Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

LABAND SENDROMU

Genel Bilgi

Laband sendromu oldukça nadir görülen genetik hastalıktır ve aynı zamanda Zimmerman-Laband sendromu olarakta adlandırılır. Laband sendromu kafa, yüz, eller ve ayaklarda gözlemlenen anormallikler karakterize edilir. Laband sendromuna sahip çoğu çocukta normal olmayan büyüklükte diş etleri gözlemlenir ve bu sebeple çiğneme, yutma, veya konuşma kabiliyetleri etkilenebilir. Ek olarak, Laband sendromlu yeni doğanlarda oldukça uzun, ince el ve ayak parmakları, eksik ya da şekilsiz tırnaklar gözlemlenebilir. Bazı rapor edilen vakalarda aynı zamanda zihinsel gerilikte gözlemlenmiştir. Laband sendromu çoğu vakada otozomal dominant olarak aktarıldığı bulunmuştur. Fakat, otozomal çekinik olarak aktarıldığı vakalarda gözlemlenmiştir.

Belirti ve Semptomlar

Genel bilgide de bahsedildiği üzere laband sendromu oldukça nadir hastalıktır. Yüz, kafa, eller ve ayaklarda anormallikler görülür. Laband sendromlu bebeklerde doğuştan itibaren gelen el ve ayak parmaklarında anormal yapılar gözlemlenebilir. Diğer semptomlar, ilerleyen çocukluk dönemlerine kadar gözlemlenmeyebilir.

Laband sendromlu çoğu çocukta gereğinden büyük diş etlerinin varlığı gözlemlenebilir. Diş etlerinin aşırı büyümesi farklı semptomlara da neden olur. Bunlardan birkaç tanesi ise dişlerin çıkmasının gecikmesi, dişlerin birbiriyle olması gerektiği gibi yan yana olmamasından dolayı kusurlu bir diş kapanışı olarak sıralanabilir. Sadece bunlarla da kalmayıp çiğneme problemleriyle birlikte konuşma sıkıntıları, salya artışına veya ağızın anormal bir şekilde fazla kurumasına, yutkunmada zorluklara, ağız kenarlarında yara oluşumuna, dişlerin erken kaybına da sebep olabilir. Bazı uç vakalarda ise diş etlerinin bütün dişleri kaplayacak kadar büyümesi gözlemlenmiştir.

Laband sendromuna sahip bireylerde yukarıda da bahsedilen yüz anormallikleri erken çocukluk döneminde ortaya çıkıp ergen boyunca anormallikler ağırlaşabilir. Bahsi geçen anormalliklerin içinde dar bir yüz yapısı, aşırı büyümüş dil, dudaklar, burun, kulaklardan herhangi bir veya birden fazlası olabilir. Kulaktaki ve burundaki kıkırdak yapıları Laband sendromlu bireyler normalden daha yumuşak olması gözlemlenebilir ve ek olarak bazı Laband sendromlu çocuklarda aşırı saç uzaması da gözlemlenmiştir.

Çoğu Laband vakalarında el ve ayaklarda şekil bozuklukları gözlemlenebilir. Şekil bozuklukları oldukça uzun ve ince el, ayak parmakları (araknodaktili) ile beraber şişik parmak uçları içerebilir. Bazı vakalarda ise el, ayak şekil bozukları parmak uçlarının kusurlu oluşumunu, el ile el parmaklarının eklemlerinin olağandışı bir seviyede esnek olmasını içermiştir. Ek olarak, el ve ayak tırnaklarında, özellikle baş parmaklarda, kusurlu oluşum veya oluşmama gözlemlenebilir.

Bazı Laband sendromlu bireylerde farklı fiziksel semptomlarda gözlemlenmiştir. Bazılarında yukarıda bahsedilenlere ek olarak iskeletsel ve omurgasal anormallikler, oldukça büyük karaciğer gözlemlenebilir. Normal zeka seviyesi bazı vakalarda gözlemlenirken bazılarında ise zeka geriliği gözlemlenmiştir.

Genetik Görülme Sıklığı

Laband sendromu aşırı nadir genetik bir hastalıktır. Ek olarak, dişi ve erkekleri etkileme oranı olarak bir farklılık gözlemlenmemiştir. 1928’de hastalık ilk tanımlandığından beri literatürde 30 farklı vaka bulunmuştur.

Kalıtım Deseni

Çoğunlukla Laband sendromu otozomal dominant olarak kalıtıldığı gözlemlenirken azınlıkta olarak otozomal çekinik olarak ta aktarıldığı rastlanmıştır.

Teşhis Yöntemleri ve Tedaviler

Laband sendromu ile sonuçlanan çoğu teşhis erken çocukluk döneminde olduğu fark edilir. Teşhisten özenli bir klinik inceleme ile ayrıntılı bir hasta geçmişi, özelleştirilmiş testler, el ve ayak parmaklarının röntgen görüntüsü, burnun, kulakların, dudakların ve dilin ayrıntılı incelenmesi beraber doğrulama yolu takip edilir. Kesin doğrulanma yolu olan aşırı büyümüş diş etleri olması süt dişlerinin çıkışına kadar gözlemlenmeyebilir.

Laband sendromlu bireyin tedavisi kişide gözlemlenen semptomları tedavi etme yolundadır. Kapsamlı bir tedavi pediatri uzmanlarını, diş anormalliklerini incelemek ve düzeltmek üzerinde uzmanlar (dişçiler, ortodonti uzmanları), kemiksel anormallikleri düzelten uzmanlar (ortopedi uzmanları), diş eti hastalıkları uzmanı (periodontist), farklı mesleklerden uzmanların beraber çalışmasını gerektirebilir.

Ek olarak bahsetmek gerekir ki bazı vakalarda doğru dürüst uygulanan ağız hijyeni dişetlerinde oluşan anormallikleri oluşumunu geçiktirdiği veya azalttığı gözlemlenmiştir. Dişetindeki anormallikler bazı vakalarda ameliyatsal olarak tedavi edilebildiği de gözlemlenmiştir. Fakat, bunlara rağmen diş etlerinin aşırı büyümesi hala görüldüğü vakalarda olmuştur. Diş etlerinin dişleri tamamen kapattığı durumlarda düzgün bir ağız hijyeni sağlamak hasta için oldukça zorlaşabildiği gözlemlenmiştir.

Semptomlarda özet geçildiği üzere Laband sendromlu çocuklarda karaciğer veya dalak büyümesi riski olduğundan dolayı erken teşhis çocuklar başta olmak üzere oldukça önemlidir.

Hastalıkla İlişkili Genler

KCNH1 geni

ATP6V1B2 geni

KCNN3 geni

Hastalığın Diğer İsimleri

Zimmerman-Laband Sendromu

ZLS

Kaynaklar

    1. https://rarediseases.org/rare-diseases/laband-syndrome/.

    2. https://www.omim.org/entry/135500

Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

PİTT-HOPKİNS SENDROMU

Genel Bilgi

Pitt-Hopkins sendromu zihinsel engellilik, gelişimsel gecikme, solunum problemleri, nöbetler (epilepsi), tipik yüz yapısı ve yüksek miyopi özellikleri ile karakterize olan genetik bir sendromdur. TCF4 geninin mutasyonu sonucu ortaya çıkar ve otozomal dominant karakterdedir. İlk defa 1978 yılında David Pitt ve Ian Hopkins tarafından tanımlanmıştır. Nedeni bilinse de tedavisi için bir ilacı bulunmamaktadır.

Genetik Değişiklikler/Etken Faktörler

Pitt-Hopkins sendromuna TCF4 genindeki mutasyon ya da 18. kromozomun TCF4 genini içeren bölgesindeki delesyon sebep olmaktadır. Otozomal baskın (dominant) olarak kalıtılır fakat ailesinde Pitt-Hopkins sendromu öyküsü olmadığı halde de mutasyon sonucu ortaya çıkmaktadır.

TCF4 geni Pitt-Hopkins sendromundan başka Şizofreni, Otizm, Fuchs Kornea Distrofisi ve Karaciğer hastalığı olmak üzere çeşitli hastalıklarda da rol oynar.

Belirti ve Semptomlar

Pitt-Hopkins sendromunun birçok belirti ve semptomu bulunmaktadır. Semptomlar ve şiddetleri kişiden kişiye değişebilir. Erken semptomlar bebek doğduktan sonra bir sene içinde görülmektedir. Çok düşük kas tonusu (hipotoni) ve gelişim geriliği görülmektedir. Bazı bebeklerde baş boyutu küçüktür (mikrosefali). Çocuklar yürümeye beklenenden aylar hatta yıllar sonra başlayabilir. Bazıları ise bağımsız olarak yürüme yeteneğini kazanamazlar. Konuşma gecikmiştir. Bazıları birkaç kelime söylemeyi öğrenebilirken çoğu konuşamaz. Bununla birlikte bazıları basit yönergeleri anlayıp uygulayabilir. Zihinsel engellilik seviyesi genellikle orta ila şiddetlidir.

Yüz özellikleri çukur gözler, çıkık burun, aşağı yönelmiş burun ucu, geniş burun delikleri ve burun kemeri, kısa filtrum, geniş ağız, geniş aralıklı dişler ve çıkık çene ile ayırt edilir. Bu özellikler yaş ile daha belirgin hale gelir. (Şekil 1)

Şekil 1. Pitt-Hopkins sendromu hastalarında yüz özellikleri. Hasta 1 A (6 aylık), B (18 aylık) ve C (14 yaş). Hasta 6 D ve H (29 yaş). Hasta 2 E, F (6 aylık) ve G (11 yaş). Hasta 3 I ( 3 yaş), J (6 yaş) ve K (8 yaş). Hasta 4 L ve M (12.5 yaş).

Otizm spektrum bozukluğu belirtileri görülebilir. Beslenme sırasında alışılmadık davranışlar, agresif davranışlar, anksiyete, stereotipik el ve kafa hareketleri görülür. Çoğu çocukta mutlu bir yüz ifadesi vardır. Uykuda kaybolan, soluk alıp verme problemi görülür. Bunlar genelde anksiyete, heyecanlanma ya da yorulma sonucu gerçekleşir. Hızlı nefes alıp verme ardından nefes almamaya veya nefes almaya çalışma davranışları birbirini takip eder. Pitt-Hopkins sendromuna sahip kişilerin neredeyse yarısında nöbet görülür. Nöbetler çocukluk ya da gençlik döneminde herhangi bir zamanda başlayabilir. Uyuya kalma ya da uykusuzluk gibi sorunlar görülebilir. Hastaların yarısından azında gastroözofageal reflu görülür. Miyopi iki yaşından önce görülebilir ve şiddetli olabilir. Bunun haricinde şaşılık ve astigmatizm de görülür. İskelet sisteminde skolyoz, düztabanlık, yumru ayak, küçük el ve ayaklar, kavisli ya da bükük parmaklar, geniş parmak uçları ya da gittikçe incelen parmaklar görülebildiği rapor edilmiştir. Ayak parmakları üst üste binmiş halde olabilir. Acı eşikleri yüksektir. Etkilenen erkeklerin yaklaşık üçte birinde testislerden biri ya da her ikisi de skrotuma inmemiştir.

Genetik Görülme Sıklığı

Pitt-Hopkins sendromunun oldukça nadir olduğu düşünülmektedir. Dünya çapında 500 kişinin bu sendroma sahip olduğu rapor edilmiştir. Kadın ve erkekte görülme sıklığı eşittir.

