Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

PROKSİMAL SPİNAL MÜSKÜLER ATROFİ

Genel Bilgi, Genetik Değişiklikler/ Etken Faktörler

Proksimal spinal müsküler atrofiler, omurilik ve beyin sapı çekirdeğindeki alt motor nöronların dejenerasyonu ve kaybından kaynaklanan ilerleyici kas güçsüzlüğü ile karakterize bir grup nöromüsküler bozukluktur. Hastalığın başlangıç ​​yaşı ve şiddetine göre dört alt tip tanımlanmıştır: altı aydan önce başlayan en şiddetli form olan tip 1 (SMA1); 6 ila 18 aylık arasında başlayan tip 2 (SMA2), çocukluk ve ergenlik arasında başlayan tip 3 (SMA3) ve yetişkin başlangıcında en az şiddetli olan tip 4 (SMA4). Tüm tipler, özellikle alt ekstremite ve solunum kaslarını etkileyen kas zayıflığı ve değişen şiddette atrofi ile karakterizedir. Zayıflık neredeyse her zaman simetrik ve ilerleyicidir. Skolyoz, kas retraksiyonları ve eklem kontraktürleri ortaya çıkabilir. Kabızlık ve gastroözofageal reflü sık görülür.

Hastalık belirgin olarak SMN proteini sentezleyen SMN1 ve SMN2 geninde gerçekleşen mutasyonlardan kaynaklanır ve SMN proteini üretemezler. Bunun sonucunda motor nöron sinirleri beslenemez hale gelir ve istemli kasların çalışmasında sorunlar meydana gelmektedir.

Belirti ve Semptomlar

Kişiden kişiye değişebileceği gibi genelde görülen belirtiler aşağıdaki gibidir.

  • Kas güçsüzlüğü,
  • Zihinsel gerilik
  • Tendon reflekslerinde gerileme
  • Mikrosefali (baş ve çevresinin normalden küçük olması durumu)
  • Alt ekstremite amyotrofisi (çizgili kas telinin yok olmasıyla sonuçlanabilen hacim azalması)
  • Skolyoz
  • Hemiparezi/ kısmi felç
  • Solunum güçlüğü
  • EMG anormalliği –elektromiyografi (EMG) kas hastalığının, hasar bulunan sinirin tespitinde kullanılan görüntüleme yöntemi
  • Kabızlık, gasroözofageal reflü

Genetik Görülme Sıklığı

 Her 30.000 kişiden 1’inde görülüyordur.

Kalıtım Paterni/ Deseni

Otozomal resesif olarak kalıtılır. Bu sebeple hasta bireyin biyolojik anne ve babasında mutasyona uğramış ilgili genin bir kopyası taşınıyor demektir. Taşıyıcı olan ebeveynler hasta değillerdir veya herhangi bir belirti göstermezler.

Teşhis Yöntemleri ve Tedaviler

Teşhis ve tanı hastanın tıbbi özgeçmişi ve muayeneye dayanmaktadır. Aynı şekilde yapılan genetik testlerle doğrulanabilmektedir. Elektromiyografi (EMG) kas hastalığının, hasar bulunan sinirin tespitinde kullanılan görüntüleme yöntemi ve kas biyopsisi yapılabilmektedir. Ayırıcı teşhis arasında amiyotrofik lateral skleroz, konjenital kas distrofileri, konjenital miyopatiler, primer lateral skleroz, miyastenia gravis ve karbonhidrat metabolizması bozuklukları bulunabilmektedir. Doğum öncesi tanı ise amniyositlerin veya koryonik villus örneklerinin moleküler analizi ile mümkündür.

Tedavi olarak çoğunluğu semptomatik olmak üzere birkaç yöntem bulunmaktadır.

Spiraza, SMA hastaları, SMN1 genindeki bir mutasyon nedeniyle hayatta kalma motor nöronu (SMN) adı verilen bir proteini üretmezler. Spinraza daha az etkili ikinci bir gen olan SMN2’nin daha fonksiyonel SMN proteini üretme yeteneğini arttırır. Vücuttaki SMN proteini miktarını arttırarak, Spinraza motor nöron ölümünü geciktirmeye ve hastalık semptomlarının ilerlemesini yavaşlatmaya yardımcı olabilir.

Zolgensma, SMN1 geninin sağlıklı bir kopyasını hedef motor nöronlarına vermek için genetik olarak tasarlanmış bir virüs kullanır. 2 yaş ve altındaki SMA1 hastalarına uygulanan tek seferlik enjekte edilen bir gen terapisi yöntemidir.

SMA’da özel olarak araştırılmayan diğer tedaviler hastalık semptomlarını yönetmek veya komplikasyonları önlemek için de kullanılabilir. Örneğin, kasların sert ve gergin olduğu spastisite, baklofen, tizanidin veya benzodiazepinler gibi kas gevşeticiler tarafından hafifletilebilir.

Ayrıca hastada geilşen semptom ve komplikasyonlar fizik tedavi, nefes tedavisi ve beslenme destekleri ile bunları engelleme ve geciktirmeye yardımcı olmaktadır.

Hastalıkla İlişkili Genler

SETX, SMNDC1, FBLN5, KIF1B, SPG7, SMN1, SMN2, APOE, BICD2, DES, DNAI1, AG genleri genel anlamda hastalıktan sorumlu genler arasında gösterilmektedir. Her tip SMA’da ilişkili genler veya ilişki oranları değişmektedir. İlgilendiğiniz SMA tipinin sayfasına bakarak ilişkili geni bulabilirsiniz.

Hastalığın Diğer İsimleri

  • Proximal SMA
  • Spinal Müsküler Atrofi
  • SMA

Referanslar

https://www.orpha.net/consor/cgi-bin/OC_Exp.php?lng=EN&Expert=70
https://www.malacards.org/card/proximal_spinal_muscular_atrophy
https://rarediseases.info.nih.gov/diseases/4531/proximal-spinal-muscular-atrophy
https://rarediseases.org/rare-diseases/spinal-muscular-atrophy/https://smanewstoday.com/spinal-muscular-atrophy-treatment
Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

KOL-KUŞAK KAS DİSTROFİSİ TİP 2D

Genel Bilgi

Kol-Kuşak Kas Distrofisi Tip 2D (LGMD2D), kalça ve omuz bölgelerinin (kol-kuşak bölgeleri) gönüllü kaslarının israfı (atrofi) ve zayıflığı ile karakterize bir nadir hastalıktır. Kas zayıflığı ve atrofi ilerleyicidir ve vücudun diğer kaslarını etkileyecek kadar yayılabilir. Semptomlarının başlangıç ​​yaşı, şiddeti ve ilerlemesi, aynı ailedeki bireyler arasında bile durumdan duruma değişebilir. Bazı bireylerde hafif, yavaş ilerleyen bozukluklara sahip olabilirken bazı bireylerde şiddetli sakatlığa neden olabilecek hızla ilerleyen bir bozukluğa sahip olabilir. Bu bozukluklar artık genetik ve protein analizi ile ayırt edilebilir.

LGMD2D, alfa-sarkoglikan a proteinin geni olan ve 17q21.33’te lokalize olan (konumlanan) SGCA geninde meydana gelen değişimin (mutasyonun) neden olduğu otozomal resesif bir genetik durumdur. Genelde bireyde çocukluk veya ergenlik çağında başlar ve ilerleyicidir. Çoğu durumda, LGMD’nin çocukluk çağında başlaması, ergen veya erişkin başlangıçlı vakalardan daha hızlı ilerleyen daha ciddi bir bozukluğa neden olur.

Kol-Kuşak Kas Distrofisi Tip 2D, esas olarak proksimal kasları etkilemesi sonucu yürüme zorluğu, skapular kanatlanma, baldır psödohipertrofisi ve tiptoe yürüyüş gibi sonuçlara neden olur. Kardiyak ve solunumsal tutulum nadirdir. Kardiyomiyopati de nadiren bildirilmiştir.

Genetik Değişiklikler/Etken Faktörler

Kol-Kuşak Kas Distrofisinde etkili olan gen SGCA (GKRY) genidir. SGCA geni sarkoglikan protein kompleksi adı verilen bir protein grubunun alfa bileşeni (alt-birim) yapmak için talimatlar içerir. Sarkoglikan protein kompleksi, kas hücrelerini çevreleyen zarda bulunur. Distrofinler ve distrolikanlar adı verilen proteinlerden oluşan distrofin kompleksine yapışarak (bağlanarak) stabilize ederek (sağlamlaştırarak) kas dokusunun yapısının korunmasına yardımcı olur. Büyük distrofin kompleksi, kas liflerini güçlendirir ve kasları yaralanmaya karşı korur. Her kas hücresinin yapısal çerçevesini (hücre iskeletini) protein kafes ve hücre dışındaki diğer moleküllere (hücre dışı matris) bağlayan bir çapa görevi görür.

SGCA gen mutasyonu, protein yapı bloğunun (amino asit) argininini, Arg77Cys veya R77C olarak yazılan alfa-sarkoglikan proteininde 77. pozisyondaki amino asit sistein ile değiştirir. Bilinen SGCA gen mutasyonlarının geri kalanı, bireysel ailelere veya belirli popülasyonlara özgüdür.

SGCA gen mutasyonları sarkoglikan kompleksinin distrofin kompleksini oluşturmasını veya bunstrofin kompleksine bağlanmasını ve stabilize olmasını önleyebilir. Bu komplekslerle ilgili problemler kas liflerinin gücünü ve esnekliğini azaltarak Kol-Kuşak Kas Distrofisine neden olur.

Belirti ve Semptomlar

Bu kısımda Kol-Kuşak Kas Distrofisi tip 2D hastalığının belirtileri listelenmiştir. Ancak çoğu hastalık için semptomlar kişiden kişiye değişecektir. Aynı hastalığı olan insanlar listelenen tüm semptomlara sahip olmayabilir. 

İnsanların %30 -79 bu belirtilere sahiptir:

  • Aşil tendonu kontraktürü (kısalması)
  • Buzağı kas psödohipertrofisi
  • Merdiven çıkma zorluğu
  • Yüksek serum kreatin kinaz (dolaşımda yüksek kreatin fosfokinaz enzim düzeyi)
  • Sık düşme

Bu belirtilerin yanında skapular kanatlanma, hiperlordoz, sınırlı omuz hareketi, proksimal kas güçsüzlüğü, ayak yürüyüşü, vatka yürüyüşü gibi belirtiler de görülür. Nadir olarak torasik skolyoz da gözlenmiştir.

