bölgeleri, muhakeme, planlama, yargılama ve problem çözme gibi birçok kritik fonksiyonda yer alır. CHRNA2, CHRNA4 ve CHRNB2 genlerindeki mutasyonların neden beyinde başka bir yerde değil de ön loblarda nöbetlere neden olduğu açık değildir. Araştırmacılar ayrıca bu nöbetlerin uyku sırasında neden en sık meydana
geldiğini belirlemeye çalışıyorlar. (Görsel 2)


Görsel 2, Beyin yan görünüm, kaynak: Credit: National Institute on Aging/National Institutes of Health

ADNFLE’nin genetik nedeni, etkilenen ailelerin sadece küçük bir yüzdesinde tanımlanmıştır. Bazı durumlarda, nAChR’yi oluşturanlardan başka bir gen söz konusudur. Geri kalan ailelerde, durumun nedeni bilinmemektedir. Araştırmacılar, nAChR’nin diğer alt birimlerindeki mutasyonlar dahil olmak üzere koşulun altında olabilecek diğer genetik değişiklikleri araştırıyorlar.

Genetik Görülme Sıklığı
ADNFLE nadir bir epilepsi şekli gibi görünmektedir; prevalansı bilinmemektedir. Bu durum dünya çapında 100’den fazla ailede bildirilmiştir.

Kalıtım Paterni/ Deseni
Bu durum otozomal dominant paternde kalıtsaldır, yani her hücrede değiştirilmişgenin bir kopyası epilepsi gelişme riskini arttırmak için yeterlidir. CHRNA2, CHRNA4 veya CHRNB2 geninde bir mutasyon geçirenlerin yaklaşık yüzde 70’i nöbetler geliştirir. Çoğu durumda, etkilenen bir kimsenin hastalığa yakalanmış bir ebeveyni ve
diğer akrabaları vardır. Diğer vakalar sporadik (tek-tük) olarak tanımlanmaktadır, bu da etkilenen bir kimsede hastalığın aile öyküsü olmadığı anlamına gelir. “Otozomal dominant nokturnal frontal lob epilepsisi 20. kromozom ile kalıtılır.
Nöbetler 8-11 yaşları arasında başlar. Uykuda motor nöbetler söz konusudur. Birkaç saat içinde yaklaşık 8-10 adet nöbet görülür. Uyku deprivasyonu nöbet gelişimini aktive eder. Elektroensefalografide NREM evre II’de bifrontal veya tek taraflı frontal 8-11 Hz frekansında diken aktivitesi izlenir.(32)”

Teşhis Yöntemleri ve Tedavileri
ADNFLE’li insanlar genellikle uyku sırasında geceleri ortaya çıkan nöbet geçirir.
ADNFLE’li bazı kimselerin de gün boyunca nöbet geçirmesi vardır. Bu nöbetler birkaç saniye ile birkaç dakika arasında sürebilir ve uykudan basit uyarılmaya neden olmaktan dramatik kas spazmlarına ve hareketlerine kadar değişebilir. ADNFLE’ın başlangıcı bebeklikten yetişkinliğe kadar uzanır, ancak çoğu vaka çocuklukta başlar.
Belirtilere ve EEG gibi testlerin sonuçlarına dayanarak teşhis edilir. ADNFLE, otozomal dominant şekilde kalıtsaldır ve birkaç genden herhangi birinde meydana gelen bir mutasyondan kaynaklanabilir. Bununla birlikte, çoğu durumda, genetik neden bulunamadı. Nöbetler genellikle nöbet önleyici ilaçlar ile kontrol edilebilir. Bazı durumlarda, uyku sırasında video-EEG izlemesi gereklidir. ADNFLE’den şüpheleniliyorsa, genetik test istenebilir. Bununla birlikte, genetik testler ADNFLE familya öyküsü olan kişilerin sadece %20’sinde ve aile öyküsü olmayan kişilerin
%5’inden daha azında tanıyı doğrulayabilir. 
ADNFLE’li çoğu insan normal zekaya (düşünme yeteneği) sahiptir, ancak bazı durumlarda zeka azalır. ADNFLE’li bazı kimselerde ayrıca psikiyatrik bozukluklar veya davranış sorunları vardır, ancak bunların ADNFLE ile doğrudan ilişkili olup olmadıkları açık değildir. Epilepsili hastalarda sık görülen psikiyatrik sorunlar için Nörolojik Hastalıkların Psikiyatrik Yansımaları bölümüne bakınız.

Epileptik hastanın normal bir hayat sürdürmesi bazı basit noktalara dikkat edilerek çoğu zaman mümkündür. Ancak toplumdaki genel eğitimsizlik bazen bu hastaların hayatını gereksiz şekilde zorlaştırmakta ve verimsizleştirmektedir. Tüm adımlar, hastanın mümkün olduğunca normal bir hayat sürmesi, yani eğitim, evlenme, meslek sahibi olma ve boş zamanlarını değerlendirme gibi çeşitli sosyal olayları normal bir
şekilde sürdürmesi amacıyla atılmalıdır. 

Hastalığın Diğer İsimleri
• ADNFLE
• Epilepsy, nocturnal frontal lobe, 1; ENFL1
• ODNFLE

Kaynaklar

• https://ghr.nlm.nih.gov/condition/autosomal-dominant-nocturnal-frontal-lobe-

epilepsy

• https://rarediseases.info.nih.gov/diseases/11918/autosomal-dominant-nocturnal-

frontal-lobe-epilepsy

• https://www.omim.org/entry/600513

• http://www.itfnoroloji.org/epilepsi/Epilepsi.htm

• http://www.balkanmedicaljournal.org/uploads/pdf/pdf_BMJ_1582.pdf

• (32) Beaumanoir A. The Landau-Kleffner syndrome. Roger J, Bureau M, Dravet C,

Genton P, Tassinari CA, Wolf P, editors. Epileptic syndromes in infancy, child- hood

and adolescence. 3rd ed. London: John Libbey; 2002. p. 231-43.

Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

EMERY- DREİFUSS KAS DİSTROFİSİ

Genel Bilgi

Emery- Dreifuss kas distrofisi, hareketi sağlayan iskelet kaslarını ve kalp kasını etkilen bir nadir bir kas hastalığıdır. İlk belirtileri kasların, tendonların veya diğer dokuların kısalması ve sertleşmesidir. Genellikle dirsek, bilek ve boyunda hareketi engelleyen bu durum, çocukluk döneminde fark edilebilir. Hastalığa sahip kişilerde belirgin bir şekilde kaslarda zayıflama görülür. Kol ve bacak kaslarından başlayarak daha sonra da omuz ve kalça kaslarında zayıflamalar hissedilir.

Belirti ve Semptomlar

Genellikle 10 yaş civarında hastalığın etkileri görülmeye başlanır. Omuz, üst kol ve baldır kaslarında zayıflama ile kendini gösterir. Hastalığın erken döneminde kontraktür denilen; kas, tendon sertleşmesi ve kısalması görülür. Bu kontraktürler genellikle dirsek, boyun ve topuklarda hissedilir.

Genetik Görülme Sıklığı

Hastalığın X kromozomuna bağlı olan formu 100.000 kişide 1 kişiyi etkileyecek bir orana sahiptir.

Kalıtım Paterni/Deseni

X kromozomuna bağlı veya Otozomal çekinik olarak taşınabilir. Otozomal çekinik olarak görüldüğü durumlar çok enderdir.

Hastalıkla İlişkili Genler

EMD, FHL1 ve LMNA genlerindeki mutasyonlar hastalığa neden olur. Bu mutasyonlar, kas hücrelerinin çekirdeğini saran zar proteinlerinin üretilmemesine neden olur.

Teşhis Yöntemleri ve Tedaviler

Hastalığın teşhisi hastada görülen semptomlara göre veya etkilenen dokudan biyopsi ile yapılabilir. Genetik tarama testleri de hastalığın belirlenmesinde kullanılır. Tedavide hasta odaklı bir politika izlenir. Kasların güçlendirilmesini sağlamak ve kontraktürlerin korunması amacıyla fizik tedavi uygulanır. Bazı ileri kontraktür bozulması durumlarında cerrahi müdahale gerekebilir.

Hastalığın Diğer İsimleri

  • İyi huylu kas distrofisi ve erken kontraktürüler EDMD
  • Emery- Dreifuss sendromu
  • Emery- Dreifuss tipi kas distrofisi

Kaynaklar

https://ghr.nlm.nih.gov/condition/emery-dreifuss-muscular-dystrophy# https://rarediseases.org/rare-diseases/emery-dreifuss-muscular-dystrophy/ Emery, A. E. (1989). Emery-Dreifuss syndrome. Journal of medical genetics, 26(10), 637- 641.

Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

BOHRİNG-OPİTZ SENDROMU

Genel Bilgiler
Bohring-Opitz sendromu, vücudun birçok bölümünün gelişimini etkileyen nadir görülen bir durumdur.
Bohring-Opitz sendromu olan bireylerin çoğunda, ciddi zihinsel engellilik, gelişimsel gecikmeler ve şiddetli nöbetler görülmektedir. Etkilenen bireylerin çoğu, beyin anomalileri olmayan normal bir kafa şekline ve boyutuna sahiptir, ancak bazı bireylerde anormal kafa gelişimi görülmektedir. Anormal gelişim küçük bir baş büyüklüğüne (mikrosefali) ve alnına sivri bir görünüm veren trigonofefal olarak adlandırılan
bir kafatası anormalliğine yol açabilir. Yapısal beyin anormallikleri, kafa anormallikleri olan veya olmayanlarda oluşabilir. Örneğin, beynin merkezine (ventriküller) yakın sıvı dolu alanlar genellikle büyük olabilir (ventrikülomegali) veya beynin sol ve sağ yarısını (korpus kallosum) bağlayan doku anormal derecede ince olabilir.
Görme kabiliyetlerini etkileyebilecek göz problemleri, Bohring-Opitz sendromu olan kişilerde de görülebilir. Bu bozukluğu olan kişilerde çıkıntılı gözler (egzoftalmi), aynı yöne işaret etmeyen gözler (şaşılık), geniş aralıklı gözler (hipertelorizm) veya yukarı doğru bakan gözlerin dış köşeleri (çarpık
palpebral fissürler) olabilir. Etkilenen bireyler, gözün arkasındaki ışığa duyarlı dokuda (retina) veya gözlerden beyne (optik sinirler) bilgi taşıyan sinirlerde ciddi yakın görme (yüksek miyopi) veya anormalliklere sahip olabilir.
Ek olarak Bohring-Opitz sendromu ile ilişkilendrilen yüz farklılıkları içerebilir; düz bir burun köprüsü, aşağı doğru yerine öne doğru açılan burun delikleri( anteverted burun delikleri), yüksek bir kemer veya ağzın
çatısında bir delik (yüksek kemerli veya yarık damak), yarık bir üstdudak (yarık dudak), küçük bir alt çene (mikrognati), arkaya doğru dönen düşük yerleşikli kulaklar, yüzünde kırmızı bir doğum lekesi (nevüs simpleks) (genellikle alın), düşük ön saç çizgisi ve beraberinde birleşik kaş (synophrys), yaşla birlikte artan aşırı vücut ve yüz kılları (hirsutizm).
Bohring-Opitz sendromu olan bazı kişilerde doğumdan önce zayıf büyüme rastlanır (intrauterin büyüme geriliği). Bebeklik döneminde yavaş kilo alma ve büyüme, ayrıca tekrarlayan kusmayla birlikte şiddetli beslenme zorluğu görülür.
Bu hastalığa sahip kişiler genellikle Bohring-Opitz sendromu duruşu olarak bilinen karakteristik vücut pozisyonlarına sahiptir. Bu duruş eğimli omuzlardan, bükülmüş dirsek ve bileklerden, bileklere yapışık
bulunan ellerden veya dışa beşinci parmağa doğru açı yapan parmaklardan (ulnar sapma),bununla birlikte genellikle düz olarak uzamış bacaklardan oluşur. Etkilenen bireyler genellikle Bohring-Opitz sendromunun duruşunu yaşlandıkça sergilemeyi bırakır. Diğer anormallikler, dizlerde, kalçalarda veya diğer eklemlerde ve anormal kas tonusunda doğumda belirgin olan eklem deformitelerini (kontraktürler) içerir. Etkilenen kişilerde tekrarlayan enfeksiyonlar ve kalp, böbrek veya genital anormallikler olabilir.
Nadir durumlarda, Wilms tümörü olarak bilinen bir çocukluk böbrek kanseri formu gelişebilir.
Bohring-Opitz sendromu olan bazı kişiler erken çocukluk döneminden sonra hayatta kalamaz, bazıları ise ergenlik çağına veya erken yetişkinlik dönemine kadar yaşar. En sık ölüm nedenleri kalp sorunları, boğazdaki anormallikler ve solunumda duraklamalara neden olan solunum yolları (obstrüktif apne) ve akciğer enfeksiyonlarıdır.

Genetik Değişiklikler/ Etken Faktörler
Bohring-Opitz sendromuna, ASXL1 genindeki mutasyonlar neden olur. ASXL1, kromatinin yeniden yapılandırma(remodeling) olarak bilinen bir süreçte yer alan bir proteini oluşturulması için ilgili kodları sağlar. Kromatinler, DNA ve proteinlerden oluşan ve DNA’yı kromozomlara paketleyen kompleks yapılardır. Kromatinin yapısı, DNA’nın ne kadar sıkı bir şekilde paketlendiğine göre değişebilir (yeniden yapılandırılabilir). Kromatin yeniden yapılanmasındaki rolü sayesinde ASXL1 geni, doğum öncesi gelişimde önemli rol oynayan HOX genleri olarak bilinen bir grup gen de dahil olmak üzere birçok genin aktivitesini (ekspresyonunu) düzenler. ASXL1 proteini gerektiğinde bağlı olarak HOX genlerini açabilir
(aktive edebilir) veya kapatabilir (bastırabilir).
ASXL1 gen mutasyonları, gelişim sırasında HOX genlerinin ve diğer genlerin aktivetisini sağlayan regülasyonu bozarak mevcut fonksiyonel ASXL1 proteini miktarını azaltır. Bu genlerin değişmiş aktivitesi
muhtemelen bu hastalığın nörolojik ve fiziksel bozukluklarına yol açmaktadır.
Kalıtım Deseni
Bohring-Opitz sendromu otozomal dominant bir durum olarak kabul edilmektedir, yani her hücrede bozulmuş genin bir kopyasının bozukluğa neden olması için yeterli olduğu anlamına gelir.
Hastalığın çoğu vakası, üreme hücrelerinin (yumurta veya sperm) oluşumu sırasında veya erken embriyonik gelişimde ortaya çıkan gendeki yeni (de novo) mutasyonlardan kaynaklanır. Bu da ebeveynlerden miras alınmadığı ve ailesinde bu hastalığın görülmediği kişilerde meydana gelebileceği
anlamına gelir. Bohring-Opitz sendromu olan kimsenin çocuk sahibi olduğu bilinmiyor.

Çok nadir olarak, Bohring-Opitz sendromu olan bireyler, hastalığın genini yumurta hücreleri de dahil olmak üzere sadece bazı hücrelerde mutasyona sahip olan, diğerlerinde olmayan, hastalığın ortaya çıkmadığı (etkilenmemiş) annelerinden miras alırlar. Bu durum mosaisizm olarak bilinir.
Görülme Sıklığı
Kesin prevalansı bilinmemekle birlikte, Bohring-Opitz sendromunun nadir görülen bir durum olduğu düşünülmektedir. Bilimsel literatürde 40’tan fazla etkilenmiş birey tanımlanmıştır.

Hastalığın Diğer İsimleri
Opitz triganosefali benzeri sendrom (Opitz trigonocephaly-like syndrome)
Bohring sendromu (Bohring syndrome)
BOS sendromu (BOS syndrome)
C benzeri sendrom (C-like syndrome)
BOPS
Oberklaid-Danks sendromu (Oberklaid-Danks syndrome)

Hastalığın Kategorileri
Konjenital ve Genetik Hastalıklar
Sinir Sistemi Hastalıkları

Kaynaklar
Bedoukian E, Copenheaver D, Bale S, Deardorff M. Bohring-Opitz syndrome caused by an ASXL1
mutation inherited from a germline mosaic mother. Am J Med Genet A. 2018 May;176(5):1249-doi: 10.1002/ajmg.a.38686. Citation on PubMed
Bohring A, Oudesluijs GG, Grange DK, Zampino G, Thierry P. New cases of Bohring-Opitz
syndrome, update, and critical review of the literature. Am J Med Genet A. 2006 Jun
15;140(12):1257-63. Review. Citation on PubMed
Hoischen A, van Bon BW, Rodríguez-Santiago B, Gilissen C, Vissers LE, de Vries P, Janssen I, van
Lier B, Hastings R, Smithson SF, Newbury-Ecob R, Kjaergaard S, Goodship J, McGowan R,
Bartholdi D, Rauch A, Peippo M, Cobben JM, Wieczorek D, Gillessen-Kaesbach G, Veltman JA,
Brunner HG, de Vries BB. De novo nonsense mutations in ASXL1 cause Bohring-Opitz syndrome.
Nat Genet. 2011 Jun 26;43(8):729-31. doi: 10.1038/ng.868. Citation on PubMed
Magini P, Della Monica M, Uzielli ML, Mongelli P, Scarselli G, Gambineri E, Scarano G, Seri M.
Two novel patients with Bohring-Opitz syndrome caused by de novo ASXL1 mutations. Am J Med Genet A. 2012 Apr;158A(4):917-21. doi: 10.1002/ajmg.a.35265. Epub 2012 Mar 14. Citation on PubMed
Russell B, Johnston JJ, Biesecker LG, Kramer N, Pickart A, Rhead W, Tan WH, Brownstein CA, Kate
Clarkson L, Dobson A, Rosenberg AZ, Vergano SA, Helm BM, Harrison RE, Graham JM Jr. Clinical
management of patients with ASXL1 mutations and Bohring-Opitz syndrome, emphasizing the
need for Wilms tumor surveillance. Am J Med Genet A. 2015 Sep;167A(9):2122-31. doi:
10.1002/ajmg.a.37131. Epub 2015 Apr 29. Citation on PubMed or Free article on PubMed
Central

Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

KRONİK EOZİNOFİLİK PNÖMONİ

Genel Bilgi
Kronik Eozinofilik Pnömoni (CEP) eozinofillerin akciğerlerde yüksek oranda birikmesiyle karakterize edilen bir nadir hastalıktır (pulmonary eosinophilia).
Eozinofiller immün sistemin de bir parçası olan bir akyuvar türüdür. Bu moleküller genellikle alerjenlere, enflamasyon ya da enfeksiyonlara (özellikle paraziter enfeksiyonlara) yanıt olarak üretilir ve özellikle soluk borusunda aktiftirler. CEP’de eozinofiller ayrıca dolaşım sisteminde de birikir (peripheral eosinophilia).

Belirti ve Semptomlar
Yaygın semptomlar nefes darlığı (dispne), öksürük, yorgunluk, gece terlemeleri, düşük seviyedeki ateş ve istenmeyen ağırlık kaybıdır. CEP’nin temel sebebi bilinmemektedir (idyopatik)

Genetik Değişiklikler/Etken Faktörler
CEP, eozinofillerin akciğer dokusunda ve dolaşım sisteminde anormal birikimi nedeniyle oluşur. Normal olarak eozinofiller sağlıklı bireylerde dolşaımdaki beyaz kan hücrelerin %5’i kadardır. Araştırmacılar, CEP’nin tanımlanamamış, spesifik olmayan bir tetikleyici bir ajanın üretilmesi sebebiyle vcudun eozinofil üretmesine yol açtığını düşünmektedirler. Eozinofillerin fazladan üretim ve birikme sebebi tam olarak
bilinmemektedir.
Bazı araştırmacılar, sitokinlerin (belli başlı immün sistem hücreleri tarafından salgılanarak diğer immün hücre fonksiyonlarını uyaran veya engelleyen özelleşmiş proteinler) eozinofilik bozukluklarda önemli bir rol oynuyor olabileceğine inanmaktadırlar. İnterlökin 5 (IL-5) eozinofillerin gelişim ve fonksiyonunu düzenleyen bir sitokindir. IL-5’in eozinofillerin apoptozunu baskılayarak birikime yol açıyor olması muhtemeldir. IL-5’in –varsa- CEP gibi eozinofilik hastalıkların gelişimmine katkısının
tam olarak tanımlanabilmesi için daha çok araştırma gereklidir.
CEP genellikle ayrı gelişen bir bulgu olsa da bazen poliarteritis nodosa, romatoid artirit, skleroderma, ülseratif kolit veya lenfoma ya da karsinoma formları gibi ek bir hastalıkla birlikte oluşabilir. Bu hastalıklarla CEP gelişimi arasındaki ilişki tam olarak bilinmemektedir.

