Kategoriler
YUKLENDI

AKUT PROMİYELOSİTİK LÖSEMİ

Genel Bilgi

Akut promiyelositik lösemi (APL) kanda ve kemik iliğinde olgunlaşmamış kan yapıcı hücrelere (promiyelosit) sahip olan akut miyeloid löseminin saldırgan bir çeşididir. Bu durum birçok promiyelosit oluşturup normal akyuvar, alyuvar ve trombosit hücrelerinin kısalmasına neden olur. Bu hastalığın belirtileri hem kan kaybetmede hem de pıhtılaşmada artan riskleri içerir. Bu hastalığa sahip insanlar yorgunluk, belirli bölgelerde ağrı, damak tadını kaybetme ve kilo kaybı yaşarlar. APL genelde orta yaşlı yetişkinlerde olur ama her yaşta teşhis edilebilir. Bu hastalık kromozom 15 ile 17 arasında translokasyon gibi mutasyonlar sonucu oluşur. Tedavi ATRA ve arsenik tiroksit içeren ilaçları ya da antrasiklin ilacına dayalı kemoterapiyi içerir.

Genetik Değişiklikler/Etken Faktörler

Akut promiyelositik lösemiye sebep olan mutasyon kromozom 15’teki PML genini ve kromozom 17’deki RARA genini etkiler. Kromozom 15 ile 17 arasında genetik bilginin yeniden düzenlenmesinde (translokasyon) PML geninin bir kısmı ile RARA geninin bir kısmı birleşir. Bu translokasyon t(15;17) olarak yazılır. Bu birlemiş genden üretilen protein PML-RARα olarak bilinir. Bu mutasyon bireyin hayatı boyu kazanılır ve sadece belirli hücrelerde meydana gelir. Bu tip genetik değişiklik somatik mutasyon olarak adlandırılır ve kalıtsal değildir.

PML-RARα proteini normalde PML ve RARA genlerinden oluşan proteinden farklıdır. RARA geninden üretilen protein (RARα) protein üretiminin ilk adımı olan gen transkripsiyonunun düzenlenmesinde görevlidir. Özellikle bu protein promiyelosit aşamasından sonra akyuvarların olgunlaşmasında önemli belirli genlerin transkripsiyonunu kontrol etmeye yardımcı olur. PML geninden üretilen protein hücrelerin hızlı ve kontrol edilemeyen şekilde büyümesi ve bölünmesini engelleyen tümör baskılayıcı olarak görev alır. PML-RARα proteini PML ve RARα proteinlerinin normal işlevini bozar. Sonuç olarak, kan hücreleri promiyelosit aşamasında takılır ve anormal şekilde çoğalmaya başlar. Promiyelositler kemik iliğinde aşırı miktarda birikmeye başlar ve normal akyuvarlar oluşmaz. Bu durum akut promiyelosit lösemiye sebep olur.

PML-RARA geni birleşimi akut promiyelositik lösemi durumlarının %98’inde görülür. Kalan %2’lik kısımda RARA geni ile başka bir genin translokasyonu görülebilir. Örnek olarak, 11. kromozomdaki PLZF geni ile 17. kromozomdaki RARA geni translokasyonu, RARA geni ile NUMA1 geni translokasyonu, RARA geni ile NUMA1 geni translokasyonu, RARA geni ile PRKAR1A geni translokasyonu, NUP98 geni ile RARG geni translokasyonu bu hastalığa sebep olur.

Belirti ve Semptomlar

Akut promiyelositik lösemi hastası insanlar deri altında morarmalara ve kırmızı noktalar üretmeye yatkınlardır. Diş eti kanamaları, burun kanamaları, idrarda kan ya da menstrual döngüde çok miktarda kan üretimi görülür. Bu gibi durumlar kanda trombositin az üretilmesi yüzünden orataya çıkar. Aynı zamanda kanser hücreleri aşırı miktarda kan kaybına yol açan maddeler üretirler.

Genetik Görülme Sıklığı

Akut promiyelositik lösemi akut miyeloid lösemi vakalarının %10’unu kapsar. USA’da her 250.000 kişiden 1’i bu hastalığa sahiptir. Her yıl 30.800 kişiye akut lösemi hastalığı teşhisi konulur ve bu kişilerin 1000’i akut promiyelosit lösemisidir.

Kalıtım Paterni/Deseni

Akut promiyelositik lösemi kalıtsal değildir, somatik hücrelerdeki otozomal kromozomların (genellikle 15. ve 17. kromozomun) genlerinin (PML ve RARA genleri) translokasyonu sonucu oluşur.

Teşhis Yöntemleri ve Tedaviler

Akut promiyelositik löseminin tahmin edilmesi için testler yoktur. Kalıtsal kanser ve diğer kalıtsal hastalıklar için riski bulunan bireyler için tahmin etmeye yönelik testler bulunur. Akut promiyelositik lösemi evebeynden çocuğa geçmeyen bir kanser çeşidi olduğu, kişinin somatik hücrelerinde olup yaşamı boyunca bu hücrelerde oluşan mutasyonlar sonucu oluştuğu için kalıtsal kanserler gibi önceden tahmin edilemez.

Hastalığın teşhisi laboratuvar testlerinin pansitopeni bulgularına (hiperlökosit %20 civarında) ve kemik iliğindeki granüllenmiş promiyelosit incelemelerine dayanır. Bu granüllenmiş promeyelositler miyeloperoksidaz boyamasında pozitiflerdir. Teşhis, PML/RARA füzyon geni RT-PCR moleküler görüntülemesiyle, anti-PML antikor yöntemiyle, sitogenetikle, FISH kromozom boyama yötemiyle analiz edilerek doğrulanır.Akut promiyelositik löseminin çoğu vakaları antrasiklin kemoterapi ilaçları olan “Daunorubicin” ya da “İdarubicin” ve kemoterapi ilacı olmayan vitamin A’ya benzeyen ATRA ilacı ile tedavi edilir. Hastaların %80-%90’ı bu tedaviye olumlu cevap verir.

Antrasiklin ilaçlarına tolerans gösteremeyen hastalar ATRA ve arsenik tiroksit adlı başka bir ilaç alabilirler. Arsenik tiroksitin daha önceki tedavilere cevap vermeyen hastaların tedavisi için etkili olduğu kanıtlanmıştır. Bu ilaç tedavi de etkili olmazsa kök hücre tedavisi bu hastalığın tedavisi için düşünülebilir.

Hastalıkla İlişkili Genler

  • kromozomdaki PML geni ile 17. kromozomdaki RARA geni translokasyonu
  • kromozomdaki PLZF geni ile 17. kromozomdaki RARA geni translokasyonu
  • RARA geni ile NUMA1 geni translokasyonu
  • RARA geni ile NUMA1 geni translokasyonu
  • RARA geni le PRKAR1A geni translokasyonu
  • NUP98 geni ile RARG geni translokasyonu

Hastalığın Diğer İsimleri

  • APL
  • Akut miyeloid lösemi (t(15;17)(q22;q12);(PML/RAR α)) ve çesitleri
  • AML M3
  • M3 ANLL
  • APML
  • Akut myeloblastik lösemi tip 3

Kaynaklar

[1] “Acute Promyelocytic Leukemia – Genetics Home Reference – NIH.” U.S. National Library of Medicine, National Institutes of Health, Apr. 2011, ghr.nlm.nih.gov/condition/acute-promyelocytic-leukemia#synonyms.

[2] INSERM. “The Portal for Rare Diseases and Orphan Drugs.” Orphanet: About Orphan Drugs, 2012, www.orpha.net/consor/cgi-bin/Disease_Search.php?lng=EN&data_id=8559&Disease_Disease_Search_diseaseGroup=Acute-promyelocytic-leukemia&Disease_Disease_Search_diseaseType=Pat&Disease%28s%29%2Fgroup%2Bof%2Bdiseases=Acute-promyelocytic-leukemia&title=Acute%2Bpromyelocytic%2Bleukemia&search=Disease_Search_Simple.

[3] “Acute Promyelocytic Leukemia.” Genetic and Rare Diseases Information Center, U.S. Department of Health and Human Services, 18 Jan. 2017, rarediseases.info.nih.gov/diseases/538/acute-promyelocytic-leukemia.

[4]www.omim.org/entry/612376?search=acute%2Bpromyelocytic%2Bleukemia&highlight=acute%2Bpromyelocytic%2Bleukemia%2Bleukaemia.

Kategoriler
YUKLENDI

AMİNOASİLAZ 1 EKSİKLİĞİ

Genel Bilgi

Aminoasilaz 1 eksikliği, nörolojik sorunlara neden olabilen kalıtsal bir hastalıktır; belirti ve semptomların şekli ve şiddeti etkilenen bireyler arasında geniş ölçüde değişiklik gösterir. Bu duruma sahip bireyler, genellikle zihinsel ve motor becerilerin gelişimini geciktirmiştir (psikomotor gecikme). Hareket problemleri, kas tonusunun azalması (hipotoni), hafif zihinsel yetersizlik ve nöbetler olabilir. Bununla birlikte, aminoasilaz 1 eksikliği olan bazı kimselerin durumla ilgili sağlık sorunları yoktur. Aminoasilaz 1 eksikliği olan tüm insanlar için ortak bir özellik, idrarda N-asetillenmiş amino asitler olarak adlandırılan yüksek düzeyde modifiye edilmiş protein yapı taşları (amino asitler) ‘dir. Aminoasilaz-1 eksikliği olan kişilerde, aminoasilaz-1 fonksiyonunun azalmasının nörolojik problemlere nasıl yol açtığı bilinmemektedir.

Genetik Değişiklikler/ Etken Faktörler

ACY1 geni, böbrekler ve beyin dahil olmak üzere birçok doku ve organda bulunan aminoasilaz-1 enzimini yapmak için talimatlar sunar. Bu enzim, artık ihtiyaç duyulmayan proteinlerin yıkımında rol oynamaktadır. ACY1 genindeki birkaç mutasyon, aminoasilaz-1 eksikliği tanılı kişilerde tespit edilmiştir. Bu durumun, gecikmiş mental gelişim ve nörolojik problemlerle, motor becerilerin gelişimi ile karakterize olmasına rağmen, bu hastalık tanısı almış kişilerin bazılarında herhangi bir belirti veya semptom bulunmaz. ACY1 genindeki mutasyonlarının çoğu, aminoasilaz-1 enzimindeki tek amino asit değişikliği ile ilişkilidir. Bunlar ve diğer ACY1 gen mutasyonları, az işlevli veya işlevsiz bir aminoasilaz-1 enziminin üretilmesine neden olur.  Bu enzim fonksiyonu olmadan; asetil grupları, proteinlerin parçalanması sırasında amino asitlerin bir alt kümesinden (metiyonin, glutamik asit, serin, glisin, losiz, valin, treonin ve izolosin dahil) verimli bir şekilde uzaklaştırılamaz. Aşırı asetillenmiş amino asitler idrar yoluyla vücuttan atılır.

Belirti ve Semptomlar 

Aminoasilaz-1 eksikliği (ACY1D), spesifik N-asit amino asitlerin idrarla atılımının artmasıyla karakterize, nadir görülen otozomal resesif doğuştan bir metabolizma hatasıdır. Hastaların çoğu, zihinsel yetersizlik, nöbetler, hipotoni ve motor gecikme gibi nörolojik anormallikler göstermektedir.

Van Coster ve diğ. (2005), aminoasilaz-1 eksikliği olan bir bebekten bahsetti. Yaşamın üçüncü gününde başlayan ve yaklaşık 2 hafta süren akut bir ensefalopati ile neonatal olarak başvurdu. Klinik özellikler nöbetler, apne, kusma, hipotoni ve duyusal işitme kaybıdır. Ürinaliz birkaç N-asetillenmiş amino asit tespit etti. MRG serebral atrofi gösterdi. 9 aylıkken normal gelişimsel dönüm noktalarına ulaşmıştı ve anormal klinik nörolojik bulgu yoktu.

