Kategoriler
YUKLENDI

APDS – PASLI Hastalığı

Genel Bilgi

APDS hastalığı; yaşlanan T hücrelerine, lenfadenopatiye ve immün yetmezliğe neden olan p110 delta aktive edici bir mutasyon; Aktif PI3K-delta sendromu olarak adlandırılan farklı hastalık isimleriyle, Konjenital ve Genetik Hastalıklar; Bağışıklık Sistemi Hastalıkları kategorisindeki bir hastalıktır. NIAID ve Ulusal Sağlık Enstitüleri Ulusal İnsan Genomu Araştırma Enstitüsü’nden bilim adamları, APDS hastalığının genetik nedenini belirledikten sonra araştırmacılar, Gıda ve İlaç İdaresi (FDA) tarafından onaylanan bir ilaç olan rapamisin ile bir hastayı tedavi ettiler. Terapi vaat gösterdi ve diğerlerinde daha fazla değerlendirilecektir.

Genetik Değişiklikler /Etken Faktörler

“Aktive PI3 kinaz delta sendromu (APDS)”, fosfoinositid-3-kinaz δ (PI3Kδ) aktivitesini artıran baskın mutasyonların neden olduğu primer bir immün yetmezliktir. APDS PI3Kδ katalitik alt ünite p110δ (APDS1) kodlayan PIK3CD genindeki mutasyonlar veya düzenleyici alt ünite p85a’yı (APDS2) kodlayan PIK3R1 genindeki mutasyonlardan kaynaklanabilir. APDS araştırması 2013’teki ilk keşiften sonra hızla ilerlemiştir. Dünyada 200’den fazla APDS hastası tespit edilmiştir. Çoklu yeni APDS mutasyonları rapor edildi ve PI3Kδ aktivasyonuna yol açan moleküler mekanizmalar açıklandı. APDS’nin bulunması, insan bağışıklık sistemindeki PI3Kδ’nın rolüne dair anlayışımızı önemli ölçüde arttırdı. Belki de en önemlisi, bu primer immün yetmezliğin moleküler temelinin keşfi, daha önce sadece spesifik olmayan bir tedavi alan APDS hastalarının PI3Kδ aktivitesini inhibe eden yeni bir ilaç sınıfı tarafından tedavi edilebileceğini göstermiştir. Bu APDS hastalarında devam eden seçici PI3Kδ inhibitörlerinin klinik denemelerine yol açmıştır.

Belirti ve Semptomlar 

Aktive PI3K-delta sendromu bağışıklık sistemini bozan bir hastalıktır. Bu rahatsızlığı olan kişiler genellikle düşük sayıda beyaz kan hücrelerine (lenfopeni), özellikle de B hücrelerine ve T hücrelerine sahiptir. Normalde, bu hücreler enfeksiyonu önlemek için virüsler ve bakteriler gibi yabancı istilacıları tanır ve bunlara saldırır. Çocukluktan itibaren, aktif PI3K-delta sendromu olan insanlar, özellikle akciğerlerde, sinüslerde ve kulaklarda tekrarlayan enfeksiyonlar geliştirir. Zamanla tekrarlayan solunum yolu enfeksiyonları, soluk borusundan akciğerlere (bronşlara) giden geçişlere zarar veren bronşektazi adı verilen bir duruma ve solunum problemlerine neden olabilir. Aktif PI3K-delta sendromu olan kişilerde ayrıca kronik aktif viral enfeksiyonlar, genellikle Epstein-Barr virüsü veya sitomegalovirüs enfeksiyonları olabilir.

Aktive olmuş PI3K-delta sendromunun bir başka olası özelliği beyaz kan hücrelerinin anormal şekilde toplanmasıdır. Bu kümeler, genişletilmiş lenf düğümlerine (lenfadenopati) yol açabilir veya beyaz kan hücreleri, genellikle hava yollarının veya bağırsakların nemli astarında katı kütleler (nodüler lenfoid hiperplazi) oluşturmak üzere birikebilir. Lenfadenopati ve nodüler lenfoid hiperplazi kanserli olmasa da (iyi huylu), aktive PI3K-delta sendromu ayrıca B hücreli lenfoma adı verilen bir kanser türü gelişme riskini de arttırır.

Genetik Görülme Sıklığı:

Aktif PI3K-delta sendromunun prevalansı bilinmemektedir.

Yaygınlık oranı : <1 / 1 000 000

Kalıtım Paterni / Deseni

Bu durum otozomal dominant paternde kalıtsaldır, bu da her hücrede değiştirilmiş genin bir kopyasının bozukluğa neden olması için yeterli olduğu anlamına gelir.

Teşhis Yöntemleri ve Tedavileri :

Bilim adamları, Actived PI3-kinase Delta Sendromu için yeni tedaviyi belirledi. Sheffield Üniversitesi’nden Profesör Alison Condliffe ve bir doktor, bilim insanı ve genetik uzmanı ekibi kısa bir süre önce, aktif PI3-kinaz Delta Sendromu adında yeni bir kalıtsal hastalık tespit etmiş ve bu da enfeksiyona duyarlılığın artmasına neden olmuştur. APDS’li insanlar akciğerlerde, sinüslerde ve kulaklarda sıklıkla ve ciddi bakteriyel enfeksiyonlara maruz kalır, bu da sıklıkla kalıcı hasara yol açar. Hastaların çoğu bu yıkıcı enfeksiyonlardan genç ölür. APDS’li hastalardan immün hücreleri incelemek zor olduğu için, Profesör Condliffe ve ekibi aynı genetik defektli bir fare tasarladı ve bu fare modelindeki immün hücrelerin nasıl çalıştığını inceledi. APDS’ye aşırı aktif PI3Kdelta neden olduğu için, PI3Kdelta aktivitesini inhibe eden ilaçların kullanılması APDS için potansiyel bir tedavi olabilir. 2016 yılında, GlaxoSmithKline ile ortak olan ekip, APDS’li hastalarda PI3Kdelta inhibitörünü test etmek için bir Faz 2 klinik deneyi başlattı. Profesör Condliffe ve ekibi APDS için açık bir hastalık mekanizması tespit edebildi ve APDS anlayışımızdaki önemli ve spesifik boşlukları ele almayı başardı.

Hastalığın Diğer İsimleri :

• PASLI hastalığı
• Lenfadenopati ve immün yetmezlik
• Aktif PI3K-delta sendromu

• Kaynaklar 
https://www.niaid.nih.gov/diseases-conditions/scientists-identify-new-immunodeficiency-disease
https://ghr.nlm.nih.gov/condition/activated-pi3k-delta-syndrome#synonyms
https://www.frontiersin.org/articles/10.3389/fimmu.2018.00369/full
https://www.drugtargetreview.com/news/27393/activated-pi3-kinase-delta-syndrome/
https://www.orpha.net/consor/cgibin/Disease_Search.php?lng=EN&data_id=22685&Disease_Disease_Search_diseaseGroup=397596&Disease_Disease_Search_diseaseType=ORPHA&Disease(s)/group%20of%20diseases=Activated-PI3K-delta-syndrome&title=Activated%20PI3K-delta%20syndrome&search=Disease_Search_Simple

Kategoriler
YUKLENDI

AİLESEL GLUKOKORTİKOİD EKSİKLİĞİ

Orpha numarası: 361

Genel bilgi
Ailesel glukokortikoid eksikliği böbreküstünde bulunan ve hormon üretme görevine sahip adrenal bezleri glukokortikoid adı verilen hormonları üretmediği zaman ortaya çıkan bir hastalıktır. Kortikosteron ve kortizol hormonlarını içeren bu hormonlar, bağışıklık sistemi fonksiyonunda, kan şekeri seviyesinin korunmasında, beyindeki sinir hücresi sinyal tetiklenmesinde ve birçok farklı amaçta görevlidir. Bir grup birincil adrenal yetersizlikle ( klinik olarak yenidoğan hiperpigmentasyonu, hipoglisemi, büyüme geriliği, tekerrür eden enfeksiyonlar; biyokimyasal olarak glukokortikoid eksikiği) karakterizedir, mineralokortikoid eksikliği içermez.

Genetik görülme sıklığı
Sıklık bilinmemektedir.

Genetik değişiklik
Birçok vakada adenokortikotropin reseptöründeki veya sinyal yolağındaki, adrenal korteksteki adenokortikotropik hormona tepki veren zona faskikulata hücrelerinde glukokortikoid eksikliğine öncülük eden bozukluğa sebep olan kusurlara bağlıdır. Bu bozukluklar çoğunlukla; vakaların %25’inde MC2R(18p11.2) genindeki mutasyonlardan, vakaların %20’sinde MRAP (21q22.1) genindeki mutasyonlardan kaynaklanır. Diğer hastalarda raporlanan mutasyonlar MCM4 (8q12-q13) geninde (büyük olasılıkla İzlandalı gezgin popülasyona özgü), NNT (5p12) geninde (vakaların %15’inde) ve TXNRD2(22q11.21) genindedir. STAR (8p11.2) veya CYP11A1(15q23-q24) genlerindeki mutlak kısmi inaktive edici mutasyonlar ailesel glukokortikoid eksikliğini maskeleyen bir fenotipe sebep olabilir.

Belirti ve semptomlar 
Çoğunlukla bebeklik veya erken çocukluk döneminde deride ve dişetinde hiperpigmentasyon(doğumdan itibaren veya zamanla gelişen), hipoglisemi nöbetleri ve büyüme geriliği olarak kendini gösterir. Tekrarlayan enfeksiyonlar da yaygın bir bulgudur, aynı zamanda daha büyük çocuklar için hastalığın bir işareti olarak da değerlendirilebilir. Güçsüzlük, kırılganlık, kilo kaybı, anoreksi, kusma, yanma veya karın ağrısı, kabızlık, ishal ve bunlara ek belirtiler böbrek üstü bezi yetmezliğine bağlı olarak bazı hastalarda görülebilir. Havaleyle sonuçlanan hipoglisemik krizler tedavi edilmezse koma veya ölüme sebebiyet verebilir ve tekrarlayan hipoglisemi nörolojik serellere ( öğrenme güçlüğü, entelektüel eksiklik; bazen şiddetli, kuadripleji gibi ciddi sensör ve motor bozukluklara sebebiyet verebilen nöronal hasar gibi) sebep olabilir. Uzun boy bazı hastalarda raporlanmıştır, tipik olarak MC2R gene kusuruna sahip hastalarda. MRAP kusurları daha ciddi seyreden bir hastalıkla ve daha erken bir başlangıçla ilişkiliyken, MCM4 genindeki kusurlarda daha ılımlı bir fenotip görülür.

Kalıtım deseni
Otozomal çekinik (resesif) bir biçimde kalıtılır. Genetik rehberlik mümkündür.

Hastalıkla ilgili genler
Birçok vakada adenokortikotropin reseptöründeki veya sinyal yolağındaki, adrenal korteksteki adenokortikotropik hormona tepki veren zona faskikulata hücrelerinde glukokortikoid eksikliğine öncülük eden bozukluğa sebep olan kusurlara bağlıdır. Bu bozukluklar çoğunlukla; vakaların %25’inde MC2R(18p11.2) genindeki mutasyonlardan, vakaların %20’sinde MRAP (21q22.1) genindeki mutasyonlardan kaynaklanır. Diğer hastalarda raporlanan mutasyonlar MCM4 (8q12-q13) geninde (büyük olasılıkla İzlandalı gezgin popülasyona özgü), NNT (5p12) geninde (vakaların %15’inde) ve TXNRD2(22q11.21) genindedir. STAR (8p11.2) veya CYP11A1(15q23-q24) genlerindeki mutlak kısmi inaktive edici mutasyonlar ailesel glukokortikoid eksikliğini maskeleyen bir fenotipe sebep olabilir.