Genetik Görülme Sıklığı
İdyopatik CEP (ICEP) nadir bir hastalık olup tam prevalansı bilinmemektedir. ICEP, dokular arası akciğer hastalıkları farklı kayıtlarının yaklaşık %0-2.5’luk bir dilimini oluştıurmaktadır. ICEP her yaş grubunda görülebilse de çocuklukta oldukça nadir görülmektedir. Kadınlarda görülme sıklığı erkeklerin iki katı sıklıktadır. 1/3-1/2 ICEP
hastaşarının astım öyküsü olup %10’dan azı aktif sigara kullanıcısı olarak
raporlanmıştır. Meme kanseri için uygulanan radyasyon tedavisinin ICEP’i
başlatabildiği de raporlanmıştır.
Kalıtım Paterni / Deseni
CEP’in kalıtsal geçişine dair herhangi bir bulgu raporlanmamıştır.

Teşhis Yöntemleri ve Tedaviler
CEP teşhisi karakteristik semptomların tanımlanması, (ör. eozinofilik zatürree), ayrıntılı hasta geçmişi, kapsamlı klinik değerlendirme, eozinofilik akciğer hastalığının diğer bilinen sebeplerinin yokluğu, ve çeşitli özel testlere dayanır. Fiziksel muayenede, kanda düşük seviyede oksijen (hipokksemi), hızlı kalp atış hızı (taşikardi), hıtıltılar ve akciğerlerde tıkırtılar gözlenebilir.
CEP tanısını doğrulamak için görüntüleme teknikleri kullanılabilir (göğüs röntgen veya bilgisayarlı tomografi (CT) taraması). Göğüs röntgenleri genellikle akciğerlerinin dış bölgelerinde beyaz yamalar (sızıntılar) gösterir. Bir bilgisayarlı tomografi, genellikle röntgende görülmeyen puslu alanları (buzlu cam opaklıkları) ortaya çıkarabilir. CT taramada bilgisayar ve röntgen kullanılarak belli doku yapılarının kesitsel alanlarını gösteren bir film oluşturulur.
Bronkoalveolar lavaj (BAL) denilenbir inceleme de CEP tanısına yardımcı olarak kullanılabilir. BAL sırasında dar bir tüp (bronkoskop) akciğere inen hava borularından kaydırılarak içinden geçirilen steril bir sıvı yardımıyla hücreler yıkanır. Sonra bu hücreler geri toplanarak incelenir. CEP’li bireylerden toplanan bu hücreler anormal derecede yüksek eozinofil seviyesine sahiptir.
Kan testleri de yüksek eozinofil ve/veya immunoglobulin E (IgE) gösterebilir. Akciğer fonksiyonları ılımlı vakalarda normal olsa da ciddi vakalarda kısıtlı ya da tıkanık desen gösterebilir. Akciğer eozinofilisinin diğer sebeplerini ya da diğer belirtilerin tespiti için ek testler de yapılabilir.

CEP’li bireyler, prednizon gibi ağız yoluyla alınan kortikosteroid tedavisine hızlıca yanıt verirler. Başlangıç dozu için medikal literatürde kesin bir öneri olmasa da fark edilir seviyede iyileşme bir ya da iki hafta içinde ve bazen 48 saatte gerçekleşebilir.
Özellikle kortikosteroid tedavisi ilk 6 ay içinde sonlandırılırsa CEP’in nüksetmesi yaygındır. Bazı vakalarda dozun azaltılması da nüksetmeye yol açar. Bu nüksetme ilk tedavinin ardından 10 yıl kadar bir süre içinde olacak şekilde raporlanmıştır. Çoğu birey yan etkilerle ilişkilendirilmiş uzun zamanlı kortikosteroid terapisine ihtiyaç duyar.
Yaklaşık %10 hastada semptomlar tedavisiz ortadan kalkar (ani azalma).

Hastalığın Diğer İsimleri
Carrington’s hastalığı
CEP
ICEP
idiyopatik kronik eozinofilik pnömoni

Kaynaklar
Chronic eosinophilic pneumonia after radiation therapy for breast cancer,
https://erj.ersjournals.com/content/23/1/9
https://rarediseases.org/rare-diseases/chronic-eosinophilic-pneumonia/
Idiopathic chronic eosinophilic pneumonia,
https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC1464381/

Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

HEREDİTER ANJİYOÖDEM / HAÖ

Genel Bilgi
Herediter Anjiyoödem nadir ve genetik bir hastalıktır. Herediter Anjiyoödem vücudun farklı bölgelerinde tekrar ederek kendini gösteren şişlik (ödem) ataklarıyla ortaya çıkar. Kalıtsal anjiyoödem (HAE), şişlik ve / veya karın ağrısı ile sonuçlanan geçici ve tekrarlayan derialtı ve / veya submukozal ödem ataklarının ortaya çıkması ile karakterize genetik bir hastalıktır. Bu atakların şiddeti ve sıklığı hastadan hastaya ve bir hastanında ömrü boyunca değişiklik gösterebilir. Ataklar genellikle huzursuzluk vericidir ve boğazda (larinks) gelişen ataklar nefes almayı durdurarak boğulmaya sebep olabileceği için hayati tehlike taşır.

Genetik Değişiklikler / Etken Faktörler

Etolojisi ;

Üç tip HAE tanımlanmıştır. HAE tip 1 ve 2, C1 inhibitörünü (C1-INH) kodlayan SERPING1 genindeki (11q12-q13-1) anomalilerden kaynaklanır: tip 1, silinmede veya C1’te kantitatif bir kusura neden olan kesilmiş bir transkriptin ekspresyonundan kaynaklanır.

-INH; tip 2, C1-INH’de kalitatif bir kusurya yol açan nokta
mutasyonlarından kaynaklanır. Bulaşma otozomal dominanttır ve çoğu vakada heterozigot vardır. Ödemler, C1-INH eksikliğinin bir sonucu olarak yüksek bradikinin seviyelerine yanıt olarak kan damarlarının geçirgenliğinin artmasıyla tetiklenir. HAE tip 3, baskın olarak kadınları içerir; östrojen içeren oral kontraseptiflerin kullanımı ve hamilelik çökeltici faktörlerdir. HAE tip 3, C1-INH eksikliğinden kaynaklanmaz, ancak bradikinin seviyelerinin yükselmesine neden olan kininogenaz aktivitesindeki bir artışla ilişkilidir. Bazı vakalar koagülasyon faktörü 12 (Hageman faktörü; F12; 5q33-qter) fonksiyon kazancı mutasyonları ile ilişkilidir, ancak diğer genetik anomaliler tanımlanmaya devam etmektedir.
C1-Esteraz inhibitöründeki problem şu anlama gelir; vücut sistemimizdeki inflamasyonu kontrol eden mekanizma artık düzgün çalışmamaktadır. Bunun sonucu olarak kan damarlarının duvarlarında açılan boşluklardan sızan sıvılar deri altında toplanarak dışarıda gördüğümüz şişlik (ödem) ataklarını oluşturur.

Belirti ve Semptomlar
Kalıtsal anjiyoödem başlangıcı herhangi bir yaşta ortaya çıkabilir, ancak en çok çocukluk veya ergenlik döneminde yaygındır. Hastalar 48-72 saatlik bir süre kalan ve değişken frekansta nüks eden beyaz, sınırlı prekurjik ödemler ile başvururlar.
Ödemler, bazen asitli ve hipovolemik şokla ilişkili, intestinal tıkanma sendromunda görülene benzer bir klinik tabloya yol açan sindirim sistemini içerebilir. Larinks ödemiuygun tedavi olmadığında% 25 ölüm riskiyle hayati tehlike arz edebilir. Diş tedavileri laringeal ödem için tetikleyici bir faktördür. Yüzün ödemleri laringeal tutulum için risk
faktörüdür. Yaralanma, ameliyat, anestezi, stres, enfeksiyon, değişen hormon seviyeleri, menstrüasyon veya oral kontraseptifler gibi belirli tetikleyiciler atakların gerçekleşmesine sebep olabilir.
Karın (abdomen) veya bağırsaklarda gelişen ataklar genellikle en acı veren ve şiddetli ishale, kusmaya ve katlanılmaz bir ağrıya sebep olan ataklardır. Bu ataklar sıklıkla diğer hastalıklarla (örneğin apandisit yangısı karıştırılarak gereksiz cerrahi operasyonara sebep olabilirler.

Genetik Görülme Sıklığı
Prevalans 1-9 / 100.000 olarak tahmin edilmiştir. (2011)
Kalıtsal anjiyoödemde 50.000 kişiden 1’ini etkilediği tahmin edilmektedir. Tip I,
vakaların yüzde 85’ini oluşturan en yaygın olanıdır. Tip II vakaların yüzde 15’inde görülür ve tip III çok nadir görülür.

Kalıtım Paterni/Deseni
Herediter Anjiyoödem (HAÖ) toplam nüfusta 10,000’de 1 veya 50,000’de 1 oranda görülür. (2018)
Herediter Anjiyoödem hastalarının çoğu aile öyküsüne sahiptir. Hastalık genetik olduğu için aileden gelmektedir. Ancak hastaların %20-25’inde aile öyküsü olmadan dahi rastgele olarak HAÖ gelişmiştir.
Herediter Anjiyoödem hastası olan birinin çocuğuna hastalığı geçirme oranı her zaman %50’dir. Geçişlerde hastanın cinsiyetinin bir önemi yoktur. Bu durum otozomal dominant paternde kalıtsaldır, yani her hücrede değiştirilmiş genin bir kopyası düzensizliğe neden olmak için yeterlidir. Bazı durumlarda, etkilenen bir kişi etkilenen bir ebeveynin
mutasyonunu devralır. Diğer vakalar, gendeki yeni mutasyonlardan kaynaklanır ve ailelerinde hastalık öyküsü olmayan kişilerde ortaya çıkar.
Herediter Anjiyoödem hem kadınlarda hem de erkeklerde görülür. Tüm etnik gruplarda neredeyse aynı oranda bulunmaktadır.