Sass ve diğ. (2006), ACY1 genetik eksikliği olan 4 çocuğu bildirmiştir. Metiyonin, glutamik asit, alanin, lösin, glisin, valin ve izolösin türevleri de dahil olmak üzere birçok N-asetillenmiş amino asidin idrar salgılanmasını ortaya çıkaran gaz kromatografisi-kütle spektrometresi kullanılarak organik asit analizleri ile tanımlandılar. İdrar numunelerinin nükleer manyetik rezonans spektroskopi analizi, ACY1 disfonksiyonu ile tutarlı bir N-asetillenmiş metabolit paterni tespit etti. Hastaların lenfoblastlarının fonksiyonel analizleri ACY1 eksikliği gösterdi. Hastaların klinik fenotipleri heterojendi: 1 denekte spesifik olmayan psikomotor gecikme, bir saniyede vermis ve siringomiyelinin atrofisi ile psikomotor gecikme, üçte birinde kaslı hipotoni saptandı ve normal klinik bulgular ile erken tedavi edilen biyotinidaz eksikliğinin takibi dördüncü. ACY1 eksikliğinin saptanmasına neden olan organik asit analizi, sağlıklı çocuklarda rutin olarak yapılan değil, sadece metabolik bir hastalığın göz önüne alındığı ve güçlü bir önyargıya neden olan bireylerde doğuştan gelen metabolizma hataları için seçici taramanın bir parçasıydı. ACY1 eksikliğinin plörotropik klinik ekspresyonda patojenik önemi olup olmadığı veya sadece biyokimyasal bir varyantı olduğu belirsizdi. Sass ve diğ. (2006), hastaların fenotipik değişkenliğinin bir hastalık olarak ACY1 eksikliğini desteklemediğini belirtmişlerdir. Bununla birlikte, ACY1 geninin balık, kurbağa, fare ve insandaki evrimsel olarak korunması ve insandaki merkezi sinir sistemindeki ifadesi, enzimin bu organların amino asit metabolizmasında rol oynadığını göstermiştir. ACY1, 4 çocuğun idrarındaki yüksek oranda N-asetillenmiş amino asit konsantrasyonlarını açıklayabilen, böbrek içindeki N-asetillenmiş amino asitlerin geri dönüşümünde olası bir ACY1’in fonksiyonel rolüne uygun bir gözlem olan böbrekde ifade edilir. ACY1 mutasyonlarını barındırmak. Bu nedenle, ciddi diyet proteini kısıtlaması durumunda, ACY1 disfonksiyonu, bozulmuş amino asit kurtarmasından dolayı amino asitlerin mevcudiyetinin azalmasına katkıda bulunabilir. Bu, derin katabolizma veya açlık dönemlerinde bir dezavantaj olabilir. Ek olarak, ACY1 eksikliği, aminoasilaz-2 (ACY2) eksikliğinde (Canavan hastalığı; 271900) asetillenmiş amino asitlerin N-asetilapartik aside benzer şekilde birikmesine neden olabilir. ACY1’in benzoik asidin detoksifikasyonunda ve bazı ilaçların metabolizmasındaki rolü Sass ve ark. (2006), ACY1 eksikliğinin, belki de önceden belirlenmiş bir faktör ya da değiştirici olarak, daha sonra yaşamda sonuçları olabileceğini öne sürdü.

Sass ve diğ. (2007), yenidoğan taraması sonucu tespit edilen ACY1 eksikliği olan 3 ek hasta bildirmişlerdir. İki hasta, sırasıyla Asya ve Romanya kökenli akraba anne-babalarından doğmuştur. Asyalı çocuk, 11 aylıkken ateşli nöbet geçirdi, ardından 3 ay sonra viral bir hastalıkla ilişkili daha fazla nöbet geçirdi. 4 yaşında gecikmeli konuşma ve dil gelişimi gösterdi. Roman çocuğun 1 yaşında, atonik, tonik ve yoksunluk nöbetleri ile birlikte çok odaklı, ilaca dirençli epilepsisi vardı. Orta derecede zeka geriliği ile hiperaktif idi. Ayrıca geniş bir burun kökü ve hipertelorizmi vardı. İngiliz kökenli üçüncü hasta, 11 aylıkken, uzun süreli genel bir nöbet ve hastalık ile ilişkili geçici hemipleji şikayeti ile başvurdu. 19 aylıkken tam iyileşme ve normal gelişim gösterdi.

Ferri ve diğ. (2014), akraba evliliğinden doğan 6 yaşında bir kız çocuğunun ACY1 eksikliği ile ilişkili ciddi nörolojik bulguları olduğunu bildirmiştir. İlk olarak 3 yaşında ciddi opisthotonos olayıyla geldi. Şiddetli zihinsel engelliliği, yürüme kabiliyetine sahip aksiyal hipotoni, uzuv hipertonisi ve ciddi konuşma gecikmesini içeren karmaşık, spesifik olmayan bir nörolojik fenotipi vardı. Beyin MRG sol temporal kornada dilatasyon gösterdi. Üriner organik asit analizi, ACY1 eksikliği tanısı ile tutarlı olarak artan N-asetil amino asit seviyeleri gösterdi.

Genetik Görülme Sıklığı: 

Aminoasilaz 1 eksikliğinin prevalansı bilinmemektedir.

Kalıtım Paterni/ Deseni :

Bu durum otozomal resesif bir kalıtsal kalıtımla ifade edilir, yani her bir hücredeki genin her iki kopyası da mutasyonlara sahiptir. Otozomal resesif hastalığı olan bir bireyin ebeveynlerinin her biri mutasyona uğramış genin bir kopyasını taşır, ancak bunlar genellikle durumun belirtileri ve semptomlarını göstermezler.

Teşhis Yöntemleri ve Tedavileri

Tanı yöntemleri

Teşhis, metiyonin, glutamin, alanin, lösin, glisin, valin ve izolösin türevleri dahil olmak üzere artan N-asetillenmiş amino asit seviyelerini ortaya çıkaran idrar organik asitlerin gaz kromatografisi-kütle spektrometresi (GC-MS) analizi ile yapılır. idrar Teşhis, ACY1 genindeki mutasyonların tanımlanması ve Epstein-Barr virüsü (EBV) ile transforme edilmiş lenfoblastlarda veya fibroblastlarda düşük ACY1 enzim aktivitesinin saptanması ile doğrulanabilir.

Yönetim ve tedavi sadece semptomatiktir.

ACY1D’ye sahip olduğu bilinen az sayıda birey ve rapor edilen hastaların genç yaşı nedeniyle, klinik seyir tam olarak tahmin edilemez ve bilinmemektedir. Ek olarak, hastaların karakterizasyonu ve uzun süreli takibi belirtilmemektedir.

Daha fazla kaynak için Orphanet hastalığı sayfasını ziyaret edin.

Hastalıkla İlişkili Genler

Aminoasilaz 1 eksikliği ACY1 genindeki mutasyonlardan kaynaklanır. Bu gen, artık ihtiyaç duyulmadığında proteinlerin parçalanmasında rol oynayan aminoasilaz 1 adlı bir enzimi yapmak için talimatlar sağlar. Vücuttaki birçok protein bir uca bağlı bir asetil grubuna sahiptir. N-asetilasyon adı verilen bu modifikasyon, proteinin korunmasına ve dengelenmesine yardımcı olur. Aminoasilaz 1, asetil grubunu belirli amino asitlerden uzaklaştırarak, bu proteinlerin parçalanmasındaki son adımı gerçekleştirir. Amino asitler daha sonra geri dönüştürülebilir ve diğer proteinleri oluşturmak için kullanılabilir.

ACY1 genindeki mutasyonlar, çok az fonksiyonu olan veya hiç olmayan bir aminoasilaz 1 enzimine yol açar. Bu enzimin fonksiyonu olmadan, asetil grupları, proteinlerin parçalanması sırasında bir amino asit alt kümesinden verimli bir şekilde çıkarılmaz. N-asetillenmiş amino asitlerin fazlası idrarda vücuttan salınır. Aminoasilaz 1 fonksiyonunda bir azalmanın, aminoasilaz 1 eksikliği olan kişilerde nörolojik problemlere neden olduğu bilinmemektedir.

Hastalığın Diğer İsimleri

* ACY1D

*  aminoasilaz-1 enziminin eksikliği

Kaynaklar 

https://ghr.nlm.nih.gov/condition/aminoacylase-1-deficiency

https://molekulce.com/acy1-geni-nedir/

https://www.ncbi.nlm.nih.gov/gtr/conditions/C1835922/

http://omim.org/entry/609924#editHistory

https://rarediseases.info.nih.gov/diseases/9741/aminoacylase-1-deficiency

https://www.orpha.net/consor/cgi-bin/Disease_Search.php?lng=EN&data_id=16711&Disease_Disease_Search_diseaseGroup=aminoacylase-1-deficiency&Disease_Disease_Search_diseaseType=Pat&Disease(s)/group%20of%20diseases=Neurological-conditions-associated-with-aminoacylase-1-deficiency&title=Neurological%20conditions%20associated%20with%20aminoacylase%201%20deficiency&search=Disease_Search_Simple

Kategoriler
YUKLENDI

CUSHING SENDROMU

Sendromun Diğer İsimleri

Hiperkortizolizm,

Primer Adrenokortikal Nodüler Displazi,

Adrenal Korteks Adenomu,

Ektopik Adrenokortikotropin Sendromu,

Hiperadrenokortisizm.

Genel Bilgi

Cushing sendromu vücut dokularının böbrek üstü bezleri tarafından üretilen bir hormon olan kortizolün yüksek seviyelerine uzun süre maruz kalmasıyla oluşan nadir bir iç salgı bezi hastalığıdır. Kortizol hormonu önemli bir glukokortikoiddir. Glukokortikoidler glikoz metobolizmasının düzenlenmesinde önemli olan ve strese tepkiyi düzenleyen steroidler sınıfına aittir. Bu hastalık çocuklarda da görülebilmesine rağmen çoğunlukla 20-50 yaş arası yetişkin bireyleri etkiler.  Belirtilere kilo kazanımı, obezite, yuvalak yüzlülük, vücutta oluşan ince mor çizgiler boyun çevresinde artan yağ oranı ve kuvvetsiz kol ve bacaklar dahildir. Cushing sendromuna sahip çocuklar genellikle obezdir ve büyüme geriliğine sahiptir. 1912’de Harvey Cushing hiperkortizoleminin tipik özelliklerine sahip bir hastayı tanımladı ama bu hastalığı poliglandüler (çok salgı bezli) bir hastalık olarak tahmin etti. Hastalığın nedeni 40 yıl boyunca tartışıldı.

Belirti ve Semptomlar

Cushing sendroma sahip insanlar aşırı derecede kilo alır. Obezite yüzün etrafında yağ depolanıp “ay yüzlülüğe” sebep olacak ya da yuvarlak görünüme neden olacak düzeye gelir. Ayrıca yağ tabakaları boyun etrafında ve sırtın üst kısmında da birikir. Obezite vücudun gövde kısmında da olur ama kollar ve bacaklar ince ve kuvvetsiz kalmaya devam eder. Cushing sendroma sahip insanlar kırmızılaşmış, ince, narin ve iyileşmesi yavaş olan bir deriye sahip olabilirler. Bağ doku güçsüzleşebilir ve bunun sonucunda kollarda, memelerde, koltuk altlarında, karında, kalçada ve uyluklarda kırmızı-mavi çatlak görümüne sebep olabilir.

Cushing sendroma sahip kadınlar yüzde, boyunda, göğüste, karında ve uyluklarda aşırı tüylenmeye sahip olabilir. Yüzde, göğüste ve sırtta akne oluşumu görülür. Bazı kadınların saçları incelir ve adet döngülerinde düzensizleşme görülür. Bu sendroma sahip insanlarda doğurganlıkta ve cinsel dürtüde azalma ya da kayıp görülür. Cushing sendroma sahip çocuklarda ve ergenlerde gelişme geriliği ve hipertansiyon görülür.

Bu sendroma sahip insanların %85’inde anormal derecede yüksek tansiyon (hipertansiyon) görülür. Kemikler kolayca kırılgan hale gelir. Bu durum ilerlemiş kemik incelmesi yani osteoporoz sonucu oluşur. Ek hastalık olarak anormal derecede yüksek kan şekeri durumu olan hiperglisemi görülür ve bu durum susuzlukta ve idrara çıkmada artmaya, sıklıkla enfeksiyon geçirmeye yol açan bozulmuş bağışıklık sitemine, şiddetli güçsüzlüğe, yorgunluğa, kolay moraran bir deriye ve kas atrofisine neden olur. Çoğu hastada az şiddetliden şiddetliye birçok fiziksel bozukluk, anksiyete, depresyon, sinirlilik hali görülebilir. Baş ağrısı görülebilir. Uyku bozuklukları, uyku apnesi gelişmiş vakalarda sıklıkla görülür. Bazı hastalar idrak etmede ve çalışma performanslarında zorluk yaşadıklarını söylemişlerdir.

