Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

BETA-PERVANE PROTEİNİ- İLE İLİŞKİLİ NÖRODEJENERASYON

Beta-pervane proteini-ile ilgili nörodejenerasyon sinir sistemine zarar veren, ilerleyici, yani gitgide kötüleşen bir hastalıktır. Beyinde demir birikiminin gelişmesinin kişiye özel etkileri vardır ve medikal görüntüleme ile görüntülenebilir. Bu nedenle BPAN Beyinde Demir Biriktirmeyle Nörodejenerasyon(NBIA) denilen hastalığın bir çeşidi olarak sınıflandırılır, demir birikimini hastalığın geç dönemlerinde ortaya çıkmasına rağmen BPAN’lı birçok insanda süt çocukluğu döneminin başlangıcında ya da erken çocukluk döneminde nükseden nöbetler vardır. Bu rahatsızlıkta aynı bireyde olsa bile birkaç farklı tip nöbet meydana gelebilir.

Sıklıkla görülen ilk tip ateşli nöbetlerdir ki bu nöbetler yüksek ateşte tetiklenir. Etkilenen bireyler ayrıca genelleşmiş tonik-klonik nöbetler deneyimleyebilirler (ayrıca Grand Mal nöbeti olarak bilinir). Bu tip bir nöbet tüm vücudu etkiler, kas rijiditesine, konvülsiyona ve bilinç kaybına sebep olur. Hastalıkta diğer oluşabilecek nöbet tipleriyse; hareketsiz kalma görüntüsü ya da hayallere dalmak gibi kısa farkındalık boşluklarını içeren yokluk nöbeti denilen bir tip nöbettir. (Petit Mal nöbeti olarakta isimlendirilebilir), aniden kas tonusunun azalması (atonik nöbet), istemsiz kas seyirmeleri(miyoklonik nöbet) yada göze çarpan hareketler şeklinde görülen epileptik spazm denen nöbetlerdir. Bazı bireylerde, West Sendromu ya da Lennox-Gastaut Sendrorumunda olduğu gibi epileptik sendromları anımsatan nöbet paternleri vardır.

BPAN’lı çocukların ayrıca zihinsel engeli vardır, gelişimin gecikmesi kelime ve konuşma üretmede önemli problemleri (dilin etkili bir biçimde kullanımı) hareketlerin koordine edilmesinde zorluğu(ataksi) kapsar. Ataksi yürüme becerisini ve malzeme kullanmak gibi iyi motor becerileri yerine getirmeyi etkiler. Etkilenen kişilerin davranışsal değişiklikleri olabilir sıklıkla Rett Sendromu olarak adlandırılan hastalığın özellikleriyle karşılaştırılır. Bu özellikler tekrarlayıcı el sıkma ve bükme (basmakalıp el hareketleri); diş gıcırdatma(bruksizm); uyku rahatsızlıkları ve Otizm Spektrum Bozukluğunun karakteristik özelliği olan iletişim ve sosyal etkileşimde problemlerdir.

Geç ergenlik ya da erken yetişkinlikte olan BPAN’lı kişilerin zihinsel fonksiyonlarında gittikçe artan kayıplar (kognitif gerileme) düşünme ve muhakeme yeteneklerinde şiddetli kayıplara yönlendirebilir. Hareketle ilgili daha kötü problemler Parkinsonizm ve distoni meydana gelmesini de kapsar. Distoni sürekli kas kontraksiyonlarıyla karakterize istemsiz bir durumdur. BPAN’da distoni sıklıkla kollarda başlar. Parkinsonizm olağandışı yavaş hareketler(bradikinezi), rijidite, tremorlar, vücudu dik ve dengede tutamama (postüral instabilite) ve sürekli düşmelere sebep olan ayakta sürüyerek yürüme tarzını kapsar.

BPAN’lı insanların ömrü değişir. Onların işaretleri ve semptomlarının uygun yönetilmesiyle etkilenmiş bireyler orta yaşa kadar yaşayabilirler. Ölüm demansın komplikasyonlarından ya da hareket problemlerinin sonucunda olabilir, düşme sonrası yaralanma gibi ya da yutma zorlukları(disfaji) aspirasyon pnömonisi denilen bakteriyel akciğer enfeksiyonuna yönlendirebilir.

Görülme Sıklığı

BPAN nadir bir hastalıktır. Prevelansı bilinmiyor ama vakaların %1-2 arasında NBAI hastası olduğu düşünülüyor. 100 etkilenmiş kişi hakkında medikal literatür tanımlanmıştır. Zihinsel engel teşhisi konulmuş ya da erken Parkinsonizm teşhisi konmuş bazı hastaların semptomlarına ve işaretlerine dayanarak genetik test bittiğinde BPAN olduğu sonradan bulunmuştur.

Hastalığın Nedenleri

WDR45 genindeki mutasyonlar BPAN’a sebep olur. Bu gen WIRI4 proteinin yapımı için talimatlar verilmesini sağlar. WIPI4 7 kanatlı bir pervaneyi andıran karakteristik bir yapıya sahiptir, hastalığın adı buradan türemiştir. WIPI4 proteini otofaji denilen bir süreci içine alır, bu süreç ihtiyaç olmayan materyalleri hücreden temizlemeye yardım eder, ferritin denilen demir depolama proteini miktarının aşırı olmasını da kapsar.

BPAN tanımlanan insanların WDR45 gen mutasyonlarının çoğunda sonuç olarak WIPI4 proteinin çalışması bulunmamaktadır (yani WIPI4 işler durumda değildir). Sonuç olarak, otofaji süreci bozulmuştur, zararlı hücre yapılarının ve atık maddelerin uzaklaştırılmasında hücre yapımı daha az verimli hale gelir. Araştırmacılar öneriyor ki o sinir hücreleri otofajinin harabiyeti için özellikle korunmasız olabilirler çünkü uzun uzantıları var (akson ve dendrit), bu yapılardan hücre gövdesine atık maddelerin başka bir bölgeye taşınması daha da zor hale gelir bu alan geri dönüşümün olacağı alandır(lizozom). Atık maddeler bu alanda güçlenebilir ve onlara zarar verebilir. BPAN’da meydana gelen nörolojik problemler sinir hücrelerinin zarar görmesinin sonucudur.

Kalıtım Paterni

Bu durum X’e bağlı dominant paternle aktarılır. Bu durumla ilişkili gen X kromozomu üzerine yerleşmiştir, cinsiyet kromozomlarının 2’sinden birisidir. Kadınlarda (2 X kromozomuna sahiptirler) her hücrenin 1 ya da 2 kopyasında gen mutasyonu bu hastalığa sebep olmak için elverişlidir. Erkeklerde (1 X kromozomuna sahiptirler) her bir hücrede 1 kopyada mutasyon hastalığa sebep olur. X’e bağlı kalıtımın karakteri babaların X’e bağlı özellikleri oğullarına geçemez.

X’e bağlı dominant hastalıkların çoğunluğunda, erkeklerin semptomları kadınlarınkine göre daha şiddetlidir. BPAN vakaları her zaman böyle değildir, çoğunlukla etkilenen kişiler kadınlardır, çünkü büyük ihtimalle etkilenmiş erkekler az sayıda olup doğumdan sonra hayatta kalabilirler. Neredeyse BPAN’ın tüm vakaları ailede hastalık hikayesi olmaksızın gendeki mutasyonun meydana gelmesi sonucu oluşur.

Nadiren, etkilenmiş kişi mutasyonu biraz etkilenmiş annesinden miras olarak alır. Raporlanmış vakalar arasında, BPAN’lı erkekler ve çoğu BPAN’lı kadın çocuk sahibi olamamış.

Hastalığın Diğer İsimleri

•BPAN

•NBIA 5

•Beyinde Demir Biriktirmesiyle birlikte Nörodejenerasyon 5

•SENDA

•Çocuklukta Statik Ensefaopati ile birlikte Yetişkinlikte Nöradejenerasyon

•WDR45

•WD Tekrarlayan Alan 45

Normal Fonksiyon

WDR45 geni WD40 phosphonositides ile birlikte etkileşen tekrarlı protein denen proteinin yapılması için talimatları sağlar. WIPI4 karakteristik yapısı 7 kanatlı pervaneyi andıran bir grup proteinin bir üyesidir.WIPI4 proteini otofaji denilen sürecin erken evrelerini içine alır, ihtiyaç olmayan materyallerin hücreden temizlenmesine yardım eder, ferritin denen demir depolama proteininin miktarının aşırı olmasını kapsar. Otofajide işi bitmiş hücre parçaları (organeller gibi, hücrenin içinde kesin görevlerini yerine getiren özelleşmiş yapılardır) ve diğer materyaller otofagozomlar denilen küçük bir alanın içinde izole edilmiş ve artık ihtiyaç olmayan materyallerdir. WIPI4 protein materyallerden otofagozomun uzamasının ve üretilmesinin düzenlenmesine yardım eder. Sonrasında otofagozomlar lizozom denilen organele taşınırlar, bu yapı hücrenin geri dönüşümü rolünü gerçekleştirir. Lizozomlar atık maddeleri sindirim enzimi kullanarak işlevsiz hale getirir ve işi bitmiş hücre bölümlerini geri dönüştürür.

Genetik Değişikliklerle İlgili Sağlık Durumları

BPAN’lı insanlarda WDR45 geninin 50’den fazla mutasyonu tanımlanmıştır, bu hastalık sinir sistemine zarar verir. Bu zarar süt çocuğu döneminin ve erken çocukluk döneminde gelişimin gecikmesine ve tekrarlayan nöbetlere yönlendirir, zamanla kötüleşen hareket problemleri ve yetişkinlikte gittikçe artan entelektüel fonksiyon kaybı görülür. Etkilenmiş kişilerde en sonunda demir birikmesi vardır bu medikal görüntülemeyle görüntülenebilir; bu nedenle, BPAN beyinde demir birikmesiyle nörodejenerasyon (NBAI) denilen hastalığın bir tipidir.