Teşhis yöntemleri ve tedaviler
Tanı, klinik ve laboratuvar bulgularından yola çıkarak yapılır. Hastalar yüksek plazma adenokortikotropin ve ekzojen adenokortikotropin stimülasyonuna tepki vermeyen düşük sabah kortizol seviyelerine sahiptir. Mineralokortikoid fonksiyonu normaldir.  Hastalıktaki bir mutasyonu ortaya çıkaran moleküler genetik test, hastalığın tanısını doğrular. Doğum öncesi tanı, mutasyona sebep olabilen bilinen bir hastalığa sahip aileler için mümkündür, ancak nadiren uygulanır.

Tedavi, oral hidrokortizon içeren yerine koyma tedavisinden oluşur. Günde 10-12 mg dozaj (genellikle 3 doza bölünmüş şekilde) kortizol seviyesini düşürür ve normal seviyeye getirir ama nadiren adenokortikotropin seviyesini normal seviyeye getirir. Ameliyat ve interküran hastalık gibi stres dönemlerinde doz ayarlaması zaruridir. Hastalar acil durumlar için enjekte edilebilir hidrokortizon bulundurmalıdır ve tıbbi uyarı künyesi veya kartı taşımalıdır. Hipoglisemik krizlerin acil ve uygun tedavisi esastır. Tedavi yaşam boyu sürer. Erken teşhis ve tedavi uygulandığı takdirde hastalık seyri iyidir. Yalnızca tedavi edilmezse yüksek morbidite ve mortalite oranına sahip bir hastalıktır.

Kaynaklar

[1] “Familial Glucocorticoid Deficiency – Genetics Home Reference – NIH.” U.S. National Library of Medicine, National Institutes of Health, 18 Dec. 2018, ghr.nlm.nih.gov/condition/familial-glucocorticoid-deficiency#genes.

[2] INSERM, and Pr. Adrian CLARK. “The Portal for Rare Diseases and Orphan Drugs.” Orphanet: About Orphan Drugs, Apr. 2015, www.orpha.net/consor/cgi-bin/Disease_Search.php?lng=EN&data_id=3506&Disease_Disease_Search_diseaseGroup=Familial-glucocorticoid-deficiency&Disease_Disease_Search_diseaseType=Pat&Disease%28s%29%2Fgroup%2Bof%2Bdiseases=Familial-glucocorticoid-deficiency&title=Familial%2Bglucocorticoid%2Bdeficiency&search=Disease_Search_Simple.

Kategoriler
YUKLENDI

HAJDU-CHENEY Sendromu

Genel Bilgi 

Hajdu-Cheney sendromu, vücudun birçok parçasını, özellikle de kemikleri etkileyebilen nadir bir hastalıktır. El ve ayaklardaki kemik dokusunun kaybı (akro-osteoliz) durumun karakteristik bir özelliğidir. Parmaklar ve ayak parmakları kısa ve geniştir ve uçlarda kemik parçalanmaya devam ettikçe zamanla kısalırlar. Parmaklardaki kemik kaybı, küçük nesnelerin alınması gibi ince motor becerilere müdahale edebilir.

Vücuttaki kemik anormallikleri, Hajdu-Cheney sendromunda sık görülür. Etkilenen bireyler, kemiklerin kırılgan ve kırılmaya eğilimli olmasına neden olan osteoporoz geliştirir. Birçok etkilenen birey, omurga kemiklerinin (omurlar) kırılmasını (kompresyon kırıkları) tecrübe eder. Bazıları da omurganın anormal eğriliğini geliştirir (skolyoz veya kifoz). Hajdu-Cheney sendromu ayrıca kol ve bacaklardaki uzun kemiklerin şeklini ve gücünü de etkiler. Bu durumla ilişkili anormallikler kısa boyludur.

Hajdu-Cheney sendromu ayrıca, yüz kemikleri de dahil olmak üzere kafatası kemiklerinin anormalliklerine neden olur. Kafatasının şekli genellikle dolichocephalic olarak tanımlanır, yani arkadan öne doğru uzar. Birçok etkilenen bireyde, kafatasının arkasındaki kemik dışa doğru çıkarak belirgin bir oksiput olarak adlandırılan bir yumruya neden olur. Bu durumla ilişkili belirgin yüz özellikleri arasında geniş aralıklı ve aşağı doğru meyilli gözler, ortada birlikte büyüyen kaşlar (sinophrys), düşük kulaklar, yüzün orta kısmına batık bir görünüm (orta yüz hipoplazisi) ve geniş bir alan bulunur. burun ve üst dudak arasında (uzun bir philtrum). Etkilenen bazı çocuklar, yarık damak ya da yüksek kemerli bir damak denilen ağız çatısında bir açıklıkla doğarlar. Etkilenen yetişkinlerde, yüz özellikleri genellikle “kaba” olarak tanımlanır.

Etkilenen bazı bireylerde bulunan diğer Hajdu-Cheney sendromunun diğer özellikleri arasında eklem anormallikleri, özellikle alışılmadık derecede geniş eklem hareketi (hipermobilite); diş problemleri; işitme kaybı; derin, çakıllı bir ses; aşırı vücut kılı; çocuklukta tekrarlayan enfeksiyonlar; kalp kusurları; ve içi sıvı dolu kistlerin (polikistik böbrekler) büyümesi gibi böbrek anormallikleri. Bu duruma sahip bazı insanlar çocuklukta gelişmeyi geciktirmiştir, ancak gecikmeler genellikle hafiftir.

Etkilenen bireylerin yaklaşık yarısında meydana gelen en ciddi komplikasyonlar olan Hajdu-Cheney sendromu, plati baseni ve baziler invaginasyon olarak bilinen anormalliklerdir. Platybasia, kafatası kemiklerinin incelmesi ve yumuşamasının neden olduğu kafatasının tabanının düzleşmesidir. Baziler invaginasyon, yumuşatılmış kemikler, omurganın bir kısmının, kafatasının altındaki açıklıktan anormal bir şekilde çıkmasına ve beynin alt kısımlarına doğru itilmesine izin verdiği zaman ortaya çıkar. Bu anormallikler baş ağrıları, anormal görme ve denge, beyinde sıvı birikmesi, anormal solunum ve ani ölüm gibi ciddi nörolojik problemlere yol açabilir.

Hajdu-Cheney sendromunun belirti ve bulguları, aynı aile üyeleri arasında bile etkilenen bireyler arasında büyük farklılıklar göstermektedir. Akro-osteoliz ve bazı karakteristik yüz özellikleri gibi bozukluğun özelliklerinin çoğu, doğumda mevcut değildir, ancak çocuklukta veya daha sonra ortaya çıkmaktadır. Platybasia ve bazilar invaginasyon gelişme riski de zamanla artar.
Hajdu-Cheney sendromunun özellikleri, serpantin fibula-polikistik böbrek sendromu (SFPKS) denilen bir durumla önemli ölçüde örtüşmektedir. Her ne kadar ayrı ayrı bozukluklar olarak görülselerde, araştırmacılar iki koşulun aynı gendeki mutasyonlarla ilişkili olduğunu keşfettiler. Bu benzerliklere dayanarak, birçok araştırmacı şimdi, Hajdu-Cheney sendromu ve SFPKS’nin aynı durumun varyantları olduğunu düşünüyor.

Hajdu-Cheney sendromu durumuna sahip bireyler için sorunlara neden olsa da, yaşam beklentisi genellikle normaldir.

Genetik Değişiklikler / Etken Faktörler

Hajdu-Cheney sendromu, NOTCH2 genindeki mutasyonlarla ilişkilidir. Bu gen, Notch2 adında bir reseptör yapmak için talimatlar sağlar. Çalışmalar, Notch2 reseptörü aracılığıyla sinyal vermenin, kemiklerin erken gelişimi ve daha sonra kemik yeniden modellemesi için önemli olduğunu, eski kemiğin çıkarıldığı normal bir süreç ve bunun yerine yeni kemik oluşturulduğunu ileri sürmektedir. Notch2 sinyallemesinin ayrıca kalbin, böbreklerin, dişlerin ve vücudun diğer bölümlerinin gelişiminde rol oynadığı görülmektedir. NOTCH2 geninin belirli bir alanındaki mutasyonlar, Hajdu-Cheney sendromu ile ilişkilidir. Bu mutasyonlar, Notch2 reseptörünün normal olarak parçalanamayan bir versiyonuna yol açar. Sonuç olarak, sinyal kesildikten sonra bile reseptör aktif olmaya devam eder. Hajdu-Cheney sendromu ile ilişkili NOTCH2 gen mutasyonları anormal derecede artmış Notch2 sinyaline yol açtığından, bunlar “fonksiyon kazancı” mutasyonları olarak tanımlanmaktadır. Araştırmacılar, aşırı Notch2 sinyallemesinin, Hajdu-Cheney sendromunun çeşitli özellikleriyle ne kadar ilgili olduğundan emin değiller. Akro-osteoliz, osteoporoz ve belirgin yüz özellikleri dahil olmak üzere, bozukluğun iskelet özelliklerinin, muhtemelen anormal kemik gelişimi ve yeniden biçimlenmesinden kaynaklandığından şüphelenirler. Aşırı aktif Notch2 reseptörü aracılığıyla aşırı sinyal verme, eski kemiğin çıkarılmasını artırabilir, yeni kemik oluşumunu veya her ikisini de azaltabilir. Aşırı aktif reseptörün bu durumun diğer belirtilerine ve semptomlarına nasıl katkıda bulunduğu net değildir.
Belirti ve Semptomlar:

Hajdu-Cheney sendromu tanısı, karakteristik semptomların tanımlanması, ayrıntılı bir hasta ve aile öyküsü, kapsamlı bir klinik değerlendirme ve çeşitli özel görüntüleme testlerine dayanır.
Klinik Test ve Çalışması:
Kafatasının ortak röntgenleri, açık sütürler ve kafatasının anormal şekilde düzleştirilmiş tabanı dahil olmak üzere karakteristik değişiklikleri ortaya çıkarabilir. Omurganın röntgenleri kırıklar ve kemik kaybı gösterebilir. Çift enerjili radyoiztometri (DEXA) veya çift enerjili X-ışını absorpsiyometri (DXA) olarak bilinen bir test, kemik mineral yoğunluğunu ölçmek ve osteoporoz varlığını saptamak için kullanılabilir.

Moleküler genetik testler, Hajdu-Cheney sendromunun tanısını doğrulayabilir. Moleküler genetik test, bozuklukla ilişkili olduğu bilinen NOTCH2 genindeki mutasyonları tespit edebilir.

Genetik Görülme Sıklığı:

Hajdu-Cheney sendromu nadir görülen bir hastalıktır; prevalansı bilinmemektedir. Tıbbi literatürde 100’den az etkilenmiş birey tanımlanmıştır.

Aşağıdaki bozuklukların belirtileri, Hajdu-Cheney sendromu ile benzer olabilir. Karşılaştırmalar ayırıcı tanı için yararlı olabilir.

Hajdu-Cheney sendromunda görülenlere benzer belirtilere sahip olabilen çok sayıda bozukluk vardır. Akroosteoliz çeşitli otoimmün bozukluklarda görülebilir. Osteogenezis imperfecta, Melnick-Needles sendromu, Ehlers-Danlos sendromu, kleidokranial displazi ve bazı lizozomal depolanma hastalıkları gibi diğer nadir, genetik iskelet bozuklukları vardır. Hutchison-Gilford progeria sendromu benzer semptomlara sahiptir, ancak erken yaşlanma özelliklerine göre ayırt edilir. (Bu bozukluklar hakkında daha fazla bilgi için, Nadir Hastalık Veritabanında arama teriminiz olarak belirli bir bozukluğun adını seçin.)