Kalıtım Paterni/Deseni

Otozomal baskın (dominant) olarak kalıtılır. Baskın genetik hastalıkların ortaya çıkması için anormal genden bir tane bulunması yeterlidir. Bu gen anne veya babadan gelmiş olabilir.

Üreme hattı mozaikliği görülebilir. Bu durumda anne veya baba TCF4 gen mutasyonunu vücut hücrelerinde taşımaz yani etkilenmemiştir. Fakat üreme hücreleri (yumurta ya da sperm) mutasyona sahiptir. Yumurta veya spermlerden biri mutasyona sahipse hastalık yavru bireyde görülür. Ebeveynlerin kanlarından yapılan testte mutasyon negatif çıksa bile sonraki çocuklarının da etkilenmiş olma olasılıkları yaklaşık %1-2 kadardır.

Teşhis Yöntemleri ve Tedaviler

Pitt-Hopkins sendromunun teşhisi detaylı hasta hikayesi, klinik bulgular ve semptomun karakteristik özelliklerinin tanımlanmasıyla gerçekleştirilir. Ancak bu sendrom ve diğer bazı nörolojik bozukluklarda görülen semptomlar benzerlik göstermektedir. EEG ve beyin MRI görüntülemesiyle ve genetik analizler sonucunda TCF4 geninde meydana gelmiş mutasyon ya da delesyon tespit edilerek teşhis desteklenir.

Bilinen bir tedavisi yoktur. Tedaviler semptomları gidermek için uygulanır.

Hastalıkla İlişkili Genler

TCF4 genindeki mutasyonlar Pitt-Hopkins sendromuna neden olmaktadır. Bu gen 18.kromozomun uzun kolunda bulunmaktadır (18q21.2). TCF4 geni, vücutta birçok fonksiyonda kritik rol oynayan proteinlerin yapımı için bilgiler içerir. Bu gende mutasyon gerçekleştiğinde oluşan protein hatalı ve etkisiz olabilir, eksik veya fazla üretilebilir. TCF4 geni, transkripsiyon faktörü olarak da bilinen TCF4 proteinini sentezlenmesini sağlar. Bu proteinin farklı gelişim evrelerinde hücre farklılaşması ve hücre ölümü gerçekleştirmek gibi önemli görevleri vardır. İnsan gelişiminin erken dönemlerinde sinir sistemi gelişimiyle ilişkili olarak yüksek düzeyde eksprese edilir.

Hastalığın Diğer İsimleri

Hastalık PHS ve PTHS kısaltmalarıyla da adlandırılır.

Kaynaklar
https://ghr.nlm.nih.gov/condition/pitt-hopkins-syndrome#genes
https://rarediseases.org/rare-diseases/pitt-hopkins-syndrome/
https://rarediseases.info.nih.gov/diseases/4372/pitt-hopkins-syndrome
https://www.orpha.net/consor/cgi-bin/OC_Exp.php?lng=EN&Expert=2896

Peippo M., Ignatius J. Pitt-Hopkins Syndrome. Mol Syndromol 2011;2:171–180

Sweatt J. D. Pitt–Hopkins Syndrome: intellectual disability due to loss of TCF4-regulated gene transcription. Experimental & Molecular Medicine (2013) 45

Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

OCULODENTODİGİTAL DİSPLAZİ

Genel Bilgi

Oculodentodigital Displazi, özellikle gözleri (oculo), dişleri (dento) ve parmakları (digital) etkileyen sistmik bir rahatsızlıktır. Küçük gözler, görme kaybı, kayıp dişler, tekrarlayan diş çürükleri ve parmaklardaki fazladan kemiksi büyümeler gibi semptomlar verebilir. GJA1 geninde mevcut bir mutasyon sonucu görülebilecek bu displazinin otozomal dominant kalıtıldığı düşünülmektedir. Oculodentodigital Displazi, fizik muayene ile teşhis edilip, genetik testlerle doğrulanabilir. Hastalığın idare edilmesinde semptomlara yönelik tedaviler kullanılabilir. Aynı zamanda erken teşhisle hayat kalitesi arttırılabilir.

Genetik Değişikler/ Etken Faktörler

GJA1 genindeki (6. Kromozomun uzun kolunda: 6q21-q23.2) mutasyonlar Oculodentodigital Displaziye yol açmaktadır. GJA1 geni, Connexin 43 proteini yapımından sorumludur. Bu protein, hücreler arası direkt iletişimi sağlayan aralıklı bağlantılar için bir alt ünite üretir. Connexin 43 tarafından üretilmiş aralıklı bağlantılar vücudun çeşitli yerlerinde bulunur.

GJA1 genindeki bir mutasyon, anormal Connexin 43 üretimine sebep olur. Bu anormal proteinle oluşmuş kanallar genellikle kapalıdır. Bazı mutasyonlar sonucunda, Connexin 43 kanal oluşturması gereken hücre yüzeyine ulaşma yetisini kaybeder. Bu sebeple hücreler arası iletişim bozulur ve sonucunda hücrelerin büyüme ve özelleşme süreçlerinde hatalar olur. Oculodentodigital Displazi’de görülen morfolojik bozuklukların sebebi de bu hatalardır. 

Belirti ve Semptomlar

  • Özellikle 4. ve 5. parmaklar arası yapışıklık (sindaktil)
  • İncelmiş, hassas diş minesi, buna bağlı olarak eksik dişler ve tekrarlayan kaviteler
  • Ucu ince, dar burun delikleri ve dış kanatları incelmiş spesifik bir burun
  • Yavaş uzayan, kuru saçlar (hipotrikoz)
  • Araları oldukça açık, küçük gözler (mikroftalmi)
  • Glokom
  • Şaşılık (Strabismus)
  • Görme kaybı
  • Mikrosefali
  • Yarık damak
  • Çeşitli nörolojik semptomlar ( Ataksi, kaslarda spastisite, duyma kaybı, idrar veya gayta inkontinansı, disartri)
  • Palmoplantar Keratoderma
  • Alt çenede fazla gelişme
  • Kafatası kemiklerinde anormal kalınlaşma
  • Anormal genişlikte köprücük kemikleri
  • Kulak memelerinde anormal kalsiyum birikmeleri
  • Kardiyak malformasyonlar

Genetik Görülme Sıklığı

Oculodentodigital Displazi kadınları ve erkekleri eşit sıklıkta etkileyen oldukça nadir bir hastalıktır. Medikal literatüre geçmiş 85 vaka bulunmaktadır. Otozomal resesif formu yalnızca 5 vakada saptanmıştır. İnsidans tam olarak bilinmemektedir. Çoğu vakanın teşhissiz kaldığı düşünülmektedir.

Kalıtım Paterni

Oculodentodigital Displazi, çoğunlukla otozomal dominant olarak kalıtılmaktadır. Ancak literatürde aile öyküsü olmadan yeni mutasyonlarla oluşmuş bireyler de mevcuttur.

Teşhis Yöntemleri/ Tedaviler

Teşhis, fizik muayene ve genetik testlerle mümkündür. Tedavi ise semptomlara yöneliktir.

Hastalıkla İlişkili Genler

  • GJA1

Hastalığın Diğer İsimleri

  • Oculo-dento-digital Displazi
  • Oculo-dento-osseous Displazi
  • Oculodentodigital Sendromu
  • Oculodentoosseöz Displazi
  • ODD Sendromu
  • ODDD
  • ODOD
  • Osseous-oculo-dental Displazi

Kaynakça

Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

N-ACETYLGLUTAMATE SENTAZ EKSİKLİĞİ

Genel Bilgi

N-Acetylglutamate Sentaz (NAGS) Eksiliği otozomal çekinik gen ile taşınan, hiperamonyemiye neden olan üre siklüs bozunluklarındandır. Bu hastalık hem vücudun proteinleri işlemesini hem de vücuttan amonyak atılımını etkileyen metabolik bir bozukluktur. Hastalığın sonucu olarak kişi vücudundan amonyağı atamaz ve bunun sonucu olarak vücutta fazlaca amonyak birikir. Amonyak, vücudun proteinleri işlemesiyle ortaya çıkar ve vücutta çokça birikirse kişi için zehirli hale gelir.

Epidemiyoloji

Çok nadir ve tam olarak yaygınlığı bilinmemektedir. Ancak dünya genelinde 1-2 milyon insanın bu hastalığa sahip olduğu tahmin edilmektedir.

Klinik Bilgi

Hastalık her yaşta ortaya çıkabilmektedir, ancak çoğunlukla yenidoğanlarda görülmektedir. Klinik görünümü değişiklik göstermekle beraber en yaygın olanları; kusma, hiperaktivite, letarji (uyuşukluk), diyare (ishal), beslenmede isteksizlik, nöbet, hipotoni, geç psikomotor gelişimi ve solunum bozukluklarıdır. Hiperamonyemi sonuçları ağır olan bir hastalıktır ve çoğunlukla hiperamonemik komaya neden olmaktadır.

Etiyoloji

Birincil rahatsızlık NAGS geninde (17q21.31) oluşan mutasyonlar sonucu ortaya çıkmaktadır ve kısmı NAGS aktivitesi eksikliğine neden olmaktadır. NAGS’ın ürünü NAG (N-acetylglutamate), üreojenezin birinci basamağını katalize eden enzim olan korbomil fosfat sentez I’in (CPSI) allosterik aktivatörüdür. N-Acetylglutamate Sentaz Eksiliği, organik asitik hastalıklar, yağ asidi metabolizmasında oluşan bozukluklar veya valproik asit tedavisi sonucunda da oluşabilmektedir.     

Genetik Yatkınlık

N-Acetylglutamate Sentaz Eksiliği’ne, 17q21 kromozomunda bulunan N-acetylglutamate sentaz geninin mutasyona uğraması neden olmaktadır. Bu hastalık nesilden nesile otozomal çekinik gen ile aktarılmaktadır. Bu yüzden kişinin  bu hastalığa sahip olabilmesi için her hücredeki sorumlu geninin ikisinin de mutasyona uğramış olması gerekmektedir. Hasta bireyler, mutasyona uğramış bir geni anneden bir diğer geni de babadan almaktadır. Bu durumda ebeveynler taşıyıcı olarak adlandırılmaktadır. Taşıyıcılar otozomal çekinik gene sahip oldukları için bu hastalığın belirti veya semptomlarını göstermezler. İki otozomal çekinik gene sahip bireyin çocuğu olduğunda, bu çocuk %25 ihtimalle hasta, %50 ihtimalle taşıyıcı ve %25 ihtimalle ne hasta ne de taşıyıcı olacaktır.

Belirti ve Semptomları

N-Acetylglutamate Sentaz Eksiliği’ne sahip hastaların %30-%79’unda çocuklukta görülen kas hipotonisi, mide bulantısı, kusmaya rastlanmakta olup; %5-%29’unda da akut hiperamonyemi ve gergin ruh haline rastlanmaktadır. Ayrıca hasta bireylerde koma durumu, öğrenme güçlüğü, zihin bulanıklığı, kordinasyon eksikliği ve gelişimsel gecikme görülebilmektedir. Bu semptomlar kişiden kişiye göre farklılık göstermektedir ve kişi bütün semptomlara sahip olmak zorunda değildir. Semptomları ve belirtileri ileri yaşlarda göstermeye başlayan insanlar, erken yaşlarda gösterenlere veya besin tüketiminde proteine fazlaca yer veren insanlara göre belirti ve semptomları daha hafif yaşarlar. Yenidoğanlarda N-Acetylglutamate Sentaz Eksiliği’nin semptomları enerji eksikliği, yemek yemede isteksizlik, nöbet, anormal vücut hareketleri, çok düzensiz ve zor nefes alma, değişken vücut ısısıdır.