BPAN’ da WDR45 gen mutasyonları tanımlanmış insanlarda sabit olmayan WIPI4 proteininin üretiminin hızla bozulması sonucu oluştuğu düşünülüyor, bu durum WIPI4 proteininin fonksiyonunu kaybetmesine yönlendiriyor. Fonksiyonel WIPI4 proteini olmadan, otofaji süreci bozulur, hücredeki zararlı organellerin ve atık maddelerin uzaklaştırılmasında hücre yapımı daha az etkili olur. Araştırmacılar öneriyor ki sinir hücreleri otofajinin harabiyeti için özellikle korunmasız olabilirler çünkü uzun uzantıları var (akson ve dendrit), bu yapılardan hücre gövdesi üzerinden lizozoma geri dönüşüm için atık maddelerin taşınmasını daha zor hale getirir. Atık maddeler bu alanda güçlenebilir ve onlara zarar verebilir. BPAN’ da meydana gelen nörolojik problemler sinir hücrelerinin zarar görmesinin sonucudur.

Kromozomal Lokasyon

Sitogenetik Lokasyon:Xp11.23 X kromozomunun pozisyon 11.23’te kısa p kolunda

Moleküler Lokasyon:X kromozomunun 49,074,433’ten 49,101,121’e kadar olan baz çiftleri

Bu gen için diğer isimler

JM5

NBIA4

NBIA5

WD tekrarlayan alan    phosphoinositide ile    etkileşen protein 4 izoform 1

WD tekrarlayan alan    phosphoinositide ile    etkileşen protein 4 izoform 2

WD tekrarlamayı içeren protein 45

KAYNAKÇA

https://ghr.nml.nih.gov/condition

https://medlineplus.gov

Kategoriler
YUKLENDI

BATTEN SENDROMU / CLN3

 Genel Bilgi

Genel olarak batten sendromu olarak da adlandırılan bu hastalık, nöronal ceroid lipofuscinosis (NCL) olarak bilinen hastalık grubundadır.  NCL hastalıkları sinir sistemini etkiler. Görme, hareket ve zihinsel problemlere neden olur. NCL hastalıklarının tipleri kaynağı da olan genetik faktörlerdeki farklılıklarına göre birbirinden ayırt edilir. Hastalık ifade edilirken kullanılan ‘NCL’ , ‘nöral ceroid lipofuscinosis’ ifadesinin kısaltması iken; kullanılan sayılar alt tipini göstermek için kullanılır.

CLN3, ilk olarak sinir sistemini etkileyen kalıtsal bir hastalıktır. Çocuklarda 4 ile 6 yaş arasına kadar normal bir gelişim görülmesine rağmen daha sonra görme bozukluğu, hareket problemleri, konuşma zorlukları, zihinsel yetersizlik ve hastalık nöbetleri görünür ki bu durumlar zamanla daha da  kötüleşebilir.

Şekil 1:Batten Sendromu

*https://www.medicalbag.com/profile-in-rare-diseases/batten-disease/article/472985/

CLN3 hastası çocuklarda görme ile alakalı sorunlar genellikle 4 ve 8 yaş arasında başlar. Bu sorunlar yaşın ilerlemesi ile beraber daha kötüleşir ve çocukluk çağlarının sonunda ya da ergenlikte  bu hastalarda sıklıkla körlük görülür. Aynı zamanda batten sendromu olan çocuklar yaşıtlarına nazaran derslerin gerisinde kalırlar. Yeni bilgileri öğrenmekte zorluk çekerler ve daha önceden kazanılmış yeteneklerini kaybetmeye başlarlar.  Öğrenilmiş yeteneklerin kaybedilmesi genellikle konuşma sırasında tamamlanmış cümleleri kurma problemleri ile kendini gösterir.

Hareket anamolileri sıklıkla ergenlikte gelişme gösterir.  Bu anomaliler arasında kasların sertleşmesi, hareketlerin yavaşlaması ya da uyuşukluk (hypoknesia) ve kambur duruş vardır. Zamanla hastalar kendi başına yürüme veya oturmada zorluk yaşarlar ve tekerlekli sandalye desteğine ihtiyaç duyarlar. Nadir de olsa bu hasta gruplarında kalp ritim problemleri ve kalp kasında büyüme gibi sorunlar açığa çıkabilir. Bu sorunlar ergenlik ya da yetişkinlik evrelerinin başında görülür. Bu hastalıktan muzdarip çoğu hasta yetişkinlik döneminin başlarına kadar yaşarlar.

Genetik Değişiklikler/Etken Faktörler,

Batten sendromu, Juvenile Nöronal Seroid  Lipofuksinoz, (JNSLs) otozomal çekinik olarak aktarılır ve aşağıdaki genlerdeki mutasyonlar bu hastalığın farklı fenotiplerlerinin açığa çıkmasına neden olur.

  • PPT1 (CLN1 olarak adlandırılır;1p32)
  • TPP1(CLN2 olarak adlandırılır; 11p15)
  • CLN3(batten sendromu,16p12)
  • CLN8(8p23; kuzey epilepsy türünden sorumludur)
  • CTSD(CLN10 olarak adlandırılır,11p15.5)

Belirtiler ve Semptomlar

Semptomlar HPO numarası
Hastaların %80-90’nında bu septomlar görülüyor
Retina kan damarlarında abnormalite 0008046
EEG abnormalitesi 0002353
Zihinsel kusurlar:

*Bilişsel Duraksama

*Düzenli olarak düşünme kabiliyetinde zayıflama

*Bilişsel düşüş

0001249

0001268

Genetik Görülme Sıklığı

CLN3, batten sendromu, NCL’nin en yaygın tipidir fakat dünya genelinde hangi sıklıkta görüldüğü tam olarak bilinmemektedir. Bilimsel yayınlarda 400 de fazla vaka bildirilmiştir. Genel olarak NCL nin tüm türevleri ele alındığında 100,000 de 1 kişide görüldüğü varsayılıyor.

 Kalıtım Paterni/Deseni

Bu özellik (hastalık) otozomal resesif olarak sonraki nesillere aktarılmaktadır yani ilgili genin iki kopyası da bu mutasyonu içermektedir. Otozomal resesif özelliğe sahip bireyin ebeveynleri hastalık ile ilgili belirtileri göstermeseler de her ikisi de bu mutant genin bir kopyasını taşır.

Teşhis Yöntemleri ve Tedaviler

Batten sendromunun erken dönem belirtileri arasında tipik olarak görme problemleri olduğu için, batten hastalığından genellikle ilk olarak  rutin göz muayenelerinde şüphelenilir. Buna karşın yalnızca göz muayenesi hastalığın tanısının konulmasında yeterli değildir. Teşhiste çocuklarda görülen diğer septomlarda incelenmelidir ebeveynler ve pediatri uzmanı tarafından. Göz ile alakalı özel elektriksel çalışmalar, görsel olarak uyarılmış yanıt veya elektroretinogram (ERG) yapılabilir. Aynı zamanda EEG veya MRI yardımı ile hastanın nöbetlerinde beyninde oluşan  değişimler incelenebilir. Hastanın derisinden ya da dokusundan alınan bir örnek mikroskop altında incelenerek lipofüsin(yağ pigmenti) yapısı ve miktarı incelenebilir. NCL genlerinin incelediği DNA analizleri de hastalığın teşhisinde kullanılan yöntemlerden bir diğeridir.

ABD Gıda ve İlaç Dairesi(FDA), CLN2 olarak adlandırılan bozukluğun geç infantil formuna sahip çocuklarda semptomların ilerlemesini yavaşlatmak için serliponaz alfa kullanımını onaylamıştır. Şu anda spesifik bir tedavi, Batten hastalığının veya herhangi bir CLN formunun semptomlarını tersine çeviremez. Nöbetler bazen antikonvülsan ilaçlarla azaltılabilir veya kontrol edilebilir ve diğer tıbbi problemler ortaya çıktıkça uygun şekilde tedavi edilebilir. Fizik tedavi ve mesleki terapi, bireylerin mümkün olduğu kadar uzun süre işlevlerini görmesine yardımcı olabilir.

7.Hastalığın Diğer İsimleri

    • Batten-Mayou Hastalığı
    • Batten-Spielmeyer-Vogt Hastalığı
    • CLN3
    • juvenile Batten Hastalığı
    • Juvenile Serebroretinal Dejenerasyonu
    • Juvenile Nöronal Seroid  Lipofuksinoz
    • Spielmeyer-Vogt Hastalığı

Bu hastalık ile İlgili Kuruluşlar

2780 Airport Drive, Suite 342

Columbus, OH 43219

Toll-free: 1-800-448-4570

Fax: 1-866-648-8718

E-mail: https://bdsra.org/contact-us/

Website: https://bdsra.org/

PO Box 50221

Austin, TX 78763

Toll-free: 1-877-6BATTEN

Telephone: +1-512-275-2600

Fax: 512-637-6333

E-mail: [email protected]

Website: https://beyondbatten.org/

Kaynakça:

1-https://www.orpha.net/consor/cgi-bin/Disease_Search.php?lng=EN&data_id=11290&Disease_Disease_Search_diseaseGroup=batten&Disease_Disease_Search_diseaseType=Pat&Disease(s)/group%20of%20diseases=Juvenile-neuronal-ceroid-lipofuscinosis&title=Juvenile%20neuronal%20ceroid%20lipofuscinosis&search=Disease_Search_Simple

2-https://ghr.nlm.nih.gov/condition/cln3-disease#statistics

3-https://rarediseases.info.nih.gov/diseases/10739/neuronal-ceroid-lipofuscinosis

4-https://ghr.nlm.nih.gov/condition/cln3-disease  

5-https://www.ninds.nih.gov/Disorders/All-Disorders/Batten-Disease-Information-Page

6-https://www.verywellhealth.com/batten-disease-2860885

Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

HORNER SENDROMU

Horner sendromu, yüzün bir tarafında göz ve çevre dokuları etkileyen ve bazı sinirlerin felcinden kaynaklanan bir hastalıktır. Horner sendromu, daralmış bir gözbebeği (miyozis), üst göz kapağının sarkması-düşüklüğü (pitozis), yüz terleme kaybı (anhidrozis), göz küresinin gözü koruyan kemik boşluğuna batmasıyla (enoftalmi) ve alt göz kapağının yüksekliğiyle birlikte nitelendirilen karakterize bir tablo ile nispeten nadir bir hastalıktır. Unilateral (tek taraflı) veya bilateral (iki taraflı) olabilir. Bu tablo hipotalamustan göze kadar uzanan sempatik zincirin herhangi bir yerinde total veya parsiyel lezyona bağlı olarak ortaya çıkar. Etkilenen bireylerin yaklaşık yüzde 5’inde, hastalık doğumdan (konjenital) bulunur.