LGMD2D’nin klinik spektrumu 10-12 yaşlarında ambulasyon (ayağa kalkma, yürüme) kaybına yol açan erken başlangıçlı ve hızlı ilerleyen hastalar (a),  ergenlikte yavaş ilerleyen çocukluk başlangıçlı formları (b, c) ve yetişkinlikte başlayan miyopatik değişikliklere sahip daha hafif formlar (d)

Görüntü kaynağı: https://www.researchgate.net/figure/The-clinical-spectrum-of-LGMD2D-includes-patients-with-an-early-onset-and-rapidly_fig1_312731967

Genetik Görülme Sıklığı

Kol-Kuşak Kas Distrofisinin prevalansını belirlemek zordur, çünkü özellikleri değişir ve diğer kas bozukluklarınınki ile çakışır. Prevalans tahminleri 14.500’de 1 ile 123.000 kişide 1 arasında değişmektedir.

Kalıtım Paterni

Kol-Kuşak Kas Distrofisi Tip 2D, otozomal resesif bir paternde kalıtsaldır. Yani her bir hücredeki genin her iki kopyasının mutasyonları vardır. Resesif genetik bozukluklarda hasta birey, her bir ebeveynden aynı özellik için aynı anormal geni miras aldığında ortaya çıkar. Bir kişi hastalık için bir normal gen ve bir gen alırsa, kişi hastalık için bir taşıyıcı olacaktır ancak genellikle hastalığın belirtilerini göstermez. İki taşıyıcı ebeveynin hem kusurlu geni geçmesi hem de etkilenen bir çocuğa sahip olma riski her hamilelikte % 25’tir. Her hamilelikte ebeveyn gibi taşıyıcı olan bir çocuk sahibi olma riski % 50’dir. Bir çocuğun her iki ebeveynden de normal gen alma ve bu özellik için genetik olarak normal olma şansı %25’tir. Risk erkekler ve kadınlar için eşittir.

Teşhis Yöntemleri

LGMD (Kol-Kuşak Kas Distrofisi) grubunda, hastaya ve ailesine doğru genetik tavsiye verilebilmesi ve hastalıkların varlığından hastalık varlığına değişebilen komplikasyonların yönetimi için uygun rehberlik sağlanabilmesi için kesin bir tanıya ulaşmak önemlidir. Bu özellikle kardiyak veya solunumsal komplikasyon riski ile ilgilidir. Bugün mevcut olan kesin test, geçmişte LGMD tanısı konan bireylerin yeniden değerlendirilmesini ve daha kesin bir moleküler tanı verilmesini mümkün kılabilir.

LGMD tanısı, kapsamlı bir klinik değerlendirme, ayrıntılı bir hasta öyküsü, karakteristik semptomların tanımlanması (örn. kas zayıflığı ve atrofinin spesifik dağılımı) ve cerrahi olarak çıkarılması ve mikroskopik muayenesi (biyopsi) dahil olmak üzere çeşitli özel testlere dayanarak konur. Bu özel testlere kasların sağlığını ve kasları kontrol eden sinirleri değerlendiren bir test olan elektromiyografi, özel kan testleri, belirli kas proteinlerinin varlığını ve sayısını değerlendiren testler (immünohistokimya) ve moleküler genetik test örenk verilebilir.

Bir elektromiyografi sırasında, bir iğne elektrodu deriden etkilenen bir kas içine sokulur. Elektrot kasın elektriksel aktivitesini kaydeder. Bu kayıt, bir kasın sinirlere ne kadar iyi tepki verdiğini gösterir ve kas zayıflığının kasın kendisinden mi yoksa kasları kontrol eden sinirlerden mi kaynaklandığını belirleyebilir. Elektromiyografi testi, belirli bir LGMD alt tipinin teşhisine izin vermez, ancak alternatif teşhisleri dışlamak için yararlı olabilir.

Kan testleri, kas hasar gördüğünde anormal derecede yüksek seviyelerde bulunan bir enzim olan yüksek kreatin kinaz (CK) seviyelerini ortaya çıkarabilir. Yüksek CK seviyeleri, tüm LGMD vakalarında olmasa da bazılarında görülür. LGMD’nin otozomal resesif formlarında CK düzeyleri, otozomal dominant formlardan çok daha yüksektir. Yüksek CK seviyelerinin tespiti, kasın hasar gördüğünü veya iltihaplandığını doğrulayabilir, ancak LGMD tanısını doğrulayamaz. Bununla birlikte, hangi tip LGMD’nin diğerlerinden daha olası olduğunu belirtmek yardımcı olabilir.

Moleküler genetik test, spesifik bir genetik mutasyonu tanımlamak için deoksiribonükleik asitin (DNA) incelenmesini içerir. Bu artık LGMD’de tanı için altın standarttır ve diğer aile üyeleri için spesifik bir tanıya ve spesifik testlere izin verir.

LGMD vakıflarından oluşan bir konsorsiyum, kas güçsüzlüğü olan hastalara ücretsiz genetik sekans sunmak için http://LGMD-diagnosis.org adresinde teşhis programı oluşturdu. Kas güçsüzlükleri için genetik bir açıklaması olmayan bireylerin, serbest genetik sekanslama için uygun olup olmadıklarını belirlemek için alabilecekleri çevrimiçi bir test sunmaktadır. Doktorlar, hastalarının uygun olup olmadığını belirlemek için Jain Vakfı tarafından geliştirilen Otomatik LGMD Teşhis Asistanını (ALDA) kullanarak hastaları adına da başvurabilirler.

Tedavi Yöntemleri

LGMD’nin herhangi bir formu için herhangi bir tedavi yoktur. Tedavi, her bir kişide mevcut olan spesifik semptomlara yöneliktir. Özel tedavi seçenekleri arasında kas gücünü artırmak ve kontraktürleri (kısalmaları) önlemek için fiziksel ve mesleki terapi, yürüme (ambulasyon) ve hareketliliğe yardımcı olmak için çeşitli cihazların (örn. bastonlar, diş telleri, yürüyüşçüler, tekerlekli sandalyeler) kullanılması ve skolyoz gibi iskelet anormalliklerini düzeltmek için cerrahi gibi yöntemler yer almaktadır.

Genetik danışmanlık etkilenen bireyler ve aileleri için yararlı olabilir. Diğer tedaviler semptomatik (belirtilere yönelik) ve destekleyicidir. Hastalara ilgili hasta organizasyonları ve kayıtları için iletişim bilgileri verilmelidir.

Hastalıkla İlişkili Genler

SGCA geni (GKRY)

Hastalığın Diğer İsimleri

  • LGMD Tip 2D
  • LGMD2D
  • LGMDR3
  • Pelvofemoral Kas Distrofisi
  • Proksimal Kas Distrofisi
  • Alfa-sarkoglikan ile Kas Distrofisi Uzuv Kemeri
  • Alfa-sarkoglikan ile ilgili LGMDR3
  • Alfa-sarkoglikan eksikliğine bağlı LGMD
  • Alfa-sargoglikan eksikliğine bağlı Ekstremite Kuşak Kas Distrofisi
  • Alfa-sarcoglycanopathy
  • Duchenne Benzeri Otozomal Resesif Kas Distrofisi, Tip 2
  • DMDA2
  • Otozomal Resesif Uzuv Kuşak Kas Distrofisi 2D

Kaynaklar

  1. https://www.omim.org/entry/608099
  2. https://rarediseases.org/rare-diseases/limb-girdle-muscular-dystrophies/
  3. https://rarediseases.info.nih.gov/diseases/438/limb-girdle-muscular-dystrophy-type-2d
  4. https://www.orpha.net/consor/cgi-bin/OC_Exp.php?Expert=62&lng=EN
  5. https://ghr.nlm.nih.gov/condition/limb-girdle-muscular-dystrophy#inheritance
  6. http://www.snmo.sk/publikacie/subory/Neurogenetics%20NMO%202011.pdf
  7. https://www.ncbi.nlm.nih.gov/gtr/all/tests/?term=C0686353[DISCUI]&filter=method:2_8;testtype:clinical
  8. https://ghr.nlm.nih.gov/gene/SGCA
  9. https://www.omim.org/entry/600119?search=sgca&highlight=sgca
Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

ALFA-MANNOSİDOZ

Genel Bilgi

Alfa-mannosidoz (α-mannosidoz), lizozomal α-D-mannosidaz enzimini kodlayan gendeki mutasyonların neden olduğu otozomal resesif kalıtım ile seyrek görülen bir lizozomal depo hastalığıdır. Zihinsel yetersizlik, işitme kaybı, ataksi, iskelet anormallikleri ve anormal yüz özellikleri ile karakterizedir. Belirti ve semptomlar hastalığın şiddetine göre değişiklik gösterebilir. Genellikle hafif ila orta derecede zihinsel engel, işitme kaybı, zayıflamış bağışıklık sistemi, ayırt edici yüz özellikleri ve serebellar bozukluklar (örn. , ataksi) görülür.

Belirti ve Semptomlar

Alfa-mannosidozun semptomları, ilerlemesi ve şiddeti, aynı mutasyonu paylaşan kardeşler dahil olmak üzere bir kişiden diğerine büyük ölçüde değişiklik gösterir. Bazı bireylerde doğumdan kısa bir süre sonra semptomlar gelişebilir. Bebeklik veya erken çocukluk döneminde potansiyel olarak hayatı tehdit eden komplikasyonlar gelişebilir. Diğer bireylerde ise genellikle 10 yaşından önce başlayan daha ılımlı semptomlar gelişebilir. Bazı durumlarda ise bireyler yetişkinliğe kadar teşhis edilemeyebilir. Genel olarak, etkilenen bireyler zihinsel engel, ayırt edici yüz özellikleri ve iskelet anormalliklerine sahip olabilir. Semptomlar zamanla yavaşça kötüleşebilir.

Semptomların şiddetine göre 3 alt tipte sınıflandırılır:

Tip 1: Kas problemleri (miyopati) ile yavaş ilerlemenin olduğu on yaşından sonra gelişen semptomları içeren hafif bir formdur.

Tip 2: İskelet anormallikleri, miyopati ve yavaş ilerleme ile birlikte on yaşından önce semptomların görüldüğü ılımlı bir formdur. İskelet anormallikleri genellikle azalmış kemik yoğunluğu, kafatasının üstündeki kemiklerin kalınlaşması, omurgadaki kemiklerin deformasyonları, eğilmiş bacaklar, kemik ve eklemlerde deformasyonları içerir. En yaygın olan tiptir.

Tip 3: Progresif santral sinir sistemi tutulumu ve enfeksiyonundan dolayı gebelik kaybı veya erken ölüm olarak kendini gösteren şiddetli bir formdur.