Teşhis Yöntemleri ve Tedavileri
Tanı Yöntemleri

HAE tip 1 ve 2’nin teşhisi, C4 konsantrasyonlarının ölçülmesine ve C1-INH’nin kantitatif ve fonksiyonel analizine dayanır. HAE tip 3 tanısı klinik tablonun tanınması etrafında döner; C4 ve C1-INH seviyeleri normal. F12 genindeki mutasyonlar için analiz önerilebilir, ancak hastaların sadece% 15’inde bulunur. Ayırıcı tanı, genellikle ürtiker ile ilişkili olan edinilmiş anjiyoödem, bağırsak oklüzyon sendromu ve histamin kaynaklı anjiyoödem (alerjenik veya alerjik olmayan kökenli) içermelidir. Asemptomatik bireyleri içeren aile üyelerinin taranması tavsiye edilir.

Yöntem ve Tedavi
Kortikosteroid tedavileri etkili değildir. Avrupa’da akut ataklar subkutan ikatibant (bradikinin reseptörü antagonisti) veya intravenöz C1-INH konsantrasyonu ile tedavi edilmelidir. Traneksamik asit veya danazol ile profilaktik tedavi, sık atakları olan hastalar için önerilebilir.
HAÖ tedavisinde atakların belirtilerinin azalmasına (akut atak tedavisi) yardım edebilecek çeşitli tedavi yöntemleri mevcuttur. Bu yöntemlere ne kadar erken başvurulursa o kadar etkili oldukları çalışmalarla saptanmışır. En etkili tedavi yöntemlerinden biri olan “kendine uygulama” (self-injection) yöntemi hastalara atak başlar başlamaz ilaçları uygulayabilmesi için öğretilmelidir.
İlaçların bazıları atakların gerçekleşmemesi için (profilaktik tedavi) düzenli olarak kullanılabilir.

Hayati prognoz, kulak burun boğaz (KBB) ödemi durumunda tanı almış ve uygun tedaviye erişimi olan hastalar için iyidir. Önemli morbidite, sindirim sistemi tutulumu ile ilişkili olabilir ve ağrı nedeniyle hastaların bir bölümünün en az üç gün yatakta kalmasına neden olur.

Hastalığın Diğer İsimleri
HAÖ
Kalıtsal anjiyonörotik ödem
Kalıtsal bradikinin kaynaklı anjiyoödem
Ailesel anjiyonörotik ödem
Kalıtsal olmayan histamin kaynaklı anjiyoödem
C1 esteraz inhibitör eksikliği
C1 inhibitör eksikliği
HAÖ
HANE

Kaynaklar

  • https://www.orpha.net/consor/cgi-bin/Disease_Search.php?lng=EN&data_id=12136
  • https://haei.org/turkey/sikca-sorulan-sorular/
  • https://ghr.nlm.nih.gov/condition/hereditary-angioedema
Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

KRONİK LENFOSİTİK LÖSEMİ (KLL)

Genel bakış:

Kronik lenfositik lösemi (KLL) zarar verici bir kan hastalığıdır, beyaz kan hücrelerinin lentoid dokuda sayısı artar. KLL hastalığında, anormal lenfositler, (ayrıca lösemi hücreler olarak adlandırılır.) sağlıklı beyaz kan hücreleri yerine üretilir ve zamanla birikir. Sağlıklı olmayan kan hücrelerinin sayısı arttıkça, sağlıklı hücreler için alan azalır. Daha az sağlıklı hürelerin kombinasyonu ve KLL lenfositlerinin enfeksiyonlarla mücadelede zayıf olması sık enfeksiyon , anemi ve kolay kanamaya neden olabilir.Bu hastalık yavaş ilerler ve kontrolsüz bir şekilde lenfoid doku birikmesi ve genişlemesi vücudun çeşitli bölgelerinde meydana gelebilir: Lenf bezleri, dalak, kemik iliği ve akciğerler gibi… KLL yetişkinlerde en sık görülen lösemi türüdür ve çocuklarda çok nadir görülür. Bireylerin çoğunda, kronik lenfositik lösemi, hızlı bir B lenfosit hücresi üretiminin (enfeksiyonla savaşmaya yardımcı olacak antikorların üretilmesinden sorumlu bir tür beyaz kan hücresi) sonucudur.

Daha önce T lenfositlerinden türetilen KLL olarak adlandırılan, başka bir hastalık olan T hücresi olimpiyatik lösemi olarak yeniden adlandırıldı. Bu T hücresi hastalığında hücrelerin büyümesi çok daha hızlı olma eğilimindedir. Mutasyona uğramamış IgVH (Ig-mutasyona uğramamış KLL) ve mutasyona uğramış IgVH’ye (Ig mutasyona uğramış KLL) sahip hücreleri ayırt etme yeteneği, hastalığın seyrini (prognoz) tahmin etmede çok önemli hale gelmiştir. Ig-mutasyona uğramamış KLL’si olan hastalar, tedavi için çok daha kısa bir süreye sahiptir ve ortalama hayatta kalma süresi, modern tedavinin başlangıcından 25 yıl önce bile, Ig-mutasyona uğramış KLL hastalarına kıyasla daha kısa bir ortalama yaşam süresine sahiptir. Bununla birlikte, bu hayatta kalma süreleri çok daha eski verilere dayanmaktadır ve gelişmiş tedavilerle artık daha uzun. Prognozun bir diğer önemli belirleyicisi, özellikle iki yüksek riskli kromozom anomalisi, kromozom 17 kısa kolunun kaybı veya kromozomun uzun kolu 11’in kaybedilmesiyle ilgili olarak, KLL’nin kromozom yapılışıdır. prognozu çok tahmin edilebilirdir. KLL genellikle çok yavaş ilerlediği için, çoğu hasta acil tedaviye ihtiyaç duymaz ve bazıları yaşamları boyunca bile buna ihtiyaç duymaz. Tedavi halen bu prognostik faktörlere değil, temel olarak semptomlara veya kan saymalarına dayanmaktadır.

Belirti ve Semptomlar:

Kronik lenfositik lösemili hastaların yaklaşık% 50-75’i ilk tanı konduğunda hiçbir belirti göstermez. Hastalık rutin muayene veya kan testi sırasında keşfedilir. Semptomlar, KLL, Ig mutasyona uğramış ve Ig mutasyona uğramamış iki alt bölümü arasında benzer olabilir, ancak Ig-mutasyona uğramamış KLL ilerlediğinde, tipik olarak daha erken semptomlar ortaya çıkabilir. Kronik lenfositik lösemi belirtileri; yorgunluk, kilo kaybı, iştahsızlık (iştahsızlık), zor nefes alma, düşük dereceli ateş, genişlemiş bir dalak nedeniyle karın bölgesinde dolgunluk hissi ve gece terlemeleri olabilir. Deri enfeksiyonları, akciğerlerin sıvı ve iltihabı (zatürree) ve sinüslerin iltihabı (sinüzit) gibi bakteriyel enfeksiyonlar sıklıkla görülür. Hastalık ilerledikçe, hasta enfeksiyonlarla savaşma yeteneğini kaybeder. Viral enfeksiyonlar artan bir endişe haline geliyor. Hastalığın sonraki aşamalarında, karaciğer, dalak ve lenf bezlerinin büyüklüğü giderek artabilir. Kronik lenfositik lösemi ayrıca cilt, göz soketi (yörünge), göz kapaklarının içini kaplayan mukoza, (konjonktiva), akciğerler, göğsü (plevra), kalp ve gastrointestinal sisteme saldıran mukoza gibi diğer dokuları da istila edebilir. Şişlik ve ciltte sarı bir pigment (sarılık) da oluşabilir. Ulusal Kanser Enstitüsü, bu hastalığın evrelemesinin altı adımlı bir tanımını yayınladı. Evreleme tedavi ve yönetim planını belirler.

Evre 0: Kandaki lenfositlerin bolluğu, ancak başka lösemi belirtisi yok; lenf bezleri, dalak, karaciğer, kırmızı kan hücreleri ve trombositler normaldir.

Evre I: Çok fazla lenfosit; lenf düğümleri şişmiş; dalak ve karaciğer, eritrositler ve trombositler kadar normaldir.

Evre II: Çok fazla lenfosit; lenf düğümleri, dalak ve / veya karaciğer şişmiş.

Evre III: Çok fazla lenfosit; çok az kırmızı kan hücresi (anemi); lenf düğümleri şişmiş; dalak ve / veya karaciğer şişebilir.

Evre IV: Çok fazla lenfosit; çok az trombosit (zor kan pıhtılaşması); lenf düğümleri, dalak ve karaciğer şişebilir; çok az kırmızı kan hücresi (anemi).

Refrakter (tedavisi güç) : KLL standart tedavilere cevap vermez.

Nedenleri:

Kronik lenfositik löseminin kesin nedeni bilinmemektedir. Kan üreten hücrelerin DNA’sında çoklu genetik mutasyonlar meydana gelir. Bu mutasyonlar kan hücrelerinin enfeksiyonla mücadelede etkili olmayan anormal lenfositler üretmesine neden olur. Genellikle, KLL’li bir hastada anormal bir kromozom bulunur. Çoğu zaman bu anormallik bir silme veya bir kromozomun bir bölümünün kaybıdır. Kromozom 13’ün bir kısmının kaybı, en yaygın silme, ayrıca kromozom 11 ve 17 silmedir. Bazen ekstra bir kromozom 12 vardır (trizomi 12).

Diğer nadir komozom anormallikleri de bildirilmiştir. Bilim adamları, bu anormalliklerin KLL’nin nedenselleştirilmesinde önemli olduğunu bilmektedir, ancak KLL’nin gelişiminde hangi genlerin rol oynadığı henüz net değildir. Bununla birlikte, yaygın kromozomal anormallikler prognostik olarak önemlidir, ancak, hızlı hastalık ilerlemesini öngören kromozom 11 ve 17’nin silinmesiyle. KLL teşhisi konan birinin birinci sınıf akrabaları, yani ebeveynleri, kardeşleri veya çocukları, KLL gelişimi konusunda 5-7 kat daha fazla şansa sahiptir.