Teşhis Konulması

Nadir görülen bir genetik hastalığın tanısının konması zor olduğu için doktorlar genellikle kişinin tıbbi geçmişini, şüphe duyulan semptomlarını incelemekte; fiziksel muayne ve laboratuvar testi sonuçlarının değerlendirilmesiyle de hastalık teşhisini koymaktadır. Ayrıca hastalık karaciğerde azalış gösteren NAGS aktivitesinden de anlaşılabileceği için teşhis DNA analizi ile de desteklenebilmektedir. Hastalığın ana ayırıcı tanısı karbomil fosfat sentezi eksikliğidir.

Tedavi Edilmesi

N-Acetylglutamate Sentaz Eksiliği hastaları için uygulanan ana tedavi günlük dozlarla karglumik asit almaktır. Karglumik asit yapısal bakımdan NAGS’a benzemektedir ve korbomil fosfat sentez I’i (CPSI) aktive etmektedir.

Diğer İsimleri

  • N-Acetylglutamate Sentaz Eksiliği’ne Bağlı Hiperamonyemi
  • NAGS Eksikliği
  • Tip III Hiperamonyemi

Kaynakça

https://rarediseases.info.nih.gov/diseases/7158/n-acetylglutamate-synthase-deficiency
https://www.orpha.net/consor/cgi-bin/Disease_Search.php?lng=EN&data_id=3370&Disease_Disease_Search_diseaseGroup=N-acetylglutamate-synthase-deficiency&Disease_Disease_Search_diseaseType=Pat&Disease(s)/group%20of%20diseases=Hyperammonemia-due-to-N-acetylglutamate-synthase-deficiency&title=Hyperammonemia%20due%20to%20N-acetylglutamate%20synthase%20deficiency&search=Disease_Search_Simple
https://ghr.nlm.nih.gov/condition/n-acetylglutamate-synthase-deficiency#synonyms
Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

FAKTÖR XI EKSİKLİĞİ

Genel Bilgi

Faktör XI eksikliği , kanın pıhtılaşmasında rol alan faktör XI proteininin bir kıtlığına (eksikliğine) bağlı olarak anormal kanamaya neden olabilecek bir hastalıktır. Bu durum, faktör XI proteininin eksiklik derecesine bağlı olarak kısmi veya şiddetli olarak sınıflandırılır. Bununla birlikte, protein eksikliğinin ciddiyetine bakılmaksızın, çoğu etkilenen birey göreceli olarak hafif kanama problemlerine sahiptir.Faktör XI sendromuna sahip kişilerdeki belirtiler aynı aile içerisinde bile değişebilir.Diğer genetik ve çevresel faktörler hastalığın derecesinin belirlenmesinde etkilidir.

Belirti ve Semptomlar

Faktör XI eksikliği vakalarının çoğu , faktör XI proteini yapmak için talimatlar veren F11 genindeki mutasyonlardan kaynaklanır . Bu protein, kan pıhtılarını oluşturan bir dizi kimyasal reaksiyon olan pıhtılaşma kaskadında rol oynar.Yaralanmaya yanıt olarak. Bir yaralanmadan sonra pıhtılar kanamayı durdurmak ve kan damarı onarımını tetiklemek için kan damarlarını kapatır.

 

Görüntü kaynağı: https://ghr.nlm.nih.gov/art/large/blood-clot-formation.jpeg

F11 genindeki mutasyonlar , fonksiyonel faktör XI’nin eksikliğine (eksikliğine) neden olur. Bu eksiklik pıhtılaşma kademesini bozar, kanın pıhtılaşma sürecini yavaşlatır ve bu hastalıkla ilişkili kanama sorunlarına yol açar. Kalan fonksiyonel faktör XI miktarı, özel mutasyona ve F11 geninin bir veya her iki kopyasının, her hücrede mutasyona sahip olup olmamasına bağlı olarak değişir . Bununla birlikte, etkilenen bireylerde kanama problemlerinin ciddiyeti mutlaka kan dolaşımındaki faktör XI miktarına karşılık gelmez ve aynı aile içinde bile  değişebilir. Diğer genetik ve çevresel faktörler muhtemelen bu durumun ciddiyetinin belirlenmesinde rol oynar.

 

Görüntü kaynağı: https://ghr.nlm.nih.gov/art/large/liver.jpeg

Faktör XI eksikliğinin en sık görülen özelliği , özellikle ağız ve burun içini (travma veya burun boşlukları dahil) travma veya ameliyat sonrası uzun süreli kanamadır.) veya idrar yolu. Kanama ameliyattan sonra tedavi edilmezse, cerrahi alanda konjuge kandan (hematom) oluşan katı şişlikler gelişebilir.

Bu hastalığın diğer belirti ve semptomları sık burun kanaması, kolay morarma, deri altında kanama ve diş etlerinin kanamasını içerebilir. Bu bozukluğu olan kadınlar ağır veya uzun süreli adet kanamasına (menoraji) veya doğumdan sonra uzun süreli kanamaya sahip olabilir. Diğer bazı kanama bozukluklarında aksine, idrar (hematüri), gastrointestinal sistem veya kafatası boşluğuna spontan kanama yaygın olmayan faktör XI eksikliği onlar ağır etkilenen bireylerde oluşabilir rağmen. Diğer kanama bozukluklarında uzun süreli sakatlığa neden olabilecek kaslara veya eklemlere kanama genellikle bu durumda meydana gelmez.

                     

  Görüntü kaynağı: https://ghr.nlm.nih.gov/art/large/pharynx.jpeg

 

Görüntü kaynağı : https://ghr.nlm.nih.gov/art/large/urinary-system.jpeg

Bu hastalığın diğer belirti ve semptomları sık burun kanaması, kolay morarma, deri altında kanama ve diş etlerinin kanamasını içerebilir. Bu bozukluğu olan kadınlar ağır veya uzun süreli adet kanamasına (menoraji) veya doğumdan sonra uzun süreli kanamaya sahip olabilir. Diğer bazı kanama bozukluklarında aksine, idrar (hematüri), gastrointestinal sistem veya kafatası boşluğuna spontan kanama yaygın olmayan faktör XI eksikliği onlar ağır etkilenen bireylerde oluşabilir rağmen. Diğer kanama bozukluklarında uzun süreli sakatlığa neden olabilecek kaslara veya eklemlere kanama genellikle bu durumda meydana gelmez.

Aşağıda bu hastalığı olan kişilerin sahip olabileceği belirtileri listeler. Çoğu hastalık için semptomlar kişiden kişiye değişecektir. Aynı hastalığı olan insanlar listelenen tüm belirtilere sahip olmayabilir. Bu tablo düzenli olarak İnsan Fenotip Ontoloji ((Human Phenotype Ontology [HPO])  isimli veri tabanı tarafından güncellenmektedir. ([https://hpo.jax.org/)

Tıbbi terimler Diğer isimler Daha fazla bilgi edin: HPO Kimliği
İnsanların% 80 – 99’u bu belirtilere sahiptir
Diş çekimi sonrası uzun süreli kanama 0006298 
Uzun süreli parsiyel tromboplastin zamanı 0003645 
Azaltılmış faktör XI aktivitesi 0001929 
İnsanların% 30 -% 79’u bu belirtilere sahiptir
Epistaksis Burun kanaması [ daha fazlası  ] 0000421 
menoraji Adet sırasında anormal derecede kanama 0000132 
İnsanların% 1 – 4’ünde bu semptomlar var
Gastrointestinal kanama Sindirim sistemi kanaması 0002239 
Eklem kanaması Eklem içinde kanama [ daha fazlası  ] 0005261 
Bu belirtilere sahip kişilerin yüzdesi HPO’da bulunmaz
Anormal kanama Kanama eğilimi 0001892 
Otozomal dominant miras 0000006 
Otozomal resesif miras 0000007 

Genetik Görülme Sıklığı

Faktör XI eksikliğinin dünya genelinde yaklaşık 1 milyon kişiden 1’ini etkilediği tahmin edilmektedir. Orta ve doğu Avrupa (Aşkenazi) Yahudi soyuna sahip kişilerde, bu popülasyondaki 450 kişiden 1’inde meydana gelen şiddetli bozukluk bozukluğu çok daha yaygındır. Araştırmacılar, faktör XI eksikliğinin gerçek prevalansının bildirilenden daha yüksek olabileceğini öne sürüyorlar , çünkü hastalığın hafif vakaları çoğu zaman tıbbi yardıma gelmiyor.

Kalıtım Paterni /Deseni

Otozomal resesif paternde ciddi faktör XI eksikliği azaldıbu, her bir hücrede F11 geninin her iki kopyasının da mutasyonlara sahip olduğu anlamına gelir . Bu bireylerin ebeveynlerinin her biri, mutasyona uğramış genin bir kopyasını taşır ve kısmi faktör XI eksikliğine sahiptir ; nadiren durumun ciddi belirtileri ve semptomlarını gösterirler.

Görüntü Kaynağı: https://ghr.nlm.nih.gov/art/large/autorecessive.jpeg

Bazı ailelerde bu durum otozomal dominant paternde kalıtsaldırbu, her hücrede değiştirilmiş F11 geninin bir kopyasının , bozukluğa neden olmak için yeterli olduğu anlamına gelir . Bu gibi durumlarda, etkilenen bir kişinin durumu olan bir ebeveyni vardır.

Kazanılan faktör XI eksikliği formu kalıtsal değildir ve ailelerde çalışmaz.

          

Görüntü Kaynağı: https://ghr.nlm.nih.gov/art/large/autodominant.jpeg

Teşhis Yöntemleri ve Tedaviler

Faktör XI eksikliği  sendromunun tanısı için 3 önemli belirti şu şekildedir:

1)Ağız ve burun içi travma veya ameliyat sonrası uzun süreli kanama.

2)Sık sık burun kanaması, kolay morarma, deri altında kanama ve diş etlerinin kanaması.

3)Bu hastalığa sahip olan kadınlarda ağır veya uzun süreli adet kanaması (menoraji) ve doğumdan sonra uzun süreli kanama.

Ayrıca faktör XI eksikliği sendromu için bazı testler yapılmaktadır. Ancak hastalık tanısı için gerekli değildir.

1)Genetik Test

Genetik test, kromozom, gen veya proteinlerdeki değişiklikleri tanımlayan bir tıbbi test türüdür. Genetik testin sonuçları, şüpheli bir genetik durumu onaylayabilir veya ekarte edebilir veya bir kişinin genetik hastalık geliştirme veya geçme şansını belirlemeye yardımcı olabilir. Şu anda 1000’den fazla genetik test kullanılıyor ve daha fazlası geliştiriliyor.

