Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

COGAN SENDROMU

Genel Bilgiler

Cogan Sendromu oküler ve vestibüloratör fonksiyon bozukluklarıyla karaktarize olan nadir görülen otoimmün bir vaskülittir. İlk kez 1945’te oftalmolog Dr. David G. Cogan tarafından klinik bileşenleri tanımlanmıştır. Literatürde çoğunlukla Kafkas gençleri etkileyen nadir bir durum olmasına rağmen o tarihten itibaren 250 vaka bildirilmiştir. 2 yıldan az bir sürede hastalığın belirtileri ortaya çıkmaktadır. Bu belirtiler arasında; oküler semptomlar, sifitilik olmayan intertisyel keratit, Meniere Sendromu’na benzer vestibuloakustik disfonksiyonlar, ışığa duyarlılık (fotofobi), kulak çınlaması, sensorinöral işitme kaybı, akut vertigo atakları, hemipleji veya afazi gibi nörolojik semptomlar, ishal, melena, karın ağrısı gibi gastrointestinal semptomlar sayılabilir. Hastaların %70’inde konjestif kalp yetmezliği, aort kapak yetmezliği, adenopati gibi sistemik bozukluklar mevcuttur. [1]

Şekil 1:  Ophthalmology and Visual Sciences, University of Iowa Health Care [Contributor: Christopher Kirkpatrick, MD Photographer: Brice Critser, CRA]

Sendromun, bağışıklık sisteminin gözler ve kulakların dokularına saldırmasına neden olan otoimmün bir tepkiden kaynaklandığı düşünülmektedir. Cogan Sendromu’nun otoimmün bir hastalık olmasının sebebi endotelyel antijenlere karşı oto antikorların varlığıdır. Cogan Sendromu hastalarının serumlarında bir peptit antijeni (Cogan peptidi) belirlenmiştir. Bu antijen endotelyel hücrelerde ve iç kulakta eksprese edilen Cd148 ve konneksin 26 ile homoloji gösterir. Bu antijenlere karşı tanımlanan antikorlar konneksin 26’ya bağlanarak doğuştan sağırlığa neden olduğu bilinmektedir.  Bu anti nötrofil sitoplazmik oto antikorlar (ANCA) vaskülit immün patogenezinde rol oynar, litik enzimlerin salınımına yol açar. CS hastalarında tedavi olarak ise kortikosteroidler ve immünsüpresör ilaçlar kullanılmaktadır. [1]

Belirti ve Semptomlar

Cogan Sendromu yaygın olarak oküler belirtiler ve semptomlarla dikkat çeker. Oküler ağrı, kızarıklık ve fotofobi baskın şikayetler olmasına rağmen, bulanık görme, yaşarma, diplopi, yabancı maddeye hassasiyet ve görüş alanı bozuklukları da rapor edilmektedir. Vaskülit ise hastaların %15’inde görülür. Hastalık, tipik olarak vertigo ataklarının eşlik ettiği sensorinöral işitme kaybı ve gözde non-sfilitik interstisyel keratit ile seyrederken, daha ender olarak görülen atipik Cogan Sendromu ise gözde keratit dışında sklerit, episklerit, papilödem, retinal hemorajiler ve vitritis ile de karakterize olabilir. Ayrıca tipik formdan faklı olarak atipik Cogan Sendromu’nda romatoid artrit, Crohn hastalığı, ülseratif kolit gibi diğer sistemik inflamatuar hastalıklar daha sık görülür. Cogan Sendromu’na işitme-denge bozuklukları genellikle göz bulguları ortaya çıktıktan sonraki 2 yıl içinde görülür. Cogan Sendromu’nda odyovestibüler bozukluk, baş dönmesi (vertigo), bulantı, kusma, kulak çınlaması ve işitme kaybı gibi belirtilerde Meniere Sendromu benzeri ataklarla aniden gelişme gözlemlenebilir. Hastalık bazı durumlarda ataklar şeklinde seyrederken, bazı durumlarda ise hızlı ve gürültülü bir başlangıç sonrası aylar süren progresif bir dönemde seyreder. Hastalığı kötüleştiren faktörler işitmede negatif yönde dalgalanmalara nihayetinde sağırlığa yol açabilir.