Karakteristik yüz özellikleri arasında büyük bir kafa, belirgin alın, düşük saç çizgisi, yuvarlak kaşlar, büyük kulaklar, burnun düzleştirilmiş köprüsü, çıkıntılı çene, geniş aralıklı dişler, büyümüş diş etleri ve büyük dil sayılabilir.

Şekil 1. Alfa-mannosidozda yüz özellikleri. A. 18 aylık ikizler. Genişlemiş baş, kısa boyun, yuvarlak kaşlar, yayılmış burun ve belirgin alın görülmektedir. B. Aynı ikizler 8 yaşında. Ellerin hafif kas atrofisi dikkat çeker. C. İşitme cihazı kullanan 27 yaşındaki alfa-mannosidoz hastası.

Diğer belirtiler arasında şunlar olabilir:

  • Hareketleri koordine etmede zorluk (ataksi)
  • Oturma ve yürüme gibi motor becerilerinde gecikme
  • Konuşma bozuklukları
  • İmmün yetmezlik nedeniyle artan enfeksiyon riski
  • Karaciğer ve dalağın genişlemesi (hepatosplenomegali)
  • Beyindeki sıvı birikmesi (hidrosefali)
  • İşitme kaybı
  • Göz merceğinin bulanıklaşması (katarakt) ve yakını görememe gibi göz problemleri
  • Eklem ağrısı ve iltihabı
  • Alfa-mannosidozu olan bazı kişilerin depresyon, anksiyete veya halüsinasyonlar gibi zihinsel sorunları vardır. Kalp ve böbrek problemleri de ortaya çıkabilir.

Prevalans

Alfa-mannosidozun prevalansı hakkında çok az şey bilinmektedir. Avustralya’da yapılan bir araştırmada, 500,000 kişide bir yaygınlık olduğu bildirilmiştir. Norveç’te yapılan bir çalışmada 4.5 milyonluk bir nüfusta sadece altı kişide bu hastalığın varlığı bildirilmiştir. Ayrıca Çekya’da 300,000 kişide bir kişi olarak bildirilmiştir. Hastalık herhangi bir etnik gruba özgü değildir; dünyanın her yerinden bireylerde tanımlanmıştır.

Alfa-mannosidozun ayrıca dünya çapında yaklaşık 500,000 kişiden birinde meydana geldiği tahmin edilmektedir.

Kalıtım Paterni

MAN2B1 genindeki mutasyonlar alfa-mannosidoza neden olur. Bu gen, alfa-mannosidaz enzimini yapmak için talimatlar sağlar. Bu enzim lizozomlarda çalışır. Enzim lizozomlar içinde, belirli proteinlere (glikoproteinler) bağlı oligosakkaritlerin parçalanmasına yardımcı olur. Özellikle, alfa-mannosidaz enzimi mannoz adı verilen şeker molekülü içeren oligosakkaritlerin parçalanmasına yardımcı olur.

MAN2B1 genindeki mutasyonlar, alfa-mannosidaz enziminin mannoz içeren oligosakkaritlerin parçalanmasındaki rolünü yerine getirme kabiliyetine müdahale eder. Bu oligosakkaritler lizozomlarda birikir ve hücrelerin arızalanmasına ve sonunda ölmesine neden olur.

Şekil 2. Oligosakkarit birikimi sonucu koful oluşturan bir lenfosit ve  normal lenfosit elektron mikrografisi. A. Alfa-mannosidoz hastasında koful oluşturan bir lenfosit. B. Normal olan bir lenfosit.

Dokular ve organlar, oligosakkaritlerin anormal birikimi ve ortaya çıkan hücre ölümü nedeniyle hasar görür ve alfa-mannosidozun karakteristik özelliklerine yol açar.

Teşhis Yöntemleri Ve Tedaviler

Lizozomal depo hastalığı olan alfa-mannosidozdaki ana klinik özellikler diğer lizozomal depo hastalıkları ile örtüşebilir. Bununla birlikte, bu diğer lizozomal depo hastalıkları ile ilişkili ayırt edici klinik özellikler, klinik laboratuvarlarda biyokimyasal testlerin mevcudiyeti ve doğal geçmişlerinin anlaşılması, bunların birbirinden ayırt edilmesine yardımcı olmaktadır.

Alfa-mannosidoz ön tanısı konulan bir kişide hastalığın ve hastalık için gerekli kişisel tedavilerin belirlenmesi için, aşağıdaki değerlendirmeler önerilir:

  • Hastanın işitme kaybı, sinirlilik, depresyon; sosyal, ev, okul veya işle ilgili aktivitelerde veya yürüme mesafesindeki değişiklik; ishal veya idrar tutamama, kas ağrısı, eklem ağrısı, azalmış hareket aralığı ve kemik ağrısı gibi şikayetlerinin tıbbi öyküsünün belirlenmesi gerekmektedir.
  • Otoskopi, oftalmoskopi, karaciğer ve dalak boyutunun değerlendirilmesi, kalp ve akciğerlerin oskültasyonu, yürüyüş dahil nörolojik durum ve eklem hareket açıklığının ortopedik değerlendirmesini içeren fizik muayene yapılmalıdır. Çocuklarda standart büyüme çizelgeleri kullanarak boy, ağırlık ve özellikle baş çevresinin büyüklüğü ölçülüp büyüme değerlendirilmelidir.
  • İşitme bozukluğu ve orta kulak enfeksiyonlarını tespit etmek için bir kulak burun boğaz uzmanı tarafından muayene edilmelidir.
  • Kornea opasiteleri, miyopi, hipermetropi ve şaşılık açısından oftalmolojik olarakdeğerlendirilmelidir.
  • Fonksiyonel seviyeyi ve öğrenme kapasitesini belirlemek için nöropsikolojik testler uygulanmalıdır.
  • Sistemik lupus eritematozusu (SLE) hariç tutmak için klinik muayene ve immünolojik testler (örn., Antinükleer antikorlar, anti-ds-DNA antikorları) ile kan testleri yapılmalıdır.
  • Başın düz radyografileri, dizler (ön-arka görünüm), omurga (yan görünüm) ve herhangi bir semptomatik bölgenin iskelet değerlendirmesi yapılmalıdır.
  • Yaşlı bireylerde osteopeni veya osteoporozu tespit etmek için kemik dansitometrisi uygulanmalıdır.
  • Özellikle hidrosefali belirtileri ve semptomları varsa (örneğin, baş ağrısı, artan yürüyüş ataksisi, bulantı) ventriküllerin boyutunun ve serebellumun şeklinin ve boyutunun değerlendirilmesi için beynin BT taraması yapılmalıdır.
  • Bir klinik genetik uzmanı ve / veya genetik danışman ile konsültasyon.

Çok semptomatik bir hastalığın karakteristik bulgularının tanımlanması üzerine aşağıda açıklanan testlerin sonuçlarına dayanarak alfa-mannosidoz tanısı konulmasına yardımcı olunabilir.

İdrarda oligosakkaritler: İdrardaki mannoz açısından zengin oligosakkarit konsantrasyonlarını ölçmek için bir ön araştırma yapılabilir. Mannoz zengini oligosakkaritlerin yüksek idrar atılımı düşündürücüdür, ancak hastalığın tanısı için yeterli değildir.

Alfa-mannosidaz aktivitesi: Tanı, bir florometrik analiz yoluyla lökositlerde veya diğer çekirdekli hücrelerdeki alfa-mannosidaz aktivitesinin ölçülmesi ile doğrulanır. Bu test, genetik testle birlikte en güvenilir tanı yöntemidir.

Genetik test: Hastalığa neden olan mutasyonun, periferik kan örneği kullanılarak polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) amplifikasyonu ile tanımlanması güvenilir bir tanı yöntemidir.

Uygulanan Tedaviler

Konjenital alfa-mannosidoz için bir tedavi yoktur ve genel olarak, ortaya çıkan komplikasyonları önlemek amacıyla hastalığın yönetimi ele alınır. Aşılar, antibiyotikler, işitme cihazları, gözlükler, ortopedik ve diğer yardımcı cihazlar, eğitim müdahaleleri ve konuşma terapisi gibi bireysel semptomlara yönelik tedaviler gerektiği şekilde önerilir. Sağlığı ve tedaviye yanıtı izlemek için düzenli takip önerilmektedir.

Araştırılmakta Olan Tedaviler

Kemik iliği nakli

Alfa-mannosidoz tedavisinde kemik iliği nakli denenmiştir. Kemik iliği nakli ile erken tanı ve hızlı tedavi, bilişsel gerilemeyi önleme ve semptomları iyileştirme şansını arttırır. Bununla birlikte, bu potansiyel tedavinin uzun vadeli güvenliğini ve etkinliğini belirlemek için daha fazla araştırmaya ihtiyaç vardır. Prosedürü ciddi komplikasyon riski taşır. Kemik iliği naklinden sonra, normal gelişim sağlanamamasına rağmen, etkilenen bireyler gelişimsel ilerleme kaydetmiştir. En iyi donör ailesel HLA-özdeş olandır, ancak çoğu zaman bu tip donör tanımlanamaz, bu durumda enzim replasman tedavisi (ERT) en iyi seçenek olarak belirlenebilir.

Gen Terapisi

Gen terapisi ayrıca bazı lizozomal depo bozuklukları için olası bir tedavi olarak araştırılmaktadır. Aktif enzim üretebilen normal genin kalıcı transferi göz önüne alındığında, bu tedavi şeklinin teorik olarak bir tedaviye yol açması muhtemeldir. Bununla birlikte, şu anda, gen terapisi başarılı olmadan önce çözülmesi gereken birçok teknik zorluk vardır.

Hastalıkla İlişkili Genler

MAN2B1geni

Hastalığın Diğer İsimleri

Alfa-D-mannosidoz

Alfa-mannosidaz B eksikliği

Alfa-mannosidaz eksikliği

Lizozomal alfa B mannosidoz

Lizozomal alfa-D-mannosidaz eksikliği

Mannosidoz

Kaynaklar

  1. https://www.ncbi.nlm.nih.gov/books/NBK1396/
  2. https://ghr.nlm.nih.gov/condition/alpha-mannosidosis#
  3. https://www.omim.org/entry/248500?search=Alpha-mannosidosis&highlight=%22alpha%20mannosidosi%22%20%22alpha%7Cmannosidosi%22%20%28alphamannosidosi%7C%20%29%20alphamannosidosi#populationGenetics
  4. https://rarediseases.org/rare-diseases/alpha-mannosidosis/
  5. https://ojrd.biomedcentral.com/articles/10.1186/1750-1172-3-21
Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

ALLAN-HERNDON-DUDLEY SENDROMU

Genel Tanım

  Allan – Herndon – Dudley sendromu (AHDS) ciddi derecede zihinsel gelişim, dizartri, atetoid hareketler, kas hipoplazisi ve spastik parapleji ile karakterize X’e bağlı bir durumdur.  Sadece erkeklerde meydana gelen bu durum, gelişimi doğumdan önce bozar. Hastalık, etkilenen erkeklerde konuşmayı ve iletişim yeteneğini kısıtlamış olsa da, diğer insanlarla iletişimde eğleniyor gibi görünüyorlar.