Etkilenen Nüfuslar:

Kronik lenfositik lösemi, birçok ailede bulunan en yaygın lösemi türüdür. Erkeklerde kadınlardan iki kat daha sık görülür ve hastalarda ortalama başlangıç yaşı 72’dir. Aynı zamanda beyaz olanlarda veya Rus ve Doğu Avrupa Yahudi mirası olanlarda daha yaygındır. Hastalığın görülme oranı yaşla birlikte artar. KLL neredeyse hiçbir zaman çocukları etkilemez ve otuz yaşın altında nadirdir. Amerika Birleşik Devletleri’nde her 100.000 kişiden üçünün KLL geliştireceği düşünülmektedir, ancak bu hafife alınabilir.

İlgili Bozukluklar:

Aşağıdaki bozuklukların belirtileri, kronik lenfositik lösemi hastalığına benzer olabilir. Karşılaştırmalar ayırıcı tanı için faydalı olabilir. B hücresi prolenfositik (B ve T lenfositlerinin öncü hücreleri) lösemi (PLL), nadir görülen, agresif bir lösemi şeklidir. Prolenfositler, birincil işlevi bakteri ve virüslerle savaşan antikorları salgılamak olan olgunlaşmamış beyaz kan hücreleridir. Bu toksinlerle savaşırken, hücresel hatıralar genellikle gelişir, bu yüzden insanlar genellikle suçiçeği ile bir defadan fazla kasılmazlar. Bu hastalığın en önemli özelliği, bu uyarlanabilir bağışıklığın eksik olmasıdır. Bu lösemi, şişmiş bir dalak, kilo kaybı, yorgunluk ve kemik iliğinde ve / veya kanda yüksek konsantrasyonlarda propilfositlere neden olabilen aşırı büyük propolisitler ile karakterize edilir. Bazen CLL daha refrakter hale geldiğinde, PLL’ye doğru evrim gösterir. Richter sendromu, KLL olan hastaların% 3-15’inde gelişir. Richter’in sendromu çok agresif bir lenfoma şeklidir. Bir hasta, KLL’lerinin Richter sendromu içinde geliştiği zaman karşılaşabileceği genel semptomlar lenf bezlerinin, dalak ve karaciğerin şişmesi, yüksek ateş, karın ağrısı ve hatta daha fazla kilo kaybıdır.

Kan sayımı da kötüleşecek. Richter sendromunun prognozu çok kötüdür, ancak lenf nodu biyopsisi ile teşhis edilebilir. Tedavi, mümkünse kemoterapiyi ve ardından kök hücre naklini içerir.

Tüylü hücreli lösemi (HCL):

B lenfositleri olarak bilinen beyaz kan hücrelerinde anormal değişikliklerle karakterize nadir bir kan kanseri türüdür. Kemik iliği, yüzeylerinde bulunan ince tüy benzeri çıkıntılar nedeniyle “tüylü hücreler” olarak bilinen bu kusurlu hücrelerin çoğunu oluşturur. Tüylü hücrelerin aşırı üretimi ve birikmesi, bazı beyaz kan hücrelerinin (nötrofiller [nötropeni]), kırmızı kan hücrelerinin (anemi) veya trombositlerin anormal bir azalması da dahil olmak üzere normal kan hücrelerinin (panitopeni) eksikliğine neden olur. Etkilenen bireyler genellikle kansızlıktan kaynaklanan yorgunluk ve halsizlik gösterirler.Etkilenen bireyler genellikle anemi (anormal derecede düşük kırmızı kan hücreleri seviyeleri), ateş, kilo kaybı ve / veya anormal şekilde genişlemiş dalak (splenomegali) nedeniyle karın rahatsızlığı nedeniyle halsizlik ve halsizlik gösterir. Ek olarak, etkilenen bireyler biraz genişlemiş karaciğerlere (hepatomegali) sahip olabilir ve nadiren morluk ve / veya ciddi enfeksiyonlara karşı hassas olabilir.

Tüylü hücreli löseminin kesin nedeni bilinmemekle birlikte, neredeyse tüm vakalarda B-raf geninde belirli bir mutasyon vardır. (Bu hastalık hakkında daha fazla bilgi için, Nadir Hastalık Veritabanında arama teriminiz olarak “lösemi, kıllı hücre” yi seçin.) ” Hodgkin olmayan lenfomalar (NHL’ler), lenfatik sistemin bir grup kanseridir. Bağışıklık sisteminin bir parçası olarak çalışan lenfatik sistem vücudun enfeksiyon ve hastalıklara karşı korunmasına yardımcı olur. NHL’ler genel olarak anormal B lenfositlerden (B hücreli lenfomalar) ve anormal T lenfositlerden (T hücreli lenfomalar) türetilen lenfomalar olarak sınıflandırılabilir. Kötü huylu lenfositlerin anormal, kontrolsüz büyümesi ve çoğalması (çoğalması), dalak ve kemik iliği gibi diğer lenfatik dokuların dahil olduğu belirli bir lenf düğümü bölgesi veya bölgelerinin genişlemesine neden olabilir; ve potansiyel olarak hayati tehlike oluşturan komplikasyonlarla sonuçlanan diğer vücut dokularına ve organlarına yayılır. Spesifik semptomlar ve fiziksel bulgular, katılımın kapsamına ve bölgelerine ve diğer faktörlere bağlı olarak kişiden kişiye değişebilir. Lenf nodu grupları vücutta, boyunda, kolların altında (aksilla), dirseklerde ve göğüste, karın bölgesinde ve kasıkta bulunur. Hodgkin olmayan lenfomaların semptomları anemi (anormal derecede düşük seviyelerde kırmızı kan hücreleri), kilo kaybı, ateş, gece terlemesi ve halsizlik olabilir. Manto hücreli lenfoma (MCL), Hodgkin olmayan lenfoma grubuna aittir. MCL, manto bölgesi olarak bilinen lenf düğümünün bir bölgesi içindeki malign B lenfositlerden gelişen bir B hücreli lenfomadır.

Çeşitli tahminlere göre, MCL Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa’da yetişkin NHL’lerin yaklaşık yüzde 2 ila 7’sini temsil etmektedir. Kadınlardan daha fazla erkek ve çoğunlukla 50 yaş üstü kadınlarda görülür. Etkilenen birçok kişi, sıklıkla çoklu lenf bezleri, dalak ve potansiyel olarak, kemik iliği, karaciğer ve / veya sindirim (gastrointestinal) kanalının bölgelerini içeren ilgili bölgelerle, teşhis sırasında yaygın hastalığa sahiptir. Kronik miyeloid lösemi, vücudun geniş kemiklerinde (kemik iliği), dalakta, karaciğerde ve kanda bulunan süngerimsi dokuda beyaz kan hücrelerinin aşırı gelişimi ile karakterize, nadir görülen bir miyeloproliferatif hastalıktır. Hastalık ilerledikçe, lösemik hücreler, bağırsak yolu, böbrekler, akciğerler, gonadlar ve lenf düğümleri dahil olmak üzere vücudun diğer alanlarını istila eder. Miyelodisplastik sendromlar (MDS), kemik iliği içinde kan hücrelerinin yanlış gelişmesi sonucu ortaya çıkan nadir bir kan bozuklukları grubudur. Üç ana kan hücresi türü (yani kırmızı kan hücreleri, beyaz kan hücreleri ve trombositler) etkilenir. Yanlış şekilde gelişen bu kan hücreleri normal olarak gelişemez ve kan dolaşımına girer. Sonuç olarak, MDS’li bireylerde anormal derecede düşük kan hücresi seviyeleri vardır (düşük kan sayımı). MDS ile ilişkili genel semptomlar, yorgunluk, baş dönmesi, halsizlik, morarma ve kanama, sık enfeksiyonlar ve baş ağrısıdır. Bazı hastalarda,

MDS kemik iliğinin yaşamı tehdit edici başarısızlığına ilerleyebilir veya akut bir lösemiye dönüşebilir.

Teşhis:

CLL en çok, rutin kan çalışmalarında anormal derecede yüksek bir beyaz kan hücresi sayımı fark edildiğinde keşfedilir. Aşağıdaki testlerden biriyle tanı konulabilir:

1. Komple kan hücresi sayımı – Bu test her tür kan hücresi, beyaz kan hücresi, kırmızı kan hücresi ve trombosit sayısını ölçer. Belli bir tür beyaz kan hücresi olan yüksek sayıda B hücresi CLL’yi gösterebilir.

2. Akış sitometrisi – Bu testte, kan hücreleri, habis olup olmadıklarını (kanserli) belirlemek için antikorlarla incelenir. Bu test, diğer hastalıklar ile birlikte KLL tanısını koymaktadır.

3. Kemik iliği biyopsisi – Bu test, bir kemik iliği örneği çıkarılarak ve löseminin ne zaman mevcut olduğunu belirlemek için incelenerek yapılır. Bu genellikle KLL’nin ilk tanısını koymak için gerekli değildir, çünkü kan üzerinde sitometri yapılabilir.