Genetik Değişiklikler / Etken Faktörler

Horner sendromunun doğuştan ve daha seyrek görülen formu vardır, ancak nedeni bilinmemektedir. Çoğu zaman, Horner sendromu, göz sinirlerine bir tür müdahalenin sonucu olarak meydana gelir. Altta yatan nedenler, bir yılan ya da böcek ısırmasından künt bir aletle yapılan bir boyun travmasına kadar farklı olabilir.

Semptomlar

Horner sendromu, etkilenen taraftaki üst göz kapağının sarkması, etkilenen gözde daralmış bir gözbebeği ile eşit olmayan göz görünümüne neden olur ve yüzün etkilenen tarafında terleme olmaması ile karakterizedir. Göz küresinin gözü koruyan kemik boşluğuna batması sıklıkla bir kan görüntülemesi meydana getirir. 2 yaşından önce ortaya çıkan Horner sendromu olan kişilerde, gözlerin renkli kısmı (iris) renk olarak farklılık gösterebilir (iris heterokromi), etkilenen gözün irisi etkilenmemiş gözün renginden daha açık renklidir. Horner sendromunu 2 yaşından sonra geliştiren bireylerde genellikle iris heterokromisi yoktur.

Servikal sempatik sinirlerin zarar görmesi, zor bir doğum, cerrahi ya da kazayla yaralanma sırasında meydana gelebilecek travmadan kaynaklanan sinirlerin doğrudan zarar görmesine neden olabilir. Horner sendromuna bağlı sinirler, iyi huylu veya kanserli bir tümör tarafından, örneğin nöroblastoma adı verilen sinir dokularının çocukluk kanseri sebebiyle zarar görebilmektedir.

Horner sendromu, etkilenen taraftaki baş ve boyuna (karotis arter) kan sağlayan arterle ilgili problemlerden de kaynaklanabilir ve bu da sinirlere kan akışının azalmasına neden olur. Konjenital Horner sendromu olan bazı kişilerde karotis arterin gelişim eksikliği (agenezi) vardır. Karotis arter duvarının (karotis arter diseksiyonu) tabakalarının yırtılması da Horner sendromuna yol açabilir.

Benzer Bozukluklar

Aşağıdaki bozuklukların belirtileri Horner Sendromu ile benzer olabilir. Karşılaştırmalar ayırıcı tanı için yararlı olabilir.

-Adie Sendromu, göz bebeğini etkileyen nadir bir nörolojik bozukluktur.

-Wallenberg Sendromu, bir kan pıhtısının neden olduğu nadir bir hastalıktır.

Genetik Görülme Sıklığı

Horner sendromu, Nadir kabul edilen bir hastalıktır. Ancak Horner sendromu görülen vakaların çoğunda genetik olmayan sebepler tespit edilmiştir.

Kalıtım paterni / Deseni 

Horner sendromu ile ilişkili hiçbir gen tanımlanmamıştır.

Teşhis Yöntemleri ve Tedavileri

Horner sendromu tanısı ve bozukluğa neden olan lezyonların tespiti, manyetik rezonans görüntüleme ve karotis arterinin ultrasonografisi gibi görüntüleme teknikleriyle birlikte farmakolojik testlerle belirlenebilir.

Horner sendromu ile ilgili göz bölgesindeki anormallikler genel olarak görme veya sağlığı etkilemez. Bununla birlikte, Horner sendromuna neden olan sinir hasarı, bir kısmı yaşamı tehdit edici olabilecek diğer sağlık sorunlarından kaynaklanabilir.

Horner sendromunun belirti ve bulguları sırasında migren, baş ağrısı ortaya çıkabilir. Baş ağrısı gittiğinde, Horner sendromunun belirtileri ve semptomları da genellikle gider.

Ağrılı Horner sendromunun akut başlangıcı nörolojik bir acil durum olarak düşünülmeli ve konu, aşağıda açıklandığı gibi internal karotis arterinin diseksiyonu için de değerlendirilmelidir. Bu hastalar serebral enfarktüs (beyin krizi -inme) için artmış risk altındadır.

Horner sendromlu bir hastanın yönetimindeki ilk adım, nedeni belirlemek için uygun çalışmaların yapılmasıdır. Yüksek verimli görüntüleme bölgeleri, eşlik eden bulgu ve semptomlara dayanarak tanımlanabilir. Bunlar arasında beyin, omurilik, damar, baş, boyun ve toraks radyolojik değerlendirmesi yer alabilir. Tedavi Horner sendromunun neden kaynaklandığına dair şekillenir.

Karotis Arter Diseksiyonu

Uygun görüntüleme modaliteleri acil olarak alınmalı ve MRG ve MR anjiyografisi veya BT anjiyografisini içerebilir. Geleneksel anjiyogram altın standart olarak kalmaktadır. Hastalar bir nörolog gözetiminde derhal antikoagülasyon ile tedavi edilmelidir.

Nöroblastom

Travma gibi bariz bir nedeni olmayan yeni Horner sendromu olan çocuklar, özellikle çocuk doktoru yardımıyla sistemik tümör, özellikle de nöroblastoma açısından değerlendirilmelidir. Boyun ve karın kitleler için değerlendirilmeli ve üriner katekolamin metabolitleri için de test edilmelidir. Baş, boyun ve göğsün uygun radyolojik değerlendirmesi çocuk doktoru ile görüşerek alınmalıdır.

Hayatı tehdit eden koşullar ortadan kaldırıldıktan ve hasta stabil olduğunda, görsel olarak semptomatik pitozis (göz kapağı düşüklüğü) cerrahisi gerekebilir.

Hastalığın Diğer İsimleri

-Bernard-Horner Sendromu

-Oculosympathetic Palsy

-Horner’s Sendromu

-Von Passow Sendromu

Kaynakça

Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

PERİYODİK KUSMA SENDROMU

Karın Migreni, Döngüsel kusma sendromu; bulantı, kusma ve yorgunluk (uyuşukluk) ataklarına neden olan bir hastalıktır. Bu durum genellikle küçük çocuklarda görülüp, ileriki yaşlarda gecikmeli teşhis edilir, ancak her yaşta insanı etkileyebilir. Araştırmacılar, CVS ve migrenler arasında güçlü bir ilişki bulmuş ve bazılarında CVS’nin bir migren varyantı olduğu teorisi vardır. Özgeçmişi olan çocukların çoğunda ailede migren öyküsü veya karın migreni vardır (>% 80).

Genetik Değişiklikler / Etken Faktörler

Karın migreni, döngüsel kusma sendromunun nedenleri henüz belirlenmemiştir ama araştırmacılar bu bozukluğa beyin fonksiyonu değişiklikleri, hormon anormallikleri, ve gastrointestinal sorunların sebep olabileceğini öngörmektedirler. Araştırmacılar bazı beyin bölgelerinde sinir hücreleri (nöronlar) arasında sinyalizasyon değişikliklerine bağlı olarak migren benzeri bir durumun oluşup, döngüsel kusma sendromu oluşturduğuna inanmaktadır. Hastaların ailelerinde bilinen benzer hastalık öyküsü vardır.

Belirti ve Semptomlar

Ek belirtiler olağandışı soluk deri (solgunluk), karın ağrısı, ishal, anoreksiya, baş ağrısı ve ışığa duyarlılık artışı (fotofobi) ya da ses korkusu (fonofobi) . Bu belirtileri yaşayan insanlar sosyal hayatta zorluklar yaşarlar. Bulantı ve kusma atakları çeşitli faktörler tarafından tetiklenebilir. En yaygın tetikleyiciler duygusal heyecan ve enfeksiyonlardır. Diğer tetikleyici sebepler, uzun süreli açlık, aşırı ısı, uyku eksikliği, aşırı zorlanma, alerji ya da sindirimi zor gıdalar, alkol ve menstruasyon dönemleridir. Atak atalarında kusma v.s. belirtileri ya azalır veya tamamen yok olur. Ancak, birçok kişi atak sırasında şiddetli baş ağrısı, karın ağrısı dahil gastroözofageal reflü ve hassas bağırsak sendromu gibi sindirim bozuklukları ve bayılma nöbetleri (senkop) yaşayabilir. Döngüsel kusma sendromu olan kişilerin depresyon, anksiyete ve panik bozukluğu yaşamaları daha fazla muhtemeldir.

Genetik Görülme Sıklığı

Siklik kusma sendromu kesin prevalansı bilinmemektedir; tahminler 100,000 de 4-2000 kişide görülebildiği yönündedir. Siklik kusma sendromu kadınları erkeklere oranla biraz daha fazla etkilemektedir (55:45). Çoğunlukla üç ila yedi yaş arasındaki çocuklarda görülür, ancak her yaşta başlayabilir, erken bebeklikten yaşlılığa kadar (73 en yaşlı olan). Mide gribi olarak tanınmaması ya da yanlış teşhis edilmesi nedeniyle, uzun yıllar boyunca doğru tanı genellikle gecikmektedir. Her ne kadar CVS çocuklarda daha sık bulunsa da, yetişkinlerde daha sık görülür. Nadir olmasa da CVS insidansı bilinmemektedir. İskoçya ve Avustralya’daki iki çalışma, tüm Kafkas okul çağındaki çocukların % 2’sinin CVS’den muzdarip olduğunu ileri sürmüştür. Ancak, araştırmacılar, bozukluğun yeterince tanınmadığını ve genel popülasyondaki gerçek sıklığını tahmin etmeyi zorlaştırdıklarını düşünmektedir. CVS ilk olarak tıbbi literatürde 1806 Fransızca, 1882 İngilizce olarak tanımlanmıştır.