 Allan-Herndon-Dudley sendromlu çocukların çoğunda zayıf kas tonusu (hipotoni) ve birçok kasın az gelişmesi (kas hipoplazisi) durumu vardır. Yaşlandıkça, genellikle belirli eklemlerin hareketini kısıtlayan kontraktür denilen eklem bozuklukları geliştirir. Anormal kas sertliği (spastisite), kas zayıflığı ve kolların ve bacakların istemsiz hareketleri de hareketliliği sınırlar. Sonuç olarak, Allan-Herndon-Dudley sendromlu birçok insan bağımsız olarak yürüyemez ve yetişkinlikte tekerlekli sandalye kullanımı mevcuttur.

  Klinik Tanım

  Hastalık spastisiteye (kontraktürler, Babinski işareti ve klonus) ilerleyen ve genellikle yaşamın erken döneminde saptanabilen konjenital hipotoni (doğumda veya yaşamın ilk haftalarında / aylarında görülür) olarak kendini gösterir. Hiperrefleksi, daha sonra yaşamda ortaya çıkar. Etkilenen erkekler de bebeklik ve erken çocukluk döneminde, motor dönüm noktaları gecikmesi ve baş ve desteklemede zorluk olarak ortaya çıkan kas hipoplazisi ve genel kas zayıflığı ile kendini gösterir. Hastaların% 100’ünde hipotoni ve ciddi zihinsel eksiklik vardır. Şiddetli psikomotor gecikme en başından itibaren mevcuttur (motor ve dil dönüm noktalarının gecikmesi) ve özerkliğe asla ulaşılamaz. Yüz, zaman içinde gelişen ayırt edici özelliklere sahiptir: açık ağız, çadırlı üst dudak, pitoz(sarkma) , kulakların anormal katlanması, burun ve kulakların yumuşak dokusunun kalınlaşması ve kalkık kulak memeleri. Uzun, ince eğik ayaklar da tipiktir. Oküler belirtiler (yani döner nistagmus ve ayrık göz hareketleri) nadirdir. Nöbetler ve kilo alım problemleri bazı hastalarda bildirilmiştir. Hipotoni ve kas hipoplazisinin bir sonucu olarak düşünülen , pektus ekskavatum ve skolyoz bulunabilir.

  Epidemeyoloji

 Bugüne kadar literatürde 320 hastalıktan etkilenen bireye sahip en az 132 aile bildirilmiştir. Yaygınlık bilinmemekle birlikte, bir çalışma, etiyolojisi bilinmeyen zihinsel özürü olan erkeklerin% 1.4’ünde AHDS’yi tanımlamıştır. Sadece erkekler etkilenir.

  Kalıtım Kalıbı

Bu durum X’e bağlı resesif, kalıtsaldır. Hastalığa neden olan mutasyona uğramış gen , iki cinsiyet kromozomundan biri olan X kromozomu üzerinde bulunuyorsa, durum X’e bağlı olarak kabul edilir. Sadece bir X kromozomu olan erkeklerde , her hücrede genin değiştirilmiş bir kopyasının bulunması, hastalığa neden olmak için yeterlidir. İki X kromozomu olan kadınlarda, bozukluğa neden olmak için genin her iki kopyasında da mutasyon bulunmalıdır. Erkekler X’e bağlı resesif bozukluklardan kadınlardan daha sık etkilenir. X’e bağlı kalıtımın bir özelliği, babaların X’e bağlı özellikleri, oğullarına geçirememesidir.

  Teşhis Yöntemleri

 Tanı, klinik bulgulara ve diğer  tiroid hormonu  serum düzeylerinin varlığına dayanır: erkeklerde anormal derecede yüksek 3,3 ‘, 5’-triiyodotironin (T3), düşük ila normal serbest tetraiyodotironin (T4) seviyeleri ve normal ila hafif yüksek tiroid uyarıcı hormon (TSH) seviyeleri vardır. SLC16A2 genindeki mutasyonları gösteren moleküler genetik test tanıyı doğrular.

  Yönetim ve Tedavi

 Şu anda, AHDS için herhangi bir tedavi mevcut değildir ve yönetim destekleyici önlemlerden oluşur. Fiziksel, mesleki ve konuşma terapisi faydalı olabilir. Distoni, antikolinerjikler, L-DOPA, karbamazepin veya lioresol gibi bazı ilaçlarla tedavi edilebilir. Nöbetler  mevcut olduğunda, standart antiepileptik ilaçlarla kontrol edilebilir. Hipotiroidizm tedavisi yararlı görünmemektedir.

  Hastalıkla İlgili Genler

 AHDS, tiroid hormonu T3 için spesifik bir taşıyıcı olan monokarboksilat taşıyıcı 8’i (MCT8) kodlayan SLC16A2 genindeki (Xq13.2)  mutasyonlardan kaynaklanır . Nörolojik sorunlar, tiroid hormonu T3’ün bazı nöronal hücrelere taşınamamasından kaynaklanabilir.

  Prognoz

 Birkaç hasta 60’larında hayatta kalmasına rağmen, çoğu hasta bağımsız olarak oturamadığı, ayakta duramadığı veya yürüyemediği için genel yaşam beklentisi tehlikeye giriyor ve yaşam kalitesi ciddi şekilde etkileniyor.

  Diğer İsimleri

  1. AHDS
  2. Allan-Herndon sendromu
  3. Monokarboksilat taşıyıcı-8 eksikliği
  4. Triiyodotironin direnci
  5. T3 direnci
  6. Zihinsel yetersizlik ve kas atrofisi
  7. Hipotoni ile X’e bağlı zihinsel engel

  Kaynakça

  1. https://www.orpha.net/consor/cgi-bin/Disease_Search.php?lng=EN&data_id=1315&Disease_Disease_Search_diseaseGroup=ALLAN—HERNDON—DUDLEY-Syndrome&Disease_Disease_Search_diseaseType=Pat&Disease(s)/group%20of%20diseases=Allan-Herndon-Dudley-syndrome&title=Allan-Herndon-Dudley%20syndrome&search=Disease_Search_Simple
  2. https://ghr.nlm.nih.gov/condition/allan-herndon-dudley-syndrome#
  3. https://omim.org/entry/300523?search=allan%20herndon%20dudley%20syndrome&highlight=%28syndrome%7Csyndromic%29%20allan%20dudley%20herndon
  4. https://rarediseases.org/gard-rare-disease/5617/allan-herndon-dudley-syndrome/
  5. https://www.researchgate.net/figure/Facial-appearance-of-a-female-with-Alan-Herndon-Dudley-syndrome-AHDS-and-de-novo_fig1_5455175
Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

X’e BAĞLI RESESİF OKÜLER ALBİNİZM

Genel Bilgi

Oküler albinizm tip I (OA1) veya X’e bağlı oküler albinizm, oküler albinizmin en yaygın şeklidir. İlk kez 1909’da Nettleship tarafından tanımlanmıştır. Oküler albinizm, X’e bağlı resesif bir genetik hastalık olarak kalıtsaldır. X’e bağlı olduğu için hastalık büyük çoğunlukla erkeklerde görülür ve görme bozuklukları ile karakterize genetik bir hastalıktır. Görme bozuklukları doğumda mevcuttur yani konjenitaldir ve zamanla daha şiddetli hale gelmez. Oküler albinizm, öncelikle gözdeki pigment üretimini etkiler. Sinirlerde retinadan beyne giden anormal bağlantılar, gözlerin birlikte hareket etmesini, izlemesini önler ve derinlik algısını azaltır. Gözler istemsiz bir şekilde ileri geri hareket edebilir.

[1,3]

Belirti ve Semptomlar,

Oküler albinizm öncelikle gözdeki pigment üretimini etkiler. Oküler albinizmde gözlerin ileri geri hareketi (nistagmus), görme bozukluğu, bazı kişilerde yarı saydamlıkla birlikte gelişen  iris pigmentinin azalması (hipopigmentasyon), retina pigmentinin azalması, albinotik fundus, maküler hipoplazi, fovea gelişiminin olmaması (foveal hipoplazi) dahil olmak üzere çeşitli görme sorunları ortaya çıkabilir. Hastalarda derinlik algısında azalma meydana gelebilir. Gözlerin birlikte hareketi ve izlemesi azalabilir. Çapraz gözler (şaşılık) ve ışığa duyarlılık (fotofobi) de yaygındır.  X’e bağlı konjenital nistagmus 6, oküler albinizm ile birlikte gelişebilen bir allelik hastalıktır. Etkilenen bireyler, görüş netliğini artırmak için genellikle başlarını çevirir veya sallar. Görme bozuklukları doğumda mevcuttur ve zamanla daha şiddetli hale gelmez. Etkilenen bireyler genellikle normal cilt ve saç pigmentasyonuna sahiptir.

İlerleyen zamanlarda yapılan çalışmalar ve araştırmalar ile oküler albinizmin yalnızca gözleri değil melanozomlar (melanin içeren organel) üzerinde de olumsuz bir durum oluşturabileceği gösterilmiştir. X’e bağlı oküler albinizmi olan Kafkaslar ve siyah tenliler ile yapılan histopatolojik bazı çalışmalar ile, hasta erkeklerin ve heterozigot dişilerin, epidermis melanositlerinde ve keratinositlerinde dev melanozomların varlığı belirlenmiştir (O’Donnell ve ark., 1976; O’Donnell ve ark., 1978; Garner ve Jay, 1980). Etkilenen erkekler bazen ciltlerinde hafif bir hipopigmentasyon gösterir ve sıklıkla vücutlarında konjenital hipopigmente maküller (leke, lezyon) ve bölgeler vardır.

              X’e bağlı kalıtılar bir hastalık olduğundan, hastalığın sonuçları, semptomları heterozigot veya homozigot olma durumuna göre ve kadın veya erkek olma durumuna göre değişiklik göstermektedir.

              Etkilenen erkekler görüş keskinliğinde azalma, yarı saydam irisler, konjenital nistagmus, fotofobi, foveal refleksleri olmayan fundusun hipopigmentasyonu ve yüksek şaşılık insidansına sahiptir. Renk körlüğü etkilenen bazı erkeklerde belirtilmiş olsa da (Forsius and Erkisson,1964), çoğunlukla renk görmede bir sorun meydana gelmemektedir.

              X’e bağlı oküler albinizm için heterozigot olan dişiler yani taşıyıcılar, normal görsel fonksiyonlarına rağmen, genellikle funduslarında (göz yuvarlağının arkasındaki alan) karakteristik ve sıklıkla çarpıcı değişikliklere sahiptir. Bu değişiklikler normal veya hiperpigmente retinanın bölgeleri arasına serpiştirilmiş periyotta hipopigmentasyon alanlarından oluşurken, arka kutuplar genellikle pigment epitelinde bir beneklenme gösterir. Normal fundus durumları da heterozigotlukta gösterilmiştir. Aynı zamanda heterozigot dişilerin irisleri sıklıkla yarı saydamlık göstermektedir.

(Şekil 1) [3]

X’e bağlı resesif oküler albinizmde, heterozigot durumda meydana gelen yarı saydam iris gösterilmiştir.

(Şekil 2) [3]

Heterozigot bir bireyin epidermisinin bazal laminası elektron mikroskopu gösterimiştir. Makromelanozom ok ile işaret edilmiştir (x 5.400).

(Şekil 3) [5]

Üç farklı yaştaki erkek hastanın retinal kalınlığı, OCT haritası (optik koherens tomografi), fundus görüntüsü ve multifokal elektroretinografi (ERG) sonuçları verilmiştir. Bir tane de heterozigot taşıyıcı sonuçları da karşılaştırma yapılması açısından eklenmiştir.

[1, 2, 3, 5]

Genetik

Oküler albinizm, X’e bağlı resesif bir genetik hastalık olarak kalıtsaldır. Hastalığın insidansı 20.000 erkek çocuk doğumunda 1’dir.

404 amino asitlik bir proteini kodlayan, X kromozomu üzerindeki (Xp22)  G proteinine bağlı reseptör 143 (GPR143) genindeki mutasyonlar, oküler albinizm ile ilişkilendirilirler. Bu protein, göz ve melanositlerin retinal pigment epitelinde (RPE) eksprese edilir. GPR143, melanin pigment oluşumunun düzenlenmesinde rol oynayan premelanozomal protein MART1 ile etkileşime girer. MART1, GPR143 için bir şaperon proteini olarak işlev görebilir. GPR143’teki mutasyonlar, anormal fibril oluşumuna eşlik eden genişlemiş anormal premelanozomlara neden olur. Premelanozom, pigment hücresindeki melanin pigment üretiminin hücre içi konumudur. Premelanozomlarda melanin pigment sentezinde de bir azalma vardır. Derideki melanozomlarında bozukluklar da mevcuttur, ancak cilt ve saç pigmentinin miktarını azalttığı görülmemektedir.

GPR143’ün, melanin pigment yolunda bir ara metabolit olan L-DOPA (L-3,4-dihidroksifenilalanin) için bir reseptör olduğu düşünülür ve retinada hücre içi sinyalleşmeye katılıyor olabilir. OA1 ile ilişkili mutasyonların çoğu eksik anlatım ile ilgili (missense) mutasyonlardır, fakat anlamsız (nonsense), çerçeve kayması ve splice bölgesi mutasyonları (splice site mutations) da rapor edilmiştir. Bir veya daha fazla ekson dahil olmak üzere birkaç büyük delesyon da bildirilmiştir.

Bazı durumlarda SHROOM2 gibi flanking genler de dahil edilebilir, ancak bu ilave genlerin pigmentasyondaki değişikliklerle ilişkili olmadığı, ancak oküler albinizm tip 1 sendromunda yer alabileceği gösterilmiştir.

Dişilerin iki X kromozomu vardır, ancak X kromozomlarından biri “kapatılır” ve bu kromozom üzerindeki genlerin çoğu inaktive edilir. X kromozomlarından birinde mevcut bir hastalık geni olan dişiler bu hastalığın taşıyıcılarıdır. Taşıyıcı dişiler genellikle bozukluğun belirtilerini göstermez, çünkü X kromozomunun inaktivasyonu rastgeledir ve genellikle gözdeki hücrelerin yarısında normal X kromozomu aktifleşir ve normal görme ile sonuçlanır.

(Şekil 4) [6]

X’e bağlı resesif bir hastalık olduğundan erkekler çoğunlukla hasta olurken kadınlar taşıyıcı olabilirler. Baba hasta, anne hasta ise ise kız çocuk da %100 oranda hasta olur. Kız çocuğa heterozigot bir şekilde geldi ise taşıyıcı olur. Anne taşıyıcı ise erkek çocuklar %50 hasta, hasta ise %100 hasta olur.

Bazı GPR143 mutasyonlarının erkeklerde X’e bağlı konjenital nistagmus ile sonuçlandığına dair kanıtlar vardır.

Tanı

Oküler albinizm tanısı karakteristik göz bulgularına dayanmaktadır.

-Erkekler için:

Oftalmolojik testler yapılır.  İnfantil nistagmus, irisin hipopigmentasyonu, oküler fundusun hipopigmentasyonu, foveal hipoplazi. azaltılmış görme keskinliği, anormal optik yol görüntüleri açısından incelemeler yapılır.

               İnfatil nistagmus, genellikle yaşamın ilk üç ayında gelişir ve yaşamın ilerleyen döneminde semptom bir düşüş gösterse de nadiren tamamen düzelir. Genellikle yakın mesafeden görüş, uzak mesafeden görüşe göre daha iyidir. İris pigment epitelinin (IPE) hipopigmentasyonu, iris transillüminasyonuna sebep olur. İris pigment epiteli, irisin arka tabakasındadır. Oküler fundusun hipopigmentasyonu, retinal pigment epitelinde (RPE) azalmış pigment konsantrasyonundan kaynaklanır. Foveal hipoplazi, foveal çukurun (umbo) ve halka şeklindeki foveal refleksin azalması veya yokluğu ile karakterizedir. XLOA ilerleyici olmayan bir hastalıktır ve görme keskinliği tipik olarak gençliğin ortasına veya biraz daha sonuna kadar yavaşça ilerler ve daha sonra yaşam boyunca stabil kalır. Çeşitli albinizm formlarında MR görüntülemesi, optik kiazmanın boyut ve konfigürasyonunda normal kontrollere göre farklılıklar bulmuştur.

Dermatolojik olarak, saçta ve deride hipopigmentasyo görülür. Deri renk spektrumu geniştir ve diğer albinizm formlarının tüm spektrumlarını aşar.

-Heterozigot dişiler için:

              Genel etnik ve ırka özgü deri ve adneksiyal pigmentasyona bağlı olarak, heterozigot dişiler iris transillüminasyonunu ve vasküler arcade dışında daha dramatik hale gelen retina pigment epitelinin kalın lekeli hipo ve hiperpigmentasyonu gösterebilir. Bazı taşıyıcılar, izole edilmiş hipopigmente cilt lekelerine sahiptir. Nadiren, infantil nistagmus, foveal hipoplazi, azalmış görme keskinliği ve oküler yapıların dağınık hipopigmentasyonunu gösteren heterozigot dişiler belirtilmiştir.

-Hastalığın moleküler tanısı:

Hastalığın moleküler test ile tanısının konulması ve kesin bir şekilde kanıtlanması mümkün olabilmektedir.

GPR143 geni için moleküler genetik test, etkilenen erkeklerin yaklaşık %90’ındaki mutasyonları tespit eder ve tanıyı doğrulamak için kullanılabilir. XLOA tanısı, GPR143’te patojenik bir varyant tanımlaması ile bir probanda konulur. Moleküler test mevcut değilse, cilt biyopsisinde makromelanozomların bulunması da tanıyı koyacaktır.

Moleküler test yaklaşımları, tek gen testini ve bir multigen panelinin kullanımını içermektedir. Tek gen testinde GPR143’ün önce sekans analizi yapılır, ardından patojenik bir değişken bulunmazsa gen hedefli delesyon/dublikasyon analizi yapılır. Multigen panelde ise GPR143 ve diğer ilgili genleri içeren çokgenli bir panel uygulanır. Panele dahil edilen genler ve her bir gen için kullanılan testlerin tanısal duyarlılığı laboratuara göre değişir ve zaman içinde değişmesi muhtemeldir. Panelde kullanılan yöntemler sekans analizi, delesyon/dublikasyon analizi ve/veya sekanslama tabanlı olmayan diğer testleri içerebilir.

Tedavi

              Oküler albinizm tanısı konulan bireyler hastalığın gidişatını, kapsamını belirlemek için düzenli olarak muayeneye devam etmektedirler.

Gözlük veya kontakt lensler görüşü büyük ölçüde arttırmaktadır. Güneş gözlüğü kullanımı veya göze siper olucak kenarı olan şapkalar (snapback şapka gibi) güneş hassasiyetinin azaltılmasına yardımcı olabilir. Gözde ışığın kırılması ile ilgili problemler, erkenden uygun gözlük kullanımına başlanmasıyla düzeltilebilir. Nistagmus sebepli anormal baş duruşunu düzeltmek için prizmatik gözlük önerilmektedir. Şaşılık için cerrahi operasyon şart değildir ancak estetik bakımdan istenirse yapılabilmektedir.

Yaşa uygun güneş koruyucu losyonlar ve giysiler için dermatolojik danışma verilmektedir.

Hastalığın Diğer İsimleri

Oküler albinizm tip I (OA1)     ,

X’e bağlı oküler albinizm (XLOA),

Nettleship-Falls ocular albinism

Kaynaklar

  1. https://rarediseases.org/rare-diseases/ocular-albinism/
  • JAEGER, C., JAY, B., 1981, X-Linked  Ocular  Albinism, Hum Genet, 56, 299-304.
https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/7239514/
  • NUSINOWITZ, S., SARRAF, D., 2008, Retinal Function in X-linked Ocular Albinism (OA1), Current Eye Research, 33, 789–803.
https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/18798082/
Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

ALBERS-SCHÖNBERG OSTEOPETROZU

Genel Bilgi

Osteopetrozis, kemiklerin anormal şekilde yoğunlaşması ve kırılmaya yatkın olmasına neden olan nadir, kalıtsal bir iskelet hastalığıdır. Semptomlar ve şiddetleri çok değişken olabilir. Yenidoğanda ortaya çıkan, hayati tehlikesi olan belirtileri (kemik iliği yetersizliği vb.) olabildiği gibi, tesadüfi olarak röntgende bulunarak da teşhis konabilir. Semptomların şiddetine ve ortaya çıkma yaşına bağlı olarak bireyde kemik kırıkları, kısa boy, kompresif nöropati (sinirlerde baskı), tetanik kasılmaya eşlik eden hipokalsemi ve yaşamı tehdit eden pansitopeni (kan hücrelerinin eksikliği) görülebilir. Nadir vakalarda nörolojik bozulma ya da diğer vücut sistemlerinde de sorunlar görülebilir. Osteopetrozisin otozomal dominant (baskın), otozomal resesif (çekinik) veya X’e bağlı olarak kalıtılan tipleri vardır. Otozomal Dominant Osteopetrozis (Albers Schöngen Hastalığı), genelde hastalığın en hafif tipidir. Etkilenen bireylerin bazılarında hiç belirti görülmez. Belirti gösteren hastalarda ise kemik kırıkları, omurga eğriliği (skolyoz) ya da diğer omurga anomalileri, kalçada eklem iltihabı (artrit) ve kemik iltihabı (osteomiyelit) bulunabilir. Bu problemler genelde çocukluk çağının sonlarında ya da ergenlikte belli olur. Tedavi yaklaşımları semptomlara ve belirtilerin şiddetine göre değişiklik gösterir.