Genetik Değişiklikler/Etken Faktörler

Cushing sendromu nadir bir iç salgı bezi hastalığıdır ve kortizol hormonunun aşırı miktarda salgılanmasıyla oluşur. Dış etkenlere bağlı Cushing sendromu çoğunlukla eklem iltihabı, deri veremi, astım, kronik akciğer hastalıkları, kötü huylu tümörler ve lösemi gibi başka bir hastalığın uzun süre kortizol içeren ilaçlarla tedavi edilmesi sonucu ortaya çıkmıştır. Steroit tedavisi de bu durumlar için etkilidir ama bu tedavi de Cushing sendromu gibi yan etkilere sebep olabilir.

Cushing syndrome iç nedenlere de bağlı olabilir ve bu iç nedenlere bağlı Cushing sendromun vakalarının %70’i genellikle Cushing hastalığı sonucu  ortaya çıkar. Cushing hastalığı da iyi huylu hipofiz bezi tümörünün adrenokotrikotrop hormonunu (ACTH) aşırı miktarda üretimi sonucu böbrek üstü bezlerinin aşırı miktarda kortizol üretmesiyle ortaya çıkar. İç nedenlere bağlı oluşan Cushing sendromu vakalarının %10-15’i hipofiz bezi ile ilgili olmayan tümörlerin adrenokotrikotrop hormonunu yüksek seviyelerde salgılamasıyla ortaya çıkar. Bu durum çoğunlukla karında ve göğüste oluşan iyi huylu ya da kötü huylu tümörler sonucu oluşur. Bu adrenokotrikotrop hormonunu üreten tümörlerin diğer tipleri tiroidin karsinomu, feokrositoma ve pankreasın islet hücreli karsinomasıdır. Hastaların kalan %10-15’i aşırı miktarda kortizol üreten böbrek üstü bezi tümörlerine sahiptir.

Cushing sendromunun çoğu vakaları kalıtsal olmamasına rağmen nadir durumlarda bir ya da birçok hormon salgılayan bezin tümör üretmesine kalıtsal yatkınlık sonucu oluşabilir. Primer Adrenokortikal Nodüler Displazi hastalığına sahip çocuklar ya da ergenler böbrek üstü bezlerde kortizol üreten tümörler üretebilir. Cushing sendromu akciğerin, pankreasın paratiroit bezinin ve hipofiz bezinin hormon üreten tümörleriyle alakalı olan Tip 1 mültiple endokrin tümör sendromuyla oluşabilir.

Teşhis Yöntemleri ve Tedaviler

Cushing sendromunun teşhisi dışardan glikokortikoidlerin kullanımının tıbbi geçmişine ulaşımına, fiziksel incelemeye ve laboratuvar testlerine dayanır.

Laboratuvar testleri 24 saatlik idrar kortizolü ölçümü ve gece tükürük ve kan kortizolü ölçümü veya tek gecelik 1-mg’lık  ya da 48 saatlik 2 mg’lık düşük dozdaki sentetik glikokortikoid olan deksametazona kortizol tepkisini değerlendiren deksametazon baskılama testi olarak yapılabilir.

Deksametazon baskılama kortikotropin salıcı hormon stimülasyon testi Cushing sendromunu yalancı Cushing sendromu gibi aşırı miktarda kortizol oluşumuna neden olan diğer nedenlerden ayırmaya yardımcı olur. Bu test deksametazon baskılama testini ve kortikotropin salıcı hormon stimülasyon testini birleştirir. Kortikotropin salıcı hormon stimülasyon testinde kortikotropin salıcı hormon enjeksiyonu hipofiz bezinin adrenokotrikotrop hormonunu salgılamasına neden olur. Yalancı Cushing sendromuna sahip insanlar kortikotropinin adrenokotrikotrop hormonunu salınımını arttırmasını ve bu nedenle kortizol hormonu arttırmasını engelleyen dekzametazonla ön tedaviye cevap verir. Bu testten yüksek kortizol leveli sonucunun çıkması genellikle Cushing sendromuna işaret eder.

Cushing sendromunun tedavisi kortizolün aşırı üretiminin sebebine direkt olarak bağlıdır. Eğer yüksek düzey kortizol üretiminin nedeni başka bir hastalığın tedavisi için uzun süre prednizon gibi hormonların kullanımıysa ilacın dozu Cushing sendromunun semptomları kontrol altına alınana kadar tıbbi denetim altında azaltılmalıdır.

Hipofiz bezi tümörleri transnazal ya da sublabiyal transsfenoidal adenomektomi olarak bilinen operasyonla alınır. Özel cerrahi prosedürler ve uzun süreli sonuçlar tümörün tipine, lokasyonuna ve cerraha göre çeşitlenir. Operasyonların başarı oranı %80 civarıdır. Başarılı operasyonlardan sonra adrenokotrikotrop hormonu ve kortizol üretiminde düşüş beklenir. Bu nedenle, hastalar dışarıdan hidrokortizon ya da prednizon hormonu verilmesine ihtiyaç duyabilir. Bu ilaç tedavisi normal salgı bezlerinin iyileşme sürecinde bir yıl ya da daha az süre boyunca devam eder.

Cushing sendroma sahip insanların bazıları ameliyat için uygun adaylar değildir ya da bazıları başarısız ameliyat geçirmiş insanlardır. Bu insanlar için hipofiz bezine en az 6 hafta geleneksel radyosyon terapileri uygulanabilir. Alternatif olarak, belirli merkezlerde bir kerelik stereotaktik radyocerrahi, gamma ya da cyber knife tedavisi, proton tedavisi gibi odaklanmış radyasyon tedavileri uygulanabilir.

“Ketoconazole” adlı ilaç tek başına ya da radyasyon terapisiyle birlikte kortizol üretimini engellemek ve iyileşmenin hızlanmasına yardımcı olmak için kullanılır. “Metyrapone” ve “Mitotane” gibi diğer ilaçlar genellikle böbrek üstü bezlerinin kortizol üretimini düşürmek için kullanılır.  Bir başka ilaç “Cabergoline”,  hipofiz bezlerine etki eder. Bu ilacın  hastaların %20’sinde kortizol üretimini azalttığı görülmüştür.

Kortizolün aşırı miktarda üretimi böbrek üstü bezlerinden geldiği için bazı durumlarda böbrek üstü bezlerinin alınımı düşünülebilir. Bu operasyon böbrek üstü bezlerinin salgılarını engelleyeceği için  gizli hipofiz bezi tümörünün aktivasyonuna neden olabilecek Nelson sendromu adlı başka bir sendromun gelişimine sebep olabilir.

Görülme Sıklığı

Cushing sendromunun çoğu vakası bir dış neden olan kortikosteroid ilaç tedavisi yüzünden oluşur. İç nedenlere bağlı Cushin sendromu oranı yıllık olarak 13 milyon insan olarak rapor edilmiştir.

Böbrek üstü ya da hipofiz bezi tümörüne bağlı Cushing sendromu kadınlarda erkeklerden beş kat daha sık görülür.  Semptomlar 25 yaş ile 40 yaş arası görülmeye başlar.  Akciğer kanserinin neden olabileceği ektopik adrenokotrikotrop hormonunu üretimi sonucu oluşan Cushing sendromu erkeklerde kadınlardan 3 kat daha fazla görülür.

Kalıtım Paterni/Deseni

Kalıtsal nedenlerle oluşan Cushing sendromunun kalıtımı otozomal dominant paternde olur. Bu sendromun hastalığa neden olduğu bilinen mutasyona sahip ailelerde genetik danışmanlığı yapılabilir.

Kaynaklar

[1] “Cushing Syndrome.” NORD (National Organization for Rare Disorders), 2017, rarediseases.org/rare-diseases/cushing-syndrome/.

[2] INSERM. “The Portal for Rare Diseases and Orphan Drugs.” Orphanet: About Orphan Drugs, Sept. 2012, www.orpha.net

[3] “Cushing’s Syndrome.” Genetic and Rare Diseases Information Center, U.S. Department of Health and Human Services, 30 Nov. 2014, rarediseases.info.nih.gov/diseases/6224/cushings-syndrome.

Kategoriler
YUKLENDI

ANDERMANN SENDROMU

Genel Bilgi

Andermann Sendromu (AS) kas hareketlerini ve duyuları sağlayan sinirlerin hasarlandığı bir bozukluktur (motor ve sensoriyel nöropati). Hastaların çoğunda Korpus Kallozumun agenezisi veya malformasyonu görülür. Bozukluğun belirtileri ve bulguları arasında arefleksi, hipotoni, amyotrofi, titreme(tremor),  uzuvlarda ciddi progresif zayıflık ve his kaybı sayılabilir. Etkilenen bireyler tipik olarak geç yürümeye başlar ve bu yetilerini ergenlik yıllarıyla beraber kaybederler. Görülen diğer özellikler arasında mental redardasyon, nöbetler, kontraktürler, skolyoz, çeşitli psikiyatrik belirtiler, çeşitli atipik fiziksel özellikler ve fasiyal kas güçsüzlüğüne, pitoza neden olan kranial sinir problemleri ve gözlerle hareketleri izleyen güçlük (bakış felci) sayılabilir. Hastalık SLC12A6 genindeki mutasyonlardan kaynaklanmaktadır ve otozomal resesif bir şekilde kalıtılır. AS’de yaşam beklentisi kısadır ancak etkilenen bireyler tipik olarak yetişkinliğe erişir.

Genetik Değişiklikler/Etken Faktörler

SLC12A6 genindeki mutasyonlar Andermann Sendromuna neden olmaktadır. SLC12A6 geni, K-Cl kotransporter adı verilen hücre zarı üzerindeki taşıyıcı bir proteinin yapılmasını sağlar. Bu protein, yüklü Potasyum (K) ve Klor (Cl) atomlarının (iyonlarının) hücre zarından geçişini sağlamaktadır. Pozitif yüklü potasyum iyonları ve negatif yüklü klor iyonları, hücre zarından birlikte geçerler(kotransport) böylece hücre içi ve dışında herhangi bir elektriksel değişikliğe yol açmazlar(Elektronötral). Hücre zarı üzerinde iyonların elektronötral kotransportunun vücutta birçok işlevi vardır. SLC12A6 geninden üretilen K-Cl kotransporterinin fonksiyonu tam olarak bilinmemekle birlikte, sinir dokunun gelişimi ve onarımı için kritik olduğu düşünülmektedir. Ayrıca hücreler ve hücreler arası boşluk arasındaki potasyum, klor veya su dengesinin düzenlenmesinde rol oynamaktadır. K-Cl kotransporter proteini, iyon konsantrasyonlarına duyarlı diğer proteinlerin aktivitesini de düzenlemeye yardımcı olabilmektedir.
Andermann Sendromuna neden olan SLC12A6 genindeki mutasyonlar K-Cl kotransporter proteininin işlevini bozmaktadır. Bu proteinin eksikliğinden korpus kallozumun gelişiminin ve hareket ile duyum için gerekli sinirlerin etkilendiği böylece Andermann Sendromunun belirtileri ve bulgularının ortaya çıktığına inanılmaktadır.

Belirti ve Bulgular

Belirtiler aşağıdaki tabloda özetlenmiştir. Çoğu hastalıkta belirtiler kişiden kişiye değişiklik gösterebilmektedir yani aynı hastalığa sahip kişiler aynı belirtileri göstermek zorunda değildir. Tablonun kaynağı HPO (Human Phenotype Ontology) isimli bilgi bankasıdır. Dilerseniz HPO kodunu kullanarak belirtiler hakkında daha fazla bilgi sahibi olabilirsiniz (İngilizce).

Genetik Görülme Sıklığı

Andermann Sendromu en çok Kanadanın Quebec şehrinin Saguenay-Lac-St.-Jean ve Charlevoix bölgelerindeki Fransız kökenli Kanada nüfusunda görülmektedir. Bu popülasyonda, Andermann sendromu yaklaşık 2,000 yenidoğanda 1 civarında görülmektedir. Dünyanın başka bölgelerinde bu bozukluğu olan sadece birkaç kişi tespit edilmiştir.

Kalıtım Deseni (Paterni)

Bu durum otozomal resesif olarak kalıtılmaktadır yani her hücredeki bu durumdan sorumlu genin iki allelinde de mutasyon vardır. Otozomal resesif rahatsızlığı olan bir bireyin ebeveynlerinden her biri mutasyona uğramış genin bir kopyasını taşır ancak tipik olarak durumun belirtilerini ve bulgularını göstermezler.