Kalıtım paterni / deseni:
Hajdu-Cheney sendromu, otozomal dominant bir modelde kalıtılır, yani her bir hücrede değiştirilmiş NOTCH2 geninin bir kopyası, bozukluğa neden olmak için yeterlidir. Çoğu vaka gendeki yeni mutasyonlardan kaynaklanır ve ailelerinde bozukluğun öyküsü olmayan kişilerde görülür. Daha az yaygın olarak, etkilenen bir kişi, etkilenen bir ebeveynden mutasyonu miras alır.
Teşhis Yöntemleri ve Tedavileri:

Hajdu-Cheney sendromunun tedavisi, her bir bireyde belirgin olan spesifik semptomlara yöneliktir. Tedavi, bir uzman ekibinin koordineli çabalarını gerektirebilir. Çocuk hekimleri, iskelet (ortopedist), ortopedi cerrahları, kalp hastalıkları (kalpbilimciler), diş hekimi uzmanları, konuşma patologları, işitme problemlerini (odyologlar) ve Sağlık çalışanlarının, etkilenen çocuğun tedavisini sistematik ve kapsamlı bir şekilde planlaması gerekebilir. Genetik danışmanlık, etkilenen bireyler ve aileleri için yararlı olabilir. Bütün aile için psikososyal destek de şarttır.

Etkilenen bireyler için standart tedavi protokolleri veya yönergeleri yoktur. Hastalığın seyrek olması nedeniyle, büyük bir hasta grubunda test edilmiş herhangi bir tedavi çalışması yoktur. Tıbbi literatürde, tek vaka raporlarının veya küçük hasta serilerinin bir parçası olarak çeşitli tedaviler bildirilmiştir. Tedavi denemeleri, Hajdu-Cheney sendromu olan bireyler için spesifik ilaçların ve tedavilerin uzun vadeli güvenliğini ve etkinliğini belirlemede çok yardımcı olacaktır. Bozukluğa neden olan değişmiş genlerin kemik kaybına neden olmasının nedeni bilinmediği için tedavi çabaları engellenir.
Bazı bireyler osteoporozu tedavi etmek için kemik erimesini önleyen ilaçlar ile tedavi edilmiştir. Normal olarak, kemik yavaş yavaş bozulur (kemik erimesi) ve daha sonra reformlar, kemik dönüşümü olarak adlandırılan bir süreçtir. Bir teori, aşırı veya hızlandırılmış kemik döngüsünün, Hajdu-Cheney sendromuna katkıda bulunmasıdır. Bu ilaçların yararı oluşturulmamıştır.

Hidrosefali, omurilik anormallikleri, yarık damak ve konjenital kalp defektleri dahil olmak üzere, Hajdu-Cheney sendromunun çeşitli komplikasyonlarını tedavi etmek için cerrahi gerekebilir. İşitme kaybını tedavi etmek için işitme cihazları kullanılabilir.

Hastalığın Diğer İsimleri:

⁃ Serpantin fibula-polikistik böbrek sendromu/ SFPKS

⁃ Cheney sendromu

⁃ Artro-dento-osteo displazisi

⁃ Ailesel osteodisplazi

⁃ Acroosteolysis dominant type / akroosteoliz baskın tip

⁃ HJCYS

Kaynaklar:
https://ghr.nlm.nih.gov/condition/hajdu-cheney-syndrome#diagnosis

https://rarediseases.info.nih.gov/diseases/508/acroosteolysis-dominant-type

https://rarediseases.org/rare-diseases/hajdu-cheney-syndrome/

Kategoriler
YUKLENDI

SENDROMİK OLMAYAN APLAZİA KUTİS KONJENİTA

Orpha numarası: 1114

Hastalığın Diğer İsimleri
ACC,
kafatası ve kafa derisi konjenital eksikliği
Genel Bilgi
Sendromik olmayan aplazia kutis konjenita doğuştan gelen bölgesel deri eksikliği olarak tanımlanır. Deri; altındaki yapıların görülebileceği ince, transparan bir zar şeklindedir. Etkilenen bölge genellikle kafa derisidir. Ancak vücudun her bölümü etkilenebilir.  Vakaların yaklaşık %20-30’unda altındaki yapıların(kas ve kemik gibi) eksikliğiyle birlikte görülmektedir. Çoğu Sendromik olmayan aplazia kutis konjenita hastası başka bir anomali taşımazken bazıları doğuştan gelen kardiyovasküler, gastrointestinal, ürogenital, merkezi sinir sistemi sakatlıklarına sahip olabilir. [1], [2]

                                                               

   Görsel 1: Verteks üzerindeki bir ACC lezyonu[5]     

  Görsel 2: Alt eksteremitelerde simetrik ACC lezyonu[6]
Sebepler ve Genetik Değişiklik 
Etiyolojisi pek çok ve çeşitlidir:  Genetik faktörler, teratojenler, amniyotik adezyon, damar yolu anomalileri, farmokolojik ajanlar, intmuterin (dölyatağı içi) travmaları ve enfeksiyon sebeplerinin hepsini içerebilir. [3]
Hastalıkla İlişkili Genler
Kromozom 10q11.21 üzerindeki GTPaz BMS1 genindeki hücre çoğalmasını azaltan heterozigot bir mutasyondan kaynaklanır. [1], [3]
Kalıtım deseni
Otozomal baskın (dominant) kalıtım en yaygın olanıdır, ancak bazı ailelerde çekinik (resesif) kalıtım deseni de raporlanmıştır. [1]
Genetik Görülme Sıklığı
Aplazia kutis konjenitanın görülme oranı 10,000 doğumda 1’dir. Sendromik olmayan şeklinin sıklığı bilinmiyor. [4]
Belirtiler ve Semptomlar
Genelde verteksin üzerindeki veya yakınındaki tek bir lezyon halinde görülür. Kafa derisinde veya başka bir bölgede birden çok lezyon da bulunabilir. Lezyon; yüzeysel, yuvarlak veya oval, sınırları düzgün, atrofik, kellikle birlikte bir yaradan, ıslak veya ufalanan, kemiğe kadar uzanan bir ülsere kadar çeşitli olabilir. Birkaç mm ile, 10 cm’den daha uzun çaplı bir yaraya kadar değişen uzunluklarda bulunabilir. Bazı yaralar bülöz bir görünüm veren, sıvıyla dolu, zarlı bir tabaka bulundurabilir. Kafatası disrafızmını anımsatan bir tutam uzun, koyu renkli saç; çoğunlukla zarlı lezyonun çevresinde bulunur. Zarlı lezyon nöroektodermal olmayan anomalilerle ilişkili değildir.[3]

Görsel 3: Görece yüzeysel bir ACC lezyonu[7]
Teşhis Yöntemleri ve Tedavi
Sendromik olmayan aplazia kutis konjenita doğum anında fark edilir. Hastalığa sahip yenidoğanlar, ilişkili anomaliler için etraflıca muayene edilmelidir. Büyük lezyona sahip vakalarda, eşlik edebilecek kemik veya kafa içi anomalileri saptamak için acilen MR çekilmesi zaruridir. Histolojik muayene deri apendajı ve elastik liflerden yoksun cilt yarası dokusunu gösterir. Zarlı ACC heterotofik beyin dokusunu ortaya çıkarabilir.[3]
Bebeğin durumuna göre tedavi çeşitlilik gösterir. Koruyucu tedavi tercih edilir. Küçük bölgeler genelde kendiliğinden iyileşir. Yumuşakça temizleme ve ince yapılı merhemler veya gümüş sülfadiazin uygulaması, enfeksiyon oluşumunu engellemeye yardımcı olur. Enfeksiyon oluşursa, antibiyotik kullanılabilir. Yakın zaman önce çeşitli özelleştirilmiş sargı malzemeleri geliştirilmiş ve kullanılmıştır. Büyük lezyonlar cerrahi müdahale gerektirebilir. Sonuç olarak; medikal, cerrahi veya her ikisinin de kullanılacağının kararı öncelikle derideki kusurun büyüklüğü, derinliği ve bölgesine bağlıdır. [2]

 Görsel 4,5,6 ve 7: Kemiği de etkileyen 11×9 cm kafa ACC’sinin başarılı iyieşme süreci[8]

Kaynaklar

[1] https://www.omim.org/entry/107600?search=aplasia%20cutis%20congenita&highlight=aplasia%20congenita%20cuti

[2] “Aplasia Cutis Congenita.” Genetic and Rare Diseases Information Center, U.S. Department of Health and Human Services, rarediseases.info.nih.gov/diseases/5835/aplasia-cutis-congenita-nonsyndromic.

[3] INSERM. “The Portal for Rare Diseases and Orphan Drugs.” Orphanet: About Orphan Drugs, www.orpha.net/consor/cgi-bin/Disease_Search.php?lng=EN&data_id=3198&Disease_Disease_Search_diseaseGroup=aplasia-cutis-congenita&Disease_Disease_Search_diseaseType=Pat&Disease(s)/group of diseases=Aplasia-cutis-congenita&title=Aplasia cutis congenita&search=Disease_Search_Simple.

[4] “Nonsyndromic Aplasia Cutis Congenita – Genetics Home Reference – NIH.” U.S. National Library of Medicine, National Institutes of Health, ghr.nlm.nih.gov/condition/nonsyndromic-aplasia-cutis-congenita.

[5] “Aplasia Cutis Congenita.” Sickle Cell Anemia Differential Diagnoses, 19 Sept. 2018, emedicine.medscape.com/article/1110134-overview.

[6] Kothari, Chetna, et al. “Visual Diagnosis: Newborn With Absence of Skin.” Pediatrics in Review, American Academy of Pediatrics, 1 Oct. 2014, pedsinreview.aappublications.org/content/35/10/e49.figures-only.

[7] Brzezinski, et al. “Aplasia Cutis Congenita of the Scalp- What Are the Steps to Be Followed? Case Report and Review of the Literature.” Química Nova, SBQ, www.scielo.br/scielo.php?script=sci_arttext&pid=S0365-05962015000100100.

[8] https://www.researchgate.net/figure/fig4_269281065

Kategoriler
YUKLENDI

FMF (AİLEVİ AKDENİZ ATEŞİ HASTALIĞI)

Genel Bilgi
Ailesel Akdeniz Ateşi (AAA-FMF) hastalığı, karın ve/veya göğüs ağrısı ve/veya eklem ağrısı ve şişliğinin eşlik ettiği tekrarlayan ateş nöbetleri ile bacak derisi üzerinde kızarıklıklar ve testis iltihapları şeklinde de bulgular verebilen, karakterize bir genetik hastalıktır. Hastalık genellikle Akdeniz ve Ortadoğu kökenlileri, yani Yahudiler (özellikle Sefarad Yahudileri), Türkler, Araplar ve Ermenileri etkiler. Hastalık bulaşıcı değildir.

FMF, ömür boyu süren genetik bir hastalıktır. Ömür boyu düzenli kolşisin tedavisi gerektirir. Ne var ki, tanıda bir gecikme olmuşsa ya da tedaviye uyum yoksa, amiloidoz riski de artar. Amiloidoz gelişen çocuklarda böbrek nakli gerekebilir. FMF’de büyüme geriliği büyük bir problem değildir. Ancak, bazı çocuklarda ergenlik dönemindeki büyüme artışı yalnız kolşisin tedavisinden sonra gözlenebilir. Çocuk ve aile henüz hastalığın tanısı konmadan önce büyük problemler yaşarlar. Şiddetli karın, göğüs ve eklem ağrılarından dolayı, sık sık çocuğu hastaneye götürmek zorunda kalabilir. Bazı çocuklar, yanlış tanılardan dolayı gereksiz yere ameliyat olurlar. Tanı konduktan sonra, hem çocuk hem de ebeveynleri hemen hemen normal bir yaşam sürebilirler. Bazıları çocuğun FMF hastası olduğunu bile unutabilir. AAA’de Bu durum tehlikeli olabilir çünkü, tedavide düzenli takibe uyumu bozabilir.