Teşhis Yöntemleri ve Tedavileri

Aşağıdaki bozuklukların semptomları, siklik kusma sendromu (CVS) ile benzer olabilir. Karşılaştırmalar ayırıcı tanı için yararlı olabilir. Birçok farklı durum viral gastroenterit (“mide geni”), peptik bozukluklar (örn. Gastrit veya ülser), pankreas iltihabı (pankreatit) veya apandisit (apandisit), volvulus (bağırsakların malrotasyonu nedeniyle) dahil olmak üzere bulantı ve kusmaya neden olabilir. Bazı metabolik bozukluklar (yağ asidi oksidasyonu, organik asitler, üre döngüsü), genellikle obstrüksiyon, endokrin hastalıkları (Addison hastalığı), beyin tümörleri ve diğer kitleler (Chiari malformasyonu) nedeniyle böbreklerde idrarın anormal birikimi (akut hidronefroz) ve otonom sinir sistemini etkileyen bozukluklar. Gastroözofageal reflü (GÖRH), mide içeriğinin geri akışıyla (reflü) veya özofagus içine ince bağırsaklarla (duodenum) karakterize bir sindirim bozukluğudur. GÖRH, özellikle yetişkinler arasında CVS ile birlikte ortaya çıkabilir. CVS’nin tespiti ancak diğer tekrarlayan kusma nedenleri göz ardı edildiğinde yapılabilir. Siklik kusma sendromunun varlığını kanıtlamak için “test” yoktur, ancak bir bölümün erken döneminde idrar ketozisin varlığı yardımcı olabilir. Üst gastrointestinal radyografi de dahil olmak üzere tekrarlayan bulantı ve kusmanın diğer, daha yaygın nedenlerini tespit etmek için çeşitli testlerden faydalanılabilir.

Tedavi : Siklik kusma sendromunun tedavisi, bulantı ve kusma ataklarının önlenmesi, kısaltılması veya yönetilmesi ve karın ağrısının semptomlarının azaltılmasına yöneliktir. Bu bozukluğun tedavisi, kanıta dayalı tedavi rejiminin aksine deneyime ve gözlemlere (empirik) dayanır.  Her bir vaka için spesifik terapiler uyarlanmalıdır.

(Profilaktik tedavi) Ataklarının ortaya çıkmasını önlemek için, bazı bireyler bazı anti- migren ilaçları, özellikle amitriptilin, ayrıca siproheptadin (okul öncesi çağdaki çocuklarda) veya propranolol ile tedavi edilir. Anti-migren terapileri, aile öyküsü olan bireyler için özellikle etkili görünmektedir. Önleyici ve abortif tedavi işe yaramadığında, bir kısım hastaya destekleyici bakım, loş ışıklandırılmış, sessiz bir odada yatak istirahati yapılabilir. Dehidrasyon gibi komplikasyonları önlemek için intravenöz sıvıların uygulanması gerekli olabilir. Anti-kusma ilaçları, ağrı için kullanılan ketorolak ve sedasyon için lorazepam da kullanılabilir. Çocuklar veya yetişkinler uyurken, mide bulantısı yaşamazlar. Derin uyku da sistemlerini sıfırlayabilir ve ataklar kısaltılabilir. Şiddetli durumlarda, hastaneye yatış gerekli olabilir.

Güncel klinik çalışmalarla ilgili bilgiler internette www.clinicaltrials.gov adresinde yayınlanmaktadır.

Hastalığın Diğer İsimleri

  • Karın migren (Abdominal migraine)
  • CVS
  • Döngüsel kusma (Cyclical vomiting)
  • Çevrimsel kusma sendromu (Cylclic vomiting syndrome)
  • Periyodik kusma

Kaynakça

https://elbiruniblogspotcom.blogspot.com/search?q=See+cyclic+vomit

https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC5923275/

https://rarediseases.org/rare-diseases/cyclic-vomiting-syndrome/

Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

ATAKSİ TELANJİEKTAZİ SENDROMU

Genel Bilgi
Ataksi-telanjiektazi, sinir sistemi, bağışıklık sistemi ve diğer vücut sistemlerini etkileyen nadir görülen otozomal resesif geçişli, bir multisistem hastalığıdır. Bu hastalık (kalıtsal bozukluk) genellikle 5 yaşından önce erken çocukluk döneminde koordinasyon hareketlerindeki (ataksi) zorluklar ile karakterizedir. Etkilenen çocuklarda genellikle yürüme zorluğu, denge ve el koordinasyonu ile ilgili problemler, istemsiz sarsıntı hareketleri (kore), kas seğirmeleri (miyoklonus) ve sinir fonksiyonunda rahatsızlıklar (nöropati) gelişir. Hareket sorunları, tipik olarak bireylerin ergenlik döneminde tekerlekli sandalye gereksimine neden olur. Bu kalıtsal bozukluğa sahip kişilerin konuşmalarında bozukluk ve gözlerinde yan yana görmede hareketsel sorunları (okülomotor apraksi) vardır. Göz ve cildin yüzeyinde meydana gelen telanjiektazlar (telangiectases) olarak adlandırılan genişlemiş kan damarlarının oluşturduğu küçük kümelerde bu durumun karakteristik belirtileri arasındadır.

Hastalıkla İlişkili Genler

Sorumlu mutant gen (ATM), 11.kromozomun uzun kolu (11q22-23) haritalanmış ve

klonlanmış, DNA onarımında önemli rolü olduğu düşünülen bir gendir.

ATM genindeki mutasyonlar ataksi-telanjiektaziye neden olmaktadır. ATM geni, hücre bölünmesini kontrol etmeye yardımcı olan ve DNA onarımında yer alan bir proteini  kodlar. Bu protein sinir sistemi ve bağışıklık sistemi dahil olmak üzere çeşitli vücut sistemlerinin normal gelişimi ve aktivitesinde önemli bir rol oynar. ATM proteini, hasar görmüş veya kırılmış DNA ipliklerini tanımlanması için hücrelere yardımcı olur ve kırık DNA ipliklerini sabitleyen enzimleri aktive ederek DNA onarımını koordine eder. Hasarlı DNA ipliklerinin etkili onarımına, hücre genetik bilgilerinin stabilitesini korumaya yardımcı olur.

ATM genindeki mutasyonlar ATM proteininin işlevini azaltır veya ortadan kaldırır. Bu protein olmadan hücreler kararsızlaşır ve ölür. Koordine edici hareketlere (beyincik) katılan beyin bölümlerindeki hücreler, özellikle ATM proteininin kaybından etkilenir. Beyin hücrelerindeki bu kayıplar ataksi-telanjiektazinin karakteristiği bazı hareket problemlerine neden olur. ATM genindeki mutasyonlar, hücrelerin DNA hasarlarına, doğru tepki vermesini de önler, bu da DNA iplikçiklerinde kırılmaların meydana gelmesine izin verir ve kanserli tümörlerin oluşumuna yol açabilir.

Belirti ve Semptomlar

Klinik bulgular;

Ataksi genelde 9-12. aylar ila 8-9 yaşlar arasında başlar. Başlangıçta ayakta dururken dengesizlik ve belli belirsiz gövde sallanması varken, sonra gövde ataksisi ve ataksik ekstremite hareketleri daha belirginleşir.

Hafif mental retardasyon, bozulmuş koordinasyon, dismetri, intansiyonel tremor, nistagmus gibi semptomlar hastalığın seyri sırasında görülebilir.

AT’nin ilk göstergeleri genellikle yürümeye başlama yıllarında gerçekleşir. Bu ilk belirtiler vücut duruşunun ve vücut hareketinin kontrolünde güçlüğü gösterir (trunkal ataksi). Çocuk normalden geç yürümeye başlayabilir (18 aydan sonra), destekleyen insan veya nesneleri bırakmakta isteksiz olabilir, normalden daha uzun süre sarsak yürümeyi sürdürebilir, sendelemeden ayakta duramayabilir ve sık sık düşebilir.

Yürüme gittikçe daha fazla gayret gerektirici olabilir ve garip görünür, destek için sık sık duvarlar ve kapılar kullanılır. Bir süre koşma daha az etkilenmiş gibidir; bunun sebebi daha yavaş zarif olanlardansa hızlı hareketler için daha az dengenin gerekli olmasıdır. Yaşamlarının ikinci on yılının başlangıcında AT’li çoğu insan tekerlekli sandalye kullanmaya başlar.

Uzuvların koordinasyonu hastalıkta daha sonra anormal hale gelir (periferal ataksi). Bazı hastalarda istemsiz hareketler başlayabilir ve genellikle zaman içinde kötüleşir. Bunlar ellerin ve ayakların kıpırdanmak gibi görünen küçük seğirmeleri (kore), üst vücudun daha yavaş bükülme hareketleri (atetoz), katı ve bükük duruşların benimsenmesi (distoni), ara sıra kontrolsüz seğirmeler (miyoklonik kasılma) ve bir uzvun ürperme gibi görünen titremeleri (tremorlar) olabilir.

Geveleyerek konuşma (disartri) ilk on yılda gelişebilir, 5 ile 10 yıllar arasında kötüleşir ve daha sonra statik bir problem halinde kalır. Hastalar genellikle anlaşılabilirler ama karşılıklı konuşma yavaş bir süreç olabilir. Göz hareketleri kısıtlanabilir (dikey ve yatay sakadik apraksi). Okuma ve hareket eden nesneleri takip etme zorlaşır.

Çoğu çocuk enfeksiyonlara yatkın hale gelir ve tekrarlayan sinüzit ve pnömoni atakları geçirir ve sonucunda kronik akciğer enfeksiyonları ve bronşiektazi gelişebilir.

Hastalarda viral ve bakteriyel enfeksiyonlara eğilim vardır.

Bağışıklık Problemleri

AT’li insanların yaklaşık yarısında bağışıklık problemleri vardır. Bunlar genellikle tekrarlayan soğuk algınlıkları ve burun akıntısı (sinopulmoner enfeksiyonlar) biçimini alır. Bağışıklık sistemi karmaşık ve değerlendirilmesi zordur ama çocuk kendi payına düşenden daha fazla enfeksiyondan mustarip oluyorsa bir doktor bu değerlendirmeyi yapmalıdır. AT’li bazı insanlar ilave aşılara (DPT, Hib ve Pneumovax) ihtiyaç duyar, diğerleri ‘altyapı sigortası’ sağlamak için süregiden antibiyotiklere ihtiyaç duyar ve bazları immünoglobulin enjeksiyonlarına gereksinim duyar. Diğerleri sıkıntılı değildir. Viralden ziyade bakteriyel enfeksiyonların en çok probleme sebep oldukları yolunda bir izlenim vardır. Enfeksiyonların tedavisi düzenli IVIg uygulanmasını içerir. Dozlar bir doktor tarafından belirlenmelidir.