Genetik test için çeşitli yöntemler kullanılabilir:

  • Moleküler genetik testler (veya gen testleri), genetik bir bozukluğa yol açan varyasyonları veya mutasyonları tanımlamak için tekli genleri veya kısa DNA uzunluklarını inceler.
  • Kromozomal genetik testler, genetik bir duruma neden olan bir kromozomun ekstra bir kopyası gibi büyük genetik değişikliklerin olup olmadığını görmek için bütün kromozomları veya uzun DNA uzunluklarını analiz eder.
  • Biyokimyasal genetik testler, proteinlerin miktarını veya aktivite seviyesini inceler; herhangi birindeki anormallikler, genetik bir bozuklukla sonuçlanan DNA’daki değişiklikleri gösterebilir. 

Genetik test isteğe bağlıdır. Testin sınırlamalar ve risklerin yanı sıra faydaları olduğu için, test edilip edilmeyeceği konusundaki karar kişisel ve karmaşık bir karardır. Bir genetikçi veya genetik danışman, testin artıları ve eksileri hakkında bilgi vererek ve testin sosyal ve duygusal yönlerini tartışarak yardımcı olabilir.

2)Kısmi Tromboplastin Zamanı(PTT):

Kısmi tromboplastin zamanı (PTT) kanın pıhtılaşmasının ne kadar sürdüğünü gösteren bir kan testidir. Kanama probleminiz olup olmadığını veya kanınızın pıhtılaşmaması durumunda size yardımcı olabilir.

3)Protrombin Zamanı(PT):

İlgili bir kan testidir.

Hastalığın Diğer İsimleri

  • F11 eksikliği
  • faktör 11 eksikliği
  • hemofili C
  • hemofili C
  • plazma tromboplastin öncül eksikliği
  • PTA eksikliği
  • Rosenthal faktörü eksikliği
  • Rosenthal sendromu
  • Rosenthal hastalığı

Faktör XI Eksikliği İçin Yurt Dışındaki Kuruluşlar

  1. Amerika Hemofili Federasyonu
  2. Ulusal Hemofili Vakfı
  3. Kanada Hemofili Derneği
  4. Genetik ve Nadir Hastalıklar (GARD) Bilgi Merkezi
  5. Dünya Hemofili Federasyonu

İlgili Makaleler

http://www1.wfh.org/publication/files/pdf-1339.pdf

Yararlanılan Kaynaklar

Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

KONİ DİSTROFİSİ

Genel Bilgi

Koni distrofisi, retinanın koni hücrelerini etkileyen bir grup nadir göz hastalığını tanımlamak için kullanılan genel bir terimdir. Koni distrofisi  tanımı, kalıtımla ilgili olan kon disfonksiyonlarını ifade eder.  Koni işlev bozukluğu kalıtsal nitelikte olan bir grup fotoreseptör distrofilerinden oluşmaktadır.   Retina distrofileri geri dönüşümü olmayan fotoreseptör hasarı ile giden, kalıtsal ve genetiği karmaşık bir grup hastalıktan oluşmaktadır.Koni distrofisi değişken bir şekilde ileriye bakarken azalan görsel netliği (keskinliği), renkleri görme kabiliyetini ve ışığa karşı duyarlılığı (fotofobi) içeren çeşitli semptomlara neden olabilir. 

Koni distrofisi iki geniş gruba ayrılabilir – durağan ve ilerici. Sabit konide distrofi semptomları sabit kalma eğilimindedir ve genellikle doğumda veya erken çocuklukta görülür. İlerici konide distrofi semptomları yavaş yavaş zamanla kötüleşir. Koni distrofisinin birkaç farklı şekli vardır. Koni distrofisinin başlangıç ​​yaşı, progresyonu ve şiddeti, aynı koni distrofisine sahip kişiler arasında bile bir kişiden diğerine büyük farklılıklar gösterebilir. Bazı koni distrofi formları kalıtsaldır; diğer formların görünürde bir neden olmadan (sporadik olarak) kendiliğinden ortaya çıktığı görülmektedir.

Retinanın özellikle makulanın, son derece karmaşık bir yapısı vardır ve fonksiyonları çok sayıda gen tarafından kodlanmaktadır. Herediter retina distrofilerinde (HRD) genlerdeki çeşitli bozukluklara göre farklı tutulumlar görülebilmekte ve aynı ailenin farklı bireylerinde değişik klinik tabloların ortaya çıkabilmesine neden olabilmektedir. Koni distrofisinin çeşitli formlarını tarif etmek için çeşitli ve kafa karıştırıcı isimler kullanılmıştır.                                                                                                                                  

Koni distrofileri grubu içerisinde aşağıdaki hastalıklar yer almaktadır.

  1. Koni reseptörlerinin konjenital yokluğu:
    Rod monokromatizmi (Otozomal Resesif-OR)
    Koni monokromatizmi (X’e bağlı resesif-X-LR, OR
  2.  Konjenital olmayan progresif kon distrofileri
    Herediter (OR, Otozomal dominant-OD, X-LR)

Kalıtım Özellikleri

Birçok koni distrofi vakası, tanımlanabilir bir neden olmadan (sporadik olarak) rastgele ortaya çıkar.  Bazı formlar, otozomal dominant, otozomal resesif veya X’e bağlı resesif bir özellik olarak kalıtılır. Kalıtsal koni distrofi formları koni distrofisine bağlı olan birkaç farklı genden birindeki mutasyonlardan kaynaklanmaktadır. Bu genler, belirli proteinleri, özellikle de koni hücrelerinin gelişiminde, fonksiyonunda veya genel sağlığında yaşamsal rol oynayan proteinleri yapmak için talimatlar içerir.Koni distrofisine neden olan kesin mekanizmalar tam olarak anlaşılmamıştır.

Koni distrofisinde mutasyona uğramış genler, otozomal dominant, otozomal resesif veya X’e bağlı resesif özellik olarak kalıtsal olabilir. Genetik hastalıklar, baba ve anneden alınan kromozomlar üzerindeki belirli bir özellik için genlerin kombinasyonu ile belirlenir.

Hakim genetik bozukluklar, hastalığın ortaya çıkması için anormal bir genin sadece bir kopyasının gerekli olduğu durumlarda ortaya çıkar. Anormal gen, her iki ebeveynden kalıtsal olabilir veya etkilenen bireyde yeni bir mutasyonun (gen değişimi) sonucu olabilir. Anormal genin etkilenen ebeveynden yavrulara geçme riski, ortaya çıkan çocuğun cinsiyeti ne olursa olsun her hamilelik için yüzde 50’dir.

X’e bağlı resesif genetik bozukluklar, X kromozomunda anormal bir genin neden olduğu durumlardır. Dişilerde iki X kromozomu vardır, ancak X kromozomlarından biri “kapanır” ve bu kromozomdaki tüm genler inaktive olur. X kromozomlarından birinde bir hastalık geni bulunan dişiler bu hastalığın taşıyıcılarıdır. Taşıyıcı dişiler genellikle bozukluğun semptomlarını göstermezler çünkü genellikle “kapalı” olan anormal genli X kromozomudur. Bir erkekte bir X kromozomu vardır ve eğer bir hastalık geni içeren bir X kromozomunu miras alırsa, hastalığı geliştirir. X’e bağlı bozuklukları olan erkekler, hastalık genini taşıyıcı olacak tüm kızlarına geçirir. Bir erkek, X’e bağlı bir geni oğullarına geçiremez, çünkü erkekler X kromozomu yerine Y kromozomunu erkek yavrulara her zaman geçirir. X’e bağlı bir hastalığın dişi taşıyıcıları, her hamilelikte kendileri gibi taşıyıcı bir kıza sahip olma şansı, yüzde 25’i taşıyıcı olmayan bir kıza sahip olma şansı, yüzde 25’i hastalıktan etkilenen bir çocuğa sahip olma şansı ve Etkilenmemiş bir oğlun olması için yüzde 25 şans.

Daha az sıklıkla, koni distrofisi otozomal resesif bir özellik olarak kalıtsal olabilir. Resesif genetik bozukluklar, bir birey her bir ebeveynden aynı özellik için aynı anormal geni aldığında ortaya çıkar. Bir birey hastalık için bir normal gen ve bir gen alırsa, kişi hastalık için taşıyıcı olacaktır, ancak genellikle semptom göstermez. İki taşıyıcı ebeveynin hem kusurlu geni geçmesi hem de etkilenen bir çocuğa sahip olma riski her hamilelikte yüzde 25’tir. Ebeveynler gibi taşıyıcı bir çocuk sahibi olma riski her hamilelikte yüzde 50’dir. Bir çocuğun her iki ebeveynden normal gen alma ve bu özellik için genetik olarak normal olma şansı yüzde 25’tir. Risk erkeklerde ve kadınlarda aynıdır.

Nonsendromik CRD’ler genetik olarak heterojendir (28 gen tanımlanmıştır). En yaygın dört mutasyona uğramış dört gen, otozomal resesif CRD’lerin% 30’u ila 60’ından sorumlu olan ABCA4 (1p22.1) ve bildirilen birçok otozomal dominant CRD vakasından  sorumlu olan GUCY2D  (17p13.1) ve CRX (19q13.33) ve  X’e bağlı CRD’lerden sorumlu olan ve RPGR (Xp11.4)’dir

Kalıtım: Otozomal dominant, Otozomal resesif, X’e bağlı resesif

Başlangıç Yaşı: Ergenlik, yetişkinlik, çocukluk

Görülme Sıklığı

Konik distrofi, erkekleri ve dişileri, sporadik olarak ortaya çıktığında veya otozomal dominant veya resesif bir özellik olarak kalıtsal olarak eşit sayıda etkiler. X’e bağlı resesif konik distrofi formu sadece erkekleri tamamen etkiler, ancak bazı dişilerde hastalığın hafif belirtileri olabilir. Koni distrofisinin kesin görülme sıklığı bilinmemektedir ve tahminler tıbbi literatürde farklılık gösterme eğilimindedir.Çoğu kaynak, insidansı genel popülasyondaki 30.000 kişide yaklaşık 1 olarak tahmin etmektedir. Koni distrofisi genellikle erken bebeklik döneminde veya çocukluk döneminde veya erken yetişkinlikte bulunur. Ancak, bozukluğun yaşlı yetişkinler de dahil olmak üzere her yaştaki bireylerde geliştiği bildirilmiştir.

Görme prognozu değişkendir, çoğu durumda 40 yaşından önce körlüğe yol açan erken merkezi görme kaybı ve progresif görsel işlev bozukluğu vardır.

Prevalans: 1-9 / 100 000

Tanı ve Tedavi

Konik distrofi tanısı, karakteristik semptomların tanımlanması, ayrıntılı hasta öyküsü, ayrıntılı klinik değerlendirme ve tanı testi standart bir elektroretinogramdır. Görme keskinliğini, rengi algılama yeteneğini ve bir kişinin görüş alanını ölçen normal oftalmolojik muayeneler tanı konmasına yardımcı olmak için kullanılır.

Ayırıcı tanı, diğer kalıtsal koni bozukluklarını (akromatopsi ve akraba koni disfonksiyon sendromları, koni distrofisi ve Stargardt hastalığı dahil) ve aynı zamanda fotoreseptör tutulumunun sekansı (koni fotoreseptörleri çubuk  fotoreseptörleri tarafından takip edilir) ile ayırt edilen çubuk-koni distrofisini, ayrıca  asretinit pigmentoza olarak bilinir   içerir.