Tek problem, ömür boyu tedavinin yaratabileceği psikolojik zararlardır. Bu sorun, hasta-ebeveyn eğitim programlarıyla aşılabilir. Ömür boyu kolşisin tedavisi gören FMF’li hastalar diledikleri her sporu yapabilir. Dikkat edilmesi gereken durum, etkilenmiş eklemlerde hareket kısıtlılığına yol açan uzamış eklem iltihabıdır.

Genetik Değişiklikler / Etken Faktörler
Yüksek risk popülasyonlarında hastalık sıklığı yaklaşık 200’de 1dir. Dünyanın diğer kısımlarında ise çok seyrektir. Ancak, genin bulunmasından sonra, İtalyan, Yunan ve Amerikalı gibi çok nadir olduğu düşünülen popülasyonlarda bile daha sık tanı konmaya başlanmıştır. FMF atakları hastaların yaklaşık %90’ında 20 yasından önce başlar. Yarıdan fazlasında hayatın ilk 10 yılında ortaya çıkar. Erkeklerde kızlardan biraz daha fazla görüldüğü iddiası da günümüzde neredeyse eşit düzeydedir.

Tıp literatürüne göre, FMF’li bazı kişilerde ek enflamatuar bozukluklar, özellikle de Behçet hastalığı, poliarteritis nodosa (PAN) ve Henoch-Schonlein purpura (HSP) dahil olmak üzere kan damarlarının (vaskülititler) iltihaplanması ile karakterize olanlarda artış riski vardır. Etkilenen bireylerde ayrıca ülseratif kolit, Crohn hastalığı ve romatoid artrit gelişme riski daha yüksektir.

Bazı kalıtsal hastalık belirtileri FMF’ninkilere benzer olabilir. Karşılaştırmalar ayırıcı tanı için yararlı olabilir. Örneğin; Periyodik ateş, aftöz stomatit, farenjit ve adenitis (PFAPA) tekrarlayan ateş atakları ile karakterize nadir bir hastalıktır. Ateş genellikle ağız ağzı yaraları (aftöz stomatit), ağrılı, kızarık boğaz (farenjit) ve boyundaki bezlerin iltihaplanması (servikal adenit) ile birlikte görülür. Ataklar aniden başlar ve genellikle yaklaşık 3-7 gün sürer. Ataklar arasındaki süre değişebilir, ancak genellikle yaklaşık 3-8 haftadır. Ataklar arasında, etkilenen çocuklar normal olarak büyür. PFAPA genellikle çocukluk döneminde ortaya çıkar, sonunda ergenlik veya yetişkinlik döneminde gider. PFAPA’nın kesin nedeni bilinmemektedir.

Belirti ve Semptomlar
AAA’de, Hastalığın başlıca belirtileri, karın, göğüs ve eklem ağrılarıyla birlikte giden tekrarlayan yüksek ateştir. Karın ağrıları en sık olandır; hastaların yaklaşık %90’ında görülür. Göğüs ağrısı atakları %20-40, eklem ağrısı %50-60 hastada görülür.
Genelde, çocuklar tekrarlayan karın ağrısı ve ateş gibi belirli bir atak tipinden yakınır. Fakat bazı hastalar değişik atak tipleri geçirebilir. Bazen karın ve göğüs ağrısı, göğüs ve eklem ağrısı gibi kombine ataklar görülebilir.

Bu ataklar 1-4 gün sürer ve kendi kendine geçer. Hasta atağın sonunda tamamen düzelir ve bu periyotlar arasında tamamen normaldir. Bazı ataklar o kadar ağrılı olur ki, hasta ya da ailesi tıbbi yardım isteğinde bulunur.

Özellikle ağır abdominal ataklar akut apandisiti taklit edebilir ve bu nedenle bazı hastalar gereksiz karın ameliyatı geçirebilirler. Ancak, bazen aynı hastada bile ataklar o kadar hafiftir ki, hazımsızlıkla karıştırılır. Bu durum, hastalığın tanısının güçlüğünün nedenlerinden biridir. Karın ağrısı boyunca, çocuk genellikle kabızdır fakat ağrı düzelir düzelmez kısa süre içinde yumuşak dışkı çıkar. Çocuğun bir atakta ateşi çok yükselirken, bir başka atakta hafif bir ateş görülebilir.

FMF’de Göğüs ağrısı genellikle tek taraflıdır. Yan ağrısı, sırt ya da göğüs ağrısı şeklinde ortaya çıkar. Ağrının şiddetinden hasta yeterince derin nefes alamayabilir. Bir kaç gün içinde araz bırakmadan iyileşir. Eklem ataklarında genelde bir eklem (monoartrit) etkilenir. Yaygın olarak ayak bileği ya da diz tutulur. O kadar şiş ve ağrılı olabilir ki, çocuk yürüyemez. Bu hastaların yaklaşık üçte birinde etkilenen eklemin üzerinde kırmızı bir döküntü görülür. Eklem atakları, diğer atak tiplerinden daha uzun sürebilir. Tamamen iyileşmesi dört günden bir haftaya kadar uzayabilir. Bazı çocuklarda hastalığın tek bulgusu tekrarlayan eklem ataklarıdır. Bu nedenle, yanlışlıkla akut romatizmal ateş ya da juvenil romatoid artrit tanıları konur.

AAA’de Olguların yaklaşık %5-10’unda eklem tutulumu kronikleşebilir ve geri dönüşümsüz değişikliklere neden olabilir. FMF’in erizipel benzeri eritem denilen ve genellikle alt ekstremitelerde ve eklemlerde gözlenen karakteristik bir döküntüsü vardır. Bazı çocuklar rahatsız edici olabilen bacak ağrılarından yakınırlar. Atakların en nadir tipleri arasında tekrarlayan perikardit (kalbin dış katmanın iltihabı), miyozit(kaş iltihabı ), menenjit ve orşit (testis iltihabı) vardır.

AAA’de az bir oranda testisleri saran zarda ataklar halinde iltihaplanmalar görülebilir. Genellikle ağrı tek taraflıdır. Ağrı 12 saatte giderek artar, şişlik ve kızarıklık gelişebilir. Ergenlik öncesinde bazen AAA’nin ilk belirtisi olarak da ortaya çıkabilir. Damar iltihabı ile giden Henoch-Schönlein Purpura ve poliarteritis nodoza gibi bazı hastalıklar FMF’li çocuklar arasında daha sıktır.

Tedavi edilmemiş olgularda FMF’in en önemli komplikasyonu “amiloidoz” gelişimidir. Amiloid, böbrek, bağırsaklar, deri, kalp gibi bazı organlarda depolanan ve özellikle böbreklerde ilerleyici fonksiyon kaybına neden olan özel bir proteindir. FMF’e özgü değildir; romatoid artrit, juvenil kronik artrit ve tüberküloz gibi bazı kronik iltihabı hastalıklar iyi tedavi edilmediğinde de görülebilir. Bağırsaklarda ya da böbrekte amiloid maddesi saptanarak tanı konur.

Ömür boyu düzenli ve yeterli doz kolşisin (tedavi’ye bkz) alan çocuklarda hem ataklar kaybolur ya da seyrekleşir hem de amiloidoz gelişme riski ortadan kalkar.

Genetik Görülme Sıklığı
FMF genetik bir hastalıktır. Akdeniz ateşinden sorumlu gen MEFV genidir ve iltihabın sınırlandırılmasında rol oynayan bir proteini kodlar. FMF’te olduğu gibi, bu gen mutasyon taşırsa, bu sınırlandırma düzgün yapılamaz, ve hasta ateşli ataklar geçirir. Hastalıkta ve tedavi de rol oynayabilecek diğer genler üzerine araştırmalar devam etmektedir. MEFV geninin 300’den fazla farklı mutasyonu tanımlanmıştır, ancak sadece dört tanesi açıkça patojendir.

2018 Kasım ayında çıkarılan bir yasa ile, Türkiye’de de, kalıtsal bir hastalığı olan veya bu hastalık için taşıyıcı oldukları bilinen evli çiftlerin, belirli şartlara uygunluğu ile beraber, sağlam çocuk sahibi olmasına ya da hasta çocuğu (talasemi, hemofili v.s. gibi kalıtsal genetik hastalıklar) olup ikinci çocuğun sağlam doğmasına yönelik yapılacak preimplantasyon genetik tarama (PGT; hastalığa sebep olan genin ya da kromozomal bozukluğun gebelik oluşmadan önce test edilerek sağlıklı embriyoların transfer işlemi) yapılarak uygulanacak yardımcı üreme tedavilerinin finansmanı sosyal güvenlik kurumu tarafından karşılanmaya başlanmıştır.

Kalıtım paterni / deseni
Otozomal resesif (cinsiyete bağlı olmayan) bir hastalık olarak geçer. Bu tip geçişte çocukta FMF olabilmesi için, biri anneden diğeri babadan gelen iki mutasyonlu kopya gereklidir. Dolayısıyla iki ebeveyn de taşıyıcıdır (bir taşıyıcıda yalnız bir mutasyonlu kopya vardır fakat hasta değildir). Geniş bir ailede, hastalık genellikle başka bir çocukta, kuzende, amcada ya da uzak bir akrabada görülür. Ancak küçük bir grup olguda olduğu gibi, eğer ebeveynlerden biri FMF’li diğeri taşıyıcı ise, çocuğun hasta olma şansı %50’dir.

Çocuk FMF’e neden olan genler yüzünden hastalanır. Her çocukta aynı değildir. Üstelik, atakların tipi, süresi ve şiddeti aynı çocukta bile farklılık gösterebilir. Genel olarak çocuklardaki FMF yetişkinlerdekine benzer. Ancak artrit (eklem iltihabı) ve miyozit gibi bazı bulgular çocuklukta daha sıktır ve hasta büyüdükçe daha nadir görülürler. Orşit (testis iltihabı), erişkin erkeklerden çok küçük erkek çocuklarda saptanır.

FMF’in başlangıç yaşı da ayrıca önemlidir. Amiloidoz riski, tedavi edilmeyen ve hastalığı erken başlayan hastalar arasında daha yüksektir. Şunu bilmek gerekir ki, akraba evlilikleri, iki taşıyıcının bir araya gelme riskini arttırır. Hastaların yaklaşık 1/4‘ unde ebeveynler aynı aile ağacındadır (aynı ataların uzantıları). Özellikle, yüksek riskli popülasyonlarda yaşayan bireylerin akraba evliliği yapmamaları önerilmelidir.

Teşhis Yöntemleri ve Tedavileri
FMF’in tanısı için kesin bir tanı aracı yoktur. Genellikle şu yaklaşım izlenir:

Klinik şüphe
Çocuk en az üç atak geçirdikten sonra FMF düşünmek olasıdır. Hastanın etnik kökeni ve benzer yakınmaları ya da böbrek yetersizliği olan akrabaların varlığı ayrıntılı bir hikaye ile araştırmalıdır. Ayrıca, ebeveynlerden önceki atakların detaylı tanımını yapmaları istenmelidir.

Takip
FMF şüphesi taşıyan bir çocuk kesin tanı konulana dek yakın takibe alınmalıdır. Bu takip süresince, mümkünse, hasta bir atak geçirirken görülmeli, fizik muayene ve iltihabın varlığını gösterecek bazı kan tetkikleri yapılmalıdır. Genellikle bu tetkikler atak boyunca pozitif olup, atak geriledikten sonra normale döner ya da normale yakın düzeye gelir. FMF’in tanınmasına yardımcı olması için düzenlenmiş sınıflandırma kriterleri tanının bu aşamasında kullanılabilir. Çeşitli nedenlerden dolayı, çocuğu atak sırasında görmek her zaman mümkün değildir. Bu nedenle ebeveynlerden bir günlük tutmaları ve nöbetler sırasında ne olduğunu tarif etmeleri istenir. Atak sırasında yapılması istenen testler ailenin yaşadığı bölgedeki bir laboratuarda yaptırılabilir.