A-T ve Kanser

DNA onarımında bozukluk olduğundan, radyasyona bağlı kromozomal kırılma ve translokasyonlara yatkınlık vardır. Oluşan DNA hasarı, DNA’ya bağımlı bir gen ürünü olan protein kinazın oluşamaması sonucu tamir edilemez ve kontrolsüz hücre çoğalmasına eğilime neden o AT’de normal populasyona göre 1000 kat daha fazla artmış malignite riski vardır. Bazen ilk defa malignite belirtileri ile başvurmaktadırlar. AT’li olguların üçte birinde lenforetiküler veya epitelyal kanserlerin geliştiği bildirilmektedir.

Küçük çocuklarda tipik olarak ALL veya B-hücre kökenli lenfoma ve lösemilere daha sık rastlanmaktadır.

Kalıtım Modeli

Ataksi-telanjiektazi, otozomal resesif bir kalıtsal modele sahiptir, bu da her bir hücredeki ATM geninin kopyalarının mutasyona sahip olduğu anlamına gelir. Çoğu zaman, otozomal resesif rahatsızlığı olan bir bireyin anne-babalarının her biri mutasyona uğramış genin bir kopyasını taşır, ancak bu durumun belirtilerini ve semptomlarını göstermez.

Birleşik Devletler nüfusunun yaklaşık yüzde 1’i, her bir hücrede bir mutasyona uğramış kopya ve ATM geninin bir normal kopyasını taşır. Bu bireylere taşıyıcı denir. ATM mutasyon taşıyıcıları ataksia-telanjiektaziye sahip olmasalar da, kanser oluşumu, ATM mutasyonu olmayan kişilerden daha fazladır; kadın taşıyıcılar özellikle meme kanseri geliştirme riski altındadır. ATM genindeki bir mutasyonun taşıyıcılarında kalp hastalığı riskinde artış olabilir.

Görülme Sıklığı

Görülme sıklığı 1-3/40.000-100.000 arasında bildirilmiştir.Ülkemizde akraba evliliklerinin sık olduğu bazı bölgelerde daha sık görülebilmektedir.

Hastalığın Diğer İsimleri

  • A-T
  • Ataksi Telanjiektazi sendromu
  • ATM
  • Louis-Bar sendromu
  • telanjiektazi, serebello-okülokütan
  • Boder-Sedgwick sendromu

Teşhis ve Tedavi

Hastalığın nadirliği yüzünden birçok doktor semptomlara, teşhis yöntemlerine veya tedaviye aşina değildir. Doktorların kanser (yüksek AFP seviyesi doktorları yanlış yöne sevk edebilir) veya Serebral Palsi gibi olası diğer durumları elemesi zaman alabilir.

Teşhis genellikle hem ataksi hem okülo-telanjiektazi veya cilt telanjiektazisinin muayene ve tespiti ile klinik olarak yapılır. Bunu daha sonra serum AFP seviyesi, beyaz kan hücrelerinin x ışınlarına yanıtı ve ATM proteinin seviyesinin ölçülmesi için laboratuar testleri takip eder. Hastalarda ayrıca düşük elnfosit sayımı ve diğer immünolojik anormallikler olabilir. Bunu daha sonra teşhisi doğrulamak için sitogenetik ve moleküler test takip edebilir. MR ve BT taramaları serebellar atropi belirtilerini gösterebilir. (MR görüntüleme tercih edilen yöntemdir, çünkü hastalar iyonlaştırıcı radyasyon kullanan herhangi bir radyolojik tanısal teste maruziyeti sınırlamalıdır.)

AT’nin moleküler teşhisi genin tüm 66 eksonunun sıralanmasıyla veya önemli bir aile öyküsü varsa bağlantı ile yürütülebilir. Protein işlevsellik testi de kullanılabilir. Ama AT için test genellikle sitogenetik olarak yapılır çünkü spesifik kopma noktaları ve sitogenetik instabilite bozukluğun önemli karakteristik özellikleridir. Bunun lenfositler üzerinde yapılması gerekir. AT’li hastaların %10’u dengeli translokasyonlar gösterir, bunun 2/3’si kromozom 7 ve kromozom 14 üzerindeki immünoglobulin genleri içerir. Bazı hastalar immünoglobulin genlerinde genişleme gösterirler ki bu prolenfosit lösemi ile sonuçlanan mitoz sırasında genişleyebilir.

Bağlantı ve mikrosatelit markörler kullanılarak doğum öncesi teşhis yapılabilir. Ama bilinen hastalar ve fetüs arasında doğrudan gen analizi daha yaygındır.

Tedavi

Tedavi semptomatik ve destekleyicidir. Fiziksel tedavi ve uğraşı terapisi esnekliğin sürdürülmesine yardımcı olabilir. Konuşma terapisine de ihtiyaç duyulabilir. Gammaglobulin enjeksiyonları zayıflamış bir bağışıklık sistemini takviye etmeye yardımcı olmak için verilebilir. Yüksek dozda vitamin rejimleri de kullanılabilir. Antibiyotikler enfeksiyonları tedavi etmek için kullanılır. Bazı doktorlar kanser riskini azaltmak için düşük dozlarda kemoterapi tavsiye ederler ama bu tartışmalıdır. Ayrıca heterozigot aile üyelerinin kanserler için düzenli olarak izlenmesi de tavsiye edilir. Yakın geçmişte deferoksaminin AT hücrelerinin stabilitesini arttırdığı gösterilmiştir ve bozukluk için etkili bir tedavi olduğu kanıtlanabilir.

AT’li insanların özellikle lenfomalar ve lösemi olmak üzere artmış bir tümör insidansları (muhtemelen yılda %1 risk) vardır ama hastaların iyonlaştırıcı radyasyona aşırı hassasiyeti nedeniyle radyoterapi ve kemoterapi nadiren kullanılır.

Belirli bir yöne odaklanıp bakmak zor                                                                     olabilir.

Kaynakça

Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

İYİ HUYLU İNTRAHEPATİK KOLESTAZ

Benign (iyi huylu) intrahepatik kolestaz hastalığı, çoğunlukla kronik karaciğer hasarına kadar ilerleme göstermeden belirli aralıklarda gözlemlenen intrahepatik kolestaz atakları ile karakterize olmuş bir kalıtsal karaciğer hastalığıdır. İntrahepatik kolestaz; safra sekresyonunun herhangi bir aşamasında ortaya çıkan bir bozukluk neticesinde toksik maddelerin hücre içine birikmesi ile kolestatik karaciğer hasarına yol açmasıyla oluşmaktadır. BRIC genetik bir hastalık olarak BRIC1 ve BRIC2 olarak iki farklı türe ayrılmaktadır yalnız hastaların semptomları her iki türde de aynıdır. Hastalık benign (iyi huylu) olduğundan karaciğere herhangi bir hasar vermemektedir. Karaciğer disfonksiyonu atakları kalıcı karaciğer hasarına sebep olan progresif ailevi intrahepatik kolestaz (PFIC)’a dönüşebilmektedir.

Belirti ve Semptomlar

Bu hastalıkta gözlemlenen semptomlar genellikle genç yaşlarda veya yirmili yaşlarda olmaktadır. Başlangıçta gelen bir atak ile şiddetli kaşıntı denilmekte olan prutius ve ardından birkaç hafta sonra gözlerde sararma meydana gelmektedir. Bu belirtilere ek olarak halsizlik, sinirlilik, bulantı, kusma ve iştahsızlık belirtileri de görülmektedir. BRIC vücutta yağ emiliminin azalmasına neden olduğundan kaynaklı gaita da yağ atılımı fazla olur ve bunun sonucunda da kilo verimi gerçekleşir.

Çoğu hastalık için semptomlar insandan insana farklılık göstermektedir ve aynı hastalığa sahip insanlar aynı belirtileri göstermeyebilir. Hastalıkla ilişkili semptomların belirlendiği İnsan Fenotip Ontoloji (Human Phenotype  Ontology (HPO)) isimli veritabanın da düzenli olarak semptomlar güncellenmektedir. İyi Huylu İntrahepatik Kolestaz hastalığına ilişkin tablo aşağıdaki gibi yer almaktadır.

Tablo 1 : Hastalığa ilişkin semptomlar ve HPO Kimliği

Semptomlar HPO Kimliği
Akolik gaita/Kil renkli gaita 0011985
İştahsızlık 0002039
Kolestatik karaciğer hastalığı 0002611
Yükseltilmiş hepatik transaminaz/Yüksek karaciğer enzimleri 0002910 
Yorgunluk 0012378

İnsanların %80-%99’unun bu belirtileri bulunmaktadır.

Genetik Görülme Sıklığı

BRIC (İyi Huylu İntrahepatik Kolestaz), nadir görülen bir hastalıktır. Dünya çapında yaklaşık olarak 50.000 ila 100.000 kişiye etki etmekte olan PFIC hastalığından daha az yaygın olduğu bilinmektedir.

Hastalığı Etkileyen Nedenler

BRIC genetik bir hastalık olarak BRIC1 ve BRIC2 olarak iki farklı türe ayrılmaktadır ve safra salgılanmasına yardımcı olan genler tarafından kontrol edilmektedir. ATP8B1 genindeki mutasyonlar BRIC1 türüne, ABCB11 genindeki mutasyonlar da BRIC2 türüne yol açmaktadır. Otozomal resesif bir şekilde kalıtılmaktadır ve bu bireylerin ebeveynleri taşıyıcıdırlar.

ATP8B1 geni; belli proteinlerin yapımını sağlayarak yağların dağılımını kontrol etmeye yardımcıdır. Bu gendeki gelişen mutasyonlar sonucu safra asitlerinin birikimine yol açmaktadır ve bu da BRIC hastalığına neden olmaktadır.

ABCB11 geni; safra tuzu verme pompası diye adlandırılan BSEP, proteininin yapımını sağlamaktadır. Karaciğerde bulunan ve safra tuzlarının uzaklaştırılmasını sağlayan bir proteindir. Bu gendeki mutasyonlar BSEP fonksiyonunun azalmasına neden olarak BRIC hastalığına neden olmaktadır.

Bazı BRIC hastalığına sahip insanlarda bulunan bu genlerde mutasyon olmamaktadır ve bunun nedeni bilinmemektedir.

Hastalığa İlişkin Teşhis ve Tedavi Yöntemleri

Genetik ve nadir hastalıklarda tanı belirlemek oldukça zordur. Hekimler, kişinin tıbbi geçmişine, semptomlarına, fiziksel muayenesine ve bununla birlikte laboratuvar testlerine bakarak tanıyı belirleyebilirler. Gerektiğinde karaciğer biyopsisi de yapılabilmektedir.