Belirti ve Semptomlar

Belirtiler kişiden kişiye birçok farklılık gösterebilir. Başlıca belirtiler şunlardır:

  • Kemiklerde şekil anomalileri
  • Kemiği besleyen damarlarda kan akımının azalması sonucu doku ölümü (avasküler nekroz)
  • Kemik ağrıları
  • Yüz felci (Bell paralizi)
  • Eklem çıkıkları
  • Kafatasının normalden büyük olması (makrosefali)

Görülme Sıklığı

Albers Schöngen Hastalığı, osteopetrozis tipleri arasında en sık görülenidir. 20,000 kişiden 1’ini etkiler. Otozomal dominant kalıtım gösterdiği için bireyde genin bir anormal kopyasının bulunması hastalığın oluşması için yeterlidir. Genelde mutasyonlu gen, hastalığa sahip ebeveynden aktarılır.

Kaynak: http://www.eurogentest.org/index.php?id=268

Genetik Değişiklikler

En az 9 gende meydana gelen mutasyonların, farklı tiplerdeki osteopetrozise neden olabildiği bilinmektedir. CLCN7 genindeki mutasyonlar, Otozomal Dominant Osteopetrozis vakalarının yaklaşık %75’inden sorumludur. Diğer genlerdeki mutasyonlar daha az yaygındır. Osteopetrozis vakalarının %30’unda hastalığın nedeni bilinmemektedir.

Osteopetrozisle ilişkili genler, osteoklast denen özelleşmiş hücrelerin yapımından, gelişiminden ve fonksiyonunun düzenlenmesinden sorumludurlar. Osteoklast hücreleri, kemik yapım-yıkım döngüsünde (remodelasyon) kemik dokusunun yıkımından sorumludur. Bu, eski kemik dokusunun yıkılıp onun yerine yeni kemik oluşumunun gerçekleştiği normal bir döngüdür. Kemik remodelasyonu, kemiğin sağlıklı ve güçlü kalmasını sağlamak amacıyla çok sıkı bir şekilde kontrol edilir. Osteopetrozise neden olan genlerdeki mutasyonlar, osteoklast hücrelerinin kaybına veya anormal hücrelerin oluşumuna yol açar. Düzgün işlev göremeyen osteoklastlar, yeni kemik oluşurken eski kemiğin yıkımını sağlayamaz. Sonuç olarak kemikler yoğun/ kalın bir hal alır. Ayrıca yapıları da bozuk olan kemikler kırılmaya yatkın olurlar.

Teşhis Yöntemleri

Tanı, klinik bulgulara ve çoğu zaman iskeletin radyografik görüntülenmesine dayanır. Hastalığın kesin tanısı için ise genetik testler uygulanabilmektedir.

Kaynak: https://www.aboutkidshealth.ca/Article?contentid=873&language=English

Tedavi Yöntemleri

Günümüzde osteopetrozise karşı etkili bir tedavi yöntemi yoktur. Uygulanan destekleyici tedaviler belirtileri azaltmaya yöneliktir.

Hastalığın Diğer İsimleri

Otozomal Dominant Osteopetrozis Tip 2, OPTA2

Kaynakça

https://ghr.nlm.nih.gov/condition/osteopetrosis#
https://rarediseases.info.nih.gov/diseases/383/albers-schnberg-osteopetrosis
https://www.orpha.net/consor/cgi-bin/OC_Exp.php?lng=EN&Expert=53

Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

ALAGİLLE SENDROMU

Hastalığın Diğer İsimleri

  • Alagille-Watson sendromu
  • arteriohepatik displazi
  • periferik pulmoner darlığı olan kolestaz
  • sendromik safra kanalı azlığı

Genel Tanı

Alagille sendromu, genellikle 5 ana klinik anormallik ile birlikte kolestaz, kalp hastalığı, iskelet anormallikleri, oküler anormallikler ve karakteristik bir yüz fenotipi ile tanımlanmış otozomal dominant bir hastalıktır. Kolestaz, safra kanallarındaki bazı rahatsızlıkların doğrudan bir sonucudur. Hastaların yaklaşık% 39’unda böbrek rahatsızlığı görülür, özellikle renal displazi vardır. Ek semptomlar arasında kalp üfürümleri, konjenital kalp kusurları, vertebral (sırt kemiği) farklılıkları, normalde gözdeki korneayı (arka embriyotokson) hizalayan halkanın kalınlaşması ve ayırt edici yüz özellikleri bulunur. Alagille sendromlu çoğu insanda JAG1 geninin bir kopyasında mutasyonlar vardır. Hastaların küçük bir yüzdesi (yüzde 1’den az) NOTCH2 geninde mutasyonlara sahiptir. Bu mutasyonlar otozomal dominant özellikler olarak miras alınır, ancak vakaların yaklaşık yarısında mutasyon bireyde yeni bir değişiklik (“de novo”) olarak ortaya çıkar ve bir ebeveynden miras alınmaz. ALGS’nin şu anki tahmini insidansı cinsiyet açısından hiçbir fark olmaksızın 1: 30.000 ile 1: 45.000 arasındadır.

Hastalığın Semptonları

Alagille sendromunun semptomları ve şiddeti, aynı ailenin üyeleri arasında bile bir kişiden diğerine büyük ölçüde değişebilir. Bazı bireyler, neredeyse fark edilmeyecek hafif bir bozukluğa sahip olabilir; diğer bireylerde potansiyel olarak hayatı tehdit eden komplikasyonlara neden olabilecek ciddi bir hastalık şekli olabilir. Etkilenen bireylerin aşağıda tartışılan semptomların hepsine sahip olmayabileceğini belirtmek önemlidir. Etkilenen bireyler, özel vakaları, ilişkili semptomları ve genel prognozu hakkında doktorları ve tıbbi ekipleriyle konuşmalıdır. Alagille sendromu, karaciğer, kalp, gözler, iskelet, böbrekler ve vücudun diğer organ sistemlerindeki anormalliklerle ilişkili olabilir. Alagille sendromunun ana bulgusu, yaşamın ilk üç ayında sıklıkla ortaya çıkan karaciğer hastalığıdır. Bununla birlikte, hafif karaciğer tutulumu olan bireylerde, daha sonraki yaşamda tanı konulamayabilir. Alagille sendromunda karaciğer hastalığı, varsa, sarılık veya hafif kolestazdan şiddetli, potansiyel olarak karaciğer yetmezliğine neden olabilecek ciddi, ilerleyici karaciğer hastalığına kadar değişebilir. Safra kanallarının sayısının azalması nedeniyle, Alagille sendromlu bireyler genellikle yaşamın ilk dört ayında sarılık ve kolestaz geliştirebilir. Kolestaz, karaciğerden safra akışının azalması veya engellenmesi anlamına gelir. Kolestaz, cildin ve gözlerin beyazlarının sararmasına (sarılık), cildin yüzeyinin hemen altında yoğun, soluk renkli dışkılar, koyu renkli idrar, yağlı yaralar veya şişliklere (ksantomlar) neden olabilir ve anormal genişlemiş karaciğer (hepatomegali) ve / veya genişlemiş dalak (splenomegali). Vücut yağları ve yağda çözünen vitaminleri (A, D, E ve K vitaminleri) düzgün bir şekilde ememediği için, etkilenen çocuklar da büyüme eksiklikleri ve gelişmede yetersizlik yaşayabilir. Yaşamsal besin maddelerinin malabsorpsiyonu ayrıca raşitizm, yumuşatılmış, zayıflamış kemikler (D vitamini eksikliği), görme sorunları (A vitamini eksikliği), zayıf koordinasyon ve gelişimsel gecikmelere (E vitamini eksikliği) ve kan pıhtılaşma sorunlarına (K vitamini eksikliği) yol açabilir.

Genetik Etkenler

Alagille sendromuna, iki genden biri olan JAG1 geni veya NOTCH2 geni mutasyonlarından kaynaklanır. JAG1 geninin mutasyonları, vakaların yüzde 88’inden fazlasında tanımlanmıştır. NOTCH2 genindeki mutasyonlar vakaların yüzde 1’inden azını oluşturmaktadır. Bu mutasyonlar otozomal dominant özellikler olarak kalıtılır. Bazı durumlarda, mutasyonlar kendiliğinden genetik değişiklik (yani yeni mutasyon) nedeniyle rastgele oluşur.

Araştırmacılar, Alagille sendromu vakalarının çoğunun, kromozom 20’nin (20p12) kısa kolunda (9) bulunan JAG1 geninin mutasyonları nedeniyle ortaya çıktığını belirlediler. Alagille sendromu vakalarının yaklaşık yüzde 6-7’sinde, bireylerin JAG1 geninin tamamen silinmesi veya kaybı vardır. Bu bireyler, silinmenin ne kadar büyük olduğuna ve kromozom 20 üzerindeki diğer genlerin ne olduğuna bağlı olarak daha ciddi bir Alagille sendromu formuna sahip olabilir. Araştırmacılar, NOTCH2 geninin kromozom 1’in (1p13-p11) kısa kolunda bulunduğunu belirlediler.

Hastalığın Görülme Sıklığı

Alagille sendromu erkekleri ve kadınları eşit sayıda etkiler. Alagille sendromu insidansının genel popülasyondaki 30.000-45.000 kişide yaklaşık 1 olduğu tahmin edilmektedir. Bazı Alagille sendromu vakaları teşhis edilmemiş veya yanlış teşhis edilmiş olabilir, bu da genel popülasyonda Alagille sendromunun gerçek sıklığını belirlemeyi zorlaştırır.

Hastalığın Standart Tedavileri

Alagille sendromunun tedavisi, her bir kişide belirgin olan spesifik semptomlara yöneliktir. Tedavi, bir uzman ekibinin koordineli çabalarını gerektirebilir. Çocuk doktorları, gastroenterologlar, kardiyologlar, göz doktorları ve diğer sağlık uzmanlarının, çocuğun tedavisini sistematik ve kapsamlı bir şekilde planlaması gerekebilir. Alagille sendromlu bireylerin kalp, karın ve böbrek anomalilerini taramak için karın ultrasonu ve bir tarama gözü (oftalmoloji) muayenesi için temel bir ekokardiyogram (kalbin ultrasonu) olması gerekir. Spesifik semptomlar, anestezi veya sedasyona gerek kalmadan çalışma boyunca oturabilecek kadar yaşlı çocuklar için başın kan damarlarının (MRI / MRA) bir tarama görüntüleme çalışması önerilir. Malabsorbsiyonu olan bireyler için vitamin ve besinlerle tamamlayıcı tedavi şarttır. Bu tedavi A, D, E ve K vitaminlerini geri yüklemeyi içerebilir. Küçük çocuklara orta zincirli trigliseritlerle formül verilebilir, çünkü bu yağ formu kolestaz olan Alagille sendromlu kişiler tarafından daha iyi emilir. Bazı durumlarda, etkilenen çocukların burundan mideye giden bir tüpten (nazogastrik tüp) veya karın duvarındaki ve midedeki küçük bir insizyonla (gastrostomi tüpü) doğrudan mideye yerleştirilen bir tüp yoluyla ekstra kalori alması gerekebilir.

Kaynakça

https://www.omim.org/entry/118450?search=Alagille%20syndrome&highlight=%28syndrome%7Csyndromic%29%20alagille
https://rarediseases.org/rare-diseases/alagille-syndrome/
Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

YENİDOĞAN ADRENOLÖKODİSTROFİ (ALD)

Genel Bilgi, Genetik Değişiklikler/Etken Faktörler

Yenidoğan adrenolökodistrofi (NALD), adrenal bezler(böbrek üstü bezleri) ve beynin ak maddesi dahil olmak üzere çoklu organları etkileyen kalıtsal bir hastalıktır.

Figür 1:NALD,beyin ak maddesine zarar verir ve böbrek üstü bezlerinin işleyişini bozar.

Kaynak: https://medlineplus.gov/ency/imagepages/17277.htm

NALD; Peroksizomların biyogenezindeki  ve/veya işleyişindeki kusurlardan kaynaklanan ve peroksizom biyogenez bozuklukları(PBD) olarak adlandırılan bir bozukluk ailesinin üyesi olan otozomal resesif bir bozukluktur.

Peroksizomlar, neredeyse tüm ökaryotik hücrelerde bulunan lizozomlara benzer tek membranlı organellerdir. Peroksizom, çok uzun zincirli yağ asitlerinin β-oksidasyonu, yağ asitlerinin α-oksidasyonu ve eter-lipitlerin sentezi dahil olmak üzere çeşitli metabolik işlemlerde yer alan 50’den fazla enzimi içeren özel bir enzim “fabrikası” dır. Doğru peroksizom biyogenezinde yer alan ve gerekli olan proteinlere peroksin denir(PEX). İnsanlarda en az 15 PEX geni tanımlanmıştır. PBD-ZSS, peroksin kodlayan 13 PEX geninden birindeki mutasyonlardan kaynaklanır. Bu genlerdeki mutasyonlar, anormal peroksizom biyogenezisine yol açar.

NALD’ın klinik seyri oldukça hızlı olabilir. Doğumdan sonra psikomotor gelişimin olmaması ve ardından ölüm ile ilişkilidir. Bazı hastalarda ise, daha az ciddi bir kalıtım gösterir ve hastalar gençliğinin ortalarına kadar hayatta kalırlar. Bununla birlikte bu hasalarda sensörinöral sağırlık ve retinopatiye bağlı körlük görülür. Hayatta kalan hastaların zihinsel gerilik görülür. Gelişimsel gerileme ise, lökodistrofinin  başlaması nedeniyle 3 ila 5 yaşlarında ortaya çıkar.

Belirti ve Semptomlar

NALD doğumla ya da erken bebeklik dönemlerinde başlar ancak bazen semptomlar geç bebeklik ya da erken çovukluk dönemlerie kadar teşhis edilemeyecek kadar hafiftir. Hipotoni( gevşek bebek sendromu, kasın harekete karşı gösterdiği direnç oldukça düşüktür.), nöbetler, yaygın beyin hasarları, sensörinöral işitme kaybı, periferik nöropati(el ve ayaklarda zayıflık uyuşukluk), karaciğer anormalliği, hafif yüz dismorfizmi, gelişememe ve ciddi ölçüde gecikmiş psikomotor gelişim ile karakterizedir. 

Genetik Görülme Sıklığı

PBD-ZSS (Peroksizom biyogenez bozuklukları) için tahmini doğum yaygınlığı Kuzey Amerika’da 1 / 50.000 ve Japonya’da 1 / 500.000’dir. PBD-ZSS’li hastaların yarısından fazlasında NALD-IRD formları vardır.

Kalıtım Paterni/Deseni

Yenidoğan Adrenolökodistrofi, otozomal resesif bir bozukluktur. Otozomal resesif bozuklukların kalıtım paterni figürde gösterilmiştir.

Figür: Otozomal resesif kalıtım paterni

Kaynak: https://molekulce.com/distoni-16/

Teşhis Yöntemleri ve Tedaviler

NALD’nin fizik muayenede olduğundan şüphelenilir ve biyokimyasal değerlendirme ile doğrulanır. Plazma çok uzun zincirli yağ asidi (VLCFA) konsantrasyonunun analiziyle tespit edilir.

Amniyon sıvıdan alınan örnek ile doğum öncesi tanı mükündür.

NALD için bir tedavi yoktur ve tedavi semptomatiktir. Katarakt erken bebeklik döneminde çıkarılmalı ve vizyonu iyileştirmek için gözlük kullanılmalıdır.İşitme bozukluğu için işitme cihazı kullanılması gerekebilir. Karaciğer anormalliği için Kvitamini takviyesi yapılabilir ve Primer safra asidi tedavisi ile karaciğer fonksiyonu düzelebilir. Yeterli kalori alımını sağlamak için bir gastronomi tüpü gerekebilir. Nöbetler için standart epileptik ilaçlar kullanılır. İşitme, görme ve karaciğer fonksiyonlarındaki değişiklikleri izlemek için yaşam boyu takip gereklidir.

Hastalıkla İlişkili Genler

NALD, peroksizom biyogenezinde yer alan çeşitli genlerdeki mutasyonlardan kaynaklanabilir (peroksin adı verilen proteinleri kodlayan PEX genleri). Bu genler :

  • Kromozom 7q21.2 üzerinde PEX1 geni,
  • Kromozom 12p13.31 üzerinde PEX5 geni,
  • Kromozom 1p36.32 üzerindeki PEX10 geni,
  • Kromozom 2p15 üzerindeki PEX13 geni,
  • Kromozom 22q11.21 üzerindeki PEX26 geni

Hastalığın Diğer İsimleri

  • NALD

Kaynakça

https://www.omim.org/entry/601539
Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

AKROKERATOELASTOİDOZ

Genel Bilgi

Akrokeratoelastoidoz, (AKE), otozomal dominant kalıtılan nadir bir hastalıktır ve ilk kez 1952 yılında Brezilyalı dermatolog Oswaldo Costa tarafından tanımlanmıştır. 1973 yılında Jung, ciddi derecede etkilenmiş bir aile ile önemli çalışmalar yapmıştır. 1977’de Matthews ve Harman, anneleri de etkilenmiş iki erkek kardeş üzerinde çalışmalar yapmışlardır. Hastalık, ellerin ve ayakların iç ve dış kenarlarında meydana gelen ten rengi lezyonlar, papüller ile karakterizedir. Esas olarak palmoplantar bölgelerinin yan kısmını etkileyen bir tür marjinal keratodermadır. Otozomal dominant kalıtımının yanı sıra sporadik vakalar da bildirilmiştir. Hastalık tipik olarak çocukluk çağında başlar ancak başlangıcı ergenliğe kadar da gecikebilir, bazı erişkin vakalar da bildirilmiştir. Yaşam süresi üzerine herhangi bir olumsuz etkisi olmadığından hastalık, estetik kaygının dışında iyi bir prognoza sahiptir denilebilir.

 [1, 2, 3, 6]

Belirti ve Semptomlar

Ellerin ve ayakların kenarlarında meydana gelen ten rengi küçük 2-4 mm’lik lezyonlar ile karakterize olmasının yanı sıra hastalıkta eklem üzerleri, tırnak kenarları, diz, bacağın ön yüzü, ayak ve el bileği ve üst kısımları da etkilenebilir (Şekil 1,2). 1998’de Fiallo ve arkadaşları elastoreksinin lezyonların bir özelliği olduğunu bulmuşlardır. Bu küçük papüller gün geçtikçe bir araya gelerek plaklar oluşturabilir. Lezyonlar, çoğu zaman asemptomatiktir. Sistematik bir göstergesi belirtilmemiştir. Hiperkeratoz, akantoz, hiyalinize ve homojen kollajen yapısı, elastik liflerde parçalanma ve azalma hastalığın histolojik özellikleridir. Etkilenen bölgede hafif kaşıntı, ağrı ve yanma hissi olabilir.

Güneşe maruz kalma veya travma hikayesi lezyonların ortaya çıkışını teşvik edebildiği biliniyor, özellikle sporadik vakalarda bu maruz kalmalar veya travmalar dikkate alınmaktadır. El yıkama alışkanlıkları, kıyafetler, ayakkabı sebepli tahriş gibi durumların AKE’ye sebebiyet verebileceği bilindiğinden hastalara mutlaka bunlar sorulmaktadır. Zamanla sayıda artış meydana gelebildiği belirtilmiştir. Hastalığın patogenezi hala tam olarak bilinmemektedir. Hastalık, ırk ve cinsiyet ayrımı göstermez. Hamilelik sırasında lezyonların hızlı ilerlediğine dair raporlar olsa da genellikle ilk birkaç hafta ila ay içerisinde durum stabil hale gelmektedir.

Hastalık, bilateral oluşumlu (yani iki elde de iki ayakta da gibi) olsa da unilateral, tek taraftaki organda meydana gelmiş vakalar da bildirilmiştir. Bu durumun, mosaisizm kaynaklı olabileceği öngörülmüştür.