Teşhis Yöntemleri ve Tedaviler

Genetik veya nadir bir hastalık için tanı koymak genellikle zorludur. Sağlık profesyonelleri genellikle bir kişinin tıbbi geçmişine, belirtilerine, fiziksel muayenesine ve laboratuvar test sonuçlarına göre teşhis koymaktadır. Tanı koymaya ilişkin sorularınız varsa, bir sağlık profesyoneline başvurmalısınız. Andermann sendromunun tedavisi olmamakla beraber semptomları hafifletmek için birkaç etkili tedavi vardır. Fizik tedavi, hareket yetisini mümkün olduğu kadar sürdürmek için yararlı olabilmektedir. Bazı hastalarda skolyoz nedeniyle omurga cerrahisi önerilebilmektedir.

Hastalıkla İlişkili Genler

Hastalık SLC12A6 genindeki mutasyonlardan kaynaklanmaktadır.

Hastalığın Diğer İsimleri

  • ACCPN
  • Nöropatinin eşlik ettiği Korpus Kallozum Agenezisi
  • Periferal nöropatinin eşlik ettiği Korpus Kallozum Agenezisi
  • Polinöropatinin eşlik ettiği Korpus Kallozum Agenezisi
  • Charlevoix Hastalığı
  • Kalıtsal motor ve sensoriyel nöropatinin eşlik ettiği Korpus Kallozum Agenezisi
  • HMSN/ACC

Kaynaklar

  1. Dupré N, Howard HC, Rouleau GA. Hereditary Motor and Sensory Neuropathy with Agenesis of the Corpus Callosum. 2006 Feb 2 [Updated 2014 Jun 12]. In: Adam MP, Ardinger HH, Pagon RA, et al., editors. GeneReviews® [Internet]. Seattle (WA): University of Washington, Seattle; 1993-2018. Available from: https://www.ncbi.nlm.nih.gov/books/NBK1372/
  2. https://ghr.nlm.nih.gov/condition/andermann-syndrome
  3. https://rarediseases.info.nih.gov/diseases/1537/andermann-syndrome
  4. https://www.counsyl.com/diseases/andermann-syndrome/
Kategoriler
YUKLENDI

“MAL DE MELEDA” HASTALIĞI

Genel Bilgi

Mal de Meleda erken yenidoğanlarda görülen ender bir deri bozukluğudur.

Belirti ve Semptomlar

Bu bozukluğu taşıyan bireyler palmoplantar keratoderma denilen, avuç içleri ve ayak tabanlarındaki derinin kalın, sert ve nasırlı olduğu  durumla karşı karşıyadır. Mal de Meleda’da kalınlaşmş deri, aynı zamanda el ve ayakların arka tarafında ve bileklerinde de görülür. Buna ek olarak, bu bireyler el ve ayak parmakları ve diz eklemlerinde de pürüzlü tabakalara sahip olabilmektedir. Bazı Mal de Meleda hastalarında kalınlaşmış deri tabakalarında tekrarşayan mantar enfeksiyonları görülebilmekte ve bu durum güçlü bir kokuya yol açabilmektedir. Hastalığın diğer özellikleri arasında kısa el ve ayak parmakları (brakidaktili), tırnak anormallikleri, ağız etrafında kırmızı deri ve aşırı terleme (hiperhidrozis) bulunmaktadır.

Genetik Değişiklikler/Etken Faktörler

Mal de Meleda, etkeni SLURP1 geni üzerindeki mutasyonlardır. Bu gen, reseptör denilen ve hücreler arası iletişimi sağlayan diğer proteinlerle etkileşime giren bir proteini üretecek yönergeleri sağlar. Çalışmalar SLURP-1 proteininin deri üzerindeki nikotinik asetilkolin reseptörlerine (nAChRs) bağlanabildiğini göstermiştir. Bu etkileşimler yoluyla SLURP-1 proteininin deri hücrelerinin büyümesi, bölünmesi, olgunlaşması (başkalaşım) ve hayatta kalmasının kontrol edilmesinde etkin olduğu düşünülmektedir.

SLURP1 genindeki mutasyonlar sonucu vücutta çok az SLURP-1 proteini üretilebilir veya hiç protein üretilmeyebilir. Bu protein eksikliğinin nasıl mal de Meleda hastalığındaki deri bozukluklarına yol açtığı net değildir. Araştırmacılar SLURP-1 olmaksızın nAChR sinyalizasyonunu kontrol eden gen aktivitelerinin değiştiğini, bu durumun da deri hücrelerinin çok büyümesi veya normalde ölecek hücrelerin hayatta kalmasına yol açtığını speküle etmektedirler. Hücrelerin çokluğu deri kalınlaşması ile sonuçlanmaktadır. Ancak özellikle el ve ayakların nasıl etkilendiği tam olarak açık değildir.

Genetik Görülme Sıklığı

Mal de Meleda nadir bir hastalık olup tekrarlanma sıklığı bilinmemektedir.Hastalık ilk olarak Mljet isimli Hırvatistan adasında (İtalyanca’da Meleda denmektedir)  görülmüş olup sonrasında tüm dünyadaki topluluklarda da görülmüştür.

Kalıtım Paterni / Deseni

Bu bozukluk otozomal çekinik modelde kalıtılmaktadır, bu da her hücredeki her iki gen kopyasının da mutasyonu taşıması gerektiği anlamına gelmektedir. Otozomal çekinik bir bozukluğu taşıyan bir bireyin ebeveynlerinin her biri mutant genin birer kopyasını taşır ancak tipik olarak işaret ve semptomlarını göstermezler.

Teşhis Yöntemleri ve Tedaviler

Mal de Meleda teşhisi delesyon/duplikasyon analizi, tüm kodlama bölgesinin mutasyon taraması ve tüm kodlama bölgesinin sekans analizi gibi moleküler genetik yöntemleri ile teşhis edilebilmektedir. Semptomatik tedavi oral retinoidler ile sağlanmaktadır.

Hastalıkla İlişkili Genler

  • SLURP1

(Bu genin diğer isimleri: ANUP, ARS, ArsB, LY6LS, MDM’dir)

Hastalığın Diğer İsimleri

  • acroerythrokeratoderma
  • keratosis palmoplantaris transgrediens of Siemens
  • Meleda disease
  • transgrediens palmoplantar keratoderma of Siemens

Kaynaklar

https://ghr.nlm.nih.gov/condition/mal-de-meleda

http://www.firstskinfoundation.org/types-of-ichthyosis/palmoplantar-keratodermas

https://www.ncbi.nlm.nih.gov/gtr/conditions/C0025221/

Kategoriler
YUKLENDI

APDS – PASLI Hastalığı

Genel Bilgi

APDS hastalığı; yaşlanan T hücrelerine, lenfadenopatiye ve immün yetmezliğe neden olan p110 delta aktive edici bir mutasyon; Aktif PI3K-delta sendromu olarak adlandırılan farklı hastalık isimleriyle, Konjenital ve Genetik Hastalıklar; Bağışıklık Sistemi Hastalıkları kategorisindeki bir hastalıktır. NIAID ve Ulusal Sağlık Enstitüleri Ulusal İnsan Genomu Araştırma Enstitüsü’nden bilim adamları, APDS hastalığının genetik nedenini belirledikten sonra araştırmacılar, Gıda ve İlaç İdaresi (FDA) tarafından onaylanan bir ilaç olan rapamisin ile bir hastayı tedavi ettiler. Terapi vaat gösterdi ve diğerlerinde daha fazla değerlendirilecektir.

Genetik Değişiklikler /Etken Faktörler

“Aktive PI3 kinaz delta sendromu (APDS)”, fosfoinositid-3-kinaz δ (PI3Kδ) aktivitesini artıran baskın mutasyonların neden olduğu primer bir immün yetmezliktir. APDS PI3Kδ katalitik alt ünite p110δ (APDS1) kodlayan PIK3CD genindeki mutasyonlar veya düzenleyici alt ünite p85a’yı (APDS2) kodlayan PIK3R1 genindeki mutasyonlardan kaynaklanabilir. APDS araştırması 2013’teki ilk keşiften sonra hızla ilerlemiştir. Dünyada 200’den fazla APDS hastası tespit edilmiştir. Çoklu yeni APDS mutasyonları rapor edildi ve PI3Kδ aktivasyonuna yol açan moleküler mekanizmalar açıklandı. APDS’nin bulunması, insan bağışıklık sistemindeki PI3Kδ’nın rolüne dair anlayışımızı önemli ölçüde arttırdı. Belki de en önemlisi, bu primer immün yetmezliğin moleküler temelinin keşfi, daha önce sadece spesifik olmayan bir tedavi alan APDS hastalarının PI3Kδ aktivitesini inhibe eden yeni bir ilaç sınıfı tarafından tedavi edilebileceğini göstermiştir. Bu APDS hastalarında devam eden seçici PI3Kδ inhibitörlerinin klinik denemelerine yol açmıştır.

Belirti ve Semptomlar 

Aktive PI3K-delta sendromu bağışıklık sistemini bozan bir hastalıktır. Bu rahatsızlığı olan kişiler genellikle düşük sayıda beyaz kan hücrelerine (lenfopeni), özellikle de B hücrelerine ve T hücrelerine sahiptir. Normalde, bu hücreler enfeksiyonu önlemek için virüsler ve bakteriler gibi yabancı istilacıları tanır ve bunlara saldırır. Çocukluktan itibaren, aktif PI3K-delta sendromu olan insanlar, özellikle akciğerlerde, sinüslerde ve kulaklarda tekrarlayan enfeksiyonlar geliştirir. Zamanla tekrarlayan solunum yolu enfeksiyonları, soluk borusundan akciğerlere (bronşlara) giden geçişlere zarar veren bronşektazi adı verilen bir duruma ve solunum problemlerine neden olabilir. Aktif PI3K-delta sendromu olan kişilerde ayrıca kronik aktif viral enfeksiyonlar, genellikle Epstein-Barr virüsü veya sitomegalovirüs enfeksiyonları olabilir.

Aktive olmuş PI3K-delta sendromunun bir başka olası özelliği beyaz kan hücrelerinin anormal şekilde toplanmasıdır. Bu kümeler, genişletilmiş lenf düğümlerine (lenfadenopati) yol açabilir veya beyaz kan hücreleri, genellikle hava yollarının veya bağırsakların nemli astarında katı kütleler (nodüler lenfoid hiperplazi) oluşturmak üzere birikebilir. Lenfadenopati ve nodüler lenfoid hiperplazi kanserli olmasa da (iyi huylu), aktive PI3K-delta sendromu ayrıca B hücreli lenfoma adı verilen bir kanser türü gelişme riskini de arttırır.

Genetik Görülme Sıklığı:

Aktif PI3K-delta sendromunun prevalansı bilinmemektedir.

Yaygınlık oranı : <1 / 1 000 000

Kalıtım Paterni / Deseni

Bu durum otozomal dominant paternde kalıtsaldır, bu da her hücrede değiştirilmiş genin bir kopyasının bozukluğa neden olması için yeterli olduğu anlamına gelir.

Teşhis Yöntemleri ve Tedavileri :

Bilim adamları, Actived PI3-kinase Delta Sendromu için yeni tedaviyi belirledi. Sheffield Üniversitesi’nden Profesör Alison Condliffe ve bir doktor, bilim insanı ve genetik uzmanı ekibi kısa bir süre önce, aktif PI3-kinaz Delta Sendromu adında yeni bir kalıtsal hastalık tespit etmiş ve bu da enfeksiyona duyarlılığın artmasına neden olmuştur. APDS’li insanlar akciğerlerde, sinüslerde ve kulaklarda sıklıkla ve ciddi bakteriyel enfeksiyonlara maruz kalır, bu da sıklıkla kalıcı hasara yol açar. Hastaların çoğu bu yıkıcı enfeksiyonlardan genç ölür. APDS’li hastalardan immün hücreleri incelemek zor olduğu için, Profesör Condliffe ve ekibi aynı genetik defektli bir fare tasarladı ve bu fare modelindeki immün hücrelerin nasıl çalıştığını inceledi. APDS’ye aşırı aktif PI3Kdelta neden olduğu için, PI3Kdelta aktivitesini inhibe eden ilaçların kullanılması APDS için potansiyel bir tedavi olabilir. 2016 yılında, GlaxoSmithKline ile ortak olan ekip, APDS’li hastalarda PI3Kdelta inhibitörünü test etmek için bir Faz 2 klinik deneyi başlattı. Profesör Condliffe ve ekibi APDS için açık bir hastalık mekanizması tespit edebildi ve APDS anlayışımızdaki önemli ve spesifik boşlukları ele almayı başardı.