Bir ERG sırasında, göze özel bir kontakt lens elektrotu yerleştirmeden önce gözü uyuşturmak için göz damlaları kullanılır. Hasta daha sonra retinayı uyarmak için yanıp sönen ışıkları izler. Doktorlar daha sonra koni ve çubuk hücreler tarafından üretilen elektrik sinyallerini ölçebilir. Zayıf veya zayıf bir koni hücresi sinyali, koni distrofisini gösterir. ERG testi iki kez yapılır – bir kez aydınlık bir odada ve bir kere karanlık bir odada. Test koni ve çubuk hücrelerinin düzgün çalışıp çalışmadığını belirleyebilir.

Koni distrofisinin tedavisi yoktur. Tedavi, her bir bireyde belirgin olan spesifik semptomlara yöneliktir. Tedavi, aydınlık ortamlarda renkli merceklerin veya karanlık güneş gözlüklerinin kullanılmasını ve okuma ve benzeri etkinliklerde yardımcı olması için büyüteçlerin kullanılmasını içerebilir.

Genetik danışma, etkilenen bireyler ve aileleri için faydalı olabilir. Diğer tedavi semptomatik ve destekleyicidir.

Referanslar

  • DERS KİTAPLARI

Heckenlively, John R. Koni Distrofileri ve Dejenerasyonları. In: Vizyonun Klinik Elektrofizyolojisi, JR Heckenlively ve GB Arden editörlerinin İlkeleri ve Uygulaması.2006 MIT Press, Cambridge, MA. pp. 795-802

Ho AC, Kahverengi GC, McNamara JA. Ed. Retina: Renk Atlası ve Klinik Oftalmolojinin Konusu. McGraw-Hill Şirketler, Inc Columbus, OH. 2003: 146-147.

Tasman W, Jaeger EA, ed. Klinik Oftalmoloji Atlası, 2. baskı. Lippincott, Williams ve Wilkins. Philadelphia; 2001: 173-174.

Kanski JJ. Ed. Klinik Oftalmoloji, 4. baskı; Woburn, MA: Butterworth-Heineman.1999: 443-44.

  • DERGİ YAZILARI

Kohl S. Kalıtsal koni ve koni-çubuk distrofilerinin genetik nedenleri.Ophthalmologe. 2009; 106: 109-115.

Holopigian K, Greenstein VC, Seiple W, Hood DC, Carr RE. Konik distrofisi olan hastalarda, çubuk ve koni fotoreseptör fonksiyonu. Yatırım Oftalmol Vis Sci. 2004; 45: 275-281.

Michaelides M, Aligianis IR, Ainsworth JR, vd. CNGB3’te mutasyonla ilişkili progresif koni distrofisi. Yatırım Oftalmol Vis Sci. 2004; 45: 1975-1982.

Michaelides M, Hunt DM, Moore AT. Koni fonksiyon bozukluğu sendromları. Br J Oftalmol. 2004; 88: 291-297.

Simunovic milletvekili, Moore AT. Koni distrofileri. Göz (Lond). 1998; 12: 553-565.

  • İNTERNETTEN

Openshaw A, Branham K, Heckenlively J. Koni Distrofisini Anlamak. Michigan üniversitesi. Kellogg Göz Merkezi. Şubat 2008. Erişim tarihi: http://www.kellogg.umich.edu/patientcare/conditions/Understand-Cone-Dystrophy.pdf Erişim tarihi: 20 Aralık 2009.

RetNet: Kalıtsal retina hastalıklarının özeti, referanslarla birlikte.

http://www.sph.uth.tmc.edu/retnet/sum-dis.htm

Hamel C. Koni çubuk distrofileri. Orphanet ansiklopedisi, Kasım 2004. Erişim: http://www.orpha.net/data/patho/GB/uk-cone-rod-dystrophies.pdf Erişim tarihi: 24 Eylül 2019.

Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

ACQUİRED HEMOPHİLİA (AH)

Eş Acquired Hemophilia Hastalıkları:
• acquired hemophilia A (AHA) (Klasik hemofili)
• acquired hemophilia B (AHB) (Noel hastalığı)

Genel Bilgi
Kazanılmış (edinilmiş) hemofili (AH) kanama ile karakterize nadir görülen otoimmün bir hastalıktır. Otoimmün bozukluklar, vücudun bağışıklık sistemi yanlışlıkla sağlıklı hücrelere veya dokulara saldırdığında ortaya çıkar. AH’de vücut, en sık faktör VIII olan pıhtılaşma faktörlerine saldıran antikorlar (inhibitörler olarak bilinir) üretir. Pıhtılaşma faktörleri, kanın normal olarak pıhtılaşması için gereken özel proteinlerdir. Sonuç olarak, etkilenen bireyler, kaslara, cilde ve yumuşak dokuya, ameliyat sırasında veya travma sonrası anormal, kontrolsüz kanama ile ilişkili komplikasyonlar geliştirir. Spesifik semptomlar arasında burun kanaması (burun kanaması), vücutta morluklar, konjekte olmuş kanın (hematomlar) katı şişmesi, idrardaki kan (hematüri) ve gastrointestinal veya ürogenital kanamalar bulunur. AH, ağır vakalarda ciddi, hayatı tehdit edici kanama komplikasyonlarına neden olabilir. Hastaların yaklaşık% 50’sinde, tanımlanabilir bir altta yatan klinik durum vardır; diğer% 50’sinde ise hiçbir neden bilinmemektedir. AH, bazı pıhtılaşma faktörlerinin konjenital eksikliğinden kaynaklanan nadir bir genetik hastalık grubu olan konjenital hemofili’den farklıdır. Ana hemofili şekli X’i bağlayan bir hastalık olan hemofili A’dır (klasik hemofili), erkekleri de kadınları da etkileyebilir.


Görsel 1. Acquired Hemofili A ile ilgili kanama görüntüsü
kaynak: https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC4431493/#!po=14.0000

Faktörü VIII olmayan veya azalmış olan hastalarda konjenital hemofili A (“klasik” hemofili) ve IX olan veya olmayan faktörde IX olanlar konjenital hemofili B (Noel Hastalığı) olarak bilinir.

Genetik Değişiklikler / Etken Faktörler

Nedenleri
AH, otoimmün bir hastalıktır. Bağışıklık sistemi yanlışlıkla sağlıklı dokuya, özellikle de pıhtılaşma faktörü olarak bilinen özelleşmiş proteinlere, çoğunlukla pıhtılaşma faktörü VIII’e saldıran antikorlar ürettiğinde ortaya çıkar.

Bağışıklık sistemi normal olarak antikor adı verilen özel proteinler üreterek yabancı bir maddeye tepki verir. Antikorlar, yabancı maddeleri doğrudan yok ederek veya beyaz kan hücrelerinin yok etmesi için onları işaretleyen bir maddeyle kaplayarak çalışır. Antikorlar sağlıklı dokuları hedeflediklerinde, otoantikorlar olarak adlandırılabilirler. Araştırmacılar, tetikleyici bir olayın (bir enfeksiyon veya altta yatan bir bozukluk gibi) bağışıklık sistemini otoantikorlar üretmeye neden olabileceğine inanmaktadır. AH’deki otoantikorlar, inhibitör olarak adlandırılır çünkü etkilenen pıhtılaşma faktörünün fonksiyonunu inhibe ederler.

AH ağırlıklı olarak yaşlıların bir hastalığıdır. Hastaların yaklaşık% 50’sinde, altta yatan bir bozukluk veya tetikleyici olay tanımlanamaz (idiyopatik form). Kalan% 50, lupus, romatoid artrit, multipl skleroz, Sjögren sendromu ve temporal arterit gibi otoimmün rahatsızlıklar dahil olmak üzere birlikte varolan rahatsızlık veya rahatsızlıklara sahiptir; inflamatuar bağırsak hastalığı veya ülseratif kolit; enfeksiyonlar; şeker hastalığı; hepatit; solunum veya dermatolojik hastalıklar; kan (hematolojik) kanser veya bazı katı tümörler veya penisilin veya interferon gibi ilaçlarla ilişkisi. Gebelikle ilişki, esas olarak doğum sonrası dönemde bildirilmektedir.

Belirti vr Semptomlar
Hastaların yaklaşık 1 / 3’ünde kanamaları kontrol etmek için tedavi gerekmese de kanama şiddeti değişkendir ve hastaların 1 / 3’ünden fazlasında çoklu kanama atakları vardı. Deri altı kanaması (ekimozlar) AH’nin en sık görülen belirtisidir, bunu kas kanaması (hematom), gastrointestinal (melena), genitoüriner (hematüri) ve retroperitoneal izler. İntrakraniyal kanama nadirdir, ancak ölümcül olabilir. Konjenital hemofili A’nın aksine eklem kanaması nadirdir.

Kanama genellikle sebepsiz olarak oluşur (kendiliğinden). Kanama bölümleri genellikle ağırdır ve hayatı tehdit edici olabilir. Bazı hastalarda, gecikmiş tanı ve ek tıbbi sorunların varlığı genellikle genel şiddetine etki eden faktörlerdir. Yumuşak dokulara kanama hızlı bir şekilde ilerleyebilir, potansiyel olarak kaslar, sinirler ve Bu yapıların sıkışması nedeniyle en sık olarak kol ve bacaklarda bulunan kan damarları etkilenir.
Etkilenen Bireyler ayrıca, ameliyat sırasında veya travma sonrası, hatta önemsiz olsa bile, aşırı kanama riski altındadır. Gebe kadınlarda genital ağır kanama, özellikle doğum sonrası (doğum sonrası dönem) ortaya çıkabilir.

Genetik Görülme Sıklığı
AH, önceden eşit kanama bozukluğu öyküsü olmayan ve yaklaşık olarak eşit sayıda erkek ve kadın etkilenen bireylerde gelişir. Amerika Birleşik Devletleri’nde, bozukluğun genel popülasyonda yılda 1.000.000 / yılda yaklaşık 0.2-1 kişiyi etkilediği tahmin edilmektedir. Birleşik Krallık’ta, hastalığın 1.000.000 / yılda 1.4’ü etkilediği tahmin edilmektedir. Ancak, etkilenen bireyler teşhis edilmeyebilir veya yanlış teşhis edilebilir, bu da hastalığın genel popülasyondaki gerçek sıklığını belirlemeyi zorlaştırır. Vakaların çoğu faktör VIII (AHA) eksikliğini içerir. Faktör IX (AHB) eksikliğini içeren vaka daha az sayıda tanımlanmıştır.

Görsel 2. Edinilmiş Hemofili ile İlişkili Koşullar
kaynak: https://www.rarebleedingdisorders.com/bleeding-disorders/acquired-hemophilia.html

Kalıtım Paterni/Deseni
Hemofili vakalarının çoğunluğu genetiktir, erkekleri etkiler ve çocukluk çağında oldukça erken teşhis edilir. Ancak, daha sonra yaşamda gelişen ve “kazanılmış hemofili” olarak adlandırılan nadir görülen hemofili vakaları vardır.

Edinilmiş hemofili, hastaların milyonda birini etkileyen çok nadir görülen bir durumdur. Genellikle hastalara uzun süreli kanama olduğunda veya kaza v.s. sebeplerle travma sonrası, bacaklarda ve kollarda olağan yaralanma ile ilgili morarmalardan çok farklı görünen geniş morarmalarda teşhisi konur. Basit bir kan testi, pıhtılaşma faktörü VIII eksikliği olup olmadığını belirleyebilir. Eğer tedavi edilmezse, alınan hemofili çok ciddi ve yaşamı tehdit edici olabilir. Bununla birlikte, immünosüpresif ilaçlar ve pıhtılaşma faktörü enjeksiyonları ile teşhis konduktan sonra kolayca tedavi edilir.