4. Lenf nodu biyopsisi -L lenf nodlarının biyopsisi kanserin lenfatik sisteme yayılıp yayılmadığını belirleyebilir. Olası KLL seyrini tahmin etmek için doktorunuz daha özel testler önerebilir. Özel testler tedaviye yanıtı ve nüks olasılığını tahmin edebilir, ancak tedavi kararı hala klinik parametrelere dayanır – nasıl hissedersiniz, kan sayınız, lenf bezleri vb. Klinik Test ve Çalışma Düzenli kan testleri ve fiziksel muayeneler, ilerlemenin belirtilerini dikkatle izlemek için kullanılır, çünkü erken dönem KLL’nin ilerlemesi yıllar alabilir. Genel olarak sadece kan testleri ve fiziksel muayeneler, kan kimyaları ve antikor testleri ile birlikte rutin hastalık izlemesi için gerekli olan tek şeydir. Standart Terapiler tedavi KLL tedavisi, hastalığın evresi, semptomlar ve prognozu temel alır. KLL’li hastalar yıllarca semptom göstermeyebilir ve özel bakım gerektirmez. Bununla birlikte, hastalığın ilerleyen aşamalarında, kemoterapi yaygın bir tedavi seçeneğidir. Başka bir tedavi seçeneği, proteinleri kanser hücrelerine bağlayan ve onları yok eden bir mekanizmayı aktive eden monoklonal antikor tedavisidir. Bu tedavilerin her ikisinin birlikte kullanılması, genellikle en yüksek tedavi yanıtını verir. Özellikle agresif veya tekrarlayan KLL vakalarında, kan ve kemik iliği kök hücre nakli vaat göstermiştir. Özel tedavi görüp görmese de KLL hastalarının tüm bakımı, destekleyici bakım dediğimiz şeyi içerir ve kan trombositlerinin (trombositopeni) sayısındaki azalma ile ilişkili kanama için kullanılan trombosit transfüzyonlarını içerir. Anemi olduğunda, paketlenmiş kırmızı kan hücrelerinin transfüzyonları genellikle yapılır. Antibiyotikler, genellikle lökosit sayısındaki (lenfopeni) ve kandaki düşük gammaglobulin seviyesindeki bir azalmaya bağlı bakteriyel enfeksiyonlarla savaşmak için kullanılır. Aşılar önemlidir ve pnömokok aşıları, prevnar ve pneumovax’ın yanı sıra yıllık grip içermelidir. Ancak, canlı virüs aşıları, zonaya karşı böyle tehlikeli olabilir. FDA, bazı hastalarda kronik lenfositik lösemili bazı hastaları tedavi etmek için anti-kanser ilacı Rituxan’ı (rituximab) onayladı. Rituxan, birinci basamak tedaviye başlayan KLL hastaları için kemoterapi ile birlikte tasarlanmıştır. Rituxan, diğer iki kemoterapi ilacı, fludarabin ve siklofosfamid ile birlikte verilir. Rituxan, Genentech, Inc. tarafından üretilmiştir. Son zamanlarda, rituximab ile aynı hedefe sahip diğer iki antikor, oral kemoterapi hapı klorambucil ile kombinasyon halinde CLL’nin ön cephe tedavisi için FDA tarafından onaylanmıştır. Bunlar arasında CLL hücrelerinin kemik iliğinden temizlenmesinde bile çok etkili olan obinutuzumab (Gazyva) bulunur. FDA aynı zamanda Arzerra’yı (Ofatumumab), başlangıçta refrakter hastalar için, ancak daha yakın zamanda, klorambucil ile birlikte daha önce tedavi edilmemiş hastalar ve daha önce kemoimmünoterapi almış ve remisyonda olan hastalar için CLL ile savaşmasını onaylamıştır. Arzerra, GlaxoSmithKline tarafından üretilmiştir. Treanda (Bendamustine hydrochloride), CLL tedavisi için FDA tarafından onaylandı. Treanda’nın, CLL için diğer kemoterapilere benzer şekilde her dört haftada bir uygulandığında etkili olabileceği gösterilmiştir. Treanda, Cephalon, Inc. tarafından üretilmiştir. Son birkaç yıl, KLL için çok etkili küçük molekül inhibitörlerinin patladığını gördü. Bunlar haplardır ve genellikle iyi tolere edilirler. 2014 yılında, Imbruvica (ibrutinib), en az bir önceki tedavi almış ve yüksek riskli del17p hastaları olan kronik lenfositik lösemi hastalarını tedavi etmek için onaylanmıştır. 2016 yılında, bu etiket daha önce tedavi edilmemiş olanlar dahil tüm KLL hastalarını içerecek şekilde genişletildi. Bu ilaç daha önce manto hücreli lenfoma hastalarını tedavi etmek için onaylandı. Imbruvica Pharmacyclics tarafından üretilmiştir. Idelalisib, 2014 yılında da, eşlik eden tıbbi sorunları olan relapselenmiş KLL hastaları için onaylanan başka bir oral inhibitördür. 2016’da, venetoclax, sadece tekrarlanan 17p silinmiş CLL hastaları için onaylandı. Bunların hepsi hala nasıl en iyi şekilde kullanılacağını öğrendiğimiz mükemmel ilaçlardır. 2017’de, ilaç ilacı rituximab ve hyaluronidaz insanı (Rituxan Hycela), KLL’li yetişkinler için onaylandı. Bu ilaç Genentech, Inc. tarafından üretilmiştir.

KAYNAKLAR:

– https://rarediseases.org/rare-diseases/chronic-lymphocytic-leukemia/

Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

FENİLKETÖNÜRİ

Fenilketönüri hastalığı Asbjörn Fölling ‘in iki zihinsel özürlü çocuk üzerinde yaptığı araştırma sonucu ortaya çıkan kalıtsal bir hastalıktır. Doğuştan metabolizma hastalıkları arasında tanımlanan ilk hastalık fenilketönüridir.

Genel Bilgiler

Fenilketönüri aminoasit metabolizması bozukluğu sonucu meydana gelen kalıtsal bir hastalıktır. Fenilketönüri ile dünyaya gelen bebeklerde besinle alınan (elzem olmayan) fenilalanin aminoasidi metabolize edilemediğinden vücutta birikir. Çoğunlukla kan ve diğer vücut sıvılarında biriken fenilalanin ve atık ürünleri beyinde birikerek nörolojik bozukluklara neden olur. Fenilketönüri hastalarının fenilalanini metabolize edememesinin sebepleri fenilalaninhidroksilaz enzimi eksikliği-yetersizliği veya kofaktör eksikliğidir.

Kalıtım Özellikleri

Fenilketönüri hastalığı biri anneden biri babadan gelen bozuk genleri alan bebeklerde görülen resesif geçişli bir hastalıktır. Anne ya da babasından birinden normal geni birinden bozuk geni alan birey hastalık yönünden taşıyıcı olurken, ikisinden de normal geni alan birey sağlıklı olarak dünyaya gelir. Fenilketöniri hastalığının görülme sıklığının ülkemizde arttmasının önemli sebeplerinden biri akraba evlilikleridir. Akraba evliliği fenilketönüri hastaları için büyük risktir. Meydana gelen genetik bozukluk sonucu hastada fenilalanin hidroksilaz enzimi işlevini yerine getirmez ve sonuçta fenilalaninden tirozin oluşumu bozulur ve fenilalanin metabolitleri (fenilpürivik asit vb.) birikir (Tablo 1). Fenilketönüri hastaları anne ve babalarından daha açık saç ve göz rengine sahiptir bunun nedeni ise fenilalanin metabolizmasını oluşumunun bozulmasıyla melanin sentezinin yapılmamasıdır.

Görülme Sıklığı

Fenilketönüri hastalığı Amerika ve Avrupa ’da her 10000-30000 yeni doğanda bir görülme sıklığına sahip iken ülkemizde bu hastalığın görülme sıklığı 3000-4500 yeni doğanda birdir. Asya ülkelerinde fenilketönüri epidemiyolojisi diğer dünya ülkelerine göre daha yüksektir. Her yıl Türkiye ‘de 300-400 bebek Fenilketönüri hastalığıyla dünyaya gelmektedir. Aminoasit metabolizması hastalıkları arasında üzerinde en çok bilimsel çalışma yapılan hastalık fenilketönüridir.

Hastalığın Diğer İsimleri:

  • Folling hastalığı
  • Folling hastalığı
  • PAH eksikliği
  • Fenilalanin Hidroksilaz Eksikliği

Teşhis

Yapılan araştırmalar fenilalanin içermeyen diyete ne kadar erken başlanırsa bebeklerde zeka geriliği riskinin o kadar azaldığını ortaya koymuş. Bu nedenle bebeklerin doğumundan itibaren ilk 20 gün içerisinde fenilketönüri taramasının gerekliliği ortaya konmuştur. Bunun üzerine 1960 ‘lı yıllarda Prof. Dr. Robert Gutrie yeni doğan bebeklerin ilk 20 gün içerisinde kan fenilalanin düzeyinin ölçülebileceği GUTHRIE TESTİ ‘ni geliştirmiştir.

Klinik Özellikleri

Kan fenilalanin düzeylerinin normalden yüksek olması en önemli bulgulardandır. Normal kan fenilalanin düzeyi 2-6 mg/dl ‘dir. Bunun dışında:

  • Düşük doğum ağırlığı,
  • Kusma, havale,
  • Trozinin oluşumunda bozukluk olduğundan sinirsel iletimim azalması,
  • Büyüme, gelişme geriliği,
  • Hastalığın fark edilmediği ya da tedavi edilmediği durumlarda beyindeki lipit, karbonhidrat, protein sentezinde azalma,
  •  Başını tutamama, yürüyememe, oturamama vb.
  • İdrar ve terde kötü koku,
  • Açık saç, deri ve göz rengi,
  • Egzema ve seberoik cilt sorunları, deri döküntüleri,
  • Yaşın ilerlemesiyle hiperkinetizm, davranış bozuklukları,
  • Mikrosefali görülür.

Fenilketönüri Sınıflandırması

Fenilketönüri hastalığı kendi içerisinde fenilalanin miktarı ve kofaktördefektlerine göre beş sınıfa ayrılır.

Klasik Fenilketönüri: Fenilalaninimetabolize eden enzim olan fenilalaninhidroksilaz enziminin eksikliği ya da yetersizliği sonucu meydana gelen fenilketönüri türüdür. Plazma fenilalanin düzeyleri ≥20 mg/dl(yüksek) tirozin değerleri ise 0,55-1 mg/dl(normal) ‘dir. Hastaların tedavisi diyet tedavisi ile mümkündür. 5 yaşındaki bir hastanın günlük fenilalanin alımı 20 mg/kg geçmez.

Orta Derecede Fenilketönüri: Plazma fenilalanin düzeylerinin 15-20 mg/dl arasında olan hastalar orta derecede fenilketönüridir. 5 yaşındaki bir hastanın günlük fenilalanin alımı 20-25 mg/kg arasındadır.