Hastalığın tedavisine ilişkin, rifampisin ve kolestiramin, pruritusu azaltma işlemi gerçekleştirilir. Plazmaferez /MARS (Moleküler Adsorbanlar Sirkülasyon Sistemi)’ında bazı durumlarda fayda sağladığı gözlemlenmiştir. Tıbbı tedavi sonucu yanıt alınmayan hastalar için endoskopik nazobilier drenaj etkili bir yöntemdir. Nazobilier drenaj da hastanın safra kanalına bir kateter yerleştirilerek tedavi süreci boyunca çıkartılmadan kalınır. Genellikle safra taşı ve safra yaralanmalarında kullanılmaktadır ve bu süreçte de safra taşı çıkarılana ve yara iyileşene dek kateter bekletilmektedir. Tabi buna ek olarak kısmi dış biliyer diversiyon da yaşam standartlarını en yüksek seviyeye çıkarmakta ve progresyonu önlemek içinde kullanılmaktadır. Çok fazla atak geçirmekte ve ciddi travmalarda da karaciğer transplantasyonu gerçekleştirmektedir.

Hastalığın Diğer İsimleri

  • ABCB11 ilişkili intrahepatik kolestaz
  • ATP8B1 ilişkili intrahepatik kolestaz
  • BRIC
  • Düşük gama-GT ailesel intrahepatik kolestaz
  • Tekrarlayan ailevi intrahepatik kolestaz

Kaynakça

  1. İdilman R. (2006). İntrahepatik Kolestaz Nedenleri ve Tanı Yöntemleri. Türkiye Klinikleri Dahili Tıp Bilimleri Dergisi. 2(34):22-7.
  2. Knisely A.S., Bull L.N. ve Shneider B.L. (2014). ATP8B1 Eksikliği. GeneReviews(İnternet).
  3. https://www.ncbi.nlm.nih.gov/medgen/435857
  4. https://rarediseases.info.nih.gov/diseases/10028/benign-recurrent-intrahepatic-cholestasis-1
  5. https://ghr.nlm.nih.gov/condition/benign-recurrent-intrahepatic-cholestasis#resources
  6. https://www.orpha.net/consor/cgi-bin/Disease_Search.php?lng=EN&data_id=10872&Disease_Disease_Search_diseaseGroup=Benign-recurrent-intrahepatic-cholestasis&Disease_Disease_Search_diseaseType=Pat&Disease(s)/group%20of%20diseases=Benign-recurrent-intrahepatic-cholestasis&title=Benign%20recurrent%20intrahepatic%20cholestasis&search=Disease_Search_Simple
  7. https://rarediseases.info.nih.gov/diseases/12185/benign-recurrent-intrahepatic-cholestasis
Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

ADERMATOGLİFİYA

Genel Bilgi

Adermatoglifiya , el ve ayak parmaklarının yanı sıra el ve ayak tabanlarının deri kısımlarında cilt üzerinde oluşan izlerin yokluğudur. Bireyleri tanımlamanın bir yolu olarak uzun süredir kullanılan parmak izleri, bu bireylerde bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu hastalığı taşıyan bireylerin parmak uçları tamamen pürüzsüzdür. Bu bireyler özellikle farklı ülkelere seyahat etme konusunda sorun yaşamaktadır. Çünkü etkilenen bireyler, teşhis için parmak izi gerektiren ülkelere giriş yapmakta zorlanmaktadır1

Genetik Değişiklikler/Etken Faktörler

Bazı ailelerde adermatoglifiya , herhangi bir ilgili belirti ve semptom olmaksızın ortaya çıkar. Diğerlerinde, dermatoglifler eksikliği, tipik olarak cildi etkileyen diğer özelliklerle ilişkilidir. Bunlar arasında yüzünde milia adı verilen küçük beyaz yumrular, ısıya veya sürtünmeye maruz kalan bölgelerde derinin kabarması ile ellerde ve ayaklarda ter bezlerinin sayısı azalır1. Bazı durumlarda ise Adermatoglifia, herhangi bir ek belirti veya semptom olmaksızın ortaya çıkabilir 2.

Belirti ve Semptomlar

Adermatoglifiya belirtileri ve semptomları, etkilenen bireyler arasında tip ve şiddet bakımından değişebilir ve şunları içerebilir:

-Adermatoglifiya (avuç içi ve ayak tabanlarındaki kırışıklıkların yokluğu)

  1. Clubbing
  2. Palmar hiperkeratozu

Adermatoglifiya’nın prognozu genellikle iyi gidişlidir, çünkü çoğu durumda başka önemli semptomlar gözlenmez 2.

Genetik Görülme Sıklığı

Adermatoglifiya ultra nadir olarak görülen bir durum gibi görünmektedir. Dünya çapında sadece birkaç etkilenen aile tespit edilmiştir1. Hem erkekler hem de kadınlar etkilenebilir. Dünya çapında, tüm ırksal ve etnik grupların bireyleri etkilenebilir 2.

Kalıtım Paterni/Deseni

Adermatoglifiya , otozomal dominant olarak kalıtılır. Bu, her bir hücrede değiştirilmiş SMARCAD1 geninin bir kopyasının duruma neden olması için yeterli olduğu anlamına gelir . Birçok durumda, etkilenen bir kişinin durumu olan bir ebeveyn vardır1. Adermatoglifiya kalıtsal olarak alınabileceğinden, pozitif aile öyküsü önemli bir risk faktörü olabilir. Fakat günümüzde, durum için başka hiçbir risk faktörü açıkça tanımlanmamıştır

Teşhis Yöntemleri ve Tedaviler

  1. Komple fizik muayene
  2. Kapsamlı tıbbi öykü değerlendirmesi
  3. İşaret ve semptomların değerlendirilmesi
  4. Laboratuvar testleri
  5. Görüntüleme çalışmaları
  6. Biyopsi çalışmaları gerekirse

Adermatoglifiya için bir tedavi yoktur, çünkü genetik bir durumdur. Tedavi genellikle belirtileri ve semptomları ve gelişmekte olan herhangi bir komplikasyonu yönetmek için verilir. Olguların çoğunda, diğer ilişkili semptomlar belirtilmedikçe tedavi gerekmez 2.

Hastalıkla İlişkili Genler

Adermatoglifiya, SMARCAD1 genindeki mutasyonlardan kaynaklanır . Bu gen, SMARCAD1 proteininin iki versiyonunu yapmak için bilgi sağlar: Birçok dokuda aktif (eksprese) olan tam bir versiyon ve sadece deride eksprese edilen daha kısa bir versiyon. Çalışmalar, tam uzunlukta SMARCAD1 proteininin, hücrelerin genetik bilgilerinin stabilitesini muhafaza etmede yer alan çok çeşitli genlerin aktivitesini düzenlediğini göstermektedir. SMARCAD1 proteininin cilde özgü versiyonunun işlevi hakkında çok az şey bilinmektedir, ancak dermatoglif oluşumunda kritik bir rol oynadığı görülmektedir. Dermatoglifler doğumdan önce gelişir ve yaşam boyunca aynı kalır. Bu proteinin aktivitesi muhtemelen her bireyin benzersiz parmak izi modelini belirleyen birkaç faktörden biridir1.

SMARCAD1 neden gen mutasyonları adermatoglifiya SMARCAD1 proteinin sadece deri özgü sürümünü etkiler. Bu mutasyonlar, deri hücrelerinde mevcut olan bu proteinin toplam miktarını azaltır. Bu genetik değişikliklerin adermatoglyphia’ya neden olduğu net olmamakla birlikte , araştırmacılar, SMARCAD1 proteininin cildine özgü versiyonunun eksikliğinin, dermatogliflerin oluşumu da dahil olmak üzere normal cilt gelişimi ve fonksiyonu için gerekli olan sinyal yollarını bozduğunu öne sürmektedir1.

Hastalığın Diğer İsimleri

  1. Parmak İzi Yokluğu
  2. Aderm
  3. ADG
  4. Parmak İzlerinin Konjenital Yokluğu
  5. Göçmen Gecikme Hastalığı
  6. İzole Konjenital Adermatoglyphia

Kaynakça

  1. https://ghr.nlm.nih.gov/condition/adermatoglyphia#synonyms
  2. https://www.dovemed.com/diseases-conditions/adermatoglyphia/?reload
Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

SİSTEMİK LUPUS ERİTEMATOZUS

Genel Bilgi

Sistemik Lupus Eritematozus (SLE), organa özgü sınırları aşan nükleer, sitoplazmik ve hücre yüzey moleküllerine karşı otoantikorların üretimi ile karakterize edilen kompleks bir otoimmün hastalıktır. Antikorların veya immün komplekslerin doku birikimi, enflamasyonu ve daha sonra birçok organın yaralanmasını sağlar ve nihayetinde glomerulonefrit, dermatit, tromboz, vaskülit, nöbetler ve artrit dahil olmak üzere SLE’nin klinik belirtileri ile sonuçlanır1. Aynı zamanda bu belirtiler çok hafiften hayatı tehdit edenlere kadar değişebilir.

Üç ana tip lupus vardır; sistemik lupus eritematozus , diskoid lupus ve ilaca bağlı lupus2. Aynı zamanda SLE’si olan gebe hastanın bebeğinde doğumdan itibaren gelişen ve genelde ilk 6-8 ay içinde düzelen bir tablo olarak Neonatal Lupus3; diğer başka bir hastalıkla beraber Lupus bulguları olması durumu olarak Overlap (Çakışma) Sendromları ve deri ile kısıtlı semptom gösteren ancak zaman içinde yüzde 30-50 oranında SLE’ ye dönüşen, vücudun birçok yerinde deride kızarıklıklar, sedefe benzer lezyonlar oluşturan Subakut Kutaneöz Lupus Eritematozus da görülebilir.

SLE, bağışıklık sistemi vücudun kendi doku ve organlarına saldırdığında ortaya çıkan otoimmün bozukluklar denilen geniş bir hastalık grubundan biridir. SLE’li kişilerin, durumun daha da kötüleştiği (alevlenmeler) ve daha iyi hale geldiği zamanlar (remisyonlar) olan bölümleri vardır. Genel olarak, SLE yavaş yavaş zamanla kötüleşir ve vücudun ana organlarına zarar vererek yaşamı tehdit edebilir2. Hastalık pek çok olguda remisyon ve relapslarla seyretse de, bazı hastalarda kronik aktivite paterni gösterebilir.