Bu hastalıkta kadınlar taşıyıcıdır. Taşıyıcı bir annenin erkek çocuğuna %50 oranında hemofili hastalığını geçirme olasılığı vardır. Hemofili A (faktör VIII eksikliği), yaklaşık her 5.000 erkek doğumunda bir ortaya çıkar ve hemofili olgularının yaklaşık %80 – %85’ini oluşturur. Hemofili B (faktör IX eksikliği) daha nadir olup her 30.000 erkek doğumunda bir görülür.

Teşhis Yöntemi ve Tedavi

Teşhis
AH klinik tablodan şüphelenmeli ve anormal bir pıhtılaşma testi ile doğrulanmalıdır. Son zamanlarda anormal kanaması olan ve aktive parsiyel tromboplastin zamanı (aPTT), özellikle yaşlı ve peri ve post-postum kadınlarda izole uzun süreli olan hastalarda tanı düşünülmelidir.

Klinik Test ve Çalışma
Rutin birinci satır pıhtılaşma testleri arasında aktive parsiyel tromboplastin zamanı (aPTT) ve protrombin zamanı (PT) bulunur. İki test, iki farklı doku faktörü (aPTT parsiyel tromboplastinde) ile tetiklenen plazmanın koagülasyon süresini ölçer. aPTT, temel olarak FVIII, FIX, FXI ve XII’ye duyarlıdır; PT, karaciğer tarafından sentezlenen pıhtılaşma proteinlerine duyarlıdır (FII, FVII, FIX, “protrombin kompleksi” olarak adlandırılır; K vitaminine bağlı sentez ile).

AH’li bireylerde, normal PT ile izole edilmiş bir uzun süreli aPTT vardır. Spesifik olmayan inhibitörler (örneğin, lupus antikoagülan) veya heparin tedavisi gibi izole uzun süreli aPTT’nin diğer nedenlerini ekarte etmek için testler de yapılır.

Hastanın plazmasını normal plazma ile karıştırmak suretiyle gerçekleştirilen aPTT karıştırma testleri, teşhisi daha da doğrulayabilir. Bir karıştırma çalışması, genetik faktör eksikliklerini faktör inhibitörlerinden ayırmaktadır. Bir kan numunesi alınır ve kontrol grubundan alınan kanla karıştırılır. Faktör eksikliği olan bireylerde normal plazma test değerini normale döndürür; Faktör inhibitörü olan bireylerde yok.

Bir faktör inhibitörü kurulduktan sonra, koagülasyon faktörlerinin (çoğu durumda FVIII) aktivitesini ve inhibitörün titresini ölçmek için bir analiz yapılacaktır. AHA’lı bireylerde bu faktör VIII eksikliği gösterecek ve ciddiyeti de belirleyecektir.

Tedavi
AH nadir görülen bir hastalık olduğundan, etkilenen bireyleri tedavi etmek için kullanılan çoğu tedavi raporlarına veya küçük vakalara dayanmaktadır. Spesifik tedavilerin birbirleriyle etkinliklerini karşılaştıran az sayıda çalışma vardır. Sonuç olarak, tedavi oldukça kişiselleştirilmiştir.
Spesifik terapötik prosedürler ve müdahaleler, mevcut spesifik semptomları içeren sayısız faktöre bağlı olarak değişecektir; altta yatan neden de dahil olmak üzere hastalığın doğal seyri (biliniyorsa); yaş ve genel sağlık (örneğin eşlik eden hastalık), bazı ilaçların veya prosedürlerin toleransı ve kişisel tercih; ve diğer faktörler. Özel terapötik müdahalelerin kullanımına ilişkin kararlar, doktorun ve sağlık ekibinin diğer üyeleri tarafından, vakasının özelliklerine dayanarak, hasta ve / veya ebeveynleri ile dikkatli istişare içinde verilmelidir; olası yan etkiler ve uzun vadeli etkiler dahil olmak üzere potansiyel fayda ve risklerin kapsamlı bir tartışması; hasta tercihi; ve diğer uygun faktörler.

Spontan remisyon bildirildi; genel olarak doğum sonrası durumlarda (doğumdan sonraki birkaç ay içinde) ve alerjik ilaç reaksiyonuna ikincil durumlarda, genellikle rahatsız edici ilacı bıraktıktan birkaç ay sonra ortaya çıkabilir. Spontan remisyon, düşük titre inhibitörleri olanlar gibi etkilenen diğer bireylerde de görülebilir.

AH’nin yönetimi aşağıdaki hedeflere odaklanır: kanamanın kontrol edilmesi ve önlenmesi (varsa veya önemliyse), inhibitörün ortadan kaldırılması ve altta yatan hastalığın tedavisi (varsa).

Kanama Bölümlerini Kontrol Etme
Kanama çok şiddetli olabilir ve ani bir başlangıç olabilir. Bu nedenle morbidite ve mortaliteyi azaltmak için hızlı hemostatik kontrol zorunludur. Uluslararası Tavsiyeler, anti-hemorajik tedavinin, inhibitör titresi ve faktör VIII aktivitesinden bağımsız olarak AH tanısının doğrulandığı ciddi kanaması olan hastalarda başlatılması gerektiğini belirtir. İki yaklaşım vardır: bypass edici ajanların kullanımı (kazanılmış eksikliği atlayan faktörlerin konsantreleri) veya FVIII seviyelerini arttırma stratejilerinin kullanılması. Bu iki seçenek arasındaki seçim, bölgeye ve kanamanın ciddiyetine ve her bir hastanın özelliklerine dayanır. Hemostatik ajanlar öngörülebilir bir etkiye sahip olmadığından, kanama tedavisi bu alanda uzman bir kişi tarafından denetlenmeli ve hemostatik kontrol ve kanama çözünürlüğünü doğrulamak için uygun laboratuvar testleri, görüntüleme teknikleri ve yetenekli bir klinik değerlendirme gereklidir. Fibrin yapıştırıcı veya antifibrinolitik ajanlar, yerel kanamanın kontrolünde faydalı olabilir. Bypassing ajanları, hızlı hareketleri ve yüksek etkinlik seviyeleri nedeniyle önerilen birinci basamak tedavidir. Dozaj büyük ölçüde konjenital hemofili hastalarında FVIII inhibitörleri olan hastaların yönetimi konusundaki deneyime dayanır ve genellikle klinik değerlendirmeye dayanır.

Halen mevcut olan bypass yapan ajanlar, rekombinant aktif faktör VII (rFVIIa veya NovoSeven® RT) veya aktifleştirilmiş protrombin kompleks konsantresidir (aPCC veya FEIBA®). Bu tedavilerin hiçbiri tüm bireylerde etkili değildir.

NovoSeven® RT, faktör VII’nin genetik olarak tasarlanmış (rekombinant) bir versiyonudur. Yapay olarak bir laboratuvarda üretildiği için, insan kanı veya plazması içermez ve sonuç olarak, kan kaynaklı virüsler veya bu gibi diğer patojenlerin riski yoktur. NovoSeven iyi tolere edildi ve çok az yan etkiyle ilişkilendirildi. AH’li bireylerde trombotik yan etki riski (tromboz)% 1’in altındadır. NovoSeven, edinilmiş hemofili hastalarının tedavisinde baypas edici ajan olarak kullanılmak üzere Gıda ve İlaç İdaresi (FDA) tarafından onaylanmıştır.

aPCC, çeşitli aktif pıhtılaşma faktörlerini içeren plazma kaynaklı, anti-inhibitör kompleksidir. Bu faktörler, ilacın kan pıhtılarının oluşumundaki bazı faktörleri atlamasına izin verir (faktör VIII gerektiren basamaklar dahil). aPCC, olası virüsleri veya benzer patojenleri etkisiz hale getirmek için tedavi edilir ve ters trombotik olaylar nadirdir. Şu anda Amerika Birleşik Devletleri’nde mevcut olan aPCC’nin tek şekli, şu anda Shire’ın bir parçası olan Baxalta’dan temin edilebilen FEIBA®’dır. Daha fazla bilgi için iletişime geçin: Baxalta http://www.feiba.com/

FVIII’in, endotel hücreleri tarafından FVIII salınımını indükleyen, FVIII konsantresi veya DDAVP infüzyonu gibi bir FVIII artışına izin veren terapötik yöntemler, inhibitör titresi çok düşük olmadığı sürece (yani <5 Bethesda üniteleri [BU)) ve genellikle yetersiz olarak kabul edilir. atlayan ajanlar mevcut değildir. 2014 yılında ABD FDA, edinilmiş hemofili A (edinilmiş Faktör VIII [FVIII] eksikliği olan yetişkinlerde kanama ataklarının tedavisi için Obizur’ü onayladı. Obizur, şimdi Shire’ın bir parçası olan Baxalta tarafından üretildi. Daha fazla bilgi için: Baxalta http://www.obizur.com/

İnhibitör Eradikasyonu

Bazı durumlarda inhibitör, inhibitör bulunduğu sürece kendiliğinden kaybolabilse de, kanamayla ilişkili morbidite ve mortalite önemlidir. Bu nedenle, yetişkinlerde inhibitörün yok edilmesi (iimunosupresyon tedavisi) tedavisinin, açıkça kontrendike olmadıkça AH tanısından hemen sonra başlaması tavsiye edilir. Öneriler, büyük ölçüde, gerçek hayat verilerini toplayan kayıt defterlerinde yapılan gözlemlerden elde edilir.

Genel olarak, tek başına veya siklofosfamid ile ilişkili kortikosteroidler birinci basamak tedavidir. Bu iki yöntemde uzun süreli sağkalımda belirgin bir fark gözlenmedi. Bununla birlikte, bireyler immünosüpresif ilaçlara farklı tepkiler verir ve bir bireyde etkili olan diğerinde etkili olmayabilir. Siklosporin A, azatiyoprin, vinkristin, mikofenolat mofetil ve 2-klorodeoksiadenozin de dahil olmak üzere edinilmiş hemofili tedavisi için çeşitli ek immünosüpresif maddeler kullanılmıştır.

Tedaviye cevap kriterleri henüz belirlenmemiştir; Bununla birlikte, yüksek inhibitör titresi ve düşük FVIII düzeyi tedaviye yanıtı öngörüyor gibi görünmektedir.

AH’nin nüksetmesi, immünosüpresif tedavi durdurulduktan sonra veya doz azaltıldığında remisyon sağlayan kişilerde ortaya çıkabilir. İlişkili yan etkiler nedeniyle, uzun süreli immünsüpresif tedavi önerilmemektedir.

AH’li bireylerin, inhibitör eradikasyonundan sonraya kadar önemli bir travma riski taşıyan etkinliklerden kaçınmaları teşvik edilir.

AH’li hastalar federal olarak finanse edilen hemofili tedavi merkezine yönlendirmeden faydalanacaktır. Bu ihtisas merkezleri hemofili hastalığına ve spesifik tedavi planlarının geliştirilmesi, etkilenen bireylerin izlenmesi ve takibi ve son teknoloji tıbbi bakım da dahil olmak üzere ilgili hastalıklar için kapsamlı bakım sağlayabilir. Bir hemofili tedavi merkezinde tedavi, bireylerin ve aile üyelerinin, hemofili hastalarının tedavisinde deneyimli profesyonel bir sağlık ekibi (doktorlar, hemşireler, fizyoterapistler, sosyal hizmet uzmanları ve genetik danışmanlar) tarafından korunmalarını sağlar.