[1, 2, 3, 4, 5, 6, 7]

(Şekil 1) [2]                                                (Şekil 2) [3]

Hastalığın Genetiği

              Sporadik vakaların olmasına rağmen Akrokeratoelastoidoz’un, birincil olarak otozomal dominant geçiş gösteren genodermatoz olduğu kabul edilmektedir (Bazı vakaların otozomal resesif geçişli olduğu da görülmüştür). Stevens ve arkadaşları 1996’da hastalığın otozomal dominant kalıtıldığını belirtmişlerdir. Palmoplantar keratodermalar (PPK) sınıflandırılırken akrokeratoelastoidoz (AKE), kalıtsal punktat palmoplanter keratoderma tip III (PPKP3) grubuna dahil edilir. AKE, PPKP’nin benign yani iyi huylu formudur.

              Jung (1973) ve Greiner (1983) önderliğinde yapılan genetik haritalandırma çalışmalarında, AKE’nin ACP1 (Asit fosfataz 1), JK (Kiddi kan grubu) ve IGKC (İmmunoglobulin kappa hafif zincir sabir bölgesi) genleri ile ilişkili olduğu bulunmuştur. Bu üç belirteç gen 2. kromozomun p kolunda (2p) yer alır. Bu sebeple hastalığın lokusunun 2p olduğu düşünülmektedir. Kromozom 2’yi içeren bu genetik anormallik ile genden eksprese olan protein kompleksinde meydana gelen değişikliğin hastalığın sebebi olabileceği ileri sürülmüştür. Yine de bunun hakkında fazla çalışma bulunmamaktadır.

(Şekil 3) [11]

              Otozomal dominant kalıtımda (Şekil 3) ebeveynlerden bir tanesi bile hasta ise çocuklarında %50 veya %100 oranında etkilenme olasılığı vardır (Hasta ebeveynin heterozigot veya homozigot oluşuna bağlı olarak). Resesifteki gibi taşıyıcı olma durumu yoktur. Sporadik vakalarda ise ailede, ebeveynlerde hastalık olmasa bile kişide görülebilir.

[1, 6, 11]

Tanı

Sporadik veya kalıtsal AKE formları arasında mikroskobik ve klinik farklar yoktur. Nadir bir hastalık olduğundan mevcut elektron mikroskop görüntüleri sınırlıdır. Elektron mikroskopisi, elastik liflerin mikrofibriler fragmantasyon ile ayrışmasını gösterir.

(Şekil 4) [5]

Elektron mikroskopisi inceliği azalan elastik fiberleri kolaylıkla gösterebilir.

Şekil 4’te bir hastanın transmisyon elektron mikroskopi (TEM) ve taramalı elektron mikroskopi (SEM) görüntüleri mevcuttur. Buna göre a, b ve c TEM; d ve e SEM görüntüleridir.

  • Normal kollajen demeti olan ince elastik fiber (CB: collagen bundle) (x 20.000)
  • Yüzey girintileri olan ince elastik fiber, oklarla gösterilmiş (x 30.000)
  • Parçalanmış elastik fiberler, granüler bozulmalar (x 20.000)
  • Parçalanmış elastik fiberler (x 1.800)
  • Horoz tepesine benzeyen girintili elastik fiberler, oklarla gösterilmiş (x 3.700)

Hastalığın klinik olarak teşhisinde daha önce belirtildiği gibi el ve ayakların iç ve dış kenarlarında mevcut ten rengi veya sarı renkli lezyonlar baz alınır. Hiperkeratoz, akantoz, hiyalinize ve homojen kollajen yapısı, elastik liflerde parçalanma ve azalma hastalığın histolojik özellikleridir. Etkilenen bölgede hafif kaşıntı, ağrı ve yanma hissi olabilir.

AKE , diğer papüller akrokeratoderma, ksantomlar, düz siğiller, piezojenik pedal papülleri vb gibi olgulara da benzediğinden tanısının konulması çok kolay olmayabilir. [5, 7, 10]

Tedavi

Lezyonlar genellikle asemptomatik olduğundan tedavi ertelenebilir. Ancak hastalarda özellikle estetik açıdan kaygılar mevcuttur. Hasta, durumun doğası ve sınırlı tedavi yöntemleri hakkında bilgilendirilmelidir.

Salisilik asit, üre, sülfür, katran ve tretinoin gibi topikal keratolitikler yani deri üzerinden uygulanan tedaviler önerilebilir. Prednizolon, antibiyotikler, izotretinoin, dapson, metotreksat ve asitretin gibi oral yolla alınan immünsupresifler ile sistemik tedavi de hastalıkta uygulanabilir. Bu tedavi yaklaşımları başarı sağlamaktadır.

Kriyocerrahi, hastalıkta denenmiştir ama yıkıcı etkilerinden dolayı tavsiye edilen bir yöntem olmamıştır.

Nelson-Adesokan ve arkadaşları, 50 mg/gün oral etretinat ile geçici bir klinik yanıt elde ederek lezyonların giderilmesini sağlamışlar ancak ilaç kullanımı kesildikten sonra lezyonların geri geldiği görülmüştür.

Erbium: YAG lazer operasyonunun tedavide kullanımı denenmiştir [10]. Bölgesel anestezi ile uygulanan bir yöntemdir. Lazer sonrası oluşan yaralar ağrısız ve herhangi bir komplikasyon olmadan iyileşmektedir. Lezyonların hafif şekilde giderildiği ve düzleştiği görülmüştür. Altı ay boyunca yapılan takipte nüks etmediği görülmüştür. Hastalığın kısmi şekilde giderilmesi ile önerilen bir tedavi olmaktadır ama tamamen bir iyileşme beklenmez.

AKE’nin tedavisi hala tartışma konusudur.

[1, 8, 9]

Hastalığın Diğer İsimleri

Acrokeratoelastoidosis (AKE) Of Oswaldo Costa,

Inverse Papular Acrokeratosis,

Collagenous Plaques Of Hand And Feet,

Palmoplantar Keratoderma, Punktat Tip III; PPKP3

Lichenoid Akrokeratoelastoidosis

Kaynaklar

  1. SONTHALIA, S., ABOOBACKER, S., 2019, Acrokeratoelastoidosis, Stat Pearls.
https://www.ncbi.nlm.nih.gov/books/NBK537067/
  • MU, E.W., MIR, A., MEEHAN, S.A., NGUYEN, N., 2015, Acrokeratoelastoidois, Dermatology Online Journal, 21(12).
https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/26990327/
  • YÜKSEK, J., SEZER, E., KÖSEOĞLU, D., MALKOÇ, F., 2010, Akrokeratoelastoidozis: Bir Olgunun Sunumu, Türkderm, 44(4), 229-231.
https://www.researchgate.net/publication/49611301_Acrokeratoelastoidosis_A_Case_Report

5.LOPES, J.F., DE ALMEIDA, H.L., DA CUNHA FILHO, R.R., VIGANO LATTMAN, B., SUITA LE CASTRO, L.A., 2018,  Ultrastructure of Acrokeratoelastoidosis, J Eur Acad Dermatol Venereol,32(5), 165-167.

https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/29080320/?from_term=Ultrastructure+of+acrokeratoelastoidosis&from_pos=1
  • PALMOPLANTAR KERATODERMA, PUNCTATE TYPE III; PPKP3
https://www.omim.org/entry/101850?search=Acrokeratoelastoidosis%20of%20Costa&highlight=acrokeratoelastoidosi%20costa%20of

7.      HU, W., COOK, T.F., VICKI, G.J., GLASER, D.A., 2002, Acrokeratoelastoidosis, Pediatric Drmatology, 19(4), 320-322.

https://onlinelibrary.wiley.com/doi/abs/10.1046/j.1525-1470.2002.00091.x
  • RAMBHIA, K.D., KHOPKAR, U.S.,2015, Acrokeratoelastoidosis, Indian Dermatology Online Journal, 6(6), 460-461.
https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC4693374/
  • ERBİL, A.H., SEZER, E., KOÇ, E., TUNCA, M., TAŞTAN, H.B., DEMİRİZ, M., 2007, Acrokeratoelastoidosis treated with the erbium: YAG laser, Clinical and Experimental Dermatology, 33(1), 30-31.
https://onlinelibrary.wiley.com/doi/abs/10.1111/j.1365-2230.2007.02553.x

10.  URIBE, P., ORTIZ, E., WORTSMAN, X., GONZALEZ, S., 2018, Acrokeratoelastoidosis of the Foot With Clinical, Dermoscopic, Ultrasonographic, and Histopathologic Correlation, J Am Podiatr Med Assoc, 108(2), 178-181. https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/29634304/?from_term=Acrokeratoelastoidosis+diagnosis&from_pos=5

https://www.wikipedia.org
Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

AKROMELANOSİS

Genel Bilgi

 Genetik temelli lokalize leke oluşumu ile karakterize cilt hastalıkları geniş bir spektrumu barındırmaktadır. Ciltte kabarmaya neden olan ve olmayan dispigmentasyonun en önemli nedenleri keratin 5. veya 14. genlerdeki mutasyonlarla ilişkilendirilir. Bu hastalıkların büyük bir çoğunluğu çok az vaka görüldüğünden yeterince tanımlanmamıştır. Acromelanosis ilk olarak 1964 yılında Siemens tarafından tanımlanmıştır. 

Belirti ve Bulgular

 Akromelanosis, genellikle parmak ve ayak parmaklarının uç bölgelerinde bulunan artmış cilt pigmentasyonu ile karakterize bir hastalıktır. Parmak eklemlerinin ve daha büyük eklemlerin katlanma bölgelerinde pigmentasyon artabilir.Çoğunlukla yenidoğanlarda veya yaşamın ilk yıllarında görülür. Bu vakaların bazılarında, deri lezyonları cilt yüzeyinin büyük kısımlarına yayılır. Diğer iyi huylu ve kötü huylu hastalıklarla olası bir ilişki tanımlanmamıştır. . Ayırıcı tanı olarak, maküler hiperpigmentasyonun akral dağılımına sahip dermatozlar olmak üzere çok çeşitli sistemik ve dermatolojik durumlar değerlendirilmelidir.

Genetik Değişiklikler/Etken Faktörler/Görülme Sıklığı

 Henüz akromelanozis altında yatan gen defekti tam olarak bilinmemektedir. Hem güneş korumalı hem de güneşe maruz kalan alanların katılımı, ultraviyole ışığın bu hastalıkta hipo ve hiperpigmentasyona neden olmada önemli bir rol oynamadığını düşündürmektedir. Bugüne dek yalnızca birkaç vaka tanımlanmıştır. 

Teşhis Yöntemleri ve Tedaviler

Akral pigmentasyon ile karakterize olan tüm koşullardan sadece akromelanoz, histolojik olarak artan sayıda melanosit ile karakterizedir.

Referanslar