Kolşisin tedavisine yanıt
FMF tanısını olası kılan klinik ve laboratuvar bulguları olan çocuklara, 6 ay boyunca yanıtı değerlendirmek amacıyla kolşisin verilir. Eğer hasta FMF’li ise, ya hiç atak görülmemesi ya da atakların sayı, şiddet ve süresinin belirgin olarak azalması beklenir. Ancak, yukarıda açıklanan aşamalar tamamlandığında hasta FMF kabul edilir ve ömür boyu kolşisin tedavisine başlanır. FMF, vücutta değişik sistemleri etkilediği için hastalığın tanı ve takibinde değişik uzmanlar görev alır. Bunlar, genelde, çocuk doktoru, çocuk romatoloğu ya da çocuk romatizması ile ilgilenen erişkin romatoloğu, nefrolog (böbrek uzmanı) ve gastroenterologlardır.

Genetik analiz
Son birkaç yılda, FMF gelişiminden sorumlu olduğu düşünülen mutasyonların varlığını göstermek için hastaların genetik analizi yapılmaya başlanmıştır. Eğer hasta her ebeveynden bir tane olmak üzere iki mutasyon taşıyorsa FMF klinik tanısı doğrulanır. Ne var ki, şu ana kadar tanımlanmış olan mutasyonlar FMF hastalarının %70-80’inde bulunmaktadır. Bu da hiç mutasyon taşımayan FMF hastalarının olduğunu gösterir. Bu nedenle FMF tanısı günümüzde hala klinik yargıya dayanır. Genetik analiz her ülkede yapılmayabilir. Ateş ve karın ağrısı çocukların çok yaygın yakınmasıdır. Bu nedenle, yüksek riskli popülasyonlarda bile FMF tanısı koymak kolay değildir. Tanı konulana dek birkaç yıl geçer. Tanıdaki bu gecikme çok önemlidir çünkü, tedavi edilmeyen hastalarda amiloidoz riski artar. Tekrarlayan ateş, karın ağrısı ve eklem ağrısı nöbetleriyle giden başka bir takım hastalıklar da vardır. Bu hastalıkların da çoğu genetiktir. Bunlardan bazıları olan HİDS, TRAPS, PFAPA, Muckle-Wells hastalığı, CİNCA gibi hastalıklar FMF ile bazı ortak klinik özellikler taşır ancak hepsinin de kendi ayırıcı klinik ve laboratuvar bulguları vardır.

Kan tetkikleri:
Laboratuvar testleri daha önce de belirtildiği gibi FMF tanısında önemlidir. Eritrosit sedimentasyon hızı (ESR), CRP, tam kan sayımı, fibrinojen gibi tetkikler atak sırasında iltihabın var olup olmadığını ve derecesini görmek için istenir. Bunlar, atak geçtikten sonra, sonuçların normale dönüp dönmediğini görmek için tekrar edilir. Hastaların yaklaşık üçte birinde tetkikler normale döner, ancak geri kalan üçte ikisinde düzeyler belirgin olarak azalsa da, üst limitin üzerinde kalabilir. Genetik inceleme için de az miktarda kan gereklidir. Ömür boyu kolşisin tedavisi alan çocuklar yılda iki defa takip için kan ve idrar vermelidirler.

İdrar tetkikleri: İdrar örneği de protein ve kimizi kan hücresi varlığı açısından incelenir. Ataklar sırasında geçici değişiklikler oluşabilir. Fakat amiloidozlu hastalarda idrarda protein kalıcıdır. Bu durum, doktoru amiloidoz şüphesine karşı daha fazla tetkik istemesi için uyarır. Bu ek tetkikler, idrarda protein kaybının miktarının belirlenmesi ve rektal (kalın bağırsağın son bölümü) ya da böbrek biyopsisi yapılmasıdır.

Rektal ya da böbrek biyopsisi: Rektal biyopsi, rektumdan küçük miktarda doku alınmasıdır. Yapılması çok kolaydır; eğer rektal biyopsi amiloidozu göstermede yetersiz olursa o zaman tanıyı doğrulamak için böbrek biyopsisi yapmak gerekir. Böbrek biyopsisi için, çocuk hastanede bir gece geçirmek zorundadır. Biyopside elde edilen dokular boyanır ve amiloid birikimi açısından mikroskop altında incelenir.

FMF, hayat boyu kolşisin kullanımıyla tedavi edilebilir bir hastalıktır. Aslında bu tedavi iyileştirmek için değil daha çok hastayı amiloidoz gelişiminden ve tekrarlayan ataklardan korumak içindir. Ne var ki, eğer hasta ilacı bırakırsa ataklar ve amiloidoz riski geri gelir. %5 gibi az bir oranda ise hastalar ilaca cevap vermemektedir. Yeterli dozda kolşisine rağmen atakları geçmeyen hastaların romatolog tarafından değerlendirilmesi gerekir. Günümüzde, Kolşisin tedavisine direnç gösteren hastalar için uygulanabilecek farklı tedavi edici ilaçlar, sosyal güvenlik kapsamında gerektiğinde yurtdışından getirtilmektedir.

2016 yılında, Novartis’ten Ilaris (canakinumab), FMF’yi tedavi etmek üzere ABD Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) tarafından onaylanmış, ülkemizde de kullanmaya başlanmıştır. Kolşisin tedavisine cevap vermeyen bazı kişiler anakinra (Kineret) ile tedavi edilmekte olup, İlk raporlar, yeni ilaçların, kolşisine cevap vermeyen bireyler için güvenli ve etkili bir alternatif olduğunu ileri sürmüştür. Ancak, FMF’li bireyler için yeni ilaçların uzun süreli güvenliğini ve etkinliğini belirlemek için daha fazla araştırma gereklidir.

Kolşisin tedavisi yalnız atakları kontrol etmez, aynı zamanda amiloidoz riskini de ortadan kaldırır. Bu yüzden ailelere ve hastaya ilacın her gün yazılan dozda alınmasının ne kadar yaşamsal olduğunun doktor tarafından tekrar tekrar anlatılması gerekmektedir. Hastanın uyumu çok önemlidir. Eğer bu başarılırsa, o zaman çocuk, normal bir hayat beklentisiyle hayatına devam edebilir. İlacın dozu, hekime danışılmadan ebeveynler tarafından değiştirilmemelidir. Aktif bir atak esnasında kolşisin dozlarının artırılması atak süresini ve şiddetini azaltmaz.

Bu nedenle doz arttırmanın anlamı yoktur. Önemli olan atakların gelmesini önlemektir. Kolşisin ile ilgili akla gelen önemli bir ilaç etkileşimi yoktur. Tüm doktorlara başvuru sırasında bu tedaviyi aldıklarını bilgilendirdikleri takdirde olası herhangi bir sorunun önüne geçmiş olurlar.

Aileleri için çocuklarının hayatları boyunca bu hapları almaları gerektiğini kabul etmeleri kolay değildir. Özellikle kolşisinin potansiyel yan etkileri hakkında endişelenilir. Kolşisin, doz azaltımına cevap veren minör yan etkileri olan güvenli bir ilaçtır. En sık yan etki ishaldir. Bazı çocuklar, ishal nedeniyle verilen dozu tolere edemeyebilir. Böyle çocuklarda doz, tolere edeceği doza kadar düşülmeli ve sonra küçük ayarlamalarla yavaş yavaş uygun doza kadar yükseltilmelidir.

Diğer yan etkiler arasında bulantı, kusma ve karın krampları bulunur. Seyrek olarak, hastalarda kaş güçsüzlüğü yapabilir. Nadiren periferik kan hücreleri sayıca (beyaz ve kırmızı kan hücreleri ve trombosit) azalabilir ama dozun azaltılmasıyla normale döner. Tedavi dozlarında sperm sayısında azalma görülmesi çok enderdir. Kadın hastaların gebelik ya da emzirme süresince kolşisini kesmeleri gerekmemektedir. Yani hamilelikte de Kolşisin kullanımı devam etmelidir. İlaç tedavisi, Ömür boyu süren koruyucu bir tedavidir. Bitkisel ya da alternatif bir tedavi yöntemi bilimsel kanıtlara dayanmamaktadır.

Tedavi gören çocuklar Çocuk Romatoloji bölümlerinde yılda en az iki kez; yetişkinler atakların durumuna göre Romatoloji bölümlerinde en az yılda bir kez kan ve idrar tetkiki yaptırmalıdır.

  • Hastalığın Diğer İsimleri
  • Ailevi Akdeniz Ateşi (AAA) hastalığı
  • Ailesel Akdeniz Ateşi hastalığı
  • FMF

Kaynaklar

http://cocukromatoloji.org/hastaliklar/ailesel-akdeniz-atesi/

https://rarediseases.org/rare-diseases/familial-mediterranean-fever/

Kategoriler
YUKLENDI

BEYİN-AKCİĞER-TİROİT SENDROMU

Genel Bilgi

Beyin-akciğer-tiroit sendromu; beyni, akciğerleri ve tiroit bezini etkileyen bir grup hastalıktır. Tarihsel olarak üç organda görülen hastalıklar ayrı ayrı değerlendirilse de şuanda üçünü kapsayan bir sendrom olarak görülüyor. Bu sendromdan etkilenen bireylerin % 50’sinde üç organda da sorunlar görülürken % 30’unda beyin ve tiroit bezinde, % 10’unda ise beyin ve akciğerde sorunlar görülüyor.

Bu sendroma sahip bireylerin hemen hemen hepsinin beyinde hareketleri kontrol eden bölümün anormal aktivitelerine rastlanır. Bunun sonucunda istemsiz hareketler (kore)[1]; yüz, gövde ve diğer uzuvlarda kıvranma (atetoz) şeklinde görülür. Ayrıca beyin-akciğer-tiroit sendromuna sahip olan bireylerde hareketlerin koordinasyonunda güçlük (ataksi), kas seğirmeleri (miyoklonus) ve istemsiz kas kasılması sonucunda tekrarlayan hareketler gözlemlenir (distoni). Hareket problemleri erken bebeklik dönemleri ya da daha sonraki dönemlerinde görülse de genellikle 1 yaşında başlar ve sıklıkla önce kasın harekete karşı gösterdiği dirençte (kas tonusunda) zayıflık durumu oluşur (hipotoni). Yürümenin gelişimi gecikebilir. Hareket sorunları genellikle sabit kalır ve zamanla artış gösterebilir. Ayrıca hastalıktan etkilenen bazı bireylerde öğrenme güçlüğü ve zeka geriliği görülebilir.

Tiroit sorunları bu sendromun en yaygın özelliğidir. Tiroit bezi; büyüme, beyin gelişimi ve vücuttaki kimyasal reaksiyonlar dahil olmak üzere çok çeşitli kritik vücut fonksiyonlarını düzenlemeye yardımcı olan hormonlar üretir. Sendromdan etkilenen birçok birey doğuştan hipotiroidizm’e sahip olması sonucu tiroit hormonlarının normalden düşük seviyede salgılanmasına maruz kalıyor. Bu sendroma sahip çoğu bireyin normal büyüklükte tiroidi olmasına rağmen bezin boyutu küçülmüş ya da bez yokluğu görülmektedir. Tiroit hormonlarının eksikliği zeka geriliğine ve diğer nörolojik sorunlara neden olmasına karşın bu sendroma sahip bireylerde bu tür sorunların hipotiroidizm’e veya beyinsel anormalliklere bağlı olup olmadığı belli değildir.