Cogan Sendromu’nun  Majör Klinik Belirtileri

Belirtiler                                                  Vaka oranı

Enflamatuar göz hastalığı                              100

İnterstisyel Keratit                                           70

Konjüktivit                                                       35

İridocyclitis                                                      30

Episklerit/sklerit                                              30

Papillitis                                                            5

Posterior uveitis                                                5

Retinal vaskülit                                                 5

Vitritis                                                               5

Exophthalmos                                                 <5

Odiyovestibüler Fonksiyon Bozukluğu          100

İşitme Kaybı                                                     95

Vertigo                                                              90

Kulak Çınlaması                                               75

Bulantı ve kusma                                              65

Ataksi                                                               45

Nistagmus                                                        30

Oscillopsia                                                       15

Sistemik vaskülit                                             15

Aort yetmezlik içeren veya içermeyen aortit  10

Büyük damar vasküliti                                    10

Orta damar vasküliti                                       <5

From McCallum ve arkadaşları. [5]

Kalıtım Deseni

Spesifik bir gendeki değişikliklerin (mutasyonlar) Cogan Sendromu’na neden olduğu bilinmemektedir. Bu, Cogan Sendromu’nun doğrudan ebeveynden çocuğa geçmediği ve sendromun ailelerde görülmediği anlamına gelir. Genel olarak, otoimmün hastalığı olan bir bireyin aile üyelerinin, otoimmün bir hastalığın görülmesi için yüksek risk altında olduğu düşünülmektedir. Ailelerde çalışılan Cogan Sendromu raporları olmamasına rağmen, Cogan Sendromlu kişilerin aile üyelerinin, diğer otoimmün hastalıkları geliştirme riskinin yüksek olması muhtemeldir.[4]

Teşhis Yöntemleri ve Tedaviler

4.1. Teşhis Yöntemleri;

Cogan Sendromu’nun tanısı geniş çaplıdır ve klinik bulgulara göre de değişiklik gösterir.  Birkaç hastalık, Cogan Sendromu’na benzer özellikler gösterir. Bunlar arasında, sifilis, Lyme hastalığı, Vogt-Koyanagi-Harrada (VKH) Sendromu, toksik maruziyetler ve Menieré hastalığı vardır. Çeşitli yayınlarda sedimentasyon hızında artış, lökositozis, serum kompleman düzeylerinde azalma ve serum imnuınglobulinlerinde anomaliler bildirilmiştir. Yine aktif dönemde konjonktiva ve korneada bildirilen lenfosit ve plazma hücre infıltrasyonu iç kulakta, aorta gibi büyük damarlarda, cilt, kas ve karaciğerde de gösterilmiştir. Küçük ve orta çaplı damarlarda yaygın vaskülit bildirilmiştir.

Hastalık genellikle genç erişkinlerde ortaya çıkar. Her iki cinste eşit sıklıkta görülür. Etiyolojide Borrelia ve Chlamydia enfeksiyonlarının rol oynadığı düşünülmektedir fakat henüz desteklenememiştir. Chlamydia trachomatis kronik bir göz enfeksiyonuna yol açtığı için, bu patojenin bulgusu Cogan Sendromu’nda sıklıkla araştırılmıştır.  Örneğin, C. Trachomatis için IgM ve IgC antikorları, Ulusal Sağlık Enstitüsü (NIH)’nde Cogan Sendromlu 4/13 ve 9/13 hastada serum içerisinde tespit edilmiştir.  Başka çalışmalar, bu hasta popülasyonunda bu enfeksiyon yönünde hem pozitif hem de negatif serolojik bulgular ortaya çıkarmışlardır. Bu organizmaları, etkilenmiş olan gözlerden direkt olarak izole etmek için birçok çalışma yapılmış, ancak başarısız olunmuştur.  Ancak, C. psittaci’nin konjuktivadan izole edildiği, ani gelişen interstisyel keratit, sensörinöral işitme kaybı, aort valfı kalınlaşması ve koroner vaskülit tanısı olan 15 yaşında ilginç bir kız vakası rapor edilmiştir. Halihazırda hiçbir bulgu, enfeksiyon ile Cogan Sendromu arasında direkt bir ilişkiyi desteklememektedir. [4]