Hastalığın Diğer İsimleri :

• PASLI hastalığı
• Lenfadenopati ve immün yetmezlik
• Aktif PI3K-delta sendromu

• Kaynaklar 
https://www.niaid.nih.gov/diseases-conditions/scientists-identify-new-immunodeficiency-disease
https://ghr.nlm.nih.gov/condition/activated-pi3k-delta-syndrome#synonyms
https://www.frontiersin.org/articles/10.3389/fimmu.2018.00369/full
https://www.drugtargetreview.com/news/27393/activated-pi3-kinase-delta-syndrome/
https://www.orpha.net/consor/cgibin/Disease_Search.php?lng=EN&data_id=22685&Disease_Disease_Search_diseaseGroup=397596&Disease_Disease_Search_diseaseType=ORPHA&Disease(s)/group%20of%20diseases=Activated-PI3K-delta-syndrome&title=Activated%20PI3K-delta%20syndrome&search=Disease_Search_Simple

Kategoriler
YUKLENDI

AİLESEL GLUKOKORTİKOİD EKSİKLİĞİ

Orpha numarası: 361

Genel bilgi
Ailesel glukokortikoid eksikliği böbreküstünde bulunan ve hormon üretme görevine sahip adrenal bezleri glukokortikoid adı verilen hormonları üretmediği zaman ortaya çıkan bir hastalıktır. Kortikosteron ve kortizol hormonlarını içeren bu hormonlar, bağışıklık sistemi fonksiyonunda, kan şekeri seviyesinin korunmasında, beyindeki sinir hücresi sinyal tetiklenmesinde ve birçok farklı amaçta görevlidir. Bir grup birincil adrenal yetersizlikle ( klinik olarak yenidoğan hiperpigmentasyonu, hipoglisemi, büyüme geriliği, tekerrür eden enfeksiyonlar; biyokimyasal olarak glukokortikoid eksikiği) karakterizedir, mineralokortikoid eksikliği içermez.

Genetik görülme sıklığı
Sıklık bilinmemektedir.

Genetik değişiklik
Birçok vakada adenokortikotropin reseptöründeki veya sinyal yolağındaki, adrenal korteksteki adenokortikotropik hormona tepki veren zona faskikulata hücrelerinde glukokortikoid eksikliğine öncülük eden bozukluğa sebep olan kusurlara bağlıdır. Bu bozukluklar çoğunlukla; vakaların %25’inde MC2R(18p11.2) genindeki mutasyonlardan, vakaların %20’sinde MRAP (21q22.1) genindeki mutasyonlardan kaynaklanır. Diğer hastalarda raporlanan mutasyonlar MCM4 (8q12-q13) geninde (büyük olasılıkla İzlandalı gezgin popülasyona özgü), NNT (5p12) geninde (vakaların %15’inde) ve TXNRD2(22q11.21) genindedir. STAR (8p11.2) veya CYP11A1(15q23-q24) genlerindeki mutlak kısmi inaktive edici mutasyonlar ailesel glukokortikoid eksikliğini maskeleyen bir fenotipe sebep olabilir.

Belirti ve semptomlar 
Çoğunlukla bebeklik veya erken çocukluk döneminde deride ve dişetinde hiperpigmentasyon(doğumdan itibaren veya zamanla gelişen), hipoglisemi nöbetleri ve büyüme geriliği olarak kendini gösterir. Tekrarlayan enfeksiyonlar da yaygın bir bulgudur, aynı zamanda daha büyük çocuklar için hastalığın bir işareti olarak da değerlendirilebilir. Güçsüzlük, kırılganlık, kilo kaybı, anoreksi, kusma, yanma veya karın ağrısı, kabızlık, ishal ve bunlara ek belirtiler böbrek üstü bezi yetmezliğine bağlı olarak bazı hastalarda görülebilir. Havaleyle sonuçlanan hipoglisemik krizler tedavi edilmezse koma veya ölüme sebebiyet verebilir ve tekrarlayan hipoglisemi nörolojik serellere ( öğrenme güçlüğü, entelektüel eksiklik; bazen şiddetli, kuadripleji gibi ciddi sensör ve motor bozukluklara sebebiyet verebilen nöronal hasar gibi) sebep olabilir. Uzun boy bazı hastalarda raporlanmıştır, tipik olarak MC2R gene kusuruna sahip hastalarda. MRAP kusurları daha ciddi seyreden bir hastalıkla ve daha erken bir başlangıçla ilişkiliyken, MCM4 genindeki kusurlarda daha ılımlı bir fenotip görülür.

Kalıtım deseni
Otozomal çekinik (resesif) bir biçimde kalıtılır. Genetik rehberlik mümkündür.

Hastalıkla ilgili genler
Birçok vakada adenokortikotropin reseptöründeki veya sinyal yolağındaki, adrenal korteksteki adenokortikotropik hormona tepki veren zona faskikulata hücrelerinde glukokortikoid eksikliğine öncülük eden bozukluğa sebep olan kusurlara bağlıdır. Bu bozukluklar çoğunlukla; vakaların %25’inde MC2R(18p11.2) genindeki mutasyonlardan, vakaların %20’sinde MRAP (21q22.1) genindeki mutasyonlardan kaynaklanır. Diğer hastalarda raporlanan mutasyonlar MCM4 (8q12-q13) geninde (büyük olasılıkla İzlandalı gezgin popülasyona özgü), NNT (5p12) geninde (vakaların %15’inde) ve TXNRD2(22q11.21) genindedir. STAR (8p11.2) veya CYP11A1(15q23-q24) genlerindeki mutlak kısmi inaktive edici mutasyonlar ailesel glukokortikoid eksikliğini maskeleyen bir fenotipe sebep olabilir.

Teşhis yöntemleri ve tedaviler
Tanı, klinik ve laboratuvar bulgularından yola çıkarak yapılır. Hastalar yüksek plazma adenokortikotropin ve ekzojen adenokortikotropin stimülasyonuna tepki vermeyen düşük sabah kortizol seviyelerine sahiptir. Mineralokortikoid fonksiyonu normaldir.  Hastalıktaki bir mutasyonu ortaya çıkaran moleküler genetik test, hastalığın tanısını doğrular. Doğum öncesi tanı, mutasyona sebep olabilen bilinen bir hastalığa sahip aileler için mümkündür, ancak nadiren uygulanır.

Tedavi, oral hidrokortizon içeren yerine koyma tedavisinden oluşur. Günde 10-12 mg dozaj (genellikle 3 doza bölünmüş şekilde) kortizol seviyesini düşürür ve normal seviyeye getirir ama nadiren adenokortikotropin seviyesini normal seviyeye getirir. Ameliyat ve interküran hastalık gibi stres dönemlerinde doz ayarlaması zaruridir. Hastalar acil durumlar için enjekte edilebilir hidrokortizon bulundurmalıdır ve tıbbi uyarı künyesi veya kartı taşımalıdır. Hipoglisemik krizlerin acil ve uygun tedavisi esastır. Tedavi yaşam boyu sürer. Erken teşhis ve tedavi uygulandığı takdirde hastalık seyri iyidir. Yalnızca tedavi edilmezse yüksek morbidite ve mortalite oranına sahip bir hastalıktır.

Kaynaklar

[1] “Familial Glucocorticoid Deficiency – Genetics Home Reference – NIH.” U.S. National Library of Medicine, National Institutes of Health, 18 Dec. 2018, ghr.nlm.nih.gov/condition/familial-glucocorticoid-deficiency#genes.

[2] INSERM, and Pr. Adrian CLARK. “The Portal for Rare Diseases and Orphan Drugs.” Orphanet: About Orphan Drugs, Apr. 2015, www.orpha.net/consor/cgi-bin/Disease_Search.php?lng=EN&data_id=3506&Disease_Disease_Search_diseaseGroup=Familial-glucocorticoid-deficiency&Disease_Disease_Search_diseaseType=Pat&Disease%28s%29%2Fgroup%2Bof%2Bdiseases=Familial-glucocorticoid-deficiency&title=Familial%2Bglucocorticoid%2Bdeficiency&search=Disease_Search_Simple.

Kategoriler
YUKLENDI

HAJDU-CHENEY Sendromu

Genel Bilgi 

Hajdu-Cheney sendromu, vücudun birçok parçasını, özellikle de kemikleri etkileyebilen nadir bir hastalıktır. El ve ayaklardaki kemik dokusunun kaybı (akro-osteoliz) durumun karakteristik bir özelliğidir. Parmaklar ve ayak parmakları kısa ve geniştir ve uçlarda kemik parçalanmaya devam ettikçe zamanla kısalırlar. Parmaklardaki kemik kaybı, küçük nesnelerin alınması gibi ince motor becerilere müdahale edebilir.

Vücuttaki kemik anormallikleri, Hajdu-Cheney sendromunda sık görülür. Etkilenen bireyler, kemiklerin kırılgan ve kırılmaya eğilimli olmasına neden olan osteoporoz geliştirir. Birçok etkilenen birey, omurga kemiklerinin (omurlar) kırılmasını (kompresyon kırıkları) tecrübe eder. Bazıları da omurganın anormal eğriliğini geliştirir (skolyoz veya kifoz). Hajdu-Cheney sendromu ayrıca kol ve bacaklardaki uzun kemiklerin şeklini ve gücünü de etkiler. Bu durumla ilişkili anormallikler kısa boyludur.

Hajdu-Cheney sendromu ayrıca, yüz kemikleri de dahil olmak üzere kafatası kemiklerinin anormalliklerine neden olur. Kafatasının şekli genellikle dolichocephalic olarak tanımlanır, yani arkadan öne doğru uzar. Birçok etkilenen bireyde, kafatasının arkasındaki kemik dışa doğru çıkarak belirgin bir oksiput olarak adlandırılan bir yumruya neden olur. Bu durumla ilişkili belirgin yüz özellikleri arasında geniş aralıklı ve aşağı doğru meyilli gözler, ortada birlikte büyüyen kaşlar (sinophrys), düşük kulaklar, yüzün orta kısmına batık bir görünüm (orta yüz hipoplazisi) ve geniş bir alan bulunur. burun ve üst dudak arasında (uzun bir philtrum). Etkilenen bazı çocuklar, yarık damak ya da yüksek kemerli bir damak denilen ağız çatısında bir açıklıkla doğarlar. Etkilenen yetişkinlerde, yüz özellikleri genellikle “kaba” olarak tanımlanır.

Etkilenen bazı bireylerde bulunan diğer Hajdu-Cheney sendromunun diğer özellikleri arasında eklem anormallikleri, özellikle alışılmadık derecede geniş eklem hareketi (hipermobilite); diş problemleri; işitme kaybı; derin, çakıllı bir ses; aşırı vücut kılı; çocuklukta tekrarlayan enfeksiyonlar; kalp kusurları; ve içi sıvı dolu kistlerin (polikistik böbrekler) büyümesi gibi böbrek anormallikleri. Bu duruma sahip bazı insanlar çocuklukta gelişmeyi geciktirmiştir, ancak gecikmeler genellikle hafiftir.

Etkilenen bireylerin yaklaşık yarısında meydana gelen en ciddi komplikasyonlar olan Hajdu-Cheney sendromu, plati baseni ve baziler invaginasyon olarak bilinen anormalliklerdir. Platybasia, kafatası kemiklerinin incelmesi ve yumuşamasının neden olduğu kafatasının tabanının düzleşmesidir. Baziler invaginasyon, yumuşatılmış kemikler, omurganın bir kısmının, kafatasının altındaki açıklıktan anormal bir şekilde çıkmasına ve beynin alt kısımlarına doğru itilmesine izin verdiği zaman ortaya çıkar. Bu anormallikler baş ağrıları, anormal görme ve denge, beyinde sıvı birikmesi, anormal solunum ve ani ölüm gibi ciddi nörolojik problemlere yol açabilir.

Hajdu-Cheney sendromunun belirti ve bulguları, aynı aile üyeleri arasında bile etkilenen bireyler arasında büyük farklılıklar göstermektedir. Akro-osteoliz ve bazı karakteristik yüz özellikleri gibi bozukluğun özelliklerinin çoğu, doğumda mevcut değildir, ancak çocuklukta veya daha sonra ortaya çıkmaktadır. Platybasia ve bazilar invaginasyon gelişme riski de zamanla artar.
Hajdu-Cheney sendromunun özellikleri, serpantin fibula-polikistik böbrek sendromu (SFPKS) denilen bir durumla önemli ölçüde örtüşmektedir. Her ne kadar ayrı ayrı bozukluklar olarak görülselerde, araştırmacılar iki koşulun aynı gendeki mutasyonlarla ilişkili olduğunu keşfettiler. Bu benzerliklere dayanarak, birçok araştırmacı şimdi, Hajdu-Cheney sendromu ve SFPKS’nin aynı durumun varyantları olduğunu düşünüyor.