Akciğer sorunları da bu sendromla birlikte görülür. Bu sendromdan etkilenen bazı yenidoğanlarda solunum zorluğu meydana gelir.  Bu da nefes almada aşırı derece zorluğa neden olabilir ve yaşamı tehdit edici noktaya gelebilir. Bu sendroma sahip kişilerde tekrarlayan akciğer enfeksiyonları görülür. Genel popülasyona bakıldığında beyin-akciğer-tiroit sendromuna sahip bireylerin akciğer kanserine yakalanmak riski daha fazladır.

Genetik Değişiklikler / Etken Faktörler

Beyin-akciğer-tiroit sendromu NKX2-1 genini etkileyen genetik değişikliklerden kaynaklanır. Bu homeobox protein DNA’ya bağlanan ve diğer genlerin aktivitesini (ekpresyonunu) kontrol eden bir transkripsiyon faktörüdür. Embriyonik gelişim sırasında belli genlerin ekpresyonunu düzenleyen homoebox protein NKX2-1, beyin, akciğer ve tiroit bezinin gelişimine yardım eder ve normal fonksiyonlarını destekler. NKX2-1 genindeki mutasyonlar veya parça kayıpları sonrası homoebox proteinin miktarında bir azalma meydana gelir ve işlevleri bozulur. Bunun sonucunda NKX2-1 genindeki değişiklik; beyin, akciğer ve tiroit bezinin normal gelişim ve işlevini engeller. Bu üç organla ilgili problemlerin altında yatan neden; iyi huylu kalıtsal kore, solunum sıkıntısı sendromu, doğuştan hipotiroidizm ve beyin-akciğer-tiroit sendromun diğer özellikleridir. Bazı bireylerde bu üç organın durumdan etkilenmesine rağmen bazılarında neden yalnızca bir veya iki tanesinin etkilendiği belirsizdir.

Kalıtım Paterni / Deseni

Bu durum otozomal dominant (anne ya da baba hastalıktan etkilenmiş) kalıtım göstermektedir. Yani bir hücrede değişikliğe uğramış genin bir kopyasının bulunması bozukluğa neden olmak için yeterlidir. Bu sorunun her zaman bir önceki kuşakta görülmesi gibi bir şart yoktur. Bazen ilk bulgu bir bireyde görülüp gelecek kuşaklara aktarılabilir (sporadik olgu) . NKX2-1 ile ilişkili bir bozukluğu olan bir bireyin her çocuğunun patojenik varyantı devralabilme şansı % 50’dir.

Şekil 1.1 

Bu şekil: https://ghr.nlm.nih.gov/art/large/autodominant.jpeg adresinden alınmıştır.

“Otozomal Dominant Kalıtım”[2]
Teşhis Yöntemleri ve Tedaviler

Belirtilerin tedavileri; düşük dozlarda verilen tetrabenazin kore belirtilerini azaltır.  Levodopa’nın, yürüme semptomlarında (düşmelerde) belirgin iyileşme gösterdiği belirlenmiştir. Akciğer ile ilgili bulgularda astım ve interstisyel akciğer hastalığı olağan şekilde tedavi edilir. Hipotroidizm’de ise tiroit replasman tedavisi uygulanır.

NKX2-1 patojenik varyantın tanımlandığı bir ailede, doğum sonrası en kısa zamanda riskli akrabaların belirlenmesi doğuştan hipotiroidizm ve akciğer ile ilgili hastalık riski yüksek olan bebeklerin erken teşhis edilmesine izin verir,

Bir patojenik varyantın belirlenmediği iyi huylu kalıtsal kore veya beyin-akciğer-tiroid sendromlu bir ailede, doğumdan sonra mümkün olan en kısa sürede riskli bebeklerin tiroit fonksiyonlarının değerlendirilmesi, doğuştan hipotiroidizm’in erken tanımlanmasını ve tedavisini sağlar.

Hastalıkla İlişkili Genler

Sitogenetik Bölgesi: 14q13.3, 14. Kromozomun 13.3. uzun kolunda (q).

Moleküler Bölge: 14.Kromozomun 36,516,397 ila 36, 520, 225 baz çiftleri arasında.

“Şekil 1.2” Bu şekil: https://ghr.nlm.nih.gov/gene/NKX2-1/location.png adresinden alınmıştır.
       NKX2-1 genini krozomal lokasyonu[3]

Hastalığın Diğer İsimleri

  • BLT Sendromu
  • Beyin-tiroid-akciğer sendromu
  • CAHTP
  • Koreoatetoz, hipotiroidizm ve yenidoğan solunum sıkıntısı
  • Pulmoner fonksiyon bozukluğu, doğuştan hipotiroidizm

Kaynakça
Brain-lung-thyroid syndrome. “https://ghr.nlm.nih.gov: https://ghr.nlm.nih.gov/condition/brain-lung-thyroid-syndrome#genes” adresinden alınmıştır

CHOREOATHETOSIS AND CONGENITAL HYPOTHYROIDISM WITH OR WITHOUT PULMONARY DYSFUNCTION; CAHTP. “http://omim.org/entry/610978” adresinden alınmıştır

NKX2-1 gene. “https://ghr.nlm.nih.gov/gene/NKX2-1#location” adresinden alınmıştır.

NKX2-1 mutations in brain-lung-thyroid syndrome: a case series of four patients. “https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/24129101″ adresinden alınmıştır.

[1] Kore; eski Yunancada dans anlamına gelir. Kore nörolojide bir hastalık belirtisidir ve ani gelen, düzensiz, tekrarlayıcı olmayan, rastgele yayılan ve kendiliğinden oluşan aşırı istemsiz hareketler için kullanılır. (“Hareket Bozuklukları Tanı ve Tedavi Rehberi”)

[2] Bu şekil: https://ghr.nlm.nih.gov/art/large/autodominant.jpeg adresinden alınmıştır.

[3] Bu şekil: https://ghr.nlm.nih.gov/gene/NKX2-1/location.png adresinden alınmıştır.

Kategoriler
YUKLENDI

AROMATİK L-AMİNO ASİT DEKARBOKSİLAZ (AADC) YETMEZLİĞİ

Genel Bilgi

Aromatik L-Amino Asit Dekarboksilaz (AADC) yetmezliği, sinir sisteminde belli hücrelerin sinyal yollarını etkileyen kalıtsal bir bozukluktur.

Belirti ve Semptomlar

AADC yetmezliği belirtileri genellikle 1 yaşına kadar ortaya çıkar. Bu bozukluktan etkilenmiş yenidoğanlarda, gelşimsel gecikmeler, zayıf kas elastikiyeti (hipotoni),kas sertliği, hareket güçlüğü, bacaklarda istemsiz kıvranma hareketleri (atetoz) gözlenebilir. Uyuşukluk (letarji), zayıf beslenme, kolay irkilme ve uyku bozuklukları da görülebilir. AADC bozukluğu taşıyan bireyler ayrıca gözlerin anormal döndürülmesini kapsayan “okülojirik kriz” denilen nöbetler, ileri derecede asabiyet ve gerginlik, ağrı, kas spazmları ve özellikle boyun ve başın kontrol edilemeyen hareketlerini deneyimleyebilirler.

AADC yetmezliği, kan basıncı ve vücut sıcaklığı düzenlenmesi gibi istemsiz vücut işlevlerini kontrol eden otonomik sinir sitemini etkileyebilir. Bu durum sarkık göz kapakları (pitozis), gözbebeği büzülümü (miyozis), yersiz veya zamansız terleme, burun tıkanıklığı, salya artışı, vücut sıcaklığı kontrolünün azalması, düşük kan basıncı (hipotansiyon), asidik mide içeriğinin yutağa geri akışı (gastroözofajeal reflü), düşük kan şekeri (hipoglisemi), bayılma (senkop) ve ani kalp durması gibi belirtilerle sonuçlanabilir.

AADC yetmezliği belirtileri, gün içinde geç saatlerde ve birey yorulduğunda kötülemeye, uyku sonrası ise iyileşmeye eğilimlidir.

Genetik Değişiklikler/Etken Faktörler

DDC geninde mutasyonlar, AADC yetmezliğine neden olur. DDC geni, sinir sistemi için önemli olan AADC enzimini kodlar. Bu enzim diğer moleküllerden dopamin ve serotonin üretilmesine yardımcı olur. Dopamin ve serotonin beyin ve omurilik (merkezî sinir sistemi) ve vücudun diğer bölgelerindeki sinir hücreleri (çevresel sinir sistemi) arasında sinyal aktaran kimyasal ileticiler, nörotransmitterlerdir.

DDC genindeki mutasyonlar azalan AADC enzim aktivitesine yol açar. Bu enzimden yeterli miktarda bulunmaması, sinir hücrelerinin daha az dopamin ve serotonin üretmesine sebep olur.  Dopamin ve serotonin normal sinir sistemi fonksiyonları için gerekli olup bu nörotransmitter seviyelerindeki değişiklik, AADC yetersizliğinde görülen gelişimsel gecikme, entelektüel engellilik, anormal hareketler ve otonomik bozukluklara yol açmaktadır.

Genetik Görülme Sıklığı

AADC yetmezliği nadir bir hastalıktır. Dünyada sadece 100 kadar insan bu teşhisle medikal literatüre girmiş olup bu bireylerin %20’si Tayvan’da kaydedilmiştir.

Kalıtım Paterni / Deseni

Bu bozukluk otozomal resesif yani genlerin her iki kopyasının da mutasyonu taşıması ile kalıtılmaktadır. Otozomal resesif bozukluğu gösteren bireyin ebeveynleri, mutant genin birer kopyasını taşır ancak tipik olarak bozukluğun belirtilerini göstermezler.

Teşhis Yöntemleri ve Tedaviler

AADC yetmezliği teşhisi biyokimyasal ve moleküler  genetik testler yardımıyla yapılabilmektedir.

Hastalığın tedavisi mevcut durumda semptomları hafifletmek hedefiyle uygulanmakta olup gen terapi amaçlı klinik çalışmalar devam etmektedir.

Hastalıkla İlişkili Genler

  • DDC

Hastalığın Diğer İsimleri

  • AADC yetmezliği
  • DDC yetmezliği
  • Aromatik-L-amino-asit dekarboksilaz yetmezliği
  • Dopa dekarboksilaz yetmezliği

Kaynaklar

https://ghr.nlm.nih.gov/condition/aromatic-l-amino-acid-decarboxylase-deficiency#sourcesforpage

https://rarediseases.info.nih.gov/diseases/770/aromatic-l-amino-acid-decarboxylase-deficiency

https://www.ncbi.nlm.nih.gov/gtr/conditions/C1291564/

https://clinicaltrials.gov/ct2/results?cond=%22aromatic+l-amino+acid+decarboxylase+deficiency%22

Kategoriler
YUKLENDI

VAZ DEFERENSLERİN KONJENİTAL İKİ TARAFLI YOKLUĞU

Genel Bilgi

Vas deferens konjenital ikili yokluğu, testis borularının düzgün bir şekilde gelişememesi anlamına gelmektedir. Testis genellikle normal olarak gelişmesine ve işlev görmesine rağmen sperm, spermin bir parçası olmak için vas deferens boyunca taşınamaz. Bu durumun cinsel dürtü veya cinsel performansı etkilediği bildirilmemiştir. Fakat bu durumdaki erkekler, yardımcı üreme teknolojilerini kullanmadıkça, çocuk sahibi olamazlar1.

Bu durum tek başına veya mukus bezlerinin kalıtsal bir hastalığı olan kistik fibrozun bir işareti olarak ortaya çıkabilir. Kistik fibroz, solunum sistemi ve kronik sindirim sistemi sorunlarına ilerleyici hasar verir. Vas deferens konjenital bilateral yokluğu olan birçok erkekte kistik fibrozun diğer karakteristik özellikleri yoktur, ancak bu duruma sahip bazı erkekler hafif solunum veya sindirim problemleri yaşayabilir1.