Cogan Sendromu’nun otoimmün kaynaklı olduğu; iç kulak, kornea ve endotel epiteline karşı oluşan antikorların klinik tabloya yol açtığı düşünülmektedir. Tanı, ayırıcı tanının ortadan kaldırılmasından sonra, odyovestibüler semptomlar, oküler inflamasyon ve sifiliz için reaktif olmayan serolojik testler ile laboratuvar bulguları ile konur. Fiziksel muayene göz ve KBB muayenelerine odaklanmalıdır. Ayrıca, adenopatiler, kalp veya damar üfürümleri, nabız ve kan basıncı sağ ve sol taraflar arasında farklılıklar aramalıdır. Genel tıbbi geçmişinde sistemik tutulum belirtileri ve ayrıca kilo kaybı, ateş, deri anomalileri, hiperestezi, motor güçsüzlüğü, ağrı veya klodikasyon ile ilgili sorular aranmalıdır.[4]

Cogan Sendromu’nu teşhis etmek için spesifik bir belirteç yoktur, ancak tarama ESR, tam kan sayımı, bulaşıcı ajanlar ve antikorları içermelidir. Göğüs röntgeni anormallikler göstermeyebilir, ancak bir MRI koklear ve vestibüler yapılarda yüksek sinyaller gösterebilir ve akustik bir nörinoma varlığını hariç tutabilir. Lökositoz ve yüksek eritrosit sedimantasyon hızı (ESR), anemi ve trombositozun eşlik ettiği Cogan Sendromu hastalarında olağan bulgulardır. Ataklar sırasında hiperfibrinemi sıklıkla ortaya çıkar ve C reaktif protein (CRP) seviyesinde bir yükselme görülebilir.[6]

Hematüri ve proteinüri gibi üriner anormallikler olabilir. Hepatik fonksiyon testi genellikle normaldir. Bazı durumlarda, romatoid faktör ve antinükleer antikorların yanı sıra: kriyoglobulinler, düz kas veya lupus antikoagülanını düzleyen antikorlar da tespit edilmiştir. Cogan Sendromlu hastalarda klinik tanısal testler, sistemik vaskülitten şüphelenildiğinde odyogram, kalori testi, ekokardiyografi, Doppler testi ve anjiyografiyi içermelidir. Sendromun multisistemik yönü, oftalmolog, kulak burun boğaz uzmanı ve internist arasındaki iletişime ihtiyaç duyulduğunu vurgulamaktadır. Laboratuar bulgularından hiçbiri Cogan Sendromu’nun tanısını inkar etmez veya doğrulayamaz. [6]

Tedavi

Tedaviye olabildiğince erken başlanması ilerleyici işitme kaybının, vestibüler disfonksiyonun, irreversible görme bozukluklarının ve kardiyovasküler komplikasyonların önlenmesi açısından çok önemlidir.  Korneadaki lezyonlar erken topikal steroid tedavisine iyi yanıt verir. Korneal lezyonlar erken tedavi edilmezse daha sonra kornea matlaşır ve görme keskinliği azalır. Tedaviye erken dönemde başlanırsa bu komplikasyonlar ender olarak ortaya çıkar ve hastaların yalnızca %5’inde görme kaybı gelişir. Ender olarak ilerleyici veya görme bozukluğuna neden olan arka segment tutulumunda sistemik kortikosteroid tedavisi uygulanır.