Hafif Derecede Fenilketönüri: Fenilketönüri hastalığının en hafif seyreden türüdür. Bu hastaların plazma fenilalanin düzeyi ≤15 mg/dl, beş yaşındaki bir hastanın günlük fenilalanin alımı da artarak 25-50 mg/kg ‘a kadar verilebilir.

Hafif Hiperfenilalaninemi: Hafif hiperfenilalaninemi hastaları diğer fenilketönüri hastalarına göre daha iyi prognoza sahiptirler. Hastaların plazma fenilalanin düzeyi 10 mg/dl ‘nin altındadır. Diyetleri diğer hastalara göre daha serbesttir.

Kofaktör Defektleri: Fenilalanin metabolizmasında gerekli olan fenilalaninhidroksilaz enzimi ve kofaktör görevi gören BH4 (tetrahidrobiopterin)’tür. Bazı fenilketönüri türlerinde kofaktöründefektinin sebep olduğu ama enzimden kaynaklanmayan plazma fenilalanin düzeylerinde yükselme gözlemlenir. Bu hastalarda uygulanan diyet tedavisi işe yaramaz. Plazma fenilalanin değerleri normale düşse de nörolojik problemler görülür.

Maternal Fenilketönüri:Fenilketönürili hamile bir annenin bebeğinde hasar meydana gelmesidir. Anne karnındaki bebek fenilketönüri hastası olmadığı halde nörolojik bozuklukla dünyaya gelir. Bunun en önemli sebebi fenilketönürili annenin kan fenilalanin düzeylerinin diyet almadığı için ya da farklı bir sebeple yükselmesidir. Maternal fenilketönüri tedavisi yalnızca hamilelik süresince diyet tedavisini devam ettirmektir.

Tedavi

Fenilketönürili doğumu izleyen dönemde teşhis edilir ve uygun beslenme tedavisi uygulanırsa fenilketönürli hastası bireyin zeka gelişimi sağlıklı bireylerin zeka gelişimine paralel olur. Hastanın erken tanı ve uygun beslenme tedavisi ile yaşam kalitesi normal düzeyde seyreder. Fenilketönüri diyet tedavisi ile kontrol altına alınabilen bir hastalık olup ömür boyu süren bir tedavidir. Fenilketönürili bireylerin beslenme tedavisi uygulanırken kişilerin günlük gereksinimleri hesaplanır. Doktor ve diyetisyen tarafından ortak verilen karar doğrultusunda hastanın diyeti düzenlenir.

Fenilketönüri hastalarında fenilalanin birikimi olması nedeniyle hastaların günlük fenilalanin alımları önemli bir kriterdir. Fenilalaninin yüksek miktarda bulunduğu et ve et grubu yiyecekler, süt ve süt grubu yiyecekler hastalara yasaktır.fenilketönüri hastalarına hazırlanan diyet tedavisi fenilalanin sınırlı tutulduğu için fenilalanini azaltılmış ya da içermeyen ürünleri içerir. Hazırlanan diyetin enerji, protein, fenilalanin, vitamin ve mineraliçeriğinin tam ve dengeli olması gerekir. Fenilalaninin kısıtlandığı diyet sebze ve meyve ağırlıklıdır. Hastaların günlük besin gereksinimleri karşılandığı sürece büyüme ve gelişmeleri normal şartlarda ilerler.

Kaynaklar

  1. Köksal, G. ve Gökmen, H. (2013), Çocuk Hastalıklarında Beslenme Tedavisi, 3. Baskı, Ankara, Hatipoğlu Yayıncılık.
  2. Haytaoğlu, Z. Hergüner, Ö. Soyupak, S. Topaloğlu, A. Yüksel, B. (2016) NeurologicalAssessment Of 38 Late-DiagnosedChildrenWith Classic Phenylketonuria, Çukurova MedicalJournal, 41(1):21-27,                  DOI: 10.17826/cutf.156292,
  3. https://www.omim.org/
  4. https://rarediseases.info.nih.gov/diseases
  5.  http://www.metvak.com/fenilketonueri-nedir.html
  6. Köksal, G. ve Gökmen, H. (2012), Metabolik Hastalıklarda Beslenme, 2. Baskı, Ankara, Sağlık Bakanlığı Yayını.
  7. Tokatlı, A. (2014) Fenilketönüri Nedir? Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Beslenme-Metabolizma Ünitesi, Ankarahttp://mebk12.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/59/01/348119/dosyalar/2014_05/13023757_fenlketonr.pdf
  8. Zeybek, Ç. (2003) Fenilketönüri Tarama Programı, İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Sürekli Tıp Eğitimi Etkinlikleri, Sempozyum Dizini, No:35
  9. https://www.orpha.net/consor/cgi-bin/Disease_Search.php
  10. Tanzer, F. (2007) Maternal Fenilketönüri Sendromu, C.Ü. Tıp Fakültesi Dergisi, 29(4):179-184.
  11. Erol, S. Işık, D. Çelik, İ. Baş, A. Demirel, N. (2016) Maternal Fenilketonüri Sendromuna Bağlı Çoklu Konjenital Anomali Gelişen İki Olgu, Türkiye Çocuk Hastalıkları Dergisi, 1-3,  DOI: 10.12956/tjpd.2016.252
  12. Özenoğlu, A. (2003) 0-1 Yaşta Farklı Şekillerde Beslenen Fenilketonüri’li Bebeklerin Büyüme Durumları, Göztepe Tıp Dergisi, (18)98-105
  13. https://ghr.nlm.nih.gov/condition
  14. https://rarediseases.org/for-patients-and-families/information-resources/rare-disease-information/
  15. Macdonald, A. Chakrapani, A. Daly, A. (2004) DietaryTreatment of Amino AcidsInbornErrorsof Metabolism, Hong Kong Journal of Pediatric, 9:253-276
  16. Özer, A. İbanoğlu, Ş. İbanoğlu, E. (2008) Fenilketönüri Hastalığı ve Fenilalanin Kısıtlı Diyet, Türkiye 10. Gıda Kongresi, 1139-1140
Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

İKTİYOZ VULGARİS

GENEL BİLGİ:


İktiyoz vulgaris hastalığında deri hücreleri normal hızda
üretilir ancak derinin en dış katmanının yüzeyi deri hücrelerini
normal olarak ve olması gereken hız ile değiştiremez. Sonuç
olarak deride pullar oluşur. İnce pullar genellikle sırtta ve diz ve
dirsek gibi eklemlere yakın kaslarda oluşur. İktiyoz çoğunlukla
en yaygın ve şiddetli olarak alt bacaklarda olur.

BELİRTİ VE SEMPTOMLAR:


İktiyoz vulgaris, hayatın ilk yılında başlayan ancak
doğuştan varlık göstermeyen kalıtsal bir deri hastalığıdır.
Semptomlar farklı hastalarda farklı şiddetler ile gözlemlenir.
Pullar genellikle ince ve beyaz renklidir. Yalnızca vücudun bir
kısmında bulunabilirler ancak pullar en fazla ve şiddetli olarak
alt bacaklardadır. Pul çıkarma gövdede daha azdır ve yüz
genellikle etkilenmez. Eğer yüz etkilenirse pulluluk çoğunlukla
yanaklar ve alın ile sınırlıdır. Boynun kenarları ve fleksural
bölgeler genellikle korunur. Çoğunlukla avuç içi derisi ve ayak
tabanı derisi kalınlaşmıştır ve aşırı çizgiler bulundurabilir.
Bu hastalığa sahip hastaların yaklaşık olarak yarısında
deri alerjisi ya da egzama belirtilere eşlik edebilir. Bu hastalık
yaş ile birlikte iyileşmeye eğilimlidir. Ayrıca belirtiler sıcak nemli
iklimlerde ya da yaz ayları boyunca iyileşebilir.

ETKEN FAKTÖRLER:


İktiyoz vulgaris, otozomal baskın olarak aktarılan kalıtsal
bir hastalıktır. Bu hastalıkta henüz herhangi bir özel genetik
bozukluk belirlenememiştir. İktiyoz vulgaris, insanlarda biri
anneden diğeri ise babadan gelen iki genin etkileşiminin
ürünüdür. Baskın hastalıklarda hastalık geninin anneden veya
babadan alınan tek kopyası hastalık içermeyen geni baskılar ve
sonuç olarak hastalık gözlemlenir. İktiyoz vulgaris vakalarında
hastalık geni normal deri genine baskınlık gösterir ve bireylerde
hastalık gözlemlenir. Hastalık sahibi bireylerin çocuklarına
hastalığı aktarma riski her hamilelik için -çocuğun cinsiyetinden
bağımsız- %50 oranındadır.

GENETİK GÖRÜLME SIKLIĞI:


İktiyoz vulgaris, Birleşik Devletler’de yaklaşık olarak 250
kişiden 1 kişiyi etkileyen yaygın bir hastalıktır. Kadınların ve
erkeklerin etkilenme oranları eşittir.

KALITIM PATERNİ/DESENİ:


İktiyoz vulgaris FLG geninin 1q21 kromozomundaki
heterozigot mutasyondan dolayı oluşur.

TEŞHİS YÖNTEMLERİ:


Bir genetik hastalık ya da nadir hastalık için teşhis koymak
zor olabilir. Sağlık çalışanları genel olarak kişinin hastalık
geçmişine, semptomlarına, fiziksel belirtilere ve bazı test
sonuçlarına bakarak teşhis koyarlar.
Genetik Test Kaydı (GTR) bu durum için genetik testler
hakkında bilgi sağlar. GTR için hedeflenen kitle sağlık
hizmetlileri ve araştırmacılardır. Genetik test hakkında soruları olan hastalar bir sağlık çalışanı ya da genetik uzmanı ile irtibata
geçmelidir.


TEDAVİLER:


İktiyoz için belirli bir tedavi yoktur ancak belirtileri
yönetmeye yardımcı olacak tedaviler vardır. Bunlar:
-Derideki pullanmanın kontrolüne ve derideki nemin artmasına
yardım eden laktik asit ve glikolik asit gibi alfa hidroksi asit
içeren kremler ve merhemler.
-Deri hücrelerinin yapımını azaltmak için retinoidler.
-İkincil enfeksiyonları tedavi etmek için antibiyotikler.

HASTALIKLA İLİŞKİLİ GENLER:


FLG geninin bazı mutasyonları bu hastalık ile ilişkilendirilebilir.