Araştırma Terapileri
Araştırmacılar, AH’li bireyler için potansiyel bir terapi olarak, rituximab ilacını inceliyorlar. Bu ilaç, hastalığa neden olan otoantikorlara saldırır. Rituximab, monoklonal bir antikor veya biyolojik terapi olarak sınıflandırılır – antikorlar gibi hareket eden ilaçlar, ancak yapay olarak bir laboratuvarda yaratılırlar. Başlangıçta, rituximab inhibitörlerin yok edilmesinde ümit verici sonuçlar göstermiştir. Bazı araştırmacılar, kortikosteroid / siklofosfamid tedavisine cevap vermeyen bireylerde inhibitörlerin yok edilmesi için ikinci basamak bir tedavi olarak veya kortikosteroid / siklofosfamid tedavisini tolere edemeyen bireylerde birinci basamak tedavi olarak rituximab önermişlerdir. AH tedavisi için rituksimabın uzun vadeli emniyetini ve etkinliğini belirlemek için daha fazla araştırma gereklidir.

AH’de inhibitörleri yok etmek için yüksek dozda intravenöz immünoglobulin kullanılmıştır. Bununla birlikte, tıbbi literatürdeki çoğu rapor hayal kırıklığı yaratan sonuçları detaylandırmaktadır. Bazı araştırmacılar, bu tedavinin, inhibitörleri yok eden diğer ilaçlara veya prosedürlere yardımcı bir tedavi olarak en iyi şekilde söz verdiğine inanmaktadır.

Yüksek inhibitör titresi ve şiddetli kanamaya sahip bazı kişiler, plazmaferez veya immüno-emilim adı verilen bir prosedüre maruz kalabilir. Bu prosedürler genellikle diğer tedavi seçeneklerine cevap vermeyen ve hayatı tehdit edici kanama bölümleri yaşayan hastalar için ayrılmıştır. Plazmaferez, istenmeyen maddelerin kandan uzaklaştırılmasını içerir. Kan hastadan çıkarılır ve katı kan hücreleri sıvı plazmadan ayrılır. Hastanın plazması daha sonra, orijinal kan hücreleri ile birlikte yeniden transfekte edilen donör insan plazması veya albümini ile değiştirilir. Modifiye Bonn-Malmö Protokolü (MBMP), immünoglobulinleri (FVIII inhibitörü) FVIII replasmanı ve immünosüpresyonu ile spesifik olarak bağlayan kolonlarda immü emilimini birleştirir ve akut kanamanın hızlı ve güvenli kontrolünü sağlayabilir. Esas olarak Avrupa’da uygulanmaktadır.

İmmünsüpresif tedavinin komplikasyonları (IST)
IST zaten yaşlı, kırılgan popülasyonda enfeksiyon riskini arttırır. Nötropeni (beyaz kan hücrelerinin azalması) ve sepsis sıklıkla bildirilir ve ölüme katkıda bulunur. Yükseltilmiş kan şekeri düzeyleri, gastrointestinal ülserler, kas bozuklukları ve psikiyatrik bozukluklar (% 3) dahil olmak üzere diğer iyi bilinen steroid tedavisi komplikasyonları bildirilmiştir.

Sonuçlar, Araştırma ve Diğer İhtiyaçlar
AH, hastayı değerlendiren ilk kişi olan internist veya acil servis doktoru tarafından daha sık karşılaşılır. AH’nin gerçek dünyadaki klinik uygulamalarda tanı konmaması ve yanlış tanı konması muhtemeldir, bu durumun sağlık hizmetleri pratisyenleri arasında bu hastalığa ilişkin farkındalık yaratması ve AH’nin yönetimindeki uzmanlara yönlendirmeyi teşvik etmesi gerektiğini gösterir. Birçoğu için, AH, derhal tanınması ve uygun yönetimin net faydaları ile büyük ölçüde tedavi edilebilir. Hemostatik hem de immün tedavi, önemli riskler getirir ve güvenliği sağlamak için yakın izleme gerektirir. AH araştırmalarında en yüksek öncelik, tedavinin yan etkileri ile daha iyi dengeleyici inhibitör eradikasyonu ile sağkalımı artıran daha güvenli immünsüpresif rejimler geliştirmektir.

Hastalıkla İlişkili Genler
İlgili Bozukluklar

Aşağıdaki bozuklukların belirtileri AH’ninkine benzer olabilir. Karşılaştırmalar ayırıcı tanı için faydalı olabilir. Hemofili, bir grup nadir kanama bozukluğu grubu için genel bir terimdir. Hemofili hastalarının çoğu, inaktif veya eksik kan proteinlerinin neden olduğu kan pıhtılaşması (pıhtılaşma) bozukluğudur. Üç ana kalıtsal hemofili şekli vardır: hemofili A (aynı zamanda klasik hemofili, faktör VIII eksikliği veya antihemofilik globulin [AHG] eksikliği olarak da bilinir); hemofili B (Noel hastalığı veya faktör IX eksikliği); ve hemofili C (faktör XI eksikliği). Hemofili A ve B, X’e bağlı resesif genetik bozukluklar olarak kalırken, hemofili C, otozomal resesif genetik hastalık olarak kalıtılır. Hemofili A ve B çoğunlukla erkeklerde ifade edilir, ancak kadınlar da etkilenebilir. Hemofili C erkekleri ve dişileri eşit sayıda etkiler. Hemofili hafif, orta veya şiddetli olarak sınıflandırılabilir; şiddeti seviyesi kandaki aktif pıhtılaşma faktörü yüzdesiyle belirlenir (normal yüzde 50 ila 150 arasında değişmektedir). Şiddetli hemofili hastaları kanlarında aktif pıhtılaşma faktörünün yüzde birinden daha azına sahiptir. (Bu hastalıklar hakkında daha fazla bilgi için, Nadir Hastalık Veritabanında arama teriminiz olarak “hemofili” yi seçin.)

Von Willebrand hastalığı (VWD), uzun süreli kanama ile sonuçlanan kalıtsal bir kanama bozukluğudur ve etkileri bakımından geniş ölçüde değişkenlik gösterir. VWD’li bireylerde von Willebrand faktörü eksikliği veya eksikliği vardır. Ayrıca, VIII faktörü olarak bilinen düşük bir ilave faktör seviyelerine sahip olabilirler. Willebrand faktörü eksik veya kusurlu, trombositlerin yanlış işleyişi, hemostazın erken dönemlerinde yer alan özel kan hücresi fragmanları, kanamayı durdurmak için damar duvarı lezyonu bölgesinde tıkaç oluşumu ile sonuçlanır. VWD’li bireylerde trombositler kan damarlarındaki deliklere yapışmaz ve kanama uzar. Çoğu insan nispeten hafif bir hastalığa sahiptir ve yetişkin olana kadar teşhis edilmez. Bireylerin küçük bir yüzdesi, bebeklik döneminde veya erken çocukluk döneminde, uzun süreli kanama ve anormal derecede yavaş bir pıhtılaşma süresi gibi problemler yaşamaya başlar. Belirtileri gastrointestinal kanama, burun kanamaları, diş eti kanaması ve kolay morarma olabilir. Etkilenen kişiler, yaralanma, doğum ve / veya ameliyattan sonra kolayca kanabilir. Hastalığın üç ana formu vardır. Otozomal dominant bozukluk olarak iki tip kalıtımsaldır; üçüncü tip otozomal resesif bir hastalık olarak kalıtsaldır. (Bu hastalık hakkında daha fazla bilgi için, Nadir Hastalık Veritabanında arama teriminiz olarak “von Willebrand” ı seçin.)

Hastalığın Diğer İsimleri
⁃ Kazanılmış (Edinilmiş) Hemofili
⁃ Edinsel Hemofili
⁃ AH
⁃ AHA – AHB

Kaynaklar
https://rarediseases.org/rare-diseases/acquired-hemophilia/
https://hemophilianewstoday.com/2017/06/13/understanding-acquired-hemophilia/?amp
https://www.rarebleedingdisorders.com/bleeding-disorders/acquired-hemophilia.html
http://www.novonordisk.com.tr/hastalara-ozel/hemostaz/konjenital-hemofili.html

Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

HİDROLATALUS SENDROMU

11q24.2 lokasyonundaki HYLS1 geninin mutasyonuna bağlı olarak ortaya çıkan ve otozomal resesif aktarılan bu sendrom ilk olarak Finlandiya’da yaygın olan Meckel Sendromu üzerine çalışılırken keşfedilmiştir. Hidrolatalus da tıpkı Meckel sendromu gibi polidaktili[1] ve santral sinir sistemi malformasyonu ile karakterizedir. Ancak Meckel sendromundaki polikistik böbrek ve karaciğer bu sendromda görülmez. Santral sinir sisteminde ise Meckel sendromundaki gibi ensefalosel[2] görülmez bunun yerine hastalarda hidrosefali[3] vardır. Embriyonik dönemde sıklıkla masif polihidroamniyos[4] vardır ve bu da preterm eyleme [5]neden olur. Ventriküller subaraknoid boşluğa açıldığı için eksternal hidrosefalus görülür. Foramen magnum anahtar deliği görünümündedir. Polidaktili elde postaksiyel(ulna tarafında) ayakta preaksiyeldir(tibia tarafında). Halluks dubleks [6]ve pes ekinovarus(clubfoot)[7] yaygın görülen deformitelerdir. Mandibula [8] küçük, gözler ve burun az gelişmiştir. Hastaların yarısında büyük atriyoventriküler comünis defekti [9] vardır. Buna anormal akciğer lobları ve havayolu darlığı da eşlik eder. USG ile prenatal tanı mümkündür. (McKusick, 1986)

(ScienceDirect, 1999)

Şekil 1 Termine edilmiş 18 haftalık gebelik ürünü hidrolatalus sendromlu erkek fetüs. Hidrosefali, küçük ve uzak yerleşmiş gözler, bifid (çift tepeli) burun, çift taraflı yarık dudak, mikrognati (küçük alt çene), düşük kulaklar, polidaktili, kısa bacaklar ve yumru ayak.

Kaynakça

(1999, Ekim). https://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S0002929707626123#fig1 adresinden alınmıştır

McKusick, V. A. (1986, Haziran 3). Online Mendelian Inheritance in Man:OMIM Web Sitesi: https://www.omim.org/entry/236680#clinicalFeatures adresinden alınmıştır


[1] Doğuştan el ya da ayaklarda normalde olması gerekenden daha fazla parmak bulunması

[2] Beyin dokusunun kafatasındaki bir açıklıktan dışarıya çıkması

[3] Beyinde sıvı toplanması sonucu kafanın anormal büyümesi

[4] Rahim içerisinde bebeğin içinde bulunduğu amniyon sıvısının normalden fazla olması

[5] Erken doğum eylemi

[6] Ayak başparmağının çift olması

[7] Yumru ayak: ayak sırtının öne, ayak parmaklarının içe doğru olduğu bir ayak deformitesi

[8] Alt çene kemiği

[9] Kalp odacıklarını birbirinden ayıran duvarlardaki anormal delikler

Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

ANENSEFALİ

Genel Bilgi

Anensefali, beyin ve kafatası kemiklerinin anormal gelişimi ile karakterize bir nöral tüp defektidir. Nöral tüp, normal bir gebeliğin 3. Ve 4. Haftaları arasında kapanan ve bununla beraber embriyonun beynini ve omuriliğini oluşturan dar bir geçittir. Nöral tüpün kafayı oluşturan kısmı kapanamadığında, beynin, kafatasının ve üstünü örten saçlı derinin büyük bir kısmının yokluğu Anensefali olarak adlandırılır. Bu hastalığa sahip bebekler, önbeyin ve serebrum olmadan doğarlar. Bu eksiklikler genellikle bu bebeklerin görme ve işitme engelli olmalarına, bilinçten ve acı hissetme yetisinden yoksun olmalarına sebep olur. Anensefaliye sahip neredeyse her bebek anne karnında ölmektedir. Bazı bebekler doğumdan sonra birkaç saat veyahut birkaç gün yaşayabilmektedir.