Genetik Değişiklikler/Etken Faktörler

Birçok gende normal varyasyonlar (polimorfizmler) SLE geliştirme riskini etkileyebilir ve çoğu durumda birden fazla genetik faktörün rol oynadığı düşünülmektedir4. Nadir durumlarda, SLE, tek genlerdeki mutasyonlardan kaynaklanır. SLE ile ilişkili genlerin çoğu bağışıklık sistemi işlevinde yer alır ve bu genlerdeki varyasyonlar, doğru hedefleme ve bağışıklık yanıtının kontrolünü etkileyebilir. Seks hormonları ve viral enfeksiyonlar, diyet, stres, kimyasal maruz kalma ve güneş ışığı gibi çeşitli çevresel faktörlerin de bu karmaşık bozukluğun tetiklenmesinde rol oynadığı düşünülmektedir5. SLE olan kişilerde, kendini yok etme geçirmiş hücreler (apoptoz) çünkü hasar gördükleri ya da ihtiyaç duyulmadıkları için uygun şekilde temizlenmezler. Bu fonksiyon kaybının SLE’nin nedenine veya özelliklerine olan ilişkisi belirsizdir. Araştırmacılar, bu ölü hücrelerin, bağışıklık sisteminin uygunsuz tepki göstermesine ve vücudun dokularına saldırmasına neden olan maddeleri salgılayabileceğini ve SLE’nin belirti ve bulgularına yol açabileceğini öne sürmektedir2,6.

Belirti ve Semptomlar

SLE ilk önce aşırı yorgunluk (yorgunluk), rahatsızlık hissi veya hastalık hissi (halsizlik), ateş, iştahsızlık ve kilo kaybı olarak ortaya çıkabilir. En çok etkilenen bireylerde, tipik olarak, vücudun her iki tarafındaki aynı eklemleri ve kas ağrısını etkileyen eklem ağrısı vardır. Cilt problemleri SLE’de sık görülür. Karakteristik bir özellik, yanakları ve burun köprüsü boyunca düz bir kırmızı döküntüdür ve şekli nedeniyle “kelebek döküntüsü” olarak adlandırılır7.

Genellikle incitmeyen kaşıntı, genellikle güneş ışığına maruz kaldığında daha belirgindir veya daha belirgin hale gelir. SLE’de ortaya çıkabilecek diğer cilt problemleri arasında ciltteki kalsiyum (kalsinozis), deride hasarlı kan damarlar (vaskülit) ve küçük kırmızı lekeler bulunur. Bu kırmızı lekeler pıhtılaşmaya karışan hücre parçalarının eksikliğinden kaynaklanır (trombositler), cilt altında kanamaya yol açar. Etkilenen bireylerde ayrıca ağız, burun veya daha az sıklıkla genital organlarda açık yaralar (ülserasyonlar) olabilir7. Raynaud’un fenomeni olarak bilinen soğuk, beyaz veya maviyi döndüren parmaklar da görülebilir8. SLE olan kişilerin yaklaşık üçte biri böbrek hastalığı (nefrit) geliştirir. Kalp problemleri, kalpte kese benzeri zarın iltihaplanması (kalp zarı iltihabı) ve kalp kapaklarının kalpte kan akışını kontrol eden anormallikleri de dahil olmak üzere SLE’de de ortaya çıkabilir. Kan damarlarında yağ birikiminden kaynaklanan kalp hastalığı (ateroskleroz) Genel toplumda çok yaygın olan SLE’li kişilerde daha da yaygındır. SLE’nin inflamasyon karakteristiği sinir sistemine de zarar verebilir ve uzuvlarda anormal his ve zayıflığa neden olabilir (periferal nöropati); nöbetler; felç; bilgi işlemeyi, öğrenmeyi ve hatırlamayı zorlaştırır (kognitif bozukluk). SLE’de anksiyete ve depresyon da yaygındır1,2.

Genetik Görülme Sıklığı

Yaygınlık: < 1/1 000 000

Afrika kökenli Amerikalılar arasında, SLE, Avrupalı Amerikalılara göre 3 kat daha yaygın, daha genç yaşlarda tezahür ediyor ve diğer Amerikan toplumlarından daha şiddetli3.

SLE’nin Amerika Birleşik Devletleri’nde 322.000- 1,5 milyon arasında değiştiği tahmin ediliyor. Kesin prevalansın belirlenmesi zor, çünkü SLE’nin işaret ve semptomlarının birçoğu diğer bozukluklarınkine benzemektedir. Tanı yıllarca ertelenebilir3.

Kadınlarda erkeklere göre dokuz kat daha sık görülür. Özellikle doğurganlık dönemindeki genç kadınlarda görülme sıklığı zirveye çıkmaktadır.  Bununla birlikte, SLE vakalarının yüzde 20’si 50 yaşın üzerindeki kişilerde görülür 4.

Kalıtım Paterni/Deseni

SLE ve diğer otoimmün bozukluklar ailelerde kalıtılmaya eğilimlidir, ancak kalıtım paterni genellikle bilinmemektedir. İnsanlar SLE riskini artıran veya azaltan bir gen varyasyonunu alabilir, ancak çoğu durumda durumu kendiliğinden kalmaz. SLE’li herkesin riski artıran bir gen varyasyonu yoktur2.

Teşhis Yöntemleri

SLE tanısı, diğer hastalıklar dışlandıktan sonra belirtiler (ağrı gibi), bulgular (ateş gibi), kan ve idrar testlerinin birleşimiyle konur. Tüm bulgu ve belirtiler aynı anda mevcut değildir ve bu durum, SLE’nin çabuk teşhis edilmesini güçleştirir6. SLE’yi diğer hastalıklardan ayırt etmeyi kolaylaştırmak için Amerikan Romatoloji Koleji (ACR) tarafından SLE’ye işaret eden 11 maddelik bir tanı kriterleri listesi hazırlamıştır.  Bu kriterler, SLE hastalarında gözlenen bazı en yaygın belirti/ anormalliklere karşılık gelir. Kesin tanı koymak için, bir hastada hastalığın başından itibaren herhangi bir zamanda bu 11 kriterden en az 4’ünün oluşması gereklidir. Öte yandan tecrübeli bir hekim, 4 kriterden daha azı mevcutken dahi SLE tanısı koyabilir. Bahsedilen kriterler şunlardır 7:

  • Kelebek döküntü: Yanaklarda ve burun köprüsü üzerinde meydana gelen kırmızı bir döküntüdür.
  • Işığa karşı hassasiyet: Işığa karşı hassasiyet, güneş ışığına karşı aşırı deri reaksiyonudur.
  • b>Diskoid lupus: Yüzde, kafa derisinde, kulaklarda, göğüste ve kollarda görülen bozuk para şeklinde, pullu ve kabarık döküntüdür. Bu lezyonlar iyileşirken iz bırakabilir.
  • Mukozal ülserler: Ağızda ya da burunda ortaya çıkan küçük yaralardır.
  • Artrit: El, el bileği, dirsek, diz veya kol ile bacaklardaki diğer eklemlerin şişmesine ve ağrımasına neden olur. Ağrı gezici olabilir, yani bir eklemden diğerine geçer ve vücudun iki tarafında aynı eklemlerde görülebilir. SLE artriti genelde kalıcı değişikliklere (deformite) neden olmaz.
  • Plörit : Plörit akciğerleri saran tabaka olan plevranın, perikardit ise kalbi saran tabaka olan perikardın iltihaplanmasıdır. Bu hassas dokulardaki iltihaplanma, kalp ve akciğer çevresinde sıvı toplanmasına neden olabilir. Plörit, nefes alırken artan türde bir göğüs ağrısına neden olur.
  • Böbrek tutulumu : Başlangıçta genellikle belirti vermez ve ancak idrar tahlili ve böbrek işlevine yönelik yapılan kan tetkikleriyle saptanabilir. Belirgin böbrek hasarı olan kişilerde idrarda protein ve/veya kan ve özellikle ayaklarda ve bacaklarda olmak üzere şişlik görülebilir.
  • Merkezi sinir sistemi Tutulumu: Ortaya çıkış şekilleri arasında; baş ağrısı, nöbetler ve dikkati toplamada ve anımsamada güçlük, duygu durum değişiklikleri, depresyon ve psikoz (düşünmenin ve davranışın bozulduğu ciddi bir mental durum) gibi nöro-psikiyatrik tablolar yer alır.
  • Kan hücresi bozuklukları: Bu bozukluklar, otoantikorların kan hücrelerine saldırması nedeniyle oluşur. Kırmızı kan hücrelerinin (oksijeni akciğerlerden vücudun diğer bölümlerine taşırlar) yıkımına hemoliz denir ve bunun sonucunda hemolitik anemi gelişebilir. Bu yıkım görece yavaş ve hafif olabileceği gibi çok hızlı da olabilir ve acil bir duruma sebep olabilir.  Beyaz kan hücrelerindeki azalmaya lökopeni denir ve genellikle SLE’de tehlikeli değildir.  Trombosit sayısında azalmaya trombositopeni adı verilir. Trombosit sayısı azalmış bireylerde deride kolay morarma ve sindirim sistemi, idrar kanalı, rahim ve beyin gibi vücudun çeşitli kısımlarında kanama görülebilir.
  • İmmünolojik bozukluklar: Bu bozukluklar, kanda bulunan ve SLE’ye işaret eden otoantikorlara karşılık gelir:

a) Anti-fosfolipid antikorlarının bulunması

b) Kendi DNA’sına karşı antikorlar (hücrelerin içindeki genetik yapıyı hedef alan otoantikorlar)

c) Anti- Sm antikorları

Anti nükleer antikorlar (ANA): Nükleus denilen hücre çekirdeğini hedef alan otoantikorlardır. SLE hastalarının hemen hepsinin kanında bulunur. Ancak bu test, başka hastalıklarda ve hatta hafif derecede olmakla birlikte sağlıklı bireylerin yüzde 5-15’inde pozitif olabildiği için, pozitif ANA testi, tek başına SLE’nin kanıtı değildir.