Cogan Sendromu’nun tedavisinde prednizolon ile başlanır. Tedaviye 1-2 hafta içinde olumlu yanıt alınırsa 3-4 ayda tedavi azaltılarak sonlandırılır. Steroid tedavisine 1-2 hafta içinde yanıt alınamazsa tedaviye siklofosfamid veya metotrexat ya da siklosporin gibi diğer immunsupressif ilaçlar eklenir. Hastalığa sistemik vaskülit eşlik ediyorsa yine prednizolon tek başına başlanır ve daha sonra yanıt durumuna göre yanına diğer immunsupresif ilaçlar eklenir. Büyük damar tutulumunda siklosporin, poliarteritte siklofosfamid başlanır. Tedaviye 3-6 ay devam edildikten sonra idame olarak azotioprin veya metotreksat tedavisine geçildiğinde hastaların uzun süre remisyonda kaldıkları tespit edilmiştir. [5]

Cogan Sendromu’nda son yıllarda yeni tedavi seçenekleri olarak plazmaferez, TNF-alfa inhibitörleri (infliximab), rituximab, tocilizumab ve mikofenolat mofetil kullanılmaktadır. Özellikle de infliximab ve rituximabın hastalığın erken döneminde çok etkili olduğu ve immünsüpresiflere olan gereksinimi azalttığı gösterilmiştir. Cerrahi müdahale ise, ilaca yanıt vermeyen durumlar için ayrılmıştır (örneğin, yanıt vermeyen işitme kaybı için koklear implantasyon, tıbbi tedaviye dirençli aort yetmezliği için aort kapak replasmanı). Birçok CS hastasında yüksek doz kortikosteroidler veya uzun süreli tedaviler gerektiğinden, siklofosfamid (Cyc), azatioprin (AZA), metotreksat (MTX), CyA, infliksimab (IFX), ve tümör nekroz faktörü alfa (TNFα) blokerleri gibi diğer immünsüpresif ajanlar sıklıkla steroidlerle kombine olarak kullanılmıştır. [5]

Bu tedavilerden Cyc, genellikle şiddetli üveit / sklerit ve sistemik vaskülit tedavisi için kullanılan bir alkilleme ajanıdır. Cyc, karaciğerdeki sitokrom P-450 oksidaz sistemi tarafından fosforamid hardalı ve akroleine dönüştürülen aktif olmayan bir ilaçtır; aktif form, alkil radikallerini DNA iplikçiklerine sokabilmektedir. Birçok çalışma bu ilacın, CS’de kullanıldığını bildirmiştir. MTX, DNA replikasyonu için gerekli olan, purin nükleotitlerinin ve timidilatın sentezine müdahale eden dihidrofolat redüktazın bir inhibitörüdür. MTX, CS için ikinci bir steroid koruyucu tedavi olarak düşünülebilir.  AZA, karaciğer tarafından aktif formuna metabolize olan bir ön ilaçtır. DNA, RNA ve protein sentezlerini engeller. İmmünoglobulin M üretimine ve interlökin (IL) -2 sentezine müdahale ederek B ve T lenfositlerinin olgunlaşmasını engeller. CyA, T lenfositlerin siklofiline bağlanan bir siklik peptittir; birkaç sitokin salınımını azaltabilmektedir. CS’de kortikosteroid ve diğer immünsüpresif ajanlarla kombine kullanımı önerilmiştir. [10]

Otoimmün hastalıkların biyolojik tedavisi, insan genlerinden türetilen genetik olarak işlenmiş proteinlerden oluşur. Bu proteinler, farklı hastalıklarda yer alan enflamatuar yolağı yönlendirmede temel rol oynayan immün sistemin spesifik bileşenlerini inhibe etmek için tasarlanmıştır. Bunlar anti TNFa ajanlarıdır. TNFa, enfeksiyon ve iltihaplanma sırasında salınan bir sitokindir. Doğuştan gelen bağışıklık hücreleri için güçlü bir kemo-çekici maddedir ve endotel hücreleri tarafından yapışma moleküllerinin ekspresyonunu destekler. TNFa inhibisyonu, interferonda bir azalmaya ve T hücreleri tarafından üretilen IL-4’te bir artışa neden olur ve bağışıklık tepkisinin değişmesine neden olur klinik hastalık aktivitesinde bir azalma ile. TNFa ayrıca fizyolojik homeostazın ve immün düzenlemenin yeniden kurulması için gereken bir dengeleme faktörüdür. [10]