Hajdu-Cheney sendromu durumuna sahip bireyler için sorunlara neden olsa da, yaşam beklentisi genellikle normaldir.

Genetik Değişiklikler / Etken Faktörler

Hajdu-Cheney sendromu, NOTCH2 genindeki mutasyonlarla ilişkilidir. Bu gen, Notch2 adında bir reseptör yapmak için talimatlar sağlar. Çalışmalar, Notch2 reseptörü aracılığıyla sinyal vermenin, kemiklerin erken gelişimi ve daha sonra kemik yeniden modellemesi için önemli olduğunu, eski kemiğin çıkarıldığı normal bir süreç ve bunun yerine yeni kemik oluşturulduğunu ileri sürmektedir. Notch2 sinyallemesinin ayrıca kalbin, böbreklerin, dişlerin ve vücudun diğer bölümlerinin gelişiminde rol oynadığı görülmektedir. NOTCH2 geninin belirli bir alanındaki mutasyonlar, Hajdu-Cheney sendromu ile ilişkilidir. Bu mutasyonlar, Notch2 reseptörünün normal olarak parçalanamayan bir versiyonuna yol açar. Sonuç olarak, sinyal kesildikten sonra bile reseptör aktif olmaya devam eder. Hajdu-Cheney sendromu ile ilişkili NOTCH2 gen mutasyonları anormal derecede artmış Notch2 sinyaline yol açtığından, bunlar “fonksiyon kazancı” mutasyonları olarak tanımlanmaktadır. Araştırmacılar, aşırı Notch2 sinyallemesinin, Hajdu-Cheney sendromunun çeşitli özellikleriyle ne kadar ilgili olduğundan emin değiller. Akro-osteoliz, osteoporoz ve belirgin yüz özellikleri dahil olmak üzere, bozukluğun iskelet özelliklerinin, muhtemelen anormal kemik gelişimi ve yeniden biçimlenmesinden kaynaklandığından şüphelenirler. Aşırı aktif Notch2 reseptörü aracılığıyla aşırı sinyal verme, eski kemiğin çıkarılmasını artırabilir, yeni kemik oluşumunu veya her ikisini de azaltabilir. Aşırı aktif reseptörün bu durumun diğer belirtilerine ve semptomlarına nasıl katkıda bulunduğu net değildir.
Belirti ve Semptomlar:

Hajdu-Cheney sendromu tanısı, karakteristik semptomların tanımlanması, ayrıntılı bir hasta ve aile öyküsü, kapsamlı bir klinik değerlendirme ve çeşitli özel görüntüleme testlerine dayanır.
Klinik Test ve Çalışması:
Kafatasının ortak röntgenleri, açık sütürler ve kafatasının anormal şekilde düzleştirilmiş tabanı dahil olmak üzere karakteristik değişiklikleri ortaya çıkarabilir. Omurganın röntgenleri kırıklar ve kemik kaybı gösterebilir. Çift enerjili radyoiztometri (DEXA) veya çift enerjili X-ışını absorpsiyometri (DXA) olarak bilinen bir test, kemik mineral yoğunluğunu ölçmek ve osteoporoz varlığını saptamak için kullanılabilir.

Moleküler genetik testler, Hajdu-Cheney sendromunun tanısını doğrulayabilir. Moleküler genetik test, bozuklukla ilişkili olduğu bilinen NOTCH2 genindeki mutasyonları tespit edebilir.

Genetik Görülme Sıklığı:

Hajdu-Cheney sendromu nadir görülen bir hastalıktır; prevalansı bilinmemektedir. Tıbbi literatürde 100’den az etkilenmiş birey tanımlanmıştır.

Aşağıdaki bozuklukların belirtileri, Hajdu-Cheney sendromu ile benzer olabilir. Karşılaştırmalar ayırıcı tanı için yararlı olabilir.

Hajdu-Cheney sendromunda görülenlere benzer belirtilere sahip olabilen çok sayıda bozukluk vardır. Akroosteoliz çeşitli otoimmün bozukluklarda görülebilir. Osteogenezis imperfecta, Melnick-Needles sendromu, Ehlers-Danlos sendromu, kleidokranial displazi ve bazı lizozomal depolanma hastalıkları gibi diğer nadir, genetik iskelet bozuklukları vardır. Hutchison-Gilford progeria sendromu benzer semptomlara sahiptir, ancak erken yaşlanma özelliklerine göre ayırt edilir. (Bu bozukluklar hakkında daha fazla bilgi için, Nadir Hastalık Veritabanında arama teriminiz olarak belirli bir bozukluğun adını seçin.)

Kalıtım paterni / deseni:
Hajdu-Cheney sendromu, otozomal dominant bir modelde kalıtılır, yani her bir hücrede değiştirilmiş NOTCH2 geninin bir kopyası, bozukluğa neden olmak için yeterlidir. Çoğu vaka gendeki yeni mutasyonlardan kaynaklanır ve ailelerinde bozukluğun öyküsü olmayan kişilerde görülür. Daha az yaygın olarak, etkilenen bir kişi, etkilenen bir ebeveynden mutasyonu miras alır.
Teşhis Yöntemleri ve Tedavileri:

Hajdu-Cheney sendromunun tedavisi, her bir bireyde belirgin olan spesifik semptomlara yöneliktir. Tedavi, bir uzman ekibinin koordineli çabalarını gerektirebilir. Çocuk hekimleri, iskelet (ortopedist), ortopedi cerrahları, kalp hastalıkları (kalpbilimciler), diş hekimi uzmanları, konuşma patologları, işitme problemlerini (odyologlar) ve Sağlık çalışanlarının, etkilenen çocuğun tedavisini sistematik ve kapsamlı bir şekilde planlaması gerekebilir. Genetik danışmanlık, etkilenen bireyler ve aileleri için yararlı olabilir. Bütün aile için psikososyal destek de şarttır.

Etkilenen bireyler için standart tedavi protokolleri veya yönergeleri yoktur. Hastalığın seyrek olması nedeniyle, büyük bir hasta grubunda test edilmiş herhangi bir tedavi çalışması yoktur. Tıbbi literatürde, tek vaka raporlarının veya küçük hasta serilerinin bir parçası olarak çeşitli tedaviler bildirilmiştir. Tedavi denemeleri, Hajdu-Cheney sendromu olan bireyler için spesifik ilaçların ve tedavilerin uzun vadeli güvenliğini ve etkinliğini belirlemede çok yardımcı olacaktır. Bozukluğa neden olan değişmiş genlerin kemik kaybına neden olmasının nedeni bilinmediği için tedavi çabaları engellenir.
Bazı bireyler osteoporozu tedavi etmek için kemik erimesini önleyen ilaçlar ile tedavi edilmiştir. Normal olarak, kemik yavaş yavaş bozulur (kemik erimesi) ve daha sonra reformlar, kemik dönüşümü olarak adlandırılan bir süreçtir. Bir teori, aşırı veya hızlandırılmış kemik döngüsünün, Hajdu-Cheney sendromuna katkıda bulunmasıdır. Bu ilaçların yararı oluşturulmamıştır.

Hidrosefali, omurilik anormallikleri, yarık damak ve konjenital kalp defektleri dahil olmak üzere, Hajdu-Cheney sendromunun çeşitli komplikasyonlarını tedavi etmek için cerrahi gerekebilir. İşitme kaybını tedavi etmek için işitme cihazları kullanılabilir.

Hastalığın Diğer İsimleri:

⁃ Serpantin fibula-polikistik böbrek sendromu/ SFPKS

⁃ Cheney sendromu

⁃ Artro-dento-osteo displazisi

⁃ Ailesel osteodisplazi

⁃ Acroosteolysis dominant type / akroosteoliz baskın tip

⁃ HJCYS

Kaynaklar:
https://ghr.nlm.nih.gov/condition/hajdu-cheney-syndrome#diagnosis

https://rarediseases.info.nih.gov/diseases/508/acroosteolysis-dominant-type

https://rarediseases.org/rare-diseases/hajdu-cheney-syndrome/

Kategoriler
YUKLENDI

SENDROMİK OLMAYAN APLAZİA KUTİS KONJENİTA

Orpha numarası: 1114

Hastalığın Diğer İsimleri
ACC,
kafatası ve kafa derisi konjenital eksikliği
Genel Bilgi
Sendromik olmayan aplazia kutis konjenita doğuştan gelen bölgesel deri eksikliği olarak tanımlanır. Deri; altındaki yapıların görülebileceği ince, transparan bir zar şeklindedir. Etkilenen bölge genellikle kafa derisidir. Ancak vücudun her bölümü etkilenebilir.  Vakaların yaklaşık %20-30’unda altındaki yapıların(kas ve kemik gibi) eksikliğiyle birlikte görülmektedir. Çoğu Sendromik olmayan aplazia kutis konjenita hastası başka bir anomali taşımazken bazıları doğuştan gelen kardiyovasküler, gastrointestinal, ürogenital, merkezi sinir sistemi sakatlıklarına sahip olabilir. [1], [2]

                                                               

   Görsel 1: Verteks üzerindeki bir ACC lezyonu[5]     

  Görsel 2: Alt eksteremitelerde simetrik ACC lezyonu[6]
Sebepler ve Genetik Değişiklik 
Etiyolojisi pek çok ve çeşitlidir:  Genetik faktörler, teratojenler, amniyotik adezyon, damar yolu anomalileri, farmokolojik ajanlar, intmuterin (dölyatağı içi) travmaları ve enfeksiyon sebeplerinin hepsini içerebilir. [3]
Hastalıkla İlişkili Genler
Kromozom 10q11.21 üzerindeki GTPaz BMS1 genindeki hücre çoğalmasını azaltan heterozigot bir mutasyondan kaynaklanır. [1], [3]
Kalıtım deseni
Otozomal baskın (dominant) kalıtım en yaygın olanıdır, ancak bazı ailelerde çekinik (resesif) kalıtım deseni de raporlanmıştır. [1]
Genetik Görülme Sıklığı
Aplazia kutis konjenitanın görülme oranı 10,000 doğumda 1’dir. Sendromik olmayan şeklinin sıklığı bilinmiyor. [4]
Belirtiler ve Semptomlar
Genelde verteksin üzerindeki veya yakınındaki tek bir lezyon halinde görülür. Kafa derisinde veya başka bir bölgede birden çok lezyon da bulunabilir. Lezyon; yüzeysel, yuvarlak veya oval, sınırları düzgün, atrofik, kellikle birlikte bir yaradan, ıslak veya ufalanan, kemiğe kadar uzanan bir ülsere kadar çeşitli olabilir. Birkaç mm ile, 10 cm’den daha uzun çaplı bir yaraya kadar değişen uzunluklarda bulunabilir. Bazı yaralar bülöz bir görünüm veren, sıvıyla dolu, zarlı bir tabaka bulundurabilir. Kafatası disrafızmını anımsatan bir tutam uzun, koyu renkli saç; çoğunlukla zarlı lezyonun çevresinde bulunur. Zarlı lezyon nöroektodermal olmayan anomalilerle ilişkili değildir.[3]

Görsel 3: Görece yüzeysel bir ACC lezyonu[7]
Teşhis Yöntemleri ve Tedavi
Sendromik olmayan aplazia kutis konjenita doğum anında fark edilir. Hastalığa sahip yenidoğanlar, ilişkili anomaliler için etraflıca muayene edilmelidir. Büyük lezyona sahip vakalarda, eşlik edebilecek kemik veya kafa içi anomalileri saptamak için acilen MR çekilmesi zaruridir. Histolojik muayene deri apendajı ve elastik liflerden yoksun cilt yarası dokusunu gösterir. Zarlı ACC heterotofik beyin dokusunu ortaya çıkarabilir.[3]
Bebeğin durumuna göre tedavi çeşitlilik gösterir. Koruyucu tedavi tercih edilir. Küçük bölgeler genelde kendiliğinden iyileşir. Yumuşakça temizleme ve ince yapılı merhemler veya gümüş sülfadiazin uygulaması, enfeksiyon oluşumunu engellemeye yardımcı olur. Enfeksiyon oluşursa, antibiyotik kullanılabilir. Yakın zaman önce çeşitli özelleştirilmiş sargı malzemeleri geliştirilmiş ve kullanılmıştır. Büyük lezyonlar cerrahi müdahale gerektirebilir. Sonuç olarak; medikal, cerrahi veya her ikisinin de kullanılacağının kararı öncelikle derideki kusurun büyüklüğü, derinliği ve bölgesine bağlıdır. [2]

 Görsel 4,5,6 ve 7: Kemiği de etkileyen 11×9 cm kafa ACC’sinin başarılı iyieşme süreci[8]

Kaynaklar

[1] https://www.omim.org/entry/107600?search=aplasia%20cutis%20congenita&highlight=aplasia%20congenita%20cuti

[2] “Aplasia Cutis Congenita.” Genetic and Rare Diseases Information Center, U.S. Department of Health and Human Services, rarediseases.info.nih.gov/diseases/5835/aplasia-cutis-congenita-nonsyndromic.