Genetik Değişiklikler/Etken Faktörler

CFTR genindeki mutasyonlar, vas deferenslerin konjenital bilateral yokluğuna neden olur. Bu durumdaki tüm erkeklerin yarısından fazlası CFTR geninde mutasyonlara sahiptir.Bu gendeki mutasyonlar ayrıca kistik fibrozise neden olur. Vas deferens konjenital bilateral yokluğu CFTR mutasyonları ile ve kistik fibrozun diğer özellikleri olmadan ortaya çıktığında, durum atipik kistik fibrozun bir şekli olarak kabul edilir1.

Moleküler aile çalışmaları ve klinik veriler olgularının %10-20’sinde CFTR gen mutasyonunun olaydan sorumlu olmadığını göstermiştir (Jarvi 1998). Birlikte renal anomalilerin (tek taraflı agenez, ektopi, at nalı böbrek gibi) eşlik ettiği CBAVD olgularının hemen hemen tamamında mutasyon bulunmamaktadır. Bu durum keza seminal veziküllerin ve ampulla vaz deferens anatomilerinin ultrason ile normal bulunduğu CBAVD’li erkekler için de geçerlidir. Dolayısıyla, vaz deferenslerin konjenital bilateral yokluğu etyolojik olarak heterojenite gösteren bir durumdur2.

Belirti ve Semptomlar

CFTR geninden yapılan protein, klorür iyonları olarak adlandırılan negatif yüklü parçacıkları hücre içine ve dışına taşıyan bir kanal oluşturur. Klorür iyonlarının akışı, ince, serbestçe akan mukus üretimi için gerekli olan dokulardaki suyun hareketini kontrol etmeye yardımcı olur3. Mukus, solunum yolları, sindirim sistemi, üreme sistemi ve diğer organ ve dokuların astarlarını yağlayan ve koruyan kaygan bir maddedir. CFTR genindeki mutasyonlar, klorid kanallarının işlevini bozarak, klorid iyonlarının akışını ve hücre zarları boyunca su akışını önler. Sonuç olarak, erkek genital traktusundaki hücreler anormal derecede kalın ve yapışkan olan mukus üretir. Bu mukus, vas deferens’i şekillendirirken tıkanır ve bu da doğumdan önce bozulmasına neden olur1

Genetik Görülme Sıklığı

Bu durum erkeklerde tüm infertilitenin yüzde 1 ila 2’sinden sorumludur1. Obstrüktif azoospermi vakalarının% 6 ila% 8’ini oluşturur ve yaklaşık 1 / 1,000 erkeği etkiler2.

Vaz deferensin bilateral kongenital yokluğu (CBAVD) CFTR gen mutasyonlarıyla ilişkilidir ve oligoastenozoospermi ile kliniğe başvuran erkeklerin yaklaşık %2’sinde mutasyon bulunmuştur. Ancak bu gruptaki erkeklerdeki insidansı, ülkelere göre değişkenlik göstermektedir 5.

Kalıtım Paterni/Deseni

Bu durum CFTR genindeki mutasyonlardan kaynaklandığı zaman, otozomal resesif olarak aktarılır. Bu kalıtım kalıbı, her bir hücredeki genin her iki kopyasının bir mutasyona sahip olduğu anlamına gelir. Yardımlı üreme yoluyla baba çocuklarını tercih eden bu durumdaki erkeklerde kistik fibrozlu bir çocuk sahibi olma riski yüksektir1.

Teşhis Yöntemleri ve Tedaviler

Tedavisinde; genetik bilgilendirmeyi takiben üremeye yardımcı teknikler uygulanmalıdır. Kadında CFTR mutasyon analizi son derece önemlidir. Eğer kadında CFTR gen mutasyonu yoksa doğacak çocukta kistik fibrozis riski genellikle düşüktür. Diğer durumlarda çiftin kistik fibrozisli çocuk dünyaya getirme riski %25-50 arasında olur. Ancak bu oranlar bütün çiftler için geçerli değildir. Aile hikayesi ve etnik farklılıklar da bunda etkilidir. CBAVD’e bağlı erkek infertilitesi olgularının tedavileri MESA veya TESE ile elde edilen spermlerin ICSI’de kullanılmasıyla yapılır. CFTR gen mutasyonunun bulunup bulunmaması gebelik oranlarını anlamlı derecede etkilemez 4 (Silber 1995).

Hastalıkla İlişkili Genler

CFTR

Hastalığın Diğer İsimleri

  • CAVD
  • CBAVD
  • Deferens konjenital yokluğu
  • Vas deferens konjenital aplazisi
  • Vas deferens konjenital bilateral yokluğu

Kaynakça

  1. https://ghr.nlm.nih.gov/condition/congenital-bilateral-absence-of-the-vas-deferens#synonyms
  2. Meschede D., Dworniczak B., Nieschlag E., & Horst J. Genetic diseases of the seminal ducts. Biomed Pharmacother 1998;52(5):197-203.
  3. https://www.orpha.net/consor/cgi-bin/OC_Exp.php?Expert=48
  4. Silber, S.J., Nagy, Z., Liu, J., Tournaye, H., Lissens, W., Ferec, C., Liebaers, I., Devroey, P., & Van Steirteghem, A.C. The use of epididymal and testicular spermatozoa for intracytoplasmic sperm injection: the genetic implications for male infertility. Hum Reprod 1995 Aug;10(8):2031-43.
  5. Şamlı, M. Erkek infertilitesinde genetik bilgilendirme (Derleme). Androloji Bülteni, 16(56), 44-51.
Kategoriler
YUKLENDI

HIDRADENITIS SUPPURATIVA

Genel Bilgi

Hidradenitis Suppurativa, Her yaşta görülebilen ve toplumda “köpek memesi hastalığı” adıyla da bilinen, kadınlarda görülme sıklığı erkeklerin iki katı düzeyinde olan HS, 20’li yaşlarının başlarındaki yetişkinlerde ortaya çıkıyor ve HS görülme sıklığı 50 ile 55 yaşından sonra azalıyor. Hastaların bir bölümünde progresif (zaman içinde ilerleyen) bir seyir izleyen ve inflamatuvar bir bozukluk olan HS’nin vücudun kendi bağışıklık sistemindeki düzensizliklerinden kaynaklanıyor. Bu inflamasyon bölgelerinde çoğu zaman ağrılı lezyonlar, nodüller ve çıbanlar çıkmaktadır. Bunlar genelde bazı ter bezlerinin (apokrin bezlerinin) bulunduğu yerler, memelerin altı, kalçalarda ve baldırların içi olmak üzere cildin sürtündüğü yerlerde bulunur. HS, enfeksiyöz ya da bulaşıcı bir hastalık değildir. Nadiren, kalçalardaki nodüller, skuamöz hücreli karsinom adı verilen bir deri kanseri tipine dönüşebilir.

Hidradenitis suppurativa’nın (HS) tam nedeni belli olmasa da, araştırmalar HS’nin kıl foliküllerindeki belirli bozukluklardan kaynaklandığını göstermektedir. HS popülasyonda %1’e varan oranda görülmesine rağmen, bu yineleyen ve çoğu zaman ağrılı inflamatuar hastalık konusunda sınırlı bilgi bulunmaktadır.

Belirti ve Semptomlar 

Toplumda her yüz kişiden birinde rastlanan Hidradenitis suppurativa (HS), genelde koltuk altları ve kasık çevresindeki inflamasyonlu bölgelerle nitelenen kronik bir deri hastalığıdır. İnflamasyon bölgelerinde çoğu zaman ağrılı lezyonlar, nodüller ve çıbanlar şeklinde kendini gösteren hastalık; genelde bazı ter bezlerinin (apokrin bezlerinin) bulunduğu yerler, memelerin altı, kalçalarda ve baldırların içi olmak üzere cildin sürtündüğü yerlerde bulunuyor. Kişileri utandıran ve sosyal hayattan uzaklaştırarak depresyona sokabilen HS enfeksiyöz ya da bulaşıcı bir hastalık olmamakla birlikte, tanısı çok geç konduğu için bu hastalıkla birlikte yaşayan kişilerin yaşam kalitesini bozmaktadır.

HS ‘HURLEY SKALASI’ ile değerlendirilir.-1 Hafif, 2 Orta ve 3 Şiddetli

Hurley 1. Evre:

Sinüs traktı veya skarlaşma olmadan tek veya az sayıda çıbanlar. Ağrılı şişlikler ve apseler koltukaltında, kasık çevresinde, baldırların iç kısmında, kalçalarda ve memelerin altında görülebilir. Bu hassas şişkinlikler genelde bezelye büyüklüğünde sert nodüller olarak başlar. Tipik olarak kırmızı olduklarından bu nodüller çoğu zaman akne, kıl dönmesi ya da herpes gibi bir cinsel hastalıkla karıştırılırlar.

Hurley 2. Evre:

Birden fazla bölgede sinüs traktları ve skarlaşmalarla tekrarlayan çıbanlar. Tek bir lokasyondaki uzun süreli veya tekrarlanan çıbanların sonucu olarak HS ile skar oluşabilir.

Hurley 3:

Etkilenen bölgede yaygın, birbiriyle çoklu sinüs traktlarıyla bağlı çıbanlar (ceviz büyüklüğünde) şiddetli skarlara ve kötü kokulu akıntıya neden olabilir.

Genetik Görülme Sıklığı 

Hidradenitis suppurativa’nın (HS) altta yatan nedeni çoğu vakada bilinmemektedir. Araştırmacılar genetik, endokrin, mikrobiyolojik ve çevresel kökenlerin altta yatan nedenlerinin olabileceğinden şüphelenmektedir.

Yaklaşık 1 / 3’ünde bir aile öyküsü HS bildirilmiştir. Araştırmacı, HS’nin otozomal dominant bir şekilde miras kaldığını ya da geçtiğinden şüphelenmektedir. Bu, bir birey HS’yi miras alırsa, onu bir sonraki nesle aktarma şansının% 50 olduğu anlamına gelir. Bu riskler daha düşük olabilir, çünkü kişinin HS’yi geliştirme olasılığını etkileyen başka etkiler olabilir.

Araştırmacılar şu anda HS’de hangi genlerin rol oynayabileceğini tespit etmeye çalışıyorlar. Bazı vakaların NCSTN, PSEN1 veya PSENEN genindeki mutasyonlardan kaynaklandığı bulunmuştur. Diğer genlerin de dahil olup olmayacağını belirlemek için daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır.

Teşhis Yöntemleri ve Tedavileri 

Tüm HS olguları progresif (zaman içinde ilerleyen) olmasa da, bazı HS olguları doğru yönetilmezse yeniden ortaya çıkıp büyümeye devam edebilir. Pekçok dermotolojik sorunla karışabilmektedir. Bunun sonucunda, HS’ye olabildiğince erken tanı konup doğru bir şekilde tedavi edilmesi önem taşımaktadır. HS hastaları için birinci adım, dermatologlarıyla görüşüp doğru bir tanı konmasını sağlamaktır.

Tedavi 

Araştırmalar HS’nin fazla kilolu olmakla bağlantılı olduğunu sigara kullanımı ve obezitenin derecesiyle birlikte hastalığın şiddetinin arttığını göstermektedir. Fazla kilolu olanların biraz kilo vermesinin ve sigarayı bırakmanın kişinin genel sağlığına da katkıda bulunacağı ve sıkı – dar giysilerin terkedilerek yol açtığı rahatsızlıktan kurtulmaya yardımcı olacağı tavsiyeler arasındadır.