Genetik Değişikler/ Etken Faktörler

Anensefalinin altında yatan nedenler henüz tam olarak anlaşılamamıştır. Diğer nöral tüp defektleri gibi anensefalinin de birden fazla genle ve çevresel faktörle alakalı olduğu düşünülmektedir.

MTFHR geni, vücutta Folat (Vitamin B9) üretimini sağlayan gendir. Bu vitaminin eksikliği nöral tüp defektlerinden sorumlu bir etkendir. Gebelikten önce ve gebelik süresince folik asit takviyesi almak nöral tüp defektlerini azaltmakta yardımcı olmaktadır.

Aynı zamanda gebede diyabet varlığı, obezite varlığı, yüksek sıcaklıklara uzun süre maruz kalma (ateşli hastalık/sauna/hamam), belli başlı nöbet önleyici ilaçlar nöral tüp defekti oluşma riski meydana getirirler.

Belirti ve Semptomlar

  • Anensefalik kafatası görünümü
  • Anensefaliye sahip neonatlarda ayrıca renal yetmezlik ve spina bfida da sık izlenir.

Genetik Görülme Sıklığı

Anensefali oldukça sık görülen bir nöral tüp defektidir. Sıklığı 1000 gebelikte 1’dir.

Kalıtım Paterni

Anensefalide sporadik vakalar izlenir. Bunun anlamı hastalığa sahip olan hastalarda aile öyküsüne rastlanılmamasıdır. Kalıtım paterni belirsizdir.

Teşhis Yöntemleri/ Tedaviler

Prenatal tanı mümkündür, tedavi bulunmamaktadır. Hastalığın prognozu oldukça kötü olduğundan gebelikler genellikle abortus (düşük) ile sonuçlanır.

Hastalıkla İlişkili Genler

  • MTHFR

Hastalığın Diğer İsimleri

  • Anensefalus
  • Anensefaliya
  • Beynin doğuştan yokluğu

Kaynakça

Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

KALITSAL ÇOKLU İYİ HUYLU KEMİK TÜMÖRÜ HASTALIĞI

HEREDITARY MULTIPLE OSTEOCHONDROMAS / HMO

Genel Bilgi
Kalıtsal multipl osteochondromas (HMO) , insanların osteochondromas adı verilen multipl benign (kanserli olmayan) kemik tümörleri geliştirdiği bir durumdur. Osteokondromların ve bulundukları kemiklerin sayısı etkilenen bireyler arasında büyük ölçüde değişiklik gösterir. Osteokondrom doğumda mevcut değildir, ancak etkilenen kişilerin yaklaşık yüzde 96’sı 12 yaşına geldiğinde çoklu osteokondrom geliştirir. Osteokondromlar tipik olarak uzun kemiklerin sonunda oluşur. ve kalça ve omuz bıçağı gibi yassı kemiklerde. (Görsel 1)

Görsel 1, Kaynak: https://ghr.nlm.nih.gov/art/large/parts-of-a-normal-bone.jpeg

Normal bir Kemiğin Parçaları

Çoklu osteokondromlar kemik büyümesini bozabilir ve kolların, ellerin ve bacakların büyümesine neden olarak kısa boylanmaya neden olabilir. Genellikle kemik büyümesiyle ilgili bu problemler sağ ve sol ekstremiteyi eşit şekilde etkilemez, eşit olmayan ekstremite uzunlukları (ekstremite uzunluğu tutarsızlığı) ile sonuçlanır. Önkol veya ayak bileğinin eğilmesi ve osteokondromların neden olduğu kalça eklemlerinin (kalça displazisi) anormal gelişimi yürüme zorluğuna ve genel rahatsızlığa neden olabilir. Çoklu osteokondromlar ayrıca ağrı, sınırlı eklem hareket aralığı ve sinirler, kan damarları, omurilik ve osteokondromları çevreleyen dokular üzerinde baskı ile de belirti gösterebilir.

Osteokondromlar tipik olarak benigndir; Bununla birlikte, bazı durumlarda bu tümörler malign hale gelir (kanserli). Araştırmacılar, kalıtsal multipl osteokondromu olan kişilerin 200 yaşamda 1 ila 20’de 1 oranında kanserli osteokondrom (sarkomlar) gelişme riski olduğunu tahmin etmektedir .

Kalıtsal çoklu osteokondromlar eskiden kalıtsal çoklu exostoses olarak biliniyordu. Exostoses küçükse, hasta üzerinde etkisi çok az olabilir veya çok az olabilir, ancak daha ciddi vakalarda, büyüme önkol, diz, ayak bilekleri, omurga ve / veya pelvis deformitelerine neden olabilir. Buna karşılık, bu deformasyonlar, harekete veya dolaşıma müdahale eden ve ciddi ağrıya neden olabilen sinirlere, tendonlara ve kan damarlarına dayayabilir. Yürüme zorluğu ve genel rahatsızlık da yaygındır. Bu komplikasyonlara ek olarak, etkilenen bazı bireylerin kısaltılmış ve / veya eğilmiş bacaklarından hafif kısa boyları, uyuşukluk ve / veya felçten kaynaklanan omurilik sıkışması veya pelvik bölgede ise idrar tıkanması vardır.

Genetik Değişiklikler / Etken Faktörler

HMO, EXT1 ve EXT2 genlerindeki HARICI1 ve HARICI2 mutasyonların neden olduğu kalıtsal osteokondromlardır. HARICI 1 geni ve HARICI2 gen, sırasıyla, exostosin-1 ve exostosin-2 proteinlerinin üretilmesine yönelik talimatlar sağlar. İki ekzostosin proteini birbirine bağlanır ve Golgi aygıtı olarak adlandırılan bir hücre yapısında bulunan bir kompleks oluşturur, yeni üretilen enzimleri ve diğer proteinleri değiştirir. Golgi aparatında, exostosin-1 ve exostosin-2 kompleksi, heparan sülfat adı verilen bir proteini modifiye eder, böylece hücre tarafından kullanılabilir.

Exostosin-1 veya exostosin-2’de bir mutasyon olduğunda, heparan sülfat doğru işlenemez ve işlevsel değildir. Heparan sülfat birçok vücut işleminde yer almasına rağmen, bu proteinin eksikliğinin osteokondrom gelişimine nasıl katkıda bulunduğu açık değildir. Araştırmacılar, kalıtsal çoklu osteokondromlu kişilerin yaklaşık yüzde 15’inin EXT1 veya EXT2geninde mutasyon olmadığını tahmin etmektedir. Bu bireylerde neden çoklu osteokondromların oluştuğu bilinmemektedir.

Belirti ve Semptomlar

Kalıtsal multipl exostoz olarak da adlandırılan kalıtsal multipl osteokondromlar (HMO), çoklu kıkırdak kaplı gelişimine neden olan genetik bir hastalıktır. Tümörler, kemiklerin dış yüzeylerinde (osteokondromlar) gelişim gösterir. Osteokondromlar tipik olarak çocukluk veya ergenlik döneminde belirgin hale gelir ve osteokondromların sayısı, büyüklüğü ve yeri kişiden kişiye değişir. Belirti ve semptomlar arasında ağrı, azalmış hareket açıklığı, sinir sıkışması, deformite, uzuv uzunluklarındaki farklılıklar, kısa boy ve kırıklar sayılabilir. Kaburgaların osteokondromları çökmüş bir akciğer (pnömotoraks), hemotoraks veya perikardiyal efüzyon gibi komplikasyonlara neden olabilir. Osteokondromlar tipik olarak çocukluk boyunca büyür ve büyüme plakaları kapandığında büyümeyi durdurur. Bununla birlikte, bazı insanlarda daha sonra tekrar edebilirler. Osteokondromların büyük çoğunluğu iyi huyluyken (kanserli olmayan), erişkinlikte HMO’lu kişilerin% 2 ila% 5’inde malign hale gelebilir (kanserli).

Genetik Görülme Sıklığı

Kalıtsal multipl osteokondromların görülme sıklığının 50.000 kişide 1 olduğu tahmin edilmektedir. Bu durum bazı izole edilmiş popülasyonlarda daha sık görülür: insidans Guam’ın Chamorro popülasyonunda yaklaşık 1.000’de 1 ve Kanada’nın Manitoba kentindeki Ojibway Hint popülasyonunda 77’de 1’dir.

Kalıtım Paterni/Deseni

Bu durum otozomal dominant paternde kalıtsaldır; bu,her hücrede değiştirilmiş genin bir kopyasının, hastalığa neden olmak için yeterli olduğu anlamına gelir.

Teşhis Yöntemleri ve Tedavileri

Teşhis

Etkilenen bölgenin x-ışını , MRI veya BT taramaları şeklinde yapılan radyografik çalışmalarla birlikte yapılan kapsamlı bir klinik değerlendirme , bunun teşhisine işaret edebilir. Ek olarak, bir moleküler test, tanısını doğrulayacak olan EXT1 veya EXT2 genindeki mutasyonları açıkça gösterecektir.

Tedavi

Osteokondromların yerlerine ve boyutlarına ve neden oldukları semptomların şiddetine bağlıdır. Tedavi seçeneklerine örnek olarak “izle ve bekle” yaklaşımı (semptom olmadığında), tümörün cerrahi olarak çıkarılması, düzeltici osteotomi ve büyüme plakası durması veya uzuv uzatma prosedürleri verilebilir. İyi huylu osteokondromlar genellikle yaşam beklentisini etkilemese de, yine de çeşitli sağlık sorunlarına ve yaşam kalitesini bozabilecek semptomlara neden olabilir. Malign hale gelen osteokondromlar (kondrosarkomlara veya osteosarkomlara dönüşmek) hayatı tehdit edici olabilir, ancak bu vakalardaki görünüm tümör derecesine bağlı olabilir .

Görsel kaynak: https://www.epainassist.com/assets/genetic-disorders/2017/hereditary-multiple-osteochondromas.jpg

Hastalığın Diğer İsimleri

    null
  • Kalıtsal çoklu osteokondromlar
  • Bessel-Hagen hastalığı
  • diyafiz aslaz
  • ekzostoz, çoklu kalıtsal (çoklu kalıtsal)
  • ailesel (ailesel) ekzostozlar
  • kalıtsal çoklu (kalıtsal çoklu) ekzostozlar
  • çoklu kıkırdaklı (çoklu kıkırdaklı) ekzostozlar
  • çoklu konjenital ekzostoz
  • çoklu kalıtsal ekzostozlar
  • çoklu osteokondromlar
  • çoklu osteokondromatoz

Kaynaklar