Tedaviler

SLE’yi tam olarak iyileştiren, hastalığa özgü bir tedavi şu anda yoktur. SLE tedavisi, hem SLE bulgu ve belirtilerini kontrol etmeye hem de hastalığın yol açtığı organ ve dokulara kalıcı hasarı da içeren komplikasyonları önlemeye yardımcı olur. SLE tanısı ilk konduğunda, hastalık genellikle çok aktiftir. Bu aşamada hastalığı kontrol etmek ve organ hasarını önlemek için yüksek dozda ilaçlar gerekebilir. Tedavi sürecinde şunlar kullanılabilir 5

  1. Nonsteroid antiinflamatuvar ilaçlar
  2. Sıtma ilaçları (Hidroksiklorokin gibi)
  3. Kortikosteroidler
  4. Biyolojik olmayan, hastalık modifiye edici ilaçlar
  5. Biyolojik DMARD’lar

Hastalıkla İlişkili Genler

Otozomal resesif bir sistemik lupus eritematozus formu (SLEB16; 614420), kromozom 3p14.3 üzerindeki DNASE1L3 genindeki ( 602244) mutasyondan kaynaklanır 1,2.

  • BANK1
  • C4A
  • C4b
  • C4B_2
  • CR2
  • CRP
  • CTLA4
  • DNASE1
  • DNASE1L3
  • FCGR2B
  • IRF5
  • ITGAM
  • LTK
  • NCF2
  • PDCD1
  • PTPN22
  • RASGRP1
  • RIPK1
  • STAT 4
  • TLR5
  • TNFAIP3
  • TNFSF4
  • TREX1

Hastalığın Diğer İsimleri

  • SLE
  • Kelebek Hastalığı

KAYNAKÇA

  1. Oishi, T., Iida, A., Otsubo, S., Kamatani, Y., Usami, M., Takei, T., Uchida, K., Tsuchiya, K., Saito, S., Ohnisi, Y., Tokunaga, K., Nitta, K., Kawaguchi, Y., Kamatani, N., Kochi, Y., Shimane, K., Yamamoto, K., Nakamura, Y., Yumura, W., Matsuda, K. A functional SNP in the NKX2.5-binding site of ITPR3 promoter is associated with susceptibility to systemic lupuserythematosus in Japanese population. J. Hum. Genet. 53: 151-162, 2008.
  2. https://ghr.nlm.nih.gov/condition/systemic-lupus-erythematosus#sourcesforpage
  3. https://www.orpha.net/consor/cgi-bin/Disease_Search.php?lng=EN&data_id=21114&Disease_Disease_Search_diseaseGroup=lupurythematosus&Disease_Disease_Search_diseaseType=Pat&Disease(s)/group%20of%20diseases=Autosomalsystemiclupurythematosus&title=Autosomal%20systemic%20lupus%20erythematosus&search=Disease_Search_Simple
  4. ÖZGÜLER, Y., & MELİKOĞLU, M. (2011). Sistemik Lupus Eritematozus: Klinik Bulgulara Genel Bakış. Turkiye Klinikleri Journal of Rheumatology Special Topics, 4(3), 1-10.
  5. https://www.printo.it/pediatric-rheumatology/TR/info/3/Sistemik-Lupus-Eritematozus
  6. Gladman, D. D. (2017). Overview of the clinical manifestations of systemic lupus erythematosus in adults.  Available at: http://www. uptodate. com/contents/overviewoftheclinicalmanifestationsofsystemiclupuserythematosusinadults.
  7. https://www.medicinenet.com/imagecollection/systemic_lupus_erythematosus_1_picture/picture.htm
  8. Hochberg, M. C. (1997). Updating the American College of Rheumatology revised criteria for the classification of systemic lupus erythematosus. Arthritis & rheumatism40(9), 1725-1725.
  9. Dammacco, R. (2017). Systemic lupus erythematosus and ocular involvement: an overview. Clinical and experimental medicine, 1-15.
Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

AASE SENDROMU

Eklem ve iskelet bozukluklarıyla beraber anemiyle tanımlanan nadir görülen bir kalıtımsal hastalıktır. Sendrom, Amerikalı çocuk doktorları Jon Morton Aase ve David Weyhe Smith’in adını taşır.

Belirtileri

Eksik yada küçük parmak eklemleri, yarık damak, parmak eklemlerinde kırışıklıklar, bozuk şekilli kulaklar, sarkık göz kapakları, eklemleri tam açamama, dar omuzlar, soluk deri rengi ve üç eklemli parmaklar.

Genetik Temelleri

Günümüzde hastaların %40-45’inde hastalığa neden olan mutasyonlar tanımlandı. İlgili  bütün genler küçük ribozomal alt birimlerden (RPS7, RPS17, RPS19, RPS24) ya da büyük ribozomal alt birimlerden (RPL5, RPL11, RPL35a) ribozomal proteinleri kodluyor.
RPS19, RPL5 ve RPL11’de mutasyonlar sırasıyla hastaların %25, %9 ve %6.5’unda görüldü. Buna karşılık diğer genlerin her biri hastaların sadece %1- %3’ünde tanımlanabildi. Şuana kadar yapılmış tek genotip-fenotip ilişkisi RPL5 ve RPL11’de görülen mutasyonların  yüz ve kafatasında anormallikler ile ilişkilendirilmesi.

Teşhis Yöntemleri  ve Testler

  • Kemik iliği biyopsisi,
    Tam kan sayımı (anemi ve akyuvar hücre sayısını kontrol etmek için),
    Ekokardiyogram (Kalp sorunlarını tespit etmek için),
    X-ışını (İskelet bozukluklarının tespiti için).

Tedavi

Anemi tedavisi için doğumun ilk yılında kan nakli yapılabilir.
Bir steroid ilacı olan prednizon kullanılabilir fakat büyüme ve gelişmedeki yan etkileri göz önüne alınırsa bebeklikte bu ilaçtan kaçınılmalıdır.
Eğer diğer tedaviler başarısız olursa kemik iliği nakli gerekebilir.

Hastalığın Zorlukları

  • Yorgunluk
    Kandaki oksijen seviyesinde düşüklük
    Güçsüzlük

Hastalığı Önleme

Genetik bir hastalık olması sebebiyle tam iyileşme mümkün değildir. Fakat aile geçmişinizde bu hastalık görülmüş ise çocuk sahibi olmadan önce genetik danışmanlık almanız önerilir.

Kaynakça

https://medlineplus.gov/ency/article/001662.htm

https://www.orpha.net/consor/cgi-

bin/Disease_Search.php?lng=EN&data_id=429&Disease_Disease_Search_diseaseType=ORPHA&Dise

ase_Disease_Search_diseaseGroup=124&Disease(s)/group%20of%20diseases=Aase-

syndrome&title=Aase-syndrome&search=Disease_Search_Simple

Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

GLİKOPROTEİN VI EKSİKLİĞİ

Hastalığın Tanımı

Glikoprotein VI eksikliği kan pıhtıları oluşturmada sekteye uğramış bir kabiliyet ile ilişkili bir çeşit kanama bozukluğudur. Normalde, kan pıhtıları bir yaralanma sonrasında vücudu korur ve hasar görmüş kan damarlarını tıkayarak daha fazla kan kaybını önler. Glikoprotein VI eksikliği olan kişiler normal olarak kan pıhtıları oluşturamadıklarından, burun kanaması (epistaksis) riskini artırırlar, hafif yaralanma veya bir cerrahi sonrası anormal derecede ağır kanama yaşayabilirler. Bu durumdan etkilenen bazı bireylerde, deri altındaki spontan kanamalara ve renklenme (ekimoz) alanlarına neden olur. Glikoprotein VI eksikliği olan kadınlar genellikle ağır ve/veya uzun süreli adet dönemlerine (menoraji) sahiptir.

Hastalığın Görülme Sıklığı

Glikoprotein VI eksikliği prevalansı tam olarak bilinmemekle birlikte, literatürde tanımamlanan en az 15 vaka vardır.

Genetik Değişiklikler

Glikoprotein VI eksikliği, GPVI olarak adlandırılan bir proteinin üretilmesi için talimat sağlayan GP6 genindeki mutasyonlar ile ortaya çıkabilir. Bu protein, kan pıhtılarının temel bileşeni olan, trombosit adı verilen kan hücrelerinin dış zarına gömülür. Kanamaya neden olan bir yaralanmaya cevap olarak, GPVI proteini, kan damarı duvarlarında bulunan kolajen adı verilen başka bir proteine ​​bağlanarak pıhtı oluşumunu başlatır.

GP6 gen mutasyonları, GPVI proteininin üretilmemesine ya da anormal olarak kısa veya işlevsiz olmasına yol açabilir. GPVI proteininin kolajene bağlanmaması durumunda ise, trombositler pıhtı oluşturmak için verimli bir şekilde bir araya gelemezler ve bu da Glikoprotein VI eksikliği ile ilişkili olarak, kanama sorunlarına yol açar.

Bazı Glikoprotein VI eksikliği vakaları GP6 gen mutasyonlarından kaynaklanmaz. Bu Glikoprotein VI eksikliği vakaları, bağışıklık trombositopeni purpura, Graves hastalığı veya sistemik lupus eritematozus (SLE) gibi otoimmün bozukluklarla ilişkilidir. Otoimmün bozukluklar, bağışıklık sistemi vücudun kendi hücrelerine ve dokularına saldırdığında ortaya çıkar. Bu otoimmün bozukluklara sahip bazı kişiler, GPVI proteinine saldıran ve yok eden bağışıklık proteinleri üretir. Sonuç olarak, trombositlerin yüzeyinde fonksiyonel GPVI proteininin eksikliği vardır ve bu da Glikoprotein VI eksikliğinin karakteristik özelliği olan kanama problemlerine yol açar.

Kalıtım Şekli

Glikoprotein VI eksikliği, GP6 genindeki mutasyonlardan kaynaklandığı zaman, otozomal resesif olarak kalıtılır, bu da her bir hücredeki genin kopyalarının mutasyona sahip olduğu anlamına gelir. Otozomal resesif bir rahatsızlığı olan bir bireyin anne-babalarının her biri mutasyona uğramış olan genin bir kopyasını taşır, ancak tipik olarak durumun belirtilerini göstermezler.

Bu Hastalığın Diğer İsimleri

  • BDPLT 11
  • Bleeding Diathesis due to a Collagen Receptor Defect
  • GPVI Deficiency

Kaynakça

https://ghr.nlm.nih.gov/condition/glycoprotein-vi-deficiency