Bilinen bir tedavi veya sürekli olarak etkili bir tedavi yoktur. İlk tedaviler, sıcak banyolar, hidroterapi ve bakteriyel yükleri azaltmak için topikal temizlik maddeleri gibi konservatif önlemleri içerebilir. Akut ağrılı deri lezyonları kortikosteroidler (örneğin prednizon) veya Anti-enflamatuar haplarla (örn., Celebrex, Advil, Naproxen ve diğerleri) tedavi edilebilir. Etkili olduğu kanıtlanmamış olsa da, özellikle süper enfekte olduğundan şüphelenilen lezyonlar için antibiyotikler genellikle medikal tedavinin temel dayanağıdır. Etkilenen bireyler, ayrıca olası bir hormonal nedene yönelik oral kontraseptifler veya başka ilaçlar ile tedavi edilebilir. İzotretinoin gibi oral retinoidler de kullanılmıştır. Sınırlı başarı ile kullanılan diğer tedaviler arasında cisplatin, metotreksat, 5-alfa redüktaz inhibitörleri ve TNF-alfa inhibitörleri yer alır.

İleri vakalarda, etkilenen bireyler ameliyat geçirebilirler (örneğin lazer tedavisi veya fotodinamik terapi), ancak HS’nin rekürrensleri nadir değildir. Sistemik terapiler hala araştırılmaktadır. Bu tedavilerin amacı var olan lezyonları iyileştirmek ve hastalığın potansiyel olarak etkilediği bölgelerde yeni lezyonların gelişmesini önlemektir.

Hastalıkla İlişkili Genler

Genetik veya nadir bir hastalık için tanı koymak genellikle zor olabilir. Yeterli çalışma yapılmamıştır.

Hastalığın Diğer İsimleri 

  • HS
  • Köpek memesi hastalığı
  • Akne inversa – deride tersine gelişen sivilce
  • Suppurative hidradenitis
  • İrin oluşturan sivilce

Kaynaklar 

Detaylı resimler için :

Kategoriler
YUKLENDI

LİZOZOMAL ASİT-YAĞ BOZUKLUĞU, LAL-D

Tanım

Lizozomal asit-yağ bozukluğu, vücut metabolizmasındaki yağ ve kolestrollerin parçalanamamasından kaynaklanan kalıtsal bir hastalıktır. Etkilenen bireylerde, zararlı yağ miktarları (lipidler), vücutta tipik olarak karaciğer hastalığına neden olan hücreler ve dokularda birikir. Durumun iki şekli vardır. En şiddetli ve en nadir hali bebeklikte başlar. Daha az şiddetli form çocukluktan geç yetişkinliğe kadar başlayabilir.

Şiddetli, erken başlangıçlı lizozomal asit lipaz eksikliğinde, lipidler vücutta, özellikle karaciğerde, yaşamın ilk haftalarında birikmektedir. Bu lipit birikimi, genişlemiş bir karaciğer ve dalak (hepatosplenomegali), kilo alımında zayıflık, ciltte ve gözde sararma (sarılık), kusma, ishal, yağlı dışkı (steatore), besinlerin yetersiz emilimi (malabsorbsiyon) gibi çeşitli sağlık sorunlarına yol açar. Ayrıca, etkilenen bebeklerin çoğu, her bir böbreğin (adrenal bezleri) üstünde küçük hormon üreten bezlerde yetersizlik, kandaki demir oranında düşüklük (anemi) ve gelişimsel gecikmeye ve kemik gelişiminde kalsiyum birikimi görülebilir. Karaciğerde hızla büyüyen skar dokusu, karaciğer hastalığına (siroz) yol açar. Bu tip lizozomal asit lipaz eksikliği olan bebekler, çoklu organ yetmezliği ve ciddi malnütrisyon geliştirir ve genellikle 1 yıldan fazla hayatta kalmazlar.

Daha sonra ortaya çıkan lizozomal asit lipaz eksikliği formunda, belirtiler ve semptomlar değişmekte ve genellikle çocuklukta başlamaktadır, bazen  geç yetişkinliğe kadar herhangi bir zamanda ortaya çıkabilmektedirler. Neredeyse etkilenen tüm  bireyler genişlemiş bir karaciğer (hepatomegali) geliştirir; genişlemiş bir dalak (splenomegali) da oluşabilir. Bireylerin yaklaşık üçte ikisi nihayetinde siroza yol açan karaciğer fibrozuna sahiptir. Daha sonraki bireylerin yaklaşık üçte birinde malabsorpsiyon, diyare, kusma ve steatore vardır. Bu formdaki lizozomal asit lipaz eksikliğine sahip bireylerde, kan testleri ile tespit edilebilen karaciğer enzimleri ve yüksek kolesterol düzeyleri artmış olabilir.

Hastalığın ikinci formuna sahip olan hastalar kılcal damarlarının duvarında asit birikintisine sahiptirler. Normal insanlarda da bu damar-yağ depolama sistemi vardır ancak hasta bireylerde bu olay anormal olarak erken yaşta başlar. Depolama damarı daraltarak kalp krizi riskini arttırır. Hasta bireylerin yaşam süresi sağlık problemlerinin  tamamına bağlı olarak değişkendir.

Hastalığın iki formu önceden iki farklı hastalık olarak değerlendiriliyordu. Diğerini Wolman disease olarak adlandırmışlardı, daha sonra kolesteril-ester depolama hastalığı olarak adlandırdıldı.  Eski isimleri hala zaman zaman iki farklı durumu tanımlamak için kullanılsa da bu iki hastalığın aynı genlerden kaynaklı bir bozukluk olduğu anlaşıldı ve günümüzde aynı hastalığın iki farklı durumu olarak değerlendiriliyor.

Görülme Sıklığı

Lizozomal asit lipaz eksikliğinin, popülasyona göre değişen 40.000 ila 300.000 bireyde 1 olduğu tahmin edilmektedir. Hatalığın ikinci formu, ilk formdan daha yaygındır.

Bölge bazlı yapılan insidasn ( hastalığın görülm sıklığı) çalışmaları, literatürde bildirilen az sayıda LAL-D vakası ile çelişmektedir ve bu da, özellikle Avrupa atalarından olan hastalarda, hastalığın önemli ölçüde yetersiz teşhis edilebileceğini göstermektedir . Avrupa’da LAL-D görülme sıklığı konusunda resmi bir çalışma yapılmamıştır. Avustralya’da 700.000’de 1’den daha az bir sıklık bildirilmiştir . Iraklı ya da İran kökenli Yahudi bebekler en çok Los Angeles topluluğunda 4200’de tahmini insidansı olan LAL-D riski altında görünmektedir

Nedenleri

LIPA genindeki mutasyonlar lizozomal asit lipaz eksikliğine neden olur. LIPA geni lizosomal asit lipaz adı verilen bir enzim üretiminden sorumludur. Bu enzim, hücrenin artık ihtiyaç duymadığı materyalleri sindiren ve geri dönüştüren lizozomlar adı verilen hücre bölümlerinde bulunur. Lizozomal asit lipaz enzimi, kolesteril esterler ve trigliseritler gibi lipitleri yıkar. Bu işlemler yoluyla üretilen lipitler, kolesterol ve yağ asitleri vücut tarafından kullanılır veya çıkarılmak üzere karaciğere nakledilir.

LIPA genindeki mutasyonlar, fonksiyonel lizozomal asit lipazının bir eksikliğine (eksikliği) yol açar. Durumun ciddiyeti, çalışan enzim sayısına bağlıdır. Erken başlangıçlı (birinci form) lizozomal asit lipaz eksikliği olan bireylerin normal enzim aktivitesi yoktur. Daha sonraki (ikinci form) başlangıç ​​formuna sahip olanların, bazı enzim aktivitesinin kaldığı düşünülür ve miktar genellikle işaret ve semptomların şiddetini belirler.

Azalmış lizozomal asit lipaz aktivitesi, kolesteril esterler, trigliseritler ve lizozomlar içindeki diğer lipitlerin birikimine neden olarak, çoklu dokularda yağ birikmesine neden olur. Vücudun bu lipidlerin parçalanmasından kolesterol üretememesi, alternatif kolesterol üretim yöntemlerinde ve kandaki normalden daha yüksek kolesterol seviyelerinde artışa neden olur. Fazla lipitler, çıkarılmak üzere karaciğere taşınır. Birçoğu doğru bir şekilde parçalanmadığından, vücuttan uzaklaştırılamazlar; bunun yerine karaciğerde birikerek karaciğer hastalığına neden olurlar. Dokulardaki lipitlerin birikimi hastalığın belirtileridir ve durum organ disfonksiyonu ile lizozomal asit lipaz eksikliği ile sonuçlanır.

En yaygın kalıtsal kusur ekson 8 ek yeri yerleşim mutasyonu, E8SJM (c.894G> A) olup, tüm çocukların ve LAL-D’li erişkinlerin yarısından fazlasında bulunur  Mutasyon, mRNA’da ekson 8’in silinmesi ile sonuçlanan alternatif bir alıcı ekleme alanı sunar. MRNA’nın küçük bir miktarı doğru şekilde eklenir, bu da bazı kalıntı LAL aktivitesinin eksprese edilmesi ile sonuçlanabilir.

LAL-D’deki heterozigotluğun rolü henüz derinlemesine incelenmemiştir. E8SJM mutasyonu için heterozigot olan 13 bireyin değerlendirilmesi, poliojenik hiperkolesterolemide görülenlere benzer bir değişmiş lipit profili göstermiş ve kardiyovasküler riskte artış saptanmıştır. Bunu daha da incelemek için, başka bir çalışma grubu, Avrupalı atalarının 13,194 kişisinde E8SJM mutasyonu için heterozigotluğun lipit düzeylerine olan sıklığını ve etkisini değerlendirmiştir. Ek olarak, LIPA fonksiyonunun miyokard enfarktüsü (MI) veya koroner arter hastalığı (KAH) riski için üzerindeki kısmi kaybının etkisini değerlendirmek üzere, E8SJM varyantının frekansı ve etkisi MI / CAD olan 12,747 ve 14,725 hastada kontrolsüz olarak değerlendirildi. MI ve CAD. Her iki çalışmada da, heterozigosite ve plazma lipid düzeyleri ile MI / CAD riski arasında ilişki bulunmadı . Bununla birlikte, heterozigotların sayısının oldukça küçük olduğu vurgulanmalıdır; Bu nedenle, heterozigotların LAL-D’nin bazı klinik özelliklerini geliştirip geliştirmediğini ve ateroskleroz ve karaciğer disfonksiyonu gibi hastalıklara yatkın olabileceğini kanıtlamak için ilave çalışmalar gereklidir.

Kalıtsal Desen

Otozomal resesif bir hastalıktır, bu da her bir hücredeki genin kopyalarının mutasyona sahip olduğu anlamına gelir. Otozomal resesif rahatsızlığı olan bir bireyin hem annesi hem babası genlerinde mutasyona uğramış genin bir kopyasını taşır, ancak tipik olarak yani fenotipte hastalığın belirtilerini ve semptomlarını göstermezler.

Tedavi

LAL-D hastaları için hiçbir tedavi mevcut değildir. Mevcut yaklaşımlar hastalık komplikasyonlarının yükünü azaltmak için destekleyici niteliktedir. LAL-D hastalığının altında yatan defektleri ele alan rekombinant bir insan modeli üzerinden lizozomal asit lipazı klinik olarak araştıran laboratuvarlar mevcuttur (Synageva BioPharma Corp., Lexington, MA, ABD).

Hastalığın Diğer İsimleri

  • Es asit esteraz eksikliği
  • Lip asit lipaz eksikliği
  • ailesel visseral ksantotoz
  • ailesel ksantotoz
  • LAL eksikliği
  • LIPA eksikliği
  • pimer familyal ksantotoz
  • Ad adrenal kalsifikasyonlu primer familyal ksantotozis

Kaynakça
https://ghr.nlm.nih.gov/condition/lysosomal-acid-lipase-deficiency#statistics

Zeljiko Reiner, Ornella Guardamagna, Lysosomal acid lipase deficiency – An under-recognized cause of dyslipidaemia and liver dysfunction. Science Direct, Volume 235, Issue 1, July 2014, Pages 21-30), https://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S0021915014002020#