[3] INSERM. “The Portal for Rare Diseases and Orphan Drugs.” Orphanet: About Orphan Drugs, www.orpha.net/consor/cgi-bin/Disease_Search.php?lng=EN&data_id=3198&Disease_Disease_Search_diseaseGroup=aplasia-cutis-congenita&Disease_Disease_Search_diseaseType=Pat&Disease(s)/group of diseases=Aplasia-cutis-congenita&title=Aplasia cutis congenita&search=Disease_Search_Simple.

[4] “Nonsyndromic Aplasia Cutis Congenita – Genetics Home Reference – NIH.” U.S. National Library of Medicine, National Institutes of Health, ghr.nlm.nih.gov/condition/nonsyndromic-aplasia-cutis-congenita.

[5] “Aplasia Cutis Congenita.” Sickle Cell Anemia Differential Diagnoses, 19 Sept. 2018, emedicine.medscape.com/article/1110134-overview.

[6] Kothari, Chetna, et al. “Visual Diagnosis: Newborn With Absence of Skin.” Pediatrics in Review, American Academy of Pediatrics, 1 Oct. 2014, pedsinreview.aappublications.org/content/35/10/e49.figures-only.

[7] Brzezinski, et al. “Aplasia Cutis Congenita of the Scalp- What Are the Steps to Be Followed? Case Report and Review of the Literature.” Química Nova, SBQ, www.scielo.br/scielo.php?script=sci_arttext&pid=S0365-05962015000100100.

[8] https://www.researchgate.net/figure/fig4_269281065

Kategoriler
YUKLENDI

FMF (AİLEVİ AKDENİZ ATEŞİ HASTALIĞI)

Genel Bilgi
Ailesel Akdeniz Ateşi (AAA-FMF) hastalığı, karın ve/veya göğüs ağrısı ve/veya eklem ağrısı ve şişliğinin eşlik ettiği tekrarlayan ateş nöbetleri ile bacak derisi üzerinde kızarıklıklar ve testis iltihapları şeklinde de bulgular verebilen, karakterize bir genetik hastalıktır. Hastalık genellikle Akdeniz ve Ortadoğu kökenlileri, yani Yahudiler (özellikle Sefarad Yahudileri), Türkler, Araplar ve Ermenileri etkiler. Hastalık bulaşıcı değildir.

FMF, ömür boyu süren genetik bir hastalıktır. Ömür boyu düzenli kolşisin tedavisi gerektirir. Ne var ki, tanıda bir gecikme olmuşsa ya da tedaviye uyum yoksa, amiloidoz riski de artar. Amiloidoz gelişen çocuklarda böbrek nakli gerekebilir. FMF’de büyüme geriliği büyük bir problem değildir. Ancak, bazı çocuklarda ergenlik dönemindeki büyüme artışı yalnız kolşisin tedavisinden sonra gözlenebilir. Çocuk ve aile henüz hastalığın tanısı konmadan önce büyük problemler yaşarlar. Şiddetli karın, göğüs ve eklem ağrılarından dolayı, sık sık çocuğu hastaneye götürmek zorunda kalabilir. Bazı çocuklar, yanlış tanılardan dolayı gereksiz yere ameliyat olurlar. Tanı konduktan sonra, hem çocuk hem de ebeveynleri hemen hemen normal bir yaşam sürebilirler. Bazıları çocuğun FMF hastası olduğunu bile unutabilir. AAA’de Bu durum tehlikeli olabilir çünkü, tedavide düzenli takibe uyumu bozabilir.

Tek problem, ömür boyu tedavinin yaratabileceği psikolojik zararlardır. Bu sorun, hasta-ebeveyn eğitim programlarıyla aşılabilir. Ömür boyu kolşisin tedavisi gören FMF’li hastalar diledikleri her sporu yapabilir. Dikkat edilmesi gereken durum, etkilenmiş eklemlerde hareket kısıtlılığına yol açan uzamış eklem iltihabıdır.

Genetik Değişiklikler / Etken Faktörler
Yüksek risk popülasyonlarında hastalık sıklığı yaklaşık 200’de 1dir. Dünyanın diğer kısımlarında ise çok seyrektir. Ancak, genin bulunmasından sonra, İtalyan, Yunan ve Amerikalı gibi çok nadir olduğu düşünülen popülasyonlarda bile daha sık tanı konmaya başlanmıştır. FMF atakları hastaların yaklaşık %90’ında 20 yasından önce başlar. Yarıdan fazlasında hayatın ilk 10 yılında ortaya çıkar. Erkeklerde kızlardan biraz daha fazla görüldüğü iddiası da günümüzde neredeyse eşit düzeydedir.

Tıp literatürüne göre, FMF’li bazı kişilerde ek enflamatuar bozukluklar, özellikle de Behçet hastalığı, poliarteritis nodosa (PAN) ve Henoch-Schonlein purpura (HSP) dahil olmak üzere kan damarlarının (vaskülititler) iltihaplanması ile karakterize olanlarda artış riski vardır. Etkilenen bireylerde ayrıca ülseratif kolit, Crohn hastalığı ve romatoid artrit gelişme riski daha yüksektir.

Bazı kalıtsal hastalık belirtileri FMF’ninkilere benzer olabilir. Karşılaştırmalar ayırıcı tanı için yararlı olabilir. Örneğin; Periyodik ateş, aftöz stomatit, farenjit ve adenitis (PFAPA) tekrarlayan ateş atakları ile karakterize nadir bir hastalıktır. Ateş genellikle ağız ağzı yaraları (aftöz stomatit), ağrılı, kızarık boğaz (farenjit) ve boyundaki bezlerin iltihaplanması (servikal adenit) ile birlikte görülür. Ataklar aniden başlar ve genellikle yaklaşık 3-7 gün sürer. Ataklar arasındaki süre değişebilir, ancak genellikle yaklaşık 3-8 haftadır. Ataklar arasında, etkilenen çocuklar normal olarak büyür. PFAPA genellikle çocukluk döneminde ortaya çıkar, sonunda ergenlik veya yetişkinlik döneminde gider. PFAPA’nın kesin nedeni bilinmemektedir.

Belirti ve Semptomlar
AAA’de, Hastalığın başlıca belirtileri, karın, göğüs ve eklem ağrılarıyla birlikte giden tekrarlayan yüksek ateştir. Karın ağrıları en sık olandır; hastaların yaklaşık %90’ında görülür. Göğüs ağrısı atakları %20-40, eklem ağrısı %50-60 hastada görülür.
Genelde, çocuklar tekrarlayan karın ağrısı ve ateş gibi belirli bir atak tipinden yakınır. Fakat bazı hastalar değişik atak tipleri geçirebilir. Bazen karın ve göğüs ağrısı, göğüs ve eklem ağrısı gibi kombine ataklar görülebilir.

Bu ataklar 1-4 gün sürer ve kendi kendine geçer. Hasta atağın sonunda tamamen düzelir ve bu periyotlar arasında tamamen normaldir. Bazı ataklar o kadar ağrılı olur ki, hasta ya da ailesi tıbbi yardım isteğinde bulunur.

Özellikle ağır abdominal ataklar akut apandisiti taklit edebilir ve bu nedenle bazı hastalar gereksiz karın ameliyatı geçirebilirler. Ancak, bazen aynı hastada bile ataklar o kadar hafiftir ki, hazımsızlıkla karıştırılır. Bu durum, hastalığın tanısının güçlüğünün nedenlerinden biridir. Karın ağrısı boyunca, çocuk genellikle kabızdır fakat ağrı düzelir düzelmez kısa süre içinde yumuşak dışkı çıkar. Çocuğun bir atakta ateşi çok yükselirken, bir başka atakta hafif bir ateş görülebilir.

FMF’de Göğüs ağrısı genellikle tek taraflıdır. Yan ağrısı, sırt ya da göğüs ağrısı şeklinde ortaya çıkar. Ağrının şiddetinden hasta yeterince derin nefes alamayabilir. Bir kaç gün içinde araz bırakmadan iyileşir. Eklem ataklarında genelde bir eklem (monoartrit) etkilenir. Yaygın olarak ayak bileği ya da diz tutulur. O kadar şiş ve ağrılı olabilir ki, çocuk yürüyemez. Bu hastaların yaklaşık üçte birinde etkilenen eklemin üzerinde kırmızı bir döküntü görülür. Eklem atakları, diğer atak tiplerinden daha uzun sürebilir. Tamamen iyileşmesi dört günden bir haftaya kadar uzayabilir. Bazı çocuklarda hastalığın tek bulgusu tekrarlayan eklem ataklarıdır. Bu nedenle, yanlışlıkla akut romatizmal ateş ya da juvenil romatoid artrit tanıları konur.

AAA’de Olguların yaklaşık %5-10’unda eklem tutulumu kronikleşebilir ve geri dönüşümsüz değişikliklere neden olabilir. FMF’in erizipel benzeri eritem denilen ve genellikle alt ekstremitelerde ve eklemlerde gözlenen karakteristik bir döküntüsü vardır. Bazı çocuklar rahatsız edici olabilen bacak ağrılarından yakınırlar. Atakların en nadir tipleri arasında tekrarlayan perikardit (kalbin dış katmanın iltihabı), miyozit(kaş iltihabı ), menenjit ve orşit (testis iltihabı) vardır.

AAA’de az bir oranda testisleri saran zarda ataklar halinde iltihaplanmalar görülebilir. Genellikle ağrı tek taraflıdır. Ağrı 12 saatte giderek artar, şişlik ve kızarıklık gelişebilir. Ergenlik öncesinde bazen AAA’nin ilk belirtisi olarak da ortaya çıkabilir. Damar iltihabı ile giden Henoch-Schönlein Purpura ve poliarteritis nodoza gibi bazı hastalıklar FMF’li çocuklar arasında daha sıktır.

Tedavi edilmemiş olgularda FMF’in en önemli komplikasyonu “amiloidoz” gelişimidir. Amiloid, böbrek, bağırsaklar, deri, kalp gibi bazı organlarda depolanan ve özellikle böbreklerde ilerleyici fonksiyon kaybına neden olan özel bir proteindir. FMF’e özgü değildir; romatoid artrit, juvenil kronik artrit ve tüberküloz gibi bazı kronik iltihabı hastalıklar iyi tedavi edilmediğinde de görülebilir. Bağırsaklarda ya da böbrekte amiloid maddesi saptanarak tanı konur.

Ömür boyu düzenli ve yeterli doz kolşisin (tedavi’ye bkz) alan çocuklarda hem ataklar kaybolur ya da seyrekleşir hem de amiloidoz gelişme riski ortadan kalkar.

Genetik Görülme Sıklığı
FMF genetik bir hastalıktır. Akdeniz ateşinden sorumlu gen MEFV genidir ve iltihabın sınırlandırılmasında rol oynayan bir proteini kodlar. FMF’te olduğu gibi, bu gen mutasyon taşırsa, bu sınırlandırma düzgün yapılamaz, ve hasta ateşli ataklar geçirir. Hastalıkta ve tedavi de rol oynayabilecek diğer genler üzerine araştırmalar devam etmektedir. MEFV geninin 300’den fazla farklı mutasyonu tanımlanmıştır, ancak sadece dört tanesi açıkça patojendir.