Halen, klinik kullanım için mevcut anti-TNFa ajanları, bir çözünür TNFa reseptörü (etanersept [ET]) ve IFX, adalimumab (ADA), golimumab ve sertolizumab pegol gibi dört adet anti-TNFa monoklonal antikorudur. Bazı durumlarda, anti-TNFa monoklonal antikorlarının etkinliğinin olmayışı, serum antidrug antikorlarının üretilmesinden kaynaklanmaktadır. Anti-TNFa’nın, MTX ve AZA gibi geleneksel immünosüpresif ilaçlarla birlikte kullanılması, serum antidrug antikorlarının üretimini önleyebilir. Bu nedenle, TNFa antikorlarının kendileri, enflamatuar hastalıklar için anti-TNFa ile tedavi edilen durumlarda gösterildiği gibi CS benzeri semptomlar içerebilen nörolojik semptomları tetikleyebilir. [10]

IFX, hem çözünür hem de membrana bağlı TNFa’ya spesifik olarak bağlanan ve yüksek derecede afiniteye sahip, kimerik bir monoklonal IgGl antikorudur. Bu aktivite, TNFa’nın reseptörlerine bağlanmasını önler ve gen transkripsiyonuna ve daha sonra biyolojik enflamatuar aktiviteye yol açan hücre içi sinyallemenin başlatılmasını bloke eder. IFX tedavisi, bir vaka dışında,  işitme ve / veya oküler hastalığın iyileşmesinde başarılı olmuştur.  ET, insan IgG186’nın Fc kısmına bağlanıp etkisiz hale getiren güçlü bir TNF antagonisti olan iki rekombinant p75 TNFa reseptöründen oluşan bir füzyon proteinidir. ET, romatoid artrit, ankilozan spondilit, genç romatoid artrit, sedef hastalığı ve psoriatik artrit gibi bazı otoimmün hastalıkların tedavisi için onaylanmıştır. Bununla birlikte, anti-TNFa antikorlarının aksine, enflamatuar barsak hastalığında ve gözün otoimmünitesinde daha az etkilidir. Tedavide ET işitme kaybını önlemede başarılı olamasa da, bir iyileşme değerlendirildi. [10]

ADA, insan TNFa’sı için yüksek özgüllüğü olan bir insan rekombinant monoklonal IgGl antikorudur, bu nedenle TNFa’nın yüzey hücresi reseptörleri p55 ve p75’e bağlanmasını inhibe eder. Tipik bir CS vakasında tedavi işitme kaybının kötüleşmesini önlemede başarısız olmuştur. Başka bir durumda, atipik CS’li bir hasta tedavi sırasında klinik olarak kötüleşmiştir. TCZ, hem membrana bağlı, IL-6 reseptörlerini inhibe eden rekombinant bir monoklonal anti-IL-6 reseptör antikorudur. TCZ etkisi, T hücresi aktivasyonunu ve antikor salgılanmasını inhibe eder ve dolaşımdaki hücreleri miyeloid soyundan azaltır. Uzun süredir dirençli atipik  bir vakada, TCZ  hastalığın seyrini dengeleyici bir şekilde başarıyla değiştirmiştir. Bu durumda, TCZ kullanımı pulmoner toksisite ile ilişkilendirilmiştir. RTX, çeşitli mekanizmalar tarafından B lenfositlerinin tükenmesini indükleyen, lenfosit CD20 yüzey antijenine karşı yöneltilen kimerik bir monoklonal IgGl antikorudur. Bu aktivite antikora bağımlı hücre aracılı sitotoksisite ve kompleman bağımlı sitotoksisite ile ilişkilidir, ancak apoptozun doğrudan büyüme inhibisyonu ve / veya indüksiyonu da gerçekleşebilir. Yaılan çalışamlara göre işitmede gözle görülür bir iyileşme bildirilmiştir. [10]