HASTALIĞIN DİĞER İSİMLERİ:


-İktiyoz simpleks
-Balık pulu hastalığı

KAYNAKÇA:


-https://rarediseases.info.nih.gov/diseases/6752/ichthyosis-
vulgaris
-https://rarediseases.org/rare-diseases/ichthyosis-vulgaris/

-https://ghr.nlm.nih.gov/gene/FLG#conditions

https://www.omim.org/entry/146700?search=ichthyosis%20vulg
aris&highlight=ichthyosis%20vulgari%20%22ichthyosis%20vulg
ari%22

Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

MYHRE SENDROMU

Genel Bilgi

Myhre sendromu, tüm vücuttaki bağ dokularını etkileyen nadir bir hastalıktır. Kalbin, solunum sisteminin, sindirim sisteminin ve derinin yapısını veya fonksiyonunu da etkileyebilir. Belirtiler arasında fibrosis (bağ dokusunda kalınlaşma ve bozulma), zihinsel engellilik, belirgin derecede farklı yüz özellikleri, iskelet anomalileri, veya çeşitli doğum kusurları vardır. Myhre sendromuna SMAD4 genindeki mutasyon sebep olmaktadır ve bu mutasyon bu hastalıktan etkilenmiş bireyde ilk defa meydana gelir. Şu ana kadar hiçbir hastada baba veya anneden çocuğa geçilmiş kalıtsallık görülmemiştir ve bu hastalık otozomal dominanttır ama şu ana kadar bu hastalığa sahip hiçbir bireyin çocuğu olduğu görülmemiştir. Her belirti için spesifik olarak o semptomun daha aza indirecek bir tedavi uygulanabilir, buna örnek olarak dokulara travma riskini sınırlama, doğum kusurlarına ya da komplikasyonlar için cerrahi yöntem ve öğrenme gecikmelerini veya davranışsal sorunları için rutin çalışmalar uygulanabilir.

Genetik Değişiklikler/Etken Faktörler                                                         Myhre sendromuna SMAD4 genindeki mutasyonlar sebep olmaktadır. Bu gen, vücuda hücre yüzeyinden hücre çekirdeğine kimyasal sinyaller göndermede kullanılan bir proteini yapmak için talimat verir. Çekirdek, hücrenin genetik materyalinin çoğunluğunu barındırır. Bu spesifik sinyal gönderme, hücrenin dışındaki çevrenin, hücrenin diğer proteinleri nasıl yaptığını etkiliyor. SMAD4 proteini, doğum öncesi ve sonrası gelişimini etkileyen diğer genlerin aktivitelerini kontrol etmek için diğer proteinlerle etkileşime girer. SMAD4 genindeki mutasyon, bu proteinin dayanıklılığını artırır ve bu da sinyal göndermeyi ve sinyallerin, diğer genlerin fonksiyonlarının nasıl olması için gereken iletişimi sağlamasını bozar. Bunlar da iskeletin, kalp kasının ve merkezi sinir sisteminin gelişiminin anormal olmasıyla sonuçlanır ve böylece Myhre sendromu semptomları ortaya çıkar.

Belirti ve Semptomlar

Myhre sendromu vücuttaki birçok organ ve sistemi etkileyebilir. Belirti ve semptomlar şunlardır:

  • Fibrosis (bağ dokusunun kalınlaşması ve yara izi görülmesi (sikatris)): kendi kendine veya bir ameliyattan sonra meydana gelebilir ve kalbi, akciğeri, sindirim sistemini ve deriyi etkileyebilir.
  • Hafif veya orta dereceli zihinsel engellilik
  • Konuşma kabiliyeti ve hareket sisteminin gecikmeli gelişimi
  • Doğuştan veya sonradan gelişen kalp problemleri: atardamar tıkanıklığı, yüksek tansiyon, perikard efüzyonu (perikard boşluğunda sıvı birikmesi), kardiyomiyopati (kalp yetersizliğine neden olan kalp kası bozukluğu)
  • Solunum bozuklukları, obstruktif ve restriktif akciğer hastalığı
  • Mide-bağırsak anormallikleri
  • Deride kalınlaşma
  • Otistik gibi davranışlar
  • İşitme kaybı
  • İskelet anomalileri: kısa boyluluk, sınırlı eklem hareketleri, kafatası kemiğinde kalınlaşma, omurilik anomalileri, geniş kaburga, az gelişmiş kalça kemiği, kısa el ve ayak parmakları
  • Belirgin derecede farklı yüz özelliklerine sahip olma: göz kapaklarında dar açıklıklar, derin veya çukur görünümlü gözler, ağızın dar olması, ince üst dudak ve öne çıkık çene.

Genetik Görülme Sıklığı

Myhre sendromu son derece nadir bir hastalıktır ve erkek ve kadınları eşit derecede etkiler. 60’dan fazla vakalar tıbbi geçmişte bildirilmiştir çünkü bazı vakalar teşhis edilememiş veya yanlış teşhis konmuştur bu yüzden gerçek görülme sıklığını belirlemek zordur.

Kalıtım Paterni/Deseni

Myhre sendromu otozomal dominant olarak kalıtılmaktadır.

Teşhis Yöntemleri ve Tedaviler: Myhre sendromu için geçici bir tanı genellikle tam bir klinik değerlendirme, karakteristik fiziksel bulguların saptanması, hastanın detaylı klinik özgeçmişi veya özel testler (özellikle gelişmiş görüntüleme teknikleri) ile ortaya konur. Karakteristik yüz özellikleri, iskelet anomalileri, ve/veya kalp kusurları da doğumda mevcut olabilir. Özel X-ray testleri iskelet anomali belirlemek için kullanılabilir. Gelişmiş görüntüleme teknoloji ile (örneğin, ekokardiyogram) kalbin bozukluğunun gerçek yapısı daha iyi görülebilir. Büyümede gecikme, anormal derecede sert eklemler, işitme bozukluğu geç bebeklik veya erken çocukluk dönemine kadar belirgin halde olmayabilir bu yüzden periyodik olarak düzenli kontroller önemlidir.

Bu hastalık için bir tedavi olmamakla birlikte genetik danışmanlığı bu hastalığa sahip bireyler ve aileleri için yararlı olmaktadır. Her semptom ve belirti için özel olarak doktorlarla bu belirtilerin en aza indirilmesi için görüşülebilir; örneğin, işitme bozukluğu için odyologla, kalp hastalığı teşhisi için kardiyologla, iskelet ve hareket sistemi ve bu sistemdeki herhangi bir problemin tedavisi için de ortopedist ile görüşülebilir.

Hastalıkla İlişkili Genler: SMAD4 genindeki mutasyon.

Hastalığın Diğer İsimleri

  • Facial dysmorphism – intellectual deficit – short stature – hearing loss
  • Laryngotracheal stenosis
  • Arthropathy, prognathism, and short stature
  • LAPS sendromu
  • Myhre’nin büyüme zihinsel eksikliği sendromu

Yüz dismorfizmi – zihinsel açık – kısa boy – işitme kaybı
Laringotrakeal stenoz
Artropati, prognatizm ve kısa boy
LAPS sendromu
Myhre’nin büyüme zihinsel eksikliği sendromu

Kaynaklar

https://ghr.nlm.nih.gov/condition/myhre-syndrome

https://rarediseases.info.nih.gov/diseases/2572/myhre-syndrome

https://rarediseases.org/rare-diseases/myhre-syndrome/

Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

SUPERIOR OBLIQUE MYOKYMIA (SOM)

Superior Oblique Myokmia (SOM) Nedir?

   Superior oblique myokmia (SOM) hastalığı superior oblique kasındaki ( göz merceğinin hareketini kontrol eden altı extra-ocular kastan birisi) ani, ritmik ve monoküler kasılmalarla karakterize olur. Bunun sonucu olarak hastalar özellikle aşağı doğru baktıklarında oscillopsia (cisimler kayıyormuş gibi görme) ve diplopia (cisimleri çift görme) durumu yaşarlar. Bu durum genelde birkaç saniye sürer ve gün içinde defalarca tekrarlanır. Etkilenebilecek belli bir yaş grubu yoktur ancak kadınlarda sağ gözdeki SOM sol gözdekinden daha yaygındır.

Etiyolojisi

   SOM’un etiyolojisi idiopatiktir (oluşumunda bir neden gösterilemeyen). Sinir kökü bölgelerinde zayıflatılan troklea siniri bu rahatsızlığa neden oluyor olabilir. Baskı, sinir ve superior serebellar arteri arasındaki CSF eksikliğinden, bir kist veya bir beyin tümöründen kaynaklanıyor olabilir. Bu etiyolojileri göstermeyen hastalar da olmasında dolayı SOM tam olarak kraniyal sinir rahatsızlığı olarak görülmemektedir.

Belirtiler / Risk Faktörleri

   SOM genel olarak diğer sistemik rahatsızlıklarla bağlantılı değildir.  Buna rağmen SOM’un baş ve ocular travmalarına zemin hazrladığı bazı vakalar tarafından ortaya çıkmıştır. Yorgunluk, stres ve ruh hali değişimleri SOM’u tetikler ve birdenbire meydana gelir. Floresan ya da flaş ışıklar da SOM evreleri için tetikleyicidr.

Teşhis ve Tedavi

   Superior oblique kasında istemsiz ve devamlı kasılmalar olan hastalar için teşhis yöntemleri farklılık gösterebilir. Ama iki nedenden dolayı SOM için henüz kesin bir tedavi yöntemi yoktur. Klinik çalışmaların yürütülmesi için yeterli sayıda hasta bulunmaması ve hastalığın öngörülemeyen nüksetme zamanlarından dolayı eldeki bazı terapilerin değerlendirilmesi ve uygulanması zordur. Topical beta blockers, carbamazepine, phenytoin, baclofen, gabapentin, clonazepam, mirtazapine, memantine ve ameliyat gibi çeşitli tedavi yöntemlerinde kaydedilen başarılı vakalar vardır.

Kaynaklar

  1. American Academy of Ophthalmology
https://eyewiki.aao.org/Superior_Oblique_Myokymia
https://www.aao.org/bcscsnippetdetail.aspx?id=4c357a18-225d-47d8-acfa-b9e88a901a01
  • NCBI
https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC5698993/