2018 Kasım ayında çıkarılan bir yasa ile, Türkiye’de de, kalıtsal bir hastalığı olan veya bu hastalık için taşıyıcı oldukları bilinen evli çiftlerin, belirli şartlara uygunluğu ile beraber, sağlam çocuk sahibi olmasına ya da hasta çocuğu (talasemi, hemofili v.s. gibi kalıtsal genetik hastalıklar) olup ikinci çocuğun sağlam doğmasına yönelik yapılacak preimplantasyon genetik tarama (PGT; hastalığa sebep olan genin ya da kromozomal bozukluğun gebelik oluşmadan önce test edilerek sağlıklı embriyoların transfer işlemi) yapılarak uygulanacak yardımcı üreme tedavilerinin finansmanı sosyal güvenlik kurumu tarafından karşılanmaya başlanmıştır.

Kalıtım paterni / deseni
Otozomal resesif (cinsiyete bağlı olmayan) bir hastalık olarak geçer. Bu tip geçişte çocukta FMF olabilmesi için, biri anneden diğeri babadan gelen iki mutasyonlu kopya gereklidir. Dolayısıyla iki ebeveyn de taşıyıcıdır (bir taşıyıcıda yalnız bir mutasyonlu kopya vardır fakat hasta değildir). Geniş bir ailede, hastalık genellikle başka bir çocukta, kuzende, amcada ya da uzak bir akrabada görülür. Ancak küçük bir grup olguda olduğu gibi, eğer ebeveynlerden biri FMF’li diğeri taşıyıcı ise, çocuğun hasta olma şansı %50’dir.

Çocuk FMF’e neden olan genler yüzünden hastalanır. Her çocukta aynı değildir. Üstelik, atakların tipi, süresi ve şiddeti aynı çocukta bile farklılık gösterebilir. Genel olarak çocuklardaki FMF yetişkinlerdekine benzer. Ancak artrit (eklem iltihabı) ve miyozit gibi bazı bulgular çocuklukta daha sıktır ve hasta büyüdükçe daha nadir görülürler. Orşit (testis iltihabı), erişkin erkeklerden çok küçük erkek çocuklarda saptanır.

FMF’in başlangıç yaşı da ayrıca önemlidir. Amiloidoz riski, tedavi edilmeyen ve hastalığı erken başlayan hastalar arasında daha yüksektir. Şunu bilmek gerekir ki, akraba evlilikleri, iki taşıyıcının bir araya gelme riskini arttırır. Hastaların yaklaşık 1/4‘ unde ebeveynler aynı aile ağacındadır (aynı ataların uzantıları). Özellikle, yüksek riskli popülasyonlarda yaşayan bireylerin akraba evliliği yapmamaları önerilmelidir.

Teşhis Yöntemleri ve Tedavileri
FMF’in tanısı için kesin bir tanı aracı yoktur. Genellikle şu yaklaşım izlenir:

Klinik şüphe
Çocuk en az üç atak geçirdikten sonra FMF düşünmek olasıdır. Hastanın etnik kökeni ve benzer yakınmaları ya da böbrek yetersizliği olan akrabaların varlığı ayrıntılı bir hikaye ile araştırmalıdır. Ayrıca, ebeveynlerden önceki atakların detaylı tanımını yapmaları istenmelidir.

Takip
FMF şüphesi taşıyan bir çocuk kesin tanı konulana dek yakın takibe alınmalıdır. Bu takip süresince, mümkünse, hasta bir atak geçirirken görülmeli, fizik muayene ve iltihabın varlığını gösterecek bazı kan tetkikleri yapılmalıdır. Genellikle bu tetkikler atak boyunca pozitif olup, atak geriledikten sonra normale döner ya da normale yakın düzeye gelir. FMF’in tanınmasına yardımcı olması için düzenlenmiş sınıflandırma kriterleri tanının bu aşamasında kullanılabilir. Çeşitli nedenlerden dolayı, çocuğu atak sırasında görmek her zaman mümkün değildir. Bu nedenle ebeveynlerden bir günlük tutmaları ve nöbetler sırasında ne olduğunu tarif etmeleri istenir. Atak sırasında yapılması istenen testler ailenin yaşadığı bölgedeki bir laboratuarda yaptırılabilir.

Kolşisin tedavisine yanıt
FMF tanısını olası kılan klinik ve laboratuvar bulguları olan çocuklara, 6 ay boyunca yanıtı değerlendirmek amacıyla kolşisin verilir. Eğer hasta FMF’li ise, ya hiç atak görülmemesi ya da atakların sayı, şiddet ve süresinin belirgin olarak azalması beklenir. Ancak, yukarıda açıklanan aşamalar tamamlandığında hasta FMF kabul edilir ve ömür boyu kolşisin tedavisine başlanır. FMF, vücutta değişik sistemleri etkilediği için hastalığın tanı ve takibinde değişik uzmanlar görev alır. Bunlar, genelde, çocuk doktoru, çocuk romatoloğu ya da çocuk romatizması ile ilgilenen erişkin romatoloğu, nefrolog (böbrek uzmanı) ve gastroenterologlardır.

Genetik analiz
Son birkaç yılda, FMF gelişiminden sorumlu olduğu düşünülen mutasyonların varlığını göstermek için hastaların genetik analizi yapılmaya başlanmıştır. Eğer hasta her ebeveynden bir tane olmak üzere iki mutasyon taşıyorsa FMF klinik tanısı doğrulanır. Ne var ki, şu ana kadar tanımlanmış olan mutasyonlar FMF hastalarının %70-80’inde bulunmaktadır. Bu da hiç mutasyon taşımayan FMF hastalarının olduğunu gösterir. Bu nedenle FMF tanısı günümüzde hala klinik yargıya dayanır. Genetik analiz her ülkede yapılmayabilir. Ateş ve karın ağrısı çocukların çok yaygın yakınmasıdır. Bu nedenle, yüksek riskli popülasyonlarda bile FMF tanısı koymak kolay değildir. Tanı konulana dek birkaç yıl geçer. Tanıdaki bu gecikme çok önemlidir çünkü, tedavi edilmeyen hastalarda amiloidoz riski artar. Tekrarlayan ateş, karın ağrısı ve eklem ağrısı nöbetleriyle giden başka bir takım hastalıklar da vardır. Bu hastalıkların da çoğu genetiktir. Bunlardan bazıları olan HİDS, TRAPS, PFAPA, Muckle-Wells hastalığı, CİNCA gibi hastalıklar FMF ile bazı ortak klinik özellikler taşır ancak hepsinin de kendi ayırıcı klinik ve laboratuvar bulguları vardır.

Kan tetkikleri:
Laboratuvar testleri daha önce de belirtildiği gibi FMF tanısında önemlidir. Eritrosit sedimentasyon hızı (ESR), CRP, tam kan sayımı, fibrinojen gibi tetkikler atak sırasında iltihabın var olup olmadığını ve derecesini görmek için istenir. Bunlar, atak geçtikten sonra, sonuçların normale dönüp dönmediğini görmek için tekrar edilir. Hastaların yaklaşık üçte birinde tetkikler normale döner, ancak geri kalan üçte ikisinde düzeyler belirgin olarak azalsa da, üst limitin üzerinde kalabilir. Genetik inceleme için de az miktarda kan gereklidir. Ömür boyu kolşisin tedavisi alan çocuklar yılda iki defa takip için kan ve idrar vermelidirler.

İdrar tetkikleri: İdrar örneği de protein ve kimizi kan hücresi varlığı açısından incelenir. Ataklar sırasında geçici değişiklikler oluşabilir. Fakat amiloidozlu hastalarda idrarda protein kalıcıdır. Bu durum, doktoru amiloidoz şüphesine karşı daha fazla tetkik istemesi için uyarır. Bu ek tetkikler, idrarda protein kaybının miktarının belirlenmesi ve rektal (kalın bağırsağın son bölümü) ya da böbrek biyopsisi yapılmasıdır.

Rektal ya da böbrek biyopsisi: Rektal biyopsi, rektumdan küçük miktarda doku alınmasıdır. Yapılması çok kolaydır; eğer rektal biyopsi amiloidozu göstermede yetersiz olursa o zaman tanıyı doğrulamak için böbrek biyopsisi yapmak gerekir. Böbrek biyopsisi için, çocuk hastanede bir gece geçirmek zorundadır. Biyopside elde edilen dokular boyanır ve amiloid birikimi açısından mikroskop altında incelenir.

FMF, hayat boyu kolşisin kullanımıyla tedavi edilebilir bir hastalıktır. Aslında bu tedavi iyileştirmek için değil daha çok hastayı amiloidoz gelişiminden ve tekrarlayan ataklardan korumak içindir. Ne var ki, eğer hasta ilacı bırakırsa ataklar ve amiloidoz riski geri gelir. %5 gibi az bir oranda ise hastalar ilaca cevap vermemektedir. Yeterli dozda kolşisine rağmen atakları geçmeyen hastaların romatolog tarafından değerlendirilmesi gerekir. Günümüzde, Kolşisin tedavisine direnç gösteren hastalar için uygulanabilecek farklı tedavi edici ilaçlar, sosyal güvenlik kapsamında gerektiğinde yurtdışından getirtilmektedir.

2016 yılında, Novartis’ten Ilaris (canakinumab), FMF’yi tedavi etmek üzere ABD Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) tarafından onaylanmış, ülkemizde de kullanmaya başlanmıştır. Kolşisin tedavisine cevap vermeyen bazı kişiler anakinra (Kineret) ile tedavi edilmekte olup, İlk raporlar, yeni ilaçların, kolşisine cevap vermeyen bireyler için güvenli ve etkili bir alternatif olduğunu ileri sürmüştür. Ancak, FMF’li bireyler için yeni ilaçların uzun süreli güvenliğini ve etkinliğini belirlemek için daha fazla araştırma gereklidir.

Kolşisin tedavisi yalnız atakları kontrol etmez, aynı zamanda amiloidoz riskini de ortadan kaldırır. Bu yüzden ailelere ve hastaya ilacın her gün yazılan dozda alınmasının ne kadar yaşamsal olduğunun doktor tarafından tekrar tekrar anlatılması gerekmektedir. Hastanın uyumu çok önemlidir. Eğer bu başarılırsa, o zaman çocuk, normal bir hayat beklentisiyle hayatına devam edebilir. İlacın dozu, hekime danışılmadan ebeveynler tarafından değiştirilmemelidir. Aktif bir atak esnasında kolşisin dozlarının artırılması atak süresini ve şiddetini azaltmaz.

Bu nedenle doz arttırmanın anlamı yoktur. Önemli olan atakların gelmesini önlemektir. Kolşisin ile ilgili akla gelen önemli bir ilaç etkileşimi yoktur. Tüm doktorlara başvuru sırasında bu tedaviyi aldıklarını bilgilendirdikleri takdirde olası herhangi bir sorunun önüne geçmiş olurlar.

Aileleri için çocuklarının hayatları boyunca bu hapları almaları gerektiğini kabul etmeleri kolay değildir. Özellikle kolşisinin potansiyel yan etkileri hakkında endişelenilir. Kolşisin, doz azaltımına cevap veren minör yan etkileri olan güvenli bir ilaçtır. En sık yan etki ishaldir. Bazı çocuklar, ishal nedeniyle verilen dozu tolere edemeyebilir. Böyle çocuklarda doz, tolere edeceği doza kadar düşülmeli ve sonra küçük ayarlamalarla yavaş yavaş uygun doza kadar yükseltilmelidir.

Diğer yan etkiler arasında bulantı, kusma ve karın krampları bulunur. Seyrek olarak, hastalarda kaş güçsüzlüğü yapabilir. Nadiren periferik kan hücreleri sayıca (beyaz ve kırmızı kan hücreleri ve trombosit) azalabilir ama dozun azaltılmasıyla normale döner. Tedavi dozlarında sperm sayısında azalma görülmesi çok enderdir. Kadın hastaların gebelik ya da emzirme süresince kolşisini kesmeleri gerekmemektedir. Yani hamilelikte de Kolşisin kullanımı devam etmelidir. İlaç tedavisi, Ömür boyu süren koruyucu bir tedavidir. Bitkisel ya da alternatif bir tedavi yöntemi bilimsel kanıtlara dayanmamaktadır.

Tedavi gören çocuklar Çocuk Romatoloji bölümlerinde yılda en az iki kez; yetişkinler atakların durumuna göre Romatoloji bölümlerinde en az yılda bir kez kan ve idrar tetkiki yaptırmalıdır.

  • Hastalığın Diğer İsimleri
  • Ailevi Akdeniz Ateşi (AAA) hastalığı
  • Ailesel Akdeniz Ateşi hastalığı
  • FMF

Kaynaklar

http://cocukromatoloji.org/hastaliklar/ailesel-akdeniz-atesi/

https://rarediseases.org/rare-diseases/familial-mediterranean-fever/