Hastalıkla İlişkili Genler

Cogan mikrokistik epitelyel distrofi için TGFBI [HSA:7045] [KO:K19519] geni ilişkili bulunmuştur. [9] Cogan Sendromu ile ilişkili olduğu bilinen ilk 10 gen şu şekilde toplanmıştır; NPHP4 (Nefrosistin 4) ,GFAP (Glial fibriler asidik protein), PTPRJ (Protein tirozin fosfataz), NPHP1 (Nefrosistin 1), NPHP3 (Nefrosistin 3), INVS (İnversin), TROVE2 (TROVE domain aile üyesi 2), GJB2 (Gap junction protein beta 2), CRLF1 (Sitokin reseprör benzeri faktör 1), CD79A (CD79a molekülü). [10]

Hastalığın Diğer İsimleri

  • ICE Sendromu, Cogan-Reese Türü
  • İridokorneal Endotel (ICE) Sendromu, Cogan-Reese tipi
  • İris Naevus Sendromu
  • İris Nevüs Sendromu [8]

Beethoven Cogan Sendromuna Sahipti.

(“Konuşmanın hiçbir şeye değmediğini hissettiğim anlar oluyor..”)

 

Şekil 3: 1819’da sağır olan Beethoven. [11]

Ludwig van Beethoven 27 yaşında iken önce sol kulağında başlayıp sonrasında sağ kulağında şiddetli çınlamalar fark etti. Çok iyi duyamamasına rağmen bestelerine devam etti. Ve günün birinde hiç duyamaz oldu.  Beethoven aslında Cogan Sendromu’na sahipti. Üç yıl bunu gizledi, 1801’de arkadaşı Wegeler’e bunu bir mektupla anlattı: “Size en değerli mülküm olan duruşmamın son 3 yılda kötüleştiğini  söyleyeyim. Müzisyenleri anlamak için sahneye doğru eğilmek zorunda kalıyorum ve zaman zaman verdikleri yüksek notaları duyamıyorum. Sık sık düşük sesli bir konuşma duyabiliyorum ancak sözcükleri ayırt edemiyorum. Sağırlığımın tedavisi olmadığı hakkında bilgilendirildim. Ne kadar üzücü bir yaşama sahip olduğumun farkına varabilirsiniz, benim için değerli olan her şeyden kaldırıldığımı görünce..her şeyden çekilmeliyim.” [11]

Şekil 2: Beethoven’ın 1814’ten beri işitmesine yardım etmek için kullandığı aletler [11]

~Asıl müzik gerçeğin kendisidir. [Ludwig van Beethoven]

Her şeyden vazgeçmişken anladı ki o müzik yapamadan duramazdı, teslim olmaya niyeti yoktu, tekrar sanatına sarıldı. “Ülkede bir flüt sesini duymamak beni çok fazla ümitsiz bıraktı ancak sanatım beni tekrar geri döndüren şey oldu.” 1820’den sonrası (50 yaş) tamamen sağırdı. Tam o sırada yaşamının en önemli kararını verdi, yıllardır uğraştığı ancak bitiremediği bir senfonisi vardı. 9.senfoni.. Günlerce aylarca uğraştı ve eserini sonunda bitirdi, on bin kişinin izleyici olarak bulunduğu bir salonda senfonisini kendi yönetmek istedi. Hiçbir şey duymuyordu, senfoni yarılandı, herkes ayakta alkışlamaya başladı. Kendi sessiz dünyasında alkışları duyamadı. Eserini gözyaşları içinde bitirdi. Şu an hala dinlenen 9.senfonisi en başarılı eserlerinden biri oldu.. [11]

KAYNAKLAR:

  1. Greco A1Gallo AFusconi MMagliulo GTurchetta RMarinelli CMacri GFDe Virgilio Ade Vincentiis M. (2013) . “Cogan’s syndrome: an autoimmune inner ear disease.” Autoimmun Rev.12(3) :396-400
  2. Genetic and Rare Diseases Information Center-Cogan’s Syndrome
  3. Orphanet-Rare Diseases-Cogan Syndrome
  4. Bahtiyar TOZ, Sevil KAMALI (2014 ). “Cogan Sendromu Türkiye Klinikleri” JRheumatol-Special Topics. 7(1):29-32
  5. Fatih Karaaslan, Seyit Ahmet Gürakan, Sibel Kalçın, Betül Gemİcİ Karaaslan (2016).  “Ender görülen inflamatuvar bir hastalık: Cogan sendromu”  İzmir Dr. Behçet Uz Çocuk Hast. Dergisi 6(3):223-226
  6. Kaan ÜNLÜ, Ahmet AKSÜN.GER, Faruk MERİÇ, Sedat AVAOĞLU, Sıddık ÜLGEN (1999). “Cogan Sendromu: Olgu Sunumu” T Klin Oftalmoloji. 8:66-69.
  7. Daniela Adriana Iliescu,* Cristina Mihaela Timaru,* Mehdi Batras,* Algerino De Simone,* and Cornel Stefan (2015) . “Cogan’s Syndrome” Rom J Ophthalmol. 59(1): 6–13.
  8. KEGG DİSEASES-Cogan Syndrome
  9. Human Disease Database-MalaCards-Cogan Syndrome
  10. Vittorio D’Aguanno,1 Massimo Ralli,2 Marco de Vincentiis,2 and Antonio Greco1 (2018). “Optimal management of Cogan’s syndrome: a multidisciplinary approach” J Multidiscip Healthc. ; 11: 1–11.
  11. Marcelo Miranda. (2018). “A medical biography of Ludwig van Beethoven” Rev Med Chile 146: 91-95
Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

MAKROFAJİK MİYOFASİT

Genel Bilgi

Makrofajik miyofasit ya da MMF bir kas hastalığıdır. Kaslarda bağ dokusu boyunca oluşan iltihaplanmadır. PAS-positive makrofajlariyla kas dokularına sızan bu hastalık, kas biyopsilerinde görülen mikroskobik bağ dokulardan karakterize edilmiştir. MMF diye adlandırdığımız bu iltihaplı miyopatiye, Fransız miyopatoloji merkezlerinde yüksek oranda rastlanıyor. İlk görülme tarihi 1993’den itibaren, Group for the Study and Research of Acquired and Dysimmunity Related Muscle Diseases (GERMMAD)* Fransız grubu tarafından 100’den fazla örnek toplandı. MMF hastalığı adını, vücut savunma sistemimizin bir parçası olan akyuvarlarımızın en büyüğü olan monositlerin dokularımızda dönüşmüş hali olan makrofajlarin, kas bağ dokularındaki iltihaplanmayı fagositoz denen yutarak yok etme yöntemini kullanarak yangısal tepkiyi yenmesi üzerine alır. Cinsiyet ayırt etmeksizin bu hastalık genellikle yetişkinlerde gözlenir. 3 genc çocuğun kuadriseps’inde bulunması disinda MMF’ye, genellikle yetişkin bireylerin omuz kas biyopsilerinde rastlandı.

* Edinilmiş ve Disimmunite Kas Hastalıkları ile İlişkili Çalışma ve Araştırma Grubu

Belirti ve Semptomlar

Hastaların %95’inde görülen kas ağrısı (myalgias) en sık rastlanan semptomdur. Bu ağrı kol ve bacak uzuvlarında –ozellikle bacaklarda- lokallesebilir ya da yayılabilir. Eklem yeri ağrıları, eklem ağrıları (arthralgia), kas güçsüzlüğü, kronik zayıflatan yorgunluk hissi (%90), ateş, kas hassasiyeti diğer belirtileridir. Sindirim sisteminde yahut gözle gözlemlenebilecek herhangi bir cilt belirtisi yoktur.

Etken Faktörler

Makrofajik miyofasit’in tam nedeni kesin olarak bilinmemektedir. Toksin veya enfeksiyon benzeri çevresel faktorler şüphelenilen etkenlerdir. Nükleer mikroprob, parçacık inceleme cihazı ile makrofaj kalıntılarının kimyasal yapısını tespit etme esnasında, X-ray mikro analiziz ve atomