Kategoriler
YUKLENDI

BEYİN-AKCİĞER-TİROİT SENDROMU

Genel Bilgi

Beyin-akciğer-tiroit sendromu; beyni, akciğerleri ve tiroit bezini etkileyen bir grup hastalıktır. Tarihsel olarak üç organda görülen hastalıklar ayrı ayrı değerlendirilse de şuanda üçünü kapsayan bir sendrom olarak görülüyor. Bu sendromdan etkilenen bireylerin % 50’sinde üç organda da sorunlar görülürken % 30’unda beyin ve tiroit bezinde, % 10’unda ise beyin ve akciğerde sorunlar görülüyor.

Bu sendroma sahip bireylerin hemen hemen hepsinin beyinde hareketleri kontrol eden bölümün anormal aktivitelerine rastlanır. Bunun sonucunda istemsiz hareketler (kore)[1]; yüz, gövde ve diğer uzuvlarda kıvranma (atetoz) şeklinde görülür. Ayrıca beyin-akciğer-tiroit sendromuna sahip olan bireylerde hareketlerin koordinasyonunda güçlük (ataksi), kas seğirmeleri (miyoklonus) ve istemsiz kas kasılması sonucunda tekrarlayan hareketler gözlemlenir (distoni). Hareket problemleri erken bebeklik dönemleri ya da daha sonraki dönemlerinde görülse de genellikle 1 yaşında başlar ve sıklıkla önce kasın harekete karşı gösterdiği dirençte (kas tonusunda) zayıflık durumu oluşur (hipotoni). Yürümenin gelişimi gecikebilir. Hareket sorunları genellikle sabit kalır ve zamanla artış gösterebilir. Ayrıca hastalıktan etkilenen bazı bireylerde öğrenme güçlüğü ve zeka geriliği görülebilir.

Tiroit sorunları bu sendromun en yaygın özelliğidir. Tiroit bezi; büyüme, beyin gelişimi ve vücuttaki kimyasal reaksiyonlar dahil olmak üzere çok çeşitli kritik vücut fonksiyonlarını düzenlemeye yardımcı olan hormonlar üretir. Sendromdan etkilenen birçok birey doğuştan hipotiroidizm’e sahip olması sonucu tiroit hormonlarının normalden düşük seviyede salgılanmasına maruz kalıyor. Bu sendroma sahip çoğu bireyin normal büyüklükte tiroidi olmasına rağmen bezin boyutu küçülmüş ya da bez yokluğu görülmektedir. Tiroit hormonlarının eksikliği zeka geriliğine ve diğer nörolojik sorunlara neden olmasına karşın bu sendroma sahip bireylerde bu tür sorunların hipotiroidizm’e veya beyinsel anormalliklere bağlı olup olmadığı belli değildir.

Akciğer sorunları da bu sendromla birlikte görülür. Bu sendromdan etkilenen bazı yenidoğanlarda solunum zorluğu meydana gelir.  Bu da nefes almada aşırı derece zorluğa neden olabilir ve yaşamı tehdit edici noktaya gelebilir. Bu sendroma sahip kişilerde tekrarlayan akciğer enfeksiyonları görülür. Genel popülasyona bakıldığında beyin-akciğer-tiroit sendromuna sahip bireylerin akciğer kanserine yakalanmak riski daha fazladır.

Genetik Değişiklikler / Etken Faktörler

Beyin-akciğer-tiroit sendromu NKX2-1 genini etkileyen genetik değişikliklerden kaynaklanır. Bu homeobox protein DNA’ya bağlanan ve diğer genlerin aktivitesini (ekpresyonunu) kontrol eden bir transkripsiyon faktörüdür. Embriyonik gelişim sırasında belli genlerin ekpresyonunu düzenleyen homoebox protein NKX2-1, beyin, akciğer ve tiroit bezinin gelişimine yardım eder ve normal fonksiyonlarını destekler. NKX2-1 genindeki mutasyonlar veya parça kayıpları sonrası homoebox proteinin miktarında bir azalma meydana gelir ve işlevleri bozulur. Bunun sonucunda NKX2-1 genindeki değişiklik; beyin, akciğer ve tiroit bezinin normal gelişim ve işlevini engeller. Bu üç organla ilgili problemlerin altında yatan neden; iyi huylu kalıtsal kore, solunum sıkıntısı sendromu, doğuştan hipotiroidizm ve beyin-akciğer-tiroit sendromun diğer özellikleridir. Bazı bireylerde bu üç organın durumdan etkilenmesine rağmen bazılarında neden yalnızca bir veya iki tanesinin etkilendiği belirsizdir.

Kalıtım Paterni / Deseni

Bu durum otozomal dominant (anne ya da baba hastalıktan etkilenmiş) kalıtım göstermektedir. Yani bir hücrede değişikliğe uğramış genin bir kopyasının bulunması bozukluğa neden olmak için yeterlidir. Bu sorunun her zaman bir önceki kuşakta görülmesi gibi bir şart yoktur. Bazen ilk bulgu bir bireyde görülüp gelecek kuşaklara aktarılabilir (sporadik olgu) . NKX2-1 ile ilişkili bir bozukluğu olan bir bireyin her çocuğunun patojenik varyantı devralabilme şansı % 50’dir.

Şekil 1.1 

Bu şekil: https://ghr.nlm.nih.gov/art/large/autodominant.jpeg adresinden alınmıştır.

“Otozomal Dominant Kalıtım”[2]
Teşhis Yöntemleri ve Tedaviler

Belirtilerin tedavileri; düşük dozlarda verilen tetrabenazin kore belirtilerini azaltır.  Levodopa’nın, yürüme semptomlarında (düşmelerde) belirgin iyileşme gösterdiği belirlenmiştir. Akciğer ile ilgili bulgularda astım ve interstisyel akciğer hastalığı olağan şekilde tedavi edilir. Hipotroidizm’de ise tiroit replasman tedavisi uygulanır.

NKX2-1 patojenik varyantın tanımlandığı bir ailede, doğum sonrası en kısa zamanda riskli akrabaların belirlenmesi doğuştan hipotiroidizm ve akciğer ile ilgili hastalık riski yüksek olan bebeklerin erken teşhis edilmesine izin verir,

Bir patojenik varyantın belirlenmediği iyi huylu kalıtsal kore veya beyin-akciğer-tiroid sendromlu bir ailede, doğumdan sonra mümkün olan en kısa sürede riskli bebeklerin tiroit fonksiyonlarının değerlendirilmesi, doğuştan hipotiroidizm’in erken tanımlanmasını ve tedavisini sağlar.

Hastalıkla İlişkili Genler

Sitogenetik Bölgesi: 14q13.3, 14. Kromozomun 13.3. uzun kolunda (q).

Moleküler Bölge: 14.Kromozomun 36,516,397 ila 36, 520, 225 baz çiftleri arasında.

“Şekil 1.2” Bu şekil: https://ghr.nlm.nih.gov/gene/NKX2-1/location.png adresinden alınmıştır.
       NKX2-1 genini krozomal lokasyonu[3]

Hastalığın Diğer İsimleri

  • BLT Sendromu
  • Beyin-tiroid-akciğer sendromu
  • CAHTP
  • Koreoatetoz, hipotiroidizm ve yenidoğan solunum sıkıntısı
  • Pulmoner fonksiyon bozukluğu, doğuştan hipotiroidizm

Kaynakça
Brain-lung-thyroid syndrome. “https://ghr.nlm.nih.gov: https://ghr.nlm.nih.gov/condition/brain-lung-thyroid-syndrome#genes” adresinden alınmıştır

CHOREOATHETOSIS AND CONGENITAL HYPOTHYROIDISM WITH OR WITHOUT PULMONARY DYSFUNCTION; CAHTP. “http://omim.org/entry/610978” adresinden alınmıştır

NKX2-1 gene. “https://ghr.nlm.nih.gov/gene/NKX2-1#location” adresinden alınmıştır.

NKX2-1 mutations in brain-lung-thyroid syndrome: a case series of four patients. “https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/24129101″ adresinden alınmıştır.

[1] Kore; eski Yunancada dans anlamına gelir. Kore nörolojide bir hastalık belirtisidir ve ani gelen, düzensiz, tekrarlayıcı olmayan, rastgele yayılan ve kendiliğinden oluşan aşırı istemsiz hareketler için kullanılır. (“Hareket Bozuklukları Tanı ve Tedavi Rehberi”)

[2] Bu şekil: https://ghr.nlm.nih.gov/art/large/autodominant.jpeg adresinden alınmıştır.

[3] Bu şekil: https://ghr.nlm.nih.gov/gene/NKX2-1/location.png adresinden alınmıştır.

Kategoriler
YUKLENDI

AROMATİK L-AMİNO ASİT DEKARBOKSİLAZ (AADC) YETMEZLİĞİ

Genel Bilgi

Aromatik L-Amino Asit Dekarboksilaz (AADC) yetmezliği, sinir sisteminde belli hücrelerin sinyal yollarını etkileyen kalıtsal bir bozukluktur.

Belirti ve Semptomlar

AADC yetmezliği belirtileri genellikle 1 yaşına kadar ortaya çıkar. Bu bozukluktan etkilenmiş yenidoğanlarda, gelşimsel gecikmeler, zayıf kas elastikiyeti (hipotoni),kas sertliği, hareket güçlüğü, bacaklarda istemsiz kıvranma hareketleri (atetoz) gözlenebilir. Uyuşukluk (letarji), zayıf beslenme, kolay irkilme ve uyku bozuklukları da görülebilir. AADC bozukluğu taşıyan bireyler ayrıca gözlerin anormal döndürülmesini kapsayan “okülojirik kriz” denilen nöbetler, ileri derecede asabiyet ve gerginlik, ağrı, kas spazmları ve özellikle boyun ve başın kontrol edilemeyen hareketlerini deneyimleyebilirler.

AADC yetmezliği, kan basıncı ve vücut sıcaklığı düzenlenmesi gibi istemsiz vücut işlevlerini kontrol eden otonomik sinir sitemini etkileyebilir. Bu durum sarkık göz kapakları (pitozis), gözbebeği büzülümü (miyozis), yersiz veya zamansız terleme, burun tıkanıklığı, salya artışı, vücut sıcaklığı kontrolünün azalması, düşük kan basıncı (hipotansiyon), asidik mide içeriğinin yutağa geri akışı (gastroözofajeal reflü), düşük kan şekeri (hipoglisemi), bayılma (senkop) ve ani kalp durması gibi belirtilerle sonuçlanabilir.

AADC yetmezliği belirtileri, gün içinde geç saatlerde ve birey yorulduğunda kötülemeye, uyku sonrası ise iyileşmeye eğilimlidir.

Genetik Değişiklikler/Etken Faktörler

DDC geninde mutasyonlar, AADC yetmezliğine neden olur. DDC geni, sinir sistemi için önemli olan AADC enzimini kodlar. Bu enzim diğer moleküllerden dopamin ve serotonin üretilmesine yardımcı olur. Dopamin ve serotonin beyin ve omurilik (merkezî sinir sistemi) ve vücudun diğer bölgelerindeki sinir hücreleri (çevresel sinir sistemi) arasında sinyal aktaran kimyasal ileticiler, nörotransmitterlerdir.

DDC genindeki mutasyonlar azalan AADC enzim aktivitesine yol açar. Bu enzimden yeterli miktarda bulunmaması, sinir hücrelerinin daha az dopamin ve serotonin üretmesine sebep olur.  Dopamin ve serotonin normal sinir sistemi fonksiyonları için gerekli olup bu nörotransmitter seviyelerindeki değişiklik, AADC yetersizliğinde görülen gelişimsel gecikme, entelektüel engellilik, anormal hareketler ve otonomik bozukluklara yol açmaktadır.

Genetik Görülme Sıklığı

AADC yetmezliği nadir bir hastalıktır. Dünyada sadece 100 kadar insan bu teşhisle medikal literatüre girmiş olup bu bireylerin %20’si Tayvan’da kaydedilmiştir.

Kalıtım Paterni / Deseni

Bu bozukluk otozomal resesif yani genlerin her iki kopyasının da mutasyonu taşıması ile kalıtılmaktadır. Otozomal resesif bozukluğu gösteren bireyin ebeveynleri, mutant genin birer kopyasını taşır ancak tipik olarak bozukluğun belirtilerini göstermezler.

Teşhis Yöntemleri ve Tedaviler

AADC yetmezliği teşhisi biyokimyasal ve moleküler  genetik testler yardımıyla yapılabilmektedir.

Hastalığın tedavisi mevcut durumda semptomları hafifletmek hedefiyle uygulanmakta olup gen terapi amaçlı klinik çalışmalar devam etmektedir.

Hastalıkla İlişkili Genler

  • DDC

Hastalığın Diğer İsimleri

  • AADC yetmezliği
  • DDC yetmezliği
  • Aromatik-L-amino-asit dekarboksilaz yetmezliği
  • Dopa dekarboksilaz yetmezliği

Kaynaklar

https://ghr.nlm.nih.gov/condition/aromatic-l-amino-acid-decarboxylase-deficiency#sourcesforpage

https://rarediseases.info.nih.gov/diseases/770/aromatic-l-amino-acid-decarboxylase-deficiency

https://www.ncbi.nlm.nih.gov/gtr/conditions/C1291564/

https://clinicaltrials.gov/ct2/results?cond=%22aromatic+l-amino+acid+decarboxylase+deficiency%22

Kategoriler
YUKLENDI

VAZ DEFERENSLERİN KONJENİTAL İKİ TARAFLI YOKLUĞU

Genel Bilgi

Vas deferens konjenital ikili yokluğu, testis borularının düzgün bir şekilde gelişememesi anlamına gelmektedir. Testis genellikle normal olarak gelişmesine ve işlev görmesine rağmen sperm, spermin bir parçası olmak için vas deferens boyunca taşınamaz. Bu durumun cinsel dürtü veya cinsel performansı etkilediği bildirilmemiştir. Fakat bu durumdaki erkekler, yardımcı üreme teknolojilerini kullanmadıkça, çocuk sahibi olamazlar1.

Bu durum tek başına veya mukus bezlerinin kalıtsal bir hastalığı olan kistik fibrozun bir işareti olarak ortaya çıkabilir. Kistik fibroz, solunum sistemi ve kronik sindirim sistemi sorunlarına ilerleyici hasar verir. Vas deferens konjenital bilateral yokluğu olan birçok erkekte kistik fibrozun diğer karakteristik özellikleri yoktur, ancak bu duruma sahip bazı erkekler hafif solunum veya sindirim problemleri yaşayabilir1.

Genetik Değişiklikler/Etken Faktörler

CFTR genindeki mutasyonlar, vas deferenslerin konjenital bilateral yokluğuna neden olur. Bu durumdaki tüm erkeklerin yarısından fazlası CFTR geninde mutasyonlara sahiptir.Bu gendeki mutasyonlar ayrıca kistik fibrozise neden olur. Vas deferens konjenital bilateral yokluğu CFTR mutasyonları ile ve kistik fibrozun diğer özellikleri olmadan ortaya çıktığında, durum atipik kistik fibrozun bir şekli olarak kabul edilir1.

Moleküler aile çalışmaları ve klinik veriler olgularının %10-20’sinde CFTR gen mutasyonunun olaydan sorumlu olmadığını göstermiştir (Jarvi 1998). Birlikte renal anomalilerin (tek taraflı agenez, ektopi, at nalı böbrek gibi) eşlik ettiği CBAVD olgularının hemen hemen tamamında mutasyon bulunmamaktadır. Bu durum keza seminal veziküllerin ve ampulla vaz deferens anatomilerinin ultrason ile normal bulunduğu CBAVD’li erkekler için de geçerlidir. Dolayısıyla, vaz deferenslerin konjenital bilateral yokluğu etyolojik olarak heterojenite gösteren bir durumdur2.

Belirti ve Semptomlar

CFTR geninden yapılan protein, klorür iyonları olarak adlandırılan negatif yüklü parçacıkları hücre içine ve dışına taşıyan bir kanal oluşturur. Klorür iyonlarının akışı, ince, serbestçe akan mukus üretimi için gerekli olan dokulardaki suyun hareketini kontrol etmeye yardımcı olur3. Mukus, solunum yolları, sindirim sistemi, üreme sistemi ve diğer organ ve dokuların astarlarını yağlayan ve koruyan kaygan bir maddedir. CFTR genindeki mutasyonlar, klorid kanallarının işlevini bozarak, klorid iyonlarının akışını ve hücre zarları boyunca su akışını önler. Sonuç olarak, erkek genital traktusundaki hücreler anormal derecede kalın ve yapışkan olan mukus üretir. Bu mukus, vas deferens’i şekillendirirken tıkanır ve bu da doğumdan önce bozulmasına neden olur1

Genetik Görülme Sıklığı

Bu durum erkeklerde tüm infertilitenin yüzde 1 ila 2’sinden sorumludur1. Obstrüktif azoospermi vakalarının% 6 ila% 8’ini oluşturur ve yaklaşık 1 / 1,000 erkeği etkiler2.

Vaz deferensin bilateral kongenital yokluğu (CBAVD) CFTR gen mutasyonlarıyla ilişkilidir ve oligoastenozoospermi ile kliniğe başvuran erkeklerin yaklaşık %2’sinde mutasyon bulunmuştur. Ancak bu gruptaki erkeklerdeki insidansı, ülkelere göre değişkenlik göstermektedir 5.

Kalıtım Paterni/Deseni

Bu durum CFTR genindeki mutasyonlardan kaynaklandığı zaman, otozomal resesif olarak aktarılır. Bu kalıtım kalıbı, her bir hücredeki genin her iki kopyasının bir mutasyona sahip olduğu anlamına gelir. Yardımlı üreme yoluyla baba çocuklarını tercih eden bu durumdaki erkeklerde kistik fibrozlu bir çocuk sahibi olma riski yüksektir1.

Teşhis Yöntemleri ve Tedaviler

Tedavisinde; genetik bilgilendirmeyi takiben üremeye yardımcı teknikler uygulanmalıdır. Kadında CFTR mutasyon analizi son derece önemlidir. Eğer kadında CFTR gen mutasyonu yoksa doğacak çocukta kistik fibrozis riski genellikle düşüktür. Diğer durumlarda çiftin kistik fibrozisli çocuk dünyaya getirme riski %25-50 arasında olur. Ancak bu oranlar bütün çiftler için geçerli değildir. Aile hikayesi ve etnik farklılıklar da bunda etkilidir. CBAVD’e bağlı erkek infertilitesi olgularının tedavileri MESA veya TESE ile elde edilen spermlerin ICSI’de kullanılmasıyla yapılır. CFTR gen mutasyonunun bulunup bulunmaması gebelik oranlarını anlamlı derecede etkilemez 4 (Silber 1995).

Hastalıkla İlişkili Genler

CFTR

Hastalığın Diğer İsimleri

  • CAVD
  • CBAVD
  • Deferens konjenital yokluğu
  • Vas deferens konjenital aplazisi
  • Vas deferens konjenital bilateral yokluğu

Kaynakça

  1. https://ghr.nlm.nih.gov/condition/congenital-bilateral-absence-of-the-vas-deferens#synonyms
  2. Meschede D., Dworniczak B., Nieschlag E., & Horst J. Genetic diseases of the seminal ducts. Biomed Pharmacother 1998;52(5):197-203.
  3. https://www.orpha.net/consor/cgi-bin/OC_Exp.php?Expert=48
  4. Silber, S.J., Nagy, Z., Liu, J., Tournaye, H., Lissens, W., Ferec, C., Liebaers, I., Devroey, P., & Van Steirteghem, A.C. The use of epididymal and testicular spermatozoa for intracytoplasmic sperm injection: the genetic implications for male infertility. Hum Reprod 1995 Aug;10(8):2031-43.
  5. Şamlı, M. Erkek infertilitesinde genetik bilgilendirme (Derleme). Androloji Bülteni, 16(56), 44-51.
Kategoriler
YUKLENDI

HIDRADENITIS SUPPURATIVA

Genel Bilgi

Hidradenitis Suppurativa, Her yaşta görülebilen ve toplumda “köpek memesi hastalığı” adıyla da bilinen, kadınlarda görülme sıklığı erkeklerin iki katı düzeyinde olan HS, 20’li yaşlarının başlarındaki yetişkinlerde ortaya çıkıyor ve HS görülme sıklığı 50 ile 55 yaşından sonra azalıyor. Hastaların bir bölümünde progresif (zaman içinde ilerleyen) bir seyir izleyen ve inflamatuvar bir bozukluk olan HS’nin vücudun kendi bağışıklık sistemindeki düzensizliklerinden kaynaklanıyor. Bu inflamasyon bölgelerinde çoğu zaman ağrılı lezyonlar, nodüller ve çıbanlar çıkmaktadır. Bunlar genelde bazı ter bezlerinin (apokrin bezlerinin) bulunduğu yerler, memelerin altı, kalçalarda ve baldırların içi olmak üzere cildin sürtündüğü yerlerde bulunur. HS, enfeksiyöz ya da bulaşıcı bir hastalık değildir. Nadiren, kalçalardaki nodüller, skuamöz hücreli karsinom adı verilen bir deri kanseri tipine dönüşebilir.

Hidradenitis suppurativa’nın (HS) tam nedeni belli olmasa da, araştırmalar HS’nin kıl foliküllerindeki belirli bozukluklardan kaynaklandığını göstermektedir. HS popülasyonda %1’e varan oranda görülmesine rağmen, bu yineleyen ve çoğu zaman ağrılı inflamatuar hastalık konusunda sınırlı bilgi bulunmaktadır.

Belirti ve Semptomlar 

Toplumda her yüz kişiden birinde rastlanan Hidradenitis suppurativa (HS), genelde koltuk altları ve kasık çevresindeki inflamasyonlu bölgelerle nitelenen kronik bir deri hastalığıdır. İnflamasyon bölgelerinde çoğu zaman ağrılı lezyonlar, nodüller ve çıbanlar şeklinde kendini gösteren hastalık; genelde bazı ter bezlerinin (apokrin bezlerinin) bulunduğu yerler, memelerin altı, kalçalarda ve baldırların içi olmak üzere cildin sürtündüğü yerlerde bulunuyor. Kişileri utandıran ve sosyal hayattan uzaklaştırarak depresyona sokabilen HS enfeksiyöz ya da bulaşıcı bir hastalık olmamakla birlikte, tanısı çok geç konduğu için bu hastalıkla birlikte yaşayan kişilerin yaşam kalitesini bozmaktadır.

HS ‘HURLEY SKALASI’ ile değerlendirilir.-1 Hafif, 2 Orta ve 3 Şiddetli

Hurley 1. Evre:

Sinüs traktı veya skarlaşma olmadan tek veya az sayıda çıbanlar. Ağrılı şişlikler ve apseler koltukaltında, kasık çevresinde, baldırların iç kısmında, kalçalarda ve memelerin altında görülebilir. Bu hassas şişkinlikler genelde bezelye büyüklüğünde sert nodüller olarak başlar. Tipik olarak kırmızı olduklarından bu nodüller çoğu zaman akne, kıl dönmesi ya da herpes gibi bir cinsel hastalıkla karıştırılırlar.

Hurley 2. Evre:

Birden fazla bölgede sinüs traktları ve skarlaşmalarla tekrarlayan çıbanlar. Tek bir lokasyondaki uzun süreli veya tekrarlanan çıbanların sonucu olarak HS ile skar oluşabilir.

Hurley 3:

Etkilenen bölgede yaygın, birbiriyle çoklu sinüs traktlarıyla bağlı çıbanlar (ceviz büyüklüğünde) şiddetli skarlara ve kötü kokulu akıntıya neden olabilir.

Genetik Görülme Sıklığı 

Hidradenitis suppurativa’nın (HS) altta yatan nedeni çoğu vakada bilinmemektedir. Araştırmacılar genetik, endokrin, mikrobiyolojik ve çevresel kökenlerin altta yatan nedenlerinin olabileceğinden şüphelenmektedir.

Yaklaşık 1 / 3’ünde bir aile öyküsü HS bildirilmiştir. Araştırmacı, HS’nin otozomal dominant bir şekilde miras kaldığını ya da geçtiğinden şüphelenmektedir. Bu, bir birey HS’yi miras alırsa, onu bir sonraki nesle aktarma şansının% 50 olduğu anlamına gelir. Bu riskler daha düşük olabilir, çünkü kişinin HS’yi geliştirme olasılığını etkileyen başka etkiler olabilir.

Araştırmacılar şu anda HS’de hangi genlerin rol oynayabileceğini tespit etmeye çalışıyorlar. Bazı vakaların NCSTN, PSEN1 veya PSENEN genindeki mutasyonlardan kaynaklandığı bulunmuştur. Diğer genlerin de dahil olup olmayacağını belirlemek için daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır.

Teşhis Yöntemleri ve Tedavileri 

Tüm HS olguları progresif (zaman içinde ilerleyen) olmasa da, bazı HS olguları doğru yönetilmezse yeniden ortaya çıkıp büyümeye devam edebilir. Pekçok dermotolojik sorunla karışabilmektedir. Bunun sonucunda, HS’ye olabildiğince erken tanı konup doğru bir şekilde tedavi edilmesi önem taşımaktadır. HS hastaları için birinci adım, dermatologlarıyla görüşüp doğru bir tanı konmasını sağlamaktır.

Tedavi 

Araştırmalar HS’nin fazla kilolu olmakla bağlantılı olduğunu sigara kullanımı ve obezitenin derecesiyle birlikte hastalığın şiddetinin arttığını göstermektedir. Fazla kilolu olanların biraz kilo vermesinin ve sigarayı bırakmanın kişinin genel sağlığına da katkıda bulunacağı ve sıkı – dar giysilerin terkedilerek yol açtığı rahatsızlıktan kurtulmaya yardımcı olacağı tavsiyeler arasındadır.

Bilinen bir tedavi veya sürekli olarak etkili bir tedavi yoktur. İlk tedaviler, sıcak banyolar, hidroterapi ve bakteriyel yükleri azaltmak için topikal temizlik maddeleri gibi konservatif önlemleri içerebilir. Akut ağrılı deri lezyonları kortikosteroidler (örneğin prednizon) veya Anti-enflamatuar haplarla (örn., Celebrex, Advil, Naproxen ve diğerleri) tedavi edilebilir. Etkili olduğu kanıtlanmamış olsa da, özellikle süper enfekte olduğundan şüphelenilen lezyonlar için antibiyotikler genellikle medikal tedavinin temel dayanağıdır. Etkilenen bireyler, ayrıca olası bir hormonal nedene yönelik oral kontraseptifler veya başka ilaçlar ile tedavi edilebilir. İzotretinoin gibi oral retinoidler de kullanılmıştır. Sınırlı başarı ile kullanılan diğer tedaviler arasında cisplatin, metotreksat, 5-alfa redüktaz inhibitörleri ve TNF-alfa inhibitörleri yer alır.

İleri vakalarda, etkilenen bireyler ameliyat geçirebilirler (örneğin lazer tedavisi veya fotodinamik terapi), ancak HS’nin rekürrensleri nadir değildir. Sistemik terapiler hala araştırılmaktadır. Bu tedavilerin amacı var olan lezyonları iyileştirmek ve hastalığın potansiyel olarak etkilediği bölgelerde yeni lezyonların gelişmesini önlemektir.

Hastalıkla İlişkili Genler

Genetik veya nadir bir hastalık için tanı koymak genellikle zor olabilir. Yeterli çalışma yapılmamıştır.

Hastalığın Diğer İsimleri 

  • HS
  • Köpek memesi hastalığı
  • Akne inversa – deride tersine gelişen sivilce
  • Suppurative hidradenitis
  • İrin oluşturan sivilce

Kaynaklar 

Detaylı resimler için :

Kategoriler
YUKLENDI

LİZOZOMAL ASİT-YAĞ BOZUKLUĞU, LAL-D

Tanım

Lizozomal asit-yağ bozukluğu, vücut metabolizmasındaki yağ ve kolestrollerin parçalanamamasından kaynaklanan kalıtsal bir hastalıktır. Etkilenen bireylerde, zararlı yağ miktarları (lipidler), vücutta tipik olarak karaciğer hastalığına neden olan hücreler ve dokularda birikir. Durumun iki şekli vardır. En şiddetli ve en nadir hali bebeklikte başlar. Daha az şiddetli form çocukluktan geç yetişkinliğe kadar başlayabilir.

Şiddetli, erken başlangıçlı lizozomal asit lipaz eksikliğinde, lipidler vücutta, özellikle karaciğerde, yaşamın ilk haftalarında birikmektedir. Bu lipit birikimi, genişlemiş bir karaciğer ve dalak (hepatosplenomegali), kilo alımında zayıflık, ciltte ve gözde sararma (sarılık), kusma, ishal, yağlı dışkı (steatore), besinlerin yetersiz emilimi (malabsorbsiyon) gibi çeşitli sağlık sorunlarına yol açar. Ayrıca, etkilenen bebeklerin çoğu, her bir böbreğin (adrenal bezleri) üstünde küçük hormon üreten bezlerde yetersizlik, kandaki demir oranında düşüklük (anemi) ve gelişimsel gecikmeye ve kemik gelişiminde kalsiyum birikimi görülebilir. Karaciğerde hızla büyüyen skar dokusu, karaciğer hastalığına (siroz) yol açar. Bu tip lizozomal asit lipaz eksikliği olan bebekler, çoklu organ yetmezliği ve ciddi malnütrisyon geliştirir ve genellikle 1 yıldan fazla hayatta kalmazlar.

Daha sonra ortaya çıkan lizozomal asit lipaz eksikliği formunda, belirtiler ve semptomlar değişmekte ve genellikle çocuklukta başlamaktadır, bazen  geç yetişkinliğe kadar herhangi bir zamanda ortaya çıkabilmektedirler. Neredeyse etkilenen tüm  bireyler genişlemiş bir karaciğer (hepatomegali) geliştirir; genişlemiş bir dalak (splenomegali) da oluşabilir. Bireylerin yaklaşık üçte ikisi nihayetinde siroza yol açan karaciğer fibrozuna sahiptir. Daha sonraki bireylerin yaklaşık üçte birinde malabsorpsiyon, diyare, kusma ve steatore vardır. Bu formdaki lizozomal asit lipaz eksikliğine sahip bireylerde, kan testleri ile tespit edilebilen karaciğer enzimleri ve yüksek kolesterol düzeyleri artmış olabilir.

Hastalığın ikinci formuna sahip olan hastalar kılcal damarlarının duvarında asit birikintisine sahiptirler. Normal insanlarda da bu damar-yağ depolama sistemi vardır ancak hasta bireylerde bu olay anormal olarak erken yaşta başlar. Depolama damarı daraltarak kalp krizi riskini arttırır. Hasta bireylerin yaşam süresi sağlık problemlerinin  tamamına bağlı olarak değişkendir.

Hastalığın iki formu önceden iki farklı hastalık olarak değerlendiriliyordu. Diğerini Wolman disease olarak adlandırmışlardı, daha sonra kolesteril-ester depolama hastalığı olarak adlandırdıldı.  Eski isimleri hala zaman zaman iki farklı durumu tanımlamak için kullanılsa da bu iki hastalığın aynı genlerden kaynaklı bir bozukluk olduğu anlaşıldı ve günümüzde aynı hastalığın iki farklı durumu olarak değerlendiriliyor.

Görülme Sıklığı

Lizozomal asit lipaz eksikliğinin, popülasyona göre değişen 40.000 ila 300.000 bireyde 1 olduğu tahmin edilmektedir. Hatalığın ikinci formu, ilk formdan daha yaygındır.

Bölge bazlı yapılan insidasn ( hastalığın görülm sıklığı) çalışmaları, literatürde bildirilen az sayıda LAL-D vakası ile çelişmektedir ve bu da, özellikle Avrupa atalarından olan hastalarda, hastalığın önemli ölçüde yetersiz teşhis edilebileceğini göstermektedir . Avrupa’da LAL-D görülme sıklığı konusunda resmi bir çalışma yapılmamıştır. Avustralya’da 700.000’de 1’den daha az bir sıklık bildirilmiştir . Iraklı ya da İran kökenli Yahudi bebekler en çok Los Angeles topluluğunda 4200’de tahmini insidansı olan LAL-D riski altında görünmektedir

Nedenleri

LIPA genindeki mutasyonlar lizozomal asit lipaz eksikliğine neden olur. LIPA geni lizosomal asit lipaz adı verilen bir enzim üretiminden sorumludur. Bu enzim, hücrenin artık ihtiyaç duymadığı materyalleri sindiren ve geri dönüştüren lizozomlar adı verilen hücre bölümlerinde bulunur. Lizozomal asit lipaz enzimi, kolesteril esterler ve trigliseritler gibi lipitleri yıkar. Bu işlemler yoluyla üretilen lipitler, kolesterol ve yağ asitleri vücut tarafından kullanılır veya çıkarılmak üzere karaciğere nakledilir.

LIPA genindeki mutasyonlar, fonksiyonel lizozomal asit lipazının bir eksikliğine (eksikliği) yol açar. Durumun ciddiyeti, çalışan enzim sayısına bağlıdır. Erken başlangıçlı (birinci form) lizozomal asit lipaz eksikliği olan bireylerin normal enzim aktivitesi yoktur. Daha sonraki (ikinci form) başlangıç ​​formuna sahip olanların, bazı enzim aktivitesinin kaldığı düşünülür ve miktar genellikle işaret ve semptomların şiddetini belirler.

Azalmış lizozomal asit lipaz aktivitesi, kolesteril esterler, trigliseritler ve lizozomlar içindeki diğer lipitlerin birikimine neden olarak, çoklu dokularda yağ birikmesine neden olur. Vücudun bu lipidlerin parçalanmasından kolesterol üretememesi, alternatif kolesterol üretim yöntemlerinde ve kandaki normalden daha yüksek kolesterol seviyelerinde artışa neden olur. Fazla lipitler, çıkarılmak üzere karaciğere taşınır. Birçoğu doğru bir şekilde parçalanmadığından, vücuttan uzaklaştırılamazlar; bunun yerine karaciğerde birikerek karaciğer hastalığına neden olurlar. Dokulardaki lipitlerin birikimi hastalığın belirtileridir ve durum organ disfonksiyonu ile lizozomal asit lipaz eksikliği ile sonuçlanır.

En yaygın kalıtsal kusur ekson 8 ek yeri yerleşim mutasyonu, E8SJM (c.894G> A) olup, tüm çocukların ve LAL-D’li erişkinlerin yarısından fazlasında bulunur  Mutasyon, mRNA’da ekson 8’in silinmesi ile sonuçlanan alternatif bir alıcı ekleme alanı sunar. MRNA’nın küçük bir miktarı doğru şekilde eklenir, bu da bazı kalıntı LAL aktivitesinin eksprese edilmesi ile sonuçlanabilir.

LAL-D’deki heterozigotluğun rolü henüz derinlemesine incelenmemiştir. E8SJM mutasyonu için heterozigot olan 13 bireyin değerlendirilmesi, poliojenik hiperkolesterolemide görülenlere benzer bir değişmiş lipit profili göstermiş ve kardiyovasküler riskte artış saptanmıştır. Bunu daha da incelemek için, başka bir çalışma grubu, Avrupalı atalarının 13,194 kişisinde E8SJM mutasyonu için heterozigotluğun lipit düzeylerine olan sıklığını ve etkisini değerlendirmiştir. Ek olarak, LIPA fonksiyonunun miyokard enfarktüsü (MI) veya koroner arter hastalığı (KAH) riski için üzerindeki kısmi kaybının etkisini değerlendirmek üzere, E8SJM varyantının frekansı ve etkisi MI / CAD olan 12,747 ve 14,725 hastada kontrolsüz olarak değerlendirildi. MI ve CAD. Her iki çalışmada da, heterozigosite ve plazma lipid düzeyleri ile MI / CAD riski arasında ilişki bulunmadı . Bununla birlikte, heterozigotların sayısının oldukça küçük olduğu vurgulanmalıdır; Bu nedenle, heterozigotların LAL-D’nin bazı klinik özelliklerini geliştirip geliştirmediğini ve ateroskleroz ve karaciğer disfonksiyonu gibi hastalıklara yatkın olabileceğini kanıtlamak için ilave çalışmalar gereklidir.

Kalıtsal Desen

Otozomal resesif bir hastalıktır, bu da her bir hücredeki genin kopyalarının mutasyona sahip olduğu anlamına gelir. Otozomal resesif rahatsızlığı olan bir bireyin hem annesi hem babası genlerinde mutasyona uğramış genin bir kopyasını taşır, ancak tipik olarak yani fenotipte hastalığın belirtilerini ve semptomlarını göstermezler.

Tedavi

LAL-D hastaları için hiçbir tedavi mevcut değildir. Mevcut yaklaşımlar hastalık komplikasyonlarının yükünü azaltmak için destekleyici niteliktedir. LAL-D hastalığının altında yatan defektleri ele alan rekombinant bir insan modeli üzerinden lizozomal asit lipazı klinik olarak araştıran laboratuvarlar mevcuttur (Synageva BioPharma Corp., Lexington, MA, ABD).

Hastalığın Diğer İsimleri

  • Es asit esteraz eksikliği
  • Lip asit lipaz eksikliği
  • ailesel visseral ksantotoz
  • ailesel ksantotoz
  • LAL eksikliği
  • LIPA eksikliği
  • pimer familyal ksantotoz
  • Ad adrenal kalsifikasyonlu primer familyal ksantotozis

Kaynakça
https://ghr.nlm.nih.gov/condition/lysosomal-acid-lipase-deficiency#statistics

Zeljiko Reiner, Ornella Guardamagna, Lysosomal acid lipase deficiency – An under-recognized cause of dyslipidaemia and liver dysfunction. Science Direct, Volume 235, Issue 1, July 2014, Pages 21-30), https://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S0021915014002020#

Kategoriler
YUKLENDI

AKATALAZEMİ

Genel Bilgi

Akatalazemi olan pek çok insanın,herhangi bir sağlık problemi yoktur ve bu durum, aile üyelerini etkilediği için teşhis edilir.

CAT genindeki en az 13 mutasyonun, çok düşük katalaz aktivitesi ile karakterize edilen bir durum olan akatalaziye neden olduğu bulunmuştur.

Akatalazemi olan pek çok insanın hiçbir zaman sağlıkla ilgili bir sorunu yoktur, ancak bu durum zaman zaman yumuşak dokunun (kangren) ölümüne yol açan ağız içindeki açık yaralarla (ülserler) ilişkilendirilmiştir.

Çalışmalar, Akatalazemi de tip 2 diyabet (en yaygın diyabet formu) geliştirme riskini artırıyor gibi görünmektedir. Acatalasemia  tip 2 diyabet ‘e sahiphastalık genel topluma göre (ortalama bir kişinin otuzlu veya kırklı) erken yaşta gelişme eğilimindedir. Bununla birlikte, sadece az sayıda vaka üzerinde çalışılmıştır ve diğer yaygın ve karmaşık hastalıklarda potansiyel bir risk faktörüdür.

Akatalazemi, hidrojen peroksidin parçalanmasından sorumlu bir enzim olan eritrosit katalaz enziminin eksikliğinden kaynaklanan ,çok düşük seviyeleri ile karakterize bir durum olan konjenital bir hastalıktır.

Genetik Değişiklikler/Etken Faktörler

Genom Dekorasyon Sayfası / NCBI

CAT(CATA_HUMAN;EC 1.11.1.6)Genetik değişikliklerle ilgili sağlık koşulları

  • Sitogenetik Lokasyon: 11p13, pozisyon 13’teki kromozom 11’inkısa (p) koludur.
  • Moleküler Lokasyon: baz çiftleri 34,438,925 ila 34,472,060 ila kromozom 11 (Homo sapiens Annotation Release 109, GRCh38.p12) ( NCBI))

Moleküler Genetik:

<Hayvan Modeli

  • Kobay, köpek ve evcil kümes hayvanlarında hipokatlazi bulunmuştur (bkz. Lush, 1966). Akatlazmik farede Shaffer ve Preston (1990) , kodon 11’in üçüncü pozisyonundaki bir CAG (glutamin) -to-CAT (histidin) transformasyonunun eksiklikten sorumlu olduğunu göstermiştir.

Her hücrede CAT geninin iki kopyasından sadece birinin bir mutasyona sahip olduğu durumlarda hipokatalazemi adı verilen bir durum ortaya çıkar. Bu tek mutasyon katalaz aktivitesini yaklaşık olarak yarıya indirir. Akatalazemi gibi, hipokatolazemi genellikle herhangi bir sağlık sorununa neden olmaz.

Belirti ve Semptomlar

  • Çogu hastalık için,semptomlar kişiden kişiye değişir. Cardio hastalığa sahip kişiler listelenen tüm belirtilere sahip olmayabilir.
  • Bu bilgi, İnsan fenotip Ontolojisi (HPO)adı verilen bir veritabanından doctor HPO,

Tıbbi kaynaklarda açıklanan belirtiler hakkında bilgi toplar.

  • HPO Düzenli Olarak güncellenmektedir.
  • Semptomla ilgili daha ayrıntılı bilgilere erişmek için HPO kimliği kullanılmalıdır.
Tıbbi terimler Diğer isimler daha Fazla Bilgiedin:

HPO Kimliği

Bu semptomları Olan KİŞİLERİN yüzdesi HPO ile MEVCUT Değildir.
Otozomal resesif miras 0000007 
Oral ülser ağız ülseri 0000155 
Azaltılmış katalaz Hareketi 0012517 

Genetik Görülme Sıklığı

Tıp literatüründe 100’den fazla akatalazemi vakası bildirilmiştir. Araştırmacılar bu durumun Japonya’da 12.500 kişi, Macaristan’da 20.000 kişi ve İsviçre’de 25.000 kişide gerçekleştiğini tahmin ediyor. Diğer popülasyonlarda akatalazemi prevalansı bilinmemektedir.

  • Acatalasemia ilk olarak Japonya’da, progresif oral gangren vakalarında, ülsere bölgelere uygulanan hidrojen peroksidin her zamanki gibi köpürmediğini saptayan bir otolaringolog olan Takahara tarafından keşfedilmiştir ( Takahara ve Miyamoto, 1948). Heterozigotlar kanda orta düzeyde katalaz vardır. Heterozigot sıklığı, Hiroşima ve Nagazaki’de% 0.09’dur, ancak Japonya’nın diğer bölgelerinde% 1.4’lük bir düzeye sahiptir ( Hamilton ve ark., 1961 ).
  • İsviçre’de ( Aebi vd., 1962) ve İsrail’de ( Szeinberg vd., 1963 ) aktalazya tespit edilmiştir . İsviçreli ve İsrailliler’de homozigotlar katalaz aktivitesinin arttığını göstermişlerdir. Bu durum, bunun katalaz aktivitesinin sıfır olduğu ve çapraz reaksiyona girmeyen materyalin tespit edildiği Japon hastalığından sorumlu olandan farklı bir mutasyon olabileceğini düşündürmektedir.
  • Hastalığın Japon ve İsviçre formlarında ve mutant farede kalan katalazın özelliklerini karşılaştırmıştır. Ogata (1991),
  • Aktif katalazın büyüklüğünün yaklaşık altıda biri kadar immünolojik olarak reaktif fakat enzimatik olarak aktif olmayan bir proteinin, akatalazemi olan bireylerin kırmızı hücrelerinde mevcut olduğunu bulmuştur. Shibata ve diğ. (1967),
  • Katalaz yetersizliği olan (hipo / akatalazemik) Macar hastalarında, etkilenmemiş birinci derece akrabalar ve genel Macar popülasyonu ile karşılaştırıldığında diyabet sıklığında bir artış olduğunu bildirmişlerdir. Yazarlar katalazın kantitatif eksikliğinin pankreatik beta hücrelerinin kümülatif oksidan hasarına ve sonuçta diyabet oluşturmasına neden olabileceğini öne sürmüşlerdir. Goth ve Eaton (2000),

Kalıtım Paterni/Deseni

Acatalasemia bir otozomal resesif desen’e sahiptir.

  • Yani her bir hücrede CATgeninin kopyalarının mutasyona sahip olduğu anlamına gelir .
  • Genin her iki kopyası da değiştirildiğinde, katalaz aktivitesi normalin yüzde 10’undan daha azına indirilir.
  • CATgeninin iki kopyasından sadece birinin bir mutasyonu olduğunda, katalaz aktivitesi yaklaşık olarak yarıya indirilir.
  • Katalaz aktivitesindeki bu azalma genellikle hipokatolazemi olarak adlandırılır ve acatalasemia, hypocatalasemia gibi hastalıklar genellikle herhangi bir sağlık sorununa neden olmaz.

Teşhis Yöntemleri ve Tedaviler

Akatalazemi ile ilgili ilk bildirilen şikayetler bireylerin bazılarında,^^ ağız içinde açık doku (ülserler) gelişti ^^şeklindedir . Bu da yumuşak dokunun (kangren) ölümüne yol açmaktadır.

Akatalazemi ile ağız ülseri ve kangren meydana geldiğinde , durum Takahara hastalığı olarak bilinir. Bu komplikasyonlar , muhtemelen oral hijyendeki gelişmeler nedeniyle, daha yeni olan  akatalazemi vakalarında nadiren görülmektedir .

Genetik veya nadir bir hastalık için tanı koymak genellikle zor olabilir. Sağlık uzmanları, genellikle bir kişinin tıbbi geçmişine, semptomlarına, fiziksel muayenesine ve laboratuvar test sonuçlarına tanı koymak için bakarlar. Aşağıdaki kaynaklar, bu durum için teşhis ve test ile ilgili bilgi sağlar. Tanı koymaya ilişkin sorularınız varsa, bir sağlık uzmanına başvurmalısınız.

Test Kaynakları

  • Genetik Test Kayıt(GTR) bu durum için genetik testler konusunda bilgi sağlar. GTR için hedef kitle, sağlık hizmeti sağlayıcıları ve araştırmacılarıdır. Genetik testle ilgili özel soruları olan hastalar ve tüketiciler, bir sağlık hizmetleri uzmanı veya genetik uzmanı ile iletişime geçmelidir.

Hastalıkla İlişkili Genler
Fenotip-Gen İlişkiler(omim)

Yer Fenotip Fenotip
MIM sayısı
miras Fenotip
eşleme anahtarı
Gen / Locus Gene / Locus
MIM numarası
11p13 acatalasemia 614097 3 KEDİ 115500

Test : Acatalasemia CAT geni (homozigot mutasyon neden olur, çünkü sayı işareti (#) Bu girişle kullanılır 115.500 kromozomu 11p13 üzerine).
Açıklama
Akatalazemi, eritrositlerde toplam veya yakın katalaz aktivitesi kaybı ile karakterize bir metabolik bozukluktur. Olguların yaklaşık yarısı ülseratif oral gangrenlerden kaynaklanır ve bu vakalar Takahara hastalığına sahip olarak adlandırılır. Heterozigotlarda yarı normal katalaz seviyeleri hipokatalazemi veya hipokatalazidir ( Ogata, 1991 ).Hastalığın Diğer İsimleri

Akatalazia – Katalaz eksikliği

Sonuç

  • Eş anlamlı: Katalaz eksikliği
  • Yaygınlık: 1-9 / 100 000
  • Kalıtım: Otozomal resesif 
  • Başlangıç ​​yaşı: Her yaştan
  • ICD-10: 3
  • OMIM: 614097
  • UMLS C0268419 C2931868
  • MeSH: 
  • BAHÇE: 363
  • MedDRA: 

Kaynaklar
1) https://www.omim.org/

2) https://rarediseases.info.nih.gov/diseases
3) https://www.orpha.net/consor/cgi-bin/Disease_Search.php
4) https://ghr.nlm.nih.gov/condition
5)https://rarediseases.org/for-patients-and-families/information-resources/rare-disease-information/

  1. Aebi, H., Baggiolini, M., Dewald, B., Lauber, E., Sutter, H., Micheli, A., Frei, J. Akatalazili iki İsviçreli ailede gözlemler. Biol. Clin. 4: 121-151, 1964.
  2. Aebi, H., Jeunet, F., Richterich, R., Suter, H., Butler, R., Frei, J., Marti, Acatalasia ile iki İsviçreli ailedeHRGözlemleri.  Biol. Clin. 2: 1-22, 1962.
  3. Aebi, H., Suter, H. In: Stanbury, JB; Wyngaarden, JB; Fredrickson, DS (eds.): Kalıtsal Hastalığın Metabolik Temelleri. (3. baskı)New York: McGraw-Hill (pub) 1972. Sf. 1710-1729.
  4. Goth, L., Eaton, JW Kalıtsal katalaz eksikliği ve diyabet riski artmıştır. Lancet 356: 1820-1821, 2000. [PubMed: 11117918ilgili alıntılar ] [ Tam Metin]
  5. Goth, L., Shemirani, A., Kalmar, T. Yeni bir katalaz mutasyonu (GA sokulması), Macar tipi akatalazemiye neden olur. Kan Hücreleri Molec. Dis. 26: 151-154, 2000. [PubMed: 11001624ilgili alıntılar ] [ Tam Metin]
  6. Hamilton, HB, Neel, JV İnsan akatalazisinde genetik heterojenite. J. Hum. Genet. 15: 408-419, 1963. [PubMed: 14097235 , ilgili alıntılar ]
  7. Hamilton, HB, Neel, JV, Kobara, TY, Ozaki, K. Nadir ‘çekinik’ gen taşıyıcılarının Japonya’daki sıklığı, akatalaziye neden olmaktadır.  Clin. Invest. 40: 2199-2208, 1961. [PubMed: 13904105ilgili alıntılar ] [ Tam Metin]
  8. Hirono, A., Sasaya-Hamada, F., Kanno, H., Fujii, H., Yoshida, T., Miwa, S. Japon tipi akatalazemiye neden olan yeni bir insan katalaz mutasyonu (358T-del). Kan Hücreleri Molec. Dis. 21: 232-234, 1995. [PubMed: 8673475ilgili alıntılar ] [ Tam Metin]
  9. Kishimoto, Y., Murakami, Y., Hayashi, K., Takahara, S., Sugimura, T., Sekiya, T. Japon akatalazemik hastalarda katalaz geninin ortak bir mutasyonunun saptanması. Genet. 88: 487-490, 1992. [PubMed: 1551654 , ilgili alıntılar ]
  10. Lush, IE Man dışında Omurgalıların Biyokimyasal Genetiği. Philadelphia: WB Saunders (pub) 1966.
  11. Matsunaga, T., Seger, R., Hoger, P., Tiefenauer, L., Hitzig, WH Konjenital akatalazemi: hidrojen peroksit ile provokasyon sonrası nötrofil fonksiyonlarının incelenmesi. Res. 19: 1187-1190, 1985. [PubMed: 4069828 , ilgili alıntılar ]
  12. Ogata, M. Hum. Genet. 86: 331-340, 1991. [PubMed: 1999334 , ilgili alıntılar ]
  13. Shaffer, JB, Preston, KE Bir akatalazemik fare mutantının moleküler analizi. Biophys. Res. Commun. 173: 1043-1050, 1990. [PubMed: 2268310 , ilgili alıntılar ] [ Tam Metin]
  14. Shibata, Y., Higashi, T., Hirai, H., Hamilton, HB Katalaz üzerinde İmmünokimyasal çalışmalar. II. Normal hipokatolazik ve akatalazik insan eritrositlerinde bir anticatalaz reaksiyona giren bileşen. Biochem. 118: 200-209, 1967.
  15. Szeinberg, A., De Vries, A., Pinkhas, J., Djaldetti, M., Ezra, R. Bir ailede bir çift kalıtsal alyuvar defekti: hipokatolazemi ve glikoz-6-fosfat dehidrojenaz eksikliği. Acta Genet. Med. Gemellol. 12: 247-255, 1963. [PubMed: 14075877ilgili alıntılar]
  16. Takahara, S., Miyamoto, H. Kandaki katalaz eksikliğinden dolayı üç ilerleyici oral kangren vakası. Nippon Jibi-Inkoka Gakkai Kaiho 51: 163 sadece, 1948.
  17. Wen, JK, Osumi, T., Hashimoto, T., Ogata, M. İnsan akatalazemi’nin moleküler analizi: Bir ekleme mutasyonunun belirlenmesi.  Molec. Biol. 211: 383-393, 1990. [PubMed: 2308162ilgili alıntılar ]
Kategoriler
YUKLENDI

ÇOK UZUN ZİNCİRLİ ASİL-KoA DEHİDROGENAZ EKSİKLİĞİ

Genel Bilgi

Çok uzun zincirli asil-KoA dehidrogenaz eksikliği vücudun yağları enerjiye çevirememesini sebep olan bir hastalıktır. Belirtileri vücudun aç kaldığı zamanlar da ve vücudun enerji gereksinimi fazla olduğu zamanlar da egzersiz gibi, görülür. Hastalığın idaresi iki kilit noktayı uymakta bitiyor; aç kalmamak ve özel hazırlanan diyet her zaman takip etmek.

Belirti ve Semptomlar

Çok uzun zincirli asil-KoA dehidrogenaz eksikliğinin belirtileri genel olarak bebeklik ya da çocukluk evresinin erken aşamalarında gözükmeye başlar lakin ergenlik veya erişkinlik döneminde rastlanabilir. Bebeklik ve çocukluk dönemindeki belirtiler genellikle düşük kan şekeri (hipoglisemi), uyuşukluk, enerjisizlik (letarji) ve kas güçsüzlüğü, ayrıca karaciğer anormallikleri ve son   olarak hayati risk içeren kalp problemleri de görülebilir. Çocukluk evresinde görülen düşük kan şekeri kuvvetsiz, titreyen vücut ve baş ağrısıyla beraber görülen soğuk ve terli bir deri, vakalarına sebep olabilir. Bu durum hemen fark edilip müdahale edilmezse koma veya ölüme neden olabilir.

Ergenlikte veya erişkinlik dönemindeki görülen belirtileri ise genellikle kas ağrısı ve kas hücrelerinin ölümü (rabdomiyoliz) görülebilir ve eğer kas ölümleri olmuşsa idrar da kırmızı veya kahverengi görülür.

Genetik Görülme Sıklığı

Çok Uzun Zincirli asil-KoA dehidrogenaz eksikliğinin 40.000 ile 120.00 insanda birini etkilediği tahmin edilmektedir.

Genetik Değişiklikler

Çok uzun zincirli asil-KoA dehidrogenaz eksikliği ACADVL genindeki mutasyonlardan kaynaklanır. Bu gen, çok uzun zincirli asil-KoA dehidrogenaz adı verilen enzimin yapımından sorumludur. Enzim çok uzun zincirli yağların ilerde enerjiye dönüşümü için daha küçük zincirli yağlara dönüşümünden sorumludur. Bu yağ asitleri kalp ve kaslar için ana enerji kaynağıdır ve vücudun diğer dokuları için yağ asitlerinin önemi aç kalındığı zaman ortaya çıkar.

ACADVL genindeki mutasyonlar çok uzun zincirli asil-KoA dehidrogenaz enziminin eksikliğine sebep olarak yukarıda bahsi geçen çok uzun zincirli yağları sindiremezler. Buna bağlı olarak, yağlar enerjiye çevrilemez ve vücuttaki bu enerji eksikliği bu hastalığın karakteristik olan belirtilerini sebep olur, örnek vermek gerekirse düşük kan şekeri (hipoglisemi) ve letarji gibi. Bunlara ek olarak sindirilemeyen yağ asitleri aynı zamanda birikerek biriktiği yere zarar verir. Bu bahsettiğimiz birikme çok uzun zincirli asil-KoA dehidrogenaz eksikliğinin diğer belirtilerinin sebebi olabilir.

Kalıtım Deseni/Paterni

Çok uzun zincirli asil-KoA dehidrogenaz eksikliği otozomal çekinik bir hastalıktır. Yani bu hastalığa sahip olmak için hastalıktan sorumlu genin, bu hastalıkta ACADVL geni, her iki kopyasında da mutasyon olup hastanın her bir hücresinde olması lazım. Ek olarak, otozomal çekinik bir hastalığa sahip bireyin ebeveynleri taşıyıcıdırlar. Taşıyıcı demekse basitçe, bu hastalıktan sorumlu genin, bu durumda ACADVL geni, iki kopyasında herhangi birinin mutasyonlu olduğu ama sağlam olan kopyasından dolayı herhangi bir bu hastalığa ait semptom göstermeyecekleri anlıma gelir. (Figür 1)

Figür 1: Otozomal çekinik deseni özetleyen diyagram( Affected = Hastalıklı,
Carrier = Taşıyıcı, Unaffected = Sağlık (normal, etkilenmemiş)

Teşhis Yöntemleri ve Tedaviler

Çok uzun zincirli asil-KoA dehidrogenaz eksikliğinin şüphe edilmeye genellikle anormal yenidoğan tarama test sonuçlara veya hastalığın karakteristik belirtileri varlığında başlanır. Bu şüpheyi özeleştirilmiş testler takip eder. Bu özel testler genellikle kan, idrar, deri, kas ve karaciğer dokuları üzerinde olur. Son olarak ACADVL genindeki değişiklere bakan genetik testle teşhis doğrulanır.

Hastalığın tedavisi özelleştirilmiş diyet programıyla birlikte hayatına her zamanına kendini aç bırakmamaya dikkat etmekten oluşuyor ve özellikle kendini aç bırakmaya yönelten aktivitelerden de oruç, açıklık grevi ve benzeri gibi. Bahsi geçilen özelleştirilmiş diyet programı uzun zincirli yağ hiç ve çok az miktar ve bunun yanın da çok miktarda orta zincirli yağ asidi ve yüksek karbonhidrattan oluşur. Bu hastalığa sahip kişilerin her zaman yanında içinde gerekli ve uygun besinler bulunan bir acil dozaj yemek bulundurması önerilir, gerekli yemekleri bulamama ihtimallerine karşı.

Hastalıkla İlişkili Genler

ACADVL geni

Hastalığın Diğer İsimleri

  • Çok uzun zincirli-asil-CoA-dehidrojenaz eksikliği
  • Asil-CoA dehidrojenaz çok uzun zincir eksikliği
  • Çok uzun zincirli asil koenzim A dehidrojenaz eksikliği
  • VLCAD-C
  • VLCAD deficiency
  • VLCAD-H
  • ACADVL

Yararlanılan Kaynaklar

 

Kategoriler
YUKLENDI

AARSKOG-SCOTT SENDROMU

Genel Bilgi

Aarskog-Scott sendromu, vücudun birçok bölümünün gelişimini etkileyen genetik bir bozukluktur. Kadınlar sendromun hafif özelliklerine sahip olmasına rağmen, esas olarak erkeklerde görülür.

Belirti ve Semptomlar

Aarskog-Scott sendromu olan kişiler genellikle geniş aralıklı gözler (Figür 1), küçük burun, ağız ve burun arasındaki uzun bir alan gibi kendine özgü yüz özelliklerine sahiptir. Çocukluk döneminde sıklıkla boy kısalıkları görülür ancak ergenlik döneminde genellikle akranlarının boylarına yetişirler. Bu sendromda kısa parmaklar, içe doğru kıvrılmış parmaklar, parmaklar arası perdelenme (sindaktili) (Figür 2) ve avuç içinde tek bir çizgi oluşumu gibi el şeklinde anormallikler görülür. Kalp kusurları, üst dudakta yarık olması (Figür 3) ve damakta yarık olması bu sendromun diğer anormal özellikleri olarak kabul edilir.

Figür 1: Hipertelorizm

Görüntü kaynağı:

https://elementsofmorphology.nih.gov/index.cgi?tid=71d9f1be67c7f8b6

Figüre 2: Kıvrık, küçük ve perdeli parmaklar

Görüntü kaynağı:

https://elementsofmorphology.nih.gov/index.cgi?tid=1f410b8fecf151fa

Figür 3: Yarık  Dudak

Görüntü kaynağı:  https://www.cdc.gov/ncbddd/birthdefects/cleftlip.html

Aarskog-Scott sendromuna sahip olan erkekler genellikle testis torbası penisi çevreler ve bazı durumlarda da erkekler inmemiş testislere (kriptorşidizm) veya göbek deliğinin etrafında yada alt karın bölgesinde yumuşak bir keseye (Figür 4) sahip olurlar.

Figür 4: Umblikal herni, Göbek fıtığı

Görüntü kaynağı: BlueRing Media/Shutterstock.com

Aarskog-Scott sendromuna sahip olan kişiler genellikle normal zeka seviyesi gösterirken bazıları da öğrenme ve davranış problemlerine sahip olabilir. Bazı nadir durumlarda ise ciddi zihinsel yetersizliğe sahip olabilirler.

Genetik Görülme Sıklığı

Görülme yaygınlığı tam olarak bilinmesede 1970 yılından bu zamana kadar literatürde 100’den az vaka bildirilmiştir. Yaklaşık olarak görülme sıklığı ise 25,000 kişide bir olduğu tahmin edilmektedir.

Genetik Değişiklikler/Etken Faktörler

FGD1 genindeki mutasyonlar, Aarskog-Scott sendromunun bilinen tek genetik sebebidir. FGD1 geni, doğumdan önceki ve sonraki gelişimin çeşitli yönleri için önemli olan sinyalleri ileten Cdc42 adı verilen başka bir proteini aktive eden bir protein yapmak için talimatlar sağlar.

FGD1 geninde meydana gelen mutasyonlar, anormal olarak çalışan bir proteinin üretimine yol açar. Bu mutasyonlar Cdc42 sinyallemesini bozarak Aarskog-Scott sendromu olan kişilerde meydana gelen çeşitli anormalliklere yol açar.

Bu hastalığa sahip olan kişilerin sadece yüzde 20’sinin nedeni FGD1 genindeki mutasyonları tanımlanabilir. Hasta diğer bireylerde ise Aarskog-Scott sendromunun nedeni bilinmemektedir.

Kalıtım Paterni/Deseni

Eğer hastalığın sebebi FGD1 genindeki mutasyon sonucu oluşmuş ise, hastalık X kromozomuna bağlı resesif bir kalıtım paterni gösterir.

X kromozomu iki cinsiyet kromozomundan biridir. Kadınlar iki tane X kromozomu taşırken erkekler bir tane X kromozomu taşır. FGD1 geni de X kromozomu üzerinde bulunur ve eğer erkek bireyin X kromozomunda ki bu gende mutasyon varsa erkek hastadır. Kadınlarda ise mustasyonlu genin iki kopyasının bulunması durumunda hastalık oluşur ki bu olasılık ise erkeklere oranla çok düşüktür.

Eğer kadınlar mutasyonlu genin bir kopyasını taşıyorsa, hipertelorizm ve kısa boy gibi bazı hafif semptomlar gösterebilir.

X kromozomuna bağlı hastalık kalıtımında baba X kromozomunun özelliğini oğullarına geçiremez. Erkek evlatlar eğer anneleri hastaysa, hasta olma riskleri çok fazladır. Eğer anneleri mutasyonlu genin bir kopyasını taşıyorsa hasta olma riskleri diğer duruma göre daha az ama yinede yüksektir.

Figür 5: Aarskog-Scott Sendromu Kalıtım Paterni

Görüntü kaynağı:  U.S. National Library of Medicine

https://ghr.nlm.nih.gov/condition/aarskog-scott-syndrome#inheritance

Teşhis Yöntemleri ve Tedaviler

Aarskog-Scott sendromu gibi genetik veya nadir bir hastalık için tanı koymak genellikle zor olabilir. Sağlık uzmanları, genellikle bir kişinin tıbbi geçmişine, semptomlarına, fiziksel muayenesine ve laboratuvar test sonuçlarına tanı koymak için bakarlar.

Bunun yanı sıra bireylerdeki anormal fiziksel özellikler hastalığın teşhisi için yeterli olacaktır.

Hastalıkla İlişkili Genler

FGD1

Hastalığın Diğer İsimleri

Aarskog sendromu,

AAS,

Facio-digito-genital displazi,

Faciodigitogenital sendromu,

Faciogenital displazi,

FGDY,

AAS için Yurt dışındaki Kuruluşlar

The Aarskog Foundation / Aarskog Vakfı

Toll-free/Ücretsiz: 0800 001 6623

E-mail: [email protected]

Website: https://www.aarskogsyndromefoundation.co.uk/

Kaynaklar

  1. https://ghr.nlm.nih.gov/condition/aarskog-scott-syndrome
  2. https://www.orpha.net/consor/cgi-bin/Disease_Search.php?lng=EN&data_id=394&Disease_Disease_Search_diseaseGroup=AARSKOG-SCOTT-SYNDROME&Disease_Disease_Search_diseaseType=Pat&Disease(s)/group%20of%20diseases=Aarskog-Scott-syndrome&title=Aarskog-Scott%20syndrome&search=Disease_Search_Simple
  3. https://rarediseases.info.nih.gov/diseases/4775/aarskog-syndrome
  4. https://www.cdc.gov/ncbddd/birthdefects/cleftlip.html
Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

BECKWITH – WIEDEMANN SENDROMU

Genel Bilgi

Beckwith-Wiedemann sendromu, tümör gelişimine yatkınlığı içeren bir pediyatrik aşırı büyüme bozukluğudur. Klinik prezentasyon oldukça değişkendir; Bazı olgular, orijinal olarak Beckwith (1969) ve Wiedemann (1969) tarafından tanımlandığı için bu şekilde isimlendirilmiştir.

BWS’li bireyler, hamileliğin ikinci yarısında ve yaşamın ilk dönemlerinde artmış bir oranda büyüyebilir, ancak yetişkin boyları genellikle normal aralıktadır. Anormal büyüme ayrıca hemihipertrofi ve / veya makroglossi olarak da ortaya çıkabilir. BWS’li bebeklerin%30-50’sinde hipoglisemi bildirilmiştir.

Karın duvarı defektleri (omfalosel, umbilikal herni ve diastasis recti) ve karaciğer, dalak, pankreas, böbrek veya adrenalleri içeren viseromegali dahil olmak üzere malformasyon ve tıbbi komplikasyonların sıklığı artmaktadır. Fetal adrenokortikal sitomegali patognomonik bir bulgudur. Renal anomaliler arasında primer malformasyonlar, renal medüller displazi, nefrokalsinoz ve nefrolitiazis sayılabilir. Embriyonal malignitelere bir yatkınlık vardır, Wilms tümörü ve hepatoblastoma en yaygın olanıdır (Weksberg ve ark., 2010).

Erken ölüm, prematürite, hipoglisemi, kardiyomiyopati, makroglossi veya tümör komplikasyonlarından kaynaklanabilir.

Genetik Değişiklikler / Etken Faktörler

Moleküler genetik testler, BWS’li bireylerde kromozom 11p15’in epigenetik ve genomik değişikliklerini tanımlayabilir.

Beckwith-Wiedemann sendromu vakalarının yaklaşık yüzde yirmisi, paternal tekdüze olmayan disomy (UPD) olarak bilinen bir genetik değişimden kaynaklanmaktadır. Paternal UPD, babadan aktif bir kopyanın ve anneden gelen aktif olmayan bir kopyanın yerine aktif olarak babaların kalıtsal iki kopyasına sahip olmalarına neden olur. Paternal UPD’li kişilerde, yalnızca kromozomun maternal kalıtsal kopyası üzerinde aktif olan genler de eksiktir.

Beckwith-Wiedemann sendromunda, paternal UPD genellikle embriyonik gelişimin erken döneminde ortaya çıkar ve sadece bazı vücut hücrelerini etkiler. Bu olguya mozaikcilik denir. Mozaik paternal UPD, kromozom 11 üzerindeki aktif paternal ve maternal genlerde bir dengesizliğe yol açar ve bu da bozukluğun belirtilerini ve semptomlarını gösterir.

Daha az sıklıkla, CDKN1C genindeki mutasyonlar Beckwith-Wiedemann sendromuna neden olur. Bu gen, doğumdan önce büyümeyi kontrol etmeye yardımcı olan bir protein yapmak için gereklidir. CDKN1C genindeki mutasyonlar, bu proteinin Beckwith-Wiedemann sendromunun karakteristik özelliklerine yol açan büyümeyi kısıtlamasını önler.

Belirti ve Semptomlar

Beckwith-Wiedemann sendromu, vücudun birçok bölümünü etkileyen bir durumdur. Aşırı büyüme sendromu olarak sınıflandırılır, bu da etkilenen bebeklerin normalden (makrozomi) oldukça büyük olduğu ve çocukluk döneminde akranlarından daha uzun olma eğiliminde oldukları anlamına gelir. Büyüme yaklaşık 8 yaşına kadar yavaşlamaya başlar ve bu durumdaki yetişkinler alışılmadık derecede uzun değildir. Beckwith-Wiedemann sendromu olan bazı çocuklarda, vücudun bir tarafındaki veya diğer kısımları anormal derecede büyüyerek asimetrik veya düzensiz bir görünüme yol açabilir. Hemihyperplasia olarak bilinen bu sıra dışı büyüme paterni genellikle zamanla daha az görülür.

Beckwith-Wiedemann sendromunun belirti ve bulguları etkilenen bireyler arasında değişmektedir. bu durumdaki bazı çocuklar karın organları göbek deliği içinden çıkıntı sağlayan karın (bir omfaloselin) duvarında bir açıklık ile doğarlar. Göbek düğmesinin (umbilikal herni) etrafındaki yumuşak bir kese gibi (fıtık) diğer abdominal duvar defektleri de yaygındır. Beckwith-Wiedemann sendromu olan bazı bebeklerde yutma, konuşma ve nefes almaya engel olabilecek anormal büyük dil (makroglosi) vardır. Bu durumun diğer önemli özellikleri anormal derecede büyük karın organları (Viseromegali), kırışıklıkları veya bebeklikte kulak arkası çukurları, düşük kan şekeri (hipoglisemi) ve böbrek anormallikleri vardır.

Beckwith Wiedemann sendromu olan çocuklar kanserli ve kanserli olmayan tümörlerin çeşitli, özellikle de böbrek kanserli biçimi olan, Wilms tümörü ve hepatoblastom adlı karaciğer kanseri formunu geliştirmek adına artan bir risk altındadır. Tümörler, bu durumdaki insanların yaklaşık yüzde 10’unda gelişir ve neredeyse her zaman çocuklukta görülür.

Beckwith-Wiedemann sendromlu çocukların ve yetişkinlerin çoğu, durumla ilişkili ciddi tıbbi sorunlara sahip değildir. Yaşam beklentileri genellikle normaldir.

Genetik Görülme Sıklığı

Beckwith-Wiedemann sendromu dünya çapında 13.700 yenidoğanda tahmini 1’ini etkilemektedir. Durum aslında bu tahminden daha yaygın olabilir, çünkü hafif semptomları olan bazı kişiler hiçbir zaman teşhis edilmez.

Kalıtım paterni / Deseni:

Beckwith-Wiedemann sendromunun genetik nedenleri karmaşıktır. Bu durum genellikle, kromozom 11 bölgesindeki belirli genlerin anormal regülasyonundan kaynaklanır. Tüm vakaların en az yarısı, metilasyon denen bir süreçteki değişikliklerden kaynaklanmaktadır. Metilasyon, metil grupları olarak adlandırılan küçük molekülleri DNA’nın belirli segmentlerine bağlayan kimyasal bir reaksiyondur.

Genomik imprinting geçiren genlerde, metilasyon bir genin ana ebeveyninin yumurta ve sperm hücrelerinin oluşumu sırasında işaretlenmesinin bir yoludur. Beckwith-Wiedemann sendromu sıklıkla, DNA’nın bölgelerdeki kromozom 11’deki imprinting merkezleri (IC’ler) bölgelerindeki değişikliklerle ilişkilidir. IC’ler, CDKN1C, H19, IGF2 ve KCNQ1OT1 genleri dahil olmak üzere normal büyümede rol oynayan birkaç genin metilasyonunu kontrol eder.

Anormal metilasyon, bu genlerin regülasyonunu bozar ve bu da Beckwith-Wiedemann sendromunun aşırı büyümesine ve diğer karakteristik özelliklerine yol açar. Beckwith-Wiedemann sendromu olan tüm insanların yaklaşık yüzde 1’inin, bir yeniden düzenleme (translokasyon), anormal kopyalama (duplikasyon) veya chr’den genetik materyalin kaybı (silinmesi) gibi kromozom anomalileri vardır.

Beckwith-Wiedemann sendromu vakalarının yaklaşık yüzde 85’inde, bir ailede sadece bir kişi bu durumla teşhis edildi. Bununla birlikte, Beckwith -Wiedemann sendromlu bir çocuğun ebeveynleri, bozukluğu olan başka çocuklara sahip olma riski altında olabilir. Bu risk, durumun genetik nedenine bağlıdır.

Beckwith -Wiedemann sendromlu insanların yüzde 10 ila 15’i, birden fazla etkilenen aile üyesi olan ailelerin bir parçasıdır. Bu ailelerin çoğunda, durumun otozomal dominant kalıtım kalıbı olduğu görülmektedir. Otozomal dominant kalıtım, her bir hücrede değiştirilmiş bir genin bir kopyasının tipik olarak bozukluğa neden olması için yeterli olduğu anlamına gelir.

Bu vakaların çoğunda, Beckwith-Wiedemann sendromlu bireyler annelerinden gelen genetik değişimi miras alırlar. Bazen, değiştirilmiş geni miras alan bir kişi, durumun karakteristik belirtilerini ve semptomlarını göstermeyecektir

Teşhis Yöntemleri ve Tedavileri

Belirtilerin tedavisi: Merkezi sinir sistemi komplikasyonlarının riskini azaltmak için hipoglisemi tedavisi; omfalosel için abdominal duvar onarımı; uzlaştırılmış bir hava yolu için endotrakeal entübasyon ve makroglossiadan kaynaklanan beslenme zorluklarını yönetmek için özel meme veya nazogastrik tüp beslemelerinin kullanılması. Makroglossi olan çocuklar, bebeklik veya erken çocukluk döneminde dil küçültme ameliyatından ve konuşma terapisinden yararlanabilirler.

Yenidoğanlarda, Hipoglisemi yaşamın ilk birkaç günden fazla devam ederse, bir pediatrik endokrinolog tarafından değerlendirilmeli,

Organomegali, yapısal anormalliği ve tümörleri değerlendirmek için abdomen ultrason muayenesi gerekip, pediatrik nefrologlar tarafından değerlendirilmeli,

Cerrahi işlemlerden önce veya klinik değerlendirmede kardiyak anormallik şüphesi varsa EKG ve ekokardiyogram dahil olmak üzere kapsamlı kardiyak değerlendirme önerilir. Alfa-fetoprotein testi, hepatoblastoma için değerlendirmek adına ilk tanı anında yapılabilir. Vücudun bir tarafında aşırı büyümesi olan çocuklar kavisli bir omurga (skolyoz) için izlenmelidir.

Hastalıkla İlişkili Genler

•Gen Adı H19 ,

•Gen Adı IGF2 (insülin benzeri büyüme faktörü 2)

•Gen Adı CDKN1C

•Gen Adı KCNQ1OT1 (KCNQ1

•Gen Adı ZNF215

Hastalığın Diğer İsimleri:

•BWS

•Wiedemann-Beckwith syndrome (WBS)

Kaynakça

https://www.ncbi.nlm.nih.gov/books/NBK1394/

https://ghr.nlm.nih.gov/condition/beckwith-wiedemann-syndrome

https://www.ncbi.nlm.nih.gov/books/NBK1394/#!po=28.9063

https://medlineplus.gov/ency/article/001186.htm

http://atlasgeneticsoncology.org/Kprones/BeckwithWiedemannID10037.html

Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

EPİDERMOLİZİS BÜLLOZA

Genel Bilgi

Epidermolizis bülloz simplex, epidermolizis bülloza adı verilen ve cildin çok kırılgan olmasına ve kolayca kabarmasına neden olan bir grup genetik hastalıktan biridir. Kabarcıklar ve deri kaybı (erozyonlar) bölgeleri sürtünme veya çizilme gibi küçük yaralanmalara veya sürtünmeye tepki olarak ortaya çıkar. Epidermolizis bülloz simpleksi, epidermolizis büllozun başlıca formlarından biridir. Bu durumun belirtileri ve semptomları etkilenen bireyler arasında büyük farklılıklar göstermektedir. Kabarma, esas olarak, hafif vakalarda el ve ayakları etkiler ve kabarcıklar genellikle yara izi bırakmadan iyileşir. Bu durumun şiddetli vakaları enfeksiyonlara, dehidratasyona ve diğer tıbbi sorunlara yol açabilen yaygın kabarcıklar içerir. Ağır vakalar bebeklik döneminde hayatı tehdit edebilir.

Araştırmacılar dört ana tip epidermolizis bullosa simpleksini belirlemişlerdir. Tipler ciddiyet açısından farklılık gösterse de özellikleri önemli ölçüde örtüşür ve bunlar aynı genlerdeki mutasyonlardan kaynaklanır. Çoğu araştırmacı şimdi bu durumun ana formlarının, bir dizi belirti ve semptom içeren tek bir bozukluğun parçası olduğunu düşünmektedir.

Lokalize tip (daha önce Weber-Cockayne tipi olarak adlandırılır) olarak bilinen epidermolizis bülloza simpleksinin en hafif şekli, çocukluk ve yetişkinlik arasında her zaman başlayan ve genellikle el ve ayaklarla sınırlı olan deri kabarması ile karakterize edilir. Daha sonraki yaşamda, el ve ayak tabanlarındaki deride kalınlaşabilir ve sertleşebilir (hiperkeratoz).

Dowling-Meara tipi, epidermolizis bullosa simpleksinin en şiddetli formudur. Ağzın iç kısmı da dahil olmak üzere vücudun herhangi bir yerinde aşırı ve şiddetli kabarma meydana gelebilir ve kabarcıklar kümelerde görünebilir. Kabarıklık doğumdan gelir ve yaşla birlikte iyileşme eğilimi gösterir. Etkilenen bireylerde ayrıca avuç içi ve ayak tabanlarında anormal tırnak büyümesi ve hiperkeratoz görülür.

Diğer jeneralize tip (eskiden Koebner tipi olarak da bilinir) olarak bilinen epidermolizis bullosa simplex’in başka bir şekli, doğumda veya erken bebeklikte görülen yaygın kabarcıklarla ilişkilidir. Kabarcıklanma, Dowling-Meara tipinden daha az şiddetli olma eğilimindedir.

Benekli pigmentasyonlu epidermolizis bullosa simpleksi, yetişkinlikte kaybolmuş gövde, kollar ve bacaklarda koyu renkli cilt lekeleri ile karakterizedir. Bozukluğun bu formu, erken bebeklikten, avuç içleri ve ayak tabanlarındaki hiperkeratozdan ve anormal tırnak büyümesinden deride kabarmayı da içerir.

Yukarıda açıklanan dört ana türe ek olarak, araştırmacılar, Ogna tipi dedikleri, epidermolizis bullosa simpleksiyle ilgili başka bir cilt durumu tespit etmişlerdir. Epidermolizis bullosa simpleksinin diğer tipleri ile ilişkili olmayan bir gende mutasyonla Ogna tipi epidermolizis bullosa oluşur. Ogna tipinin bir epidermolizis bullosa simpleks alt tipi olup olmadığı veya ayrı bir epidermolizis bülloza formunu temsil edip etmediği belirsizdir.

Epidermolizis bullosa simpleksinin diğer bazı varyantları öne sürülmüştür, ancak bunlar çok nadir görünmektedir.

Görülme Sıklığı

Epidermolizis bullosa simpleksinin tam prevalansı bilinmemektedir, ancak bu durumun 30.000 ila 50.000 kişide 1’i etkilediği tahmin edilmektedir. Lokalize tip, durumun en yaygın şeklidir.

Genetik Değişikliler

Dört ana epidermolizis bullosa simpleksi tipi, KRT5 veya KRT14 genindeki mutasyonlardan kaynaklanabilir. Bu genler keratin 5 ve keratin 14 olarak adlandırılan proteinleri yapmak için gereken talimatları sağlar. Bu sert, lifli proteinler, cildin dış tabakasına (epidermis) kuvvet ve esneklik sağlamak için birlikte çalışır. KRT5 veya KRT14 genindeki mutasyonlar, keratin proteinlerinin güçlü ağlara bağlanmasını önler ve bu da epidermisteki hücrelerin kırılgan hale gelmesine ve kolayca zarar görmesine neden olur. Sonuç olarak, cilt sürtünmeye ve küçük travmaya karşı daha az dirençli hale gelir ve kolayca kabarır. Nadir durumlarda, dört ana epidermolizis bullosa simpleks tipinden birine sahip kişilerde KRT5 veya KRT14 gen mutasyonu tanımlanmamıştır.

Başka bir gendeki (PLEC) mutasyonlar, nadir Ogna tipi epidermolizis bullosa simpleksiyle ilişkilendirilmiştir. PLEC geni, epidermisi cildin alttaki katmanlarına tutturmaya yardımcı olan, plektin adı verilen bir protein yapmak için talimatlar sağlar. Araştırmacılar PLEC gen mutasyonlarının bu durumun ana özelliklerine nasıl yol açtığını belirlemek için çalışıyorlar.

Kalıtım Şekli

Epidermolizis bülloza simpleks genellikle otozomal dominant olarak aktarılır, bu da her bir hücrede değiştirilmiş genin bir kopyasının bozukluğa neden olması için yeterli olduğu anlamına gelir. Etkilenen bazı kişiler mutasyonu etkilenen bir ebeveynden miras alır. Diğer vakalar gendeki yeni mutasyonlardan kaynaklanır ve ailelerinde bu bozukluğun öyküsü olmayan kişilerde görülür.

Nadir durumlarda, epidermolizis bullosa simpleks otozomal resesif olarak aktarılır. Otozomal resesif kalıtım, her hücrede genin iki kopyasının da bu hastalığı taşıdığı anlamına gelir. Otozomal resesif bozukluğu olan bir bireyin anne-babaları tipik olarak her birinin hastalıklı genin bir kopyasını taşırlar, fakat bozukluğun belirtilerini ve semptomlarını göstermezler.

Bu Hastalığın Diğer İsmi

EBS

Tanı Ve Tedavi Yöntemleri

Epidermolizis bülloza tedavisi, semptomları hafifletmeye ve tedavi etmeye, komplikasyonları önlemeye ve uygun yara bakımı ile kabarcık ağrılarının giderilmesine odaklanır. Bununla birlikte, Epidermolysis Bullosa tedaviye rağmen ilerlemeye eğilimlidir ve ciddi komplikasyonlara yol açabilir ve çok ölümcül olduklarını kanıtlayabilir.

İmmünofloresan antijen haritalama ile tanı konulabilir.

Kaynakça

http://ghr.nlm.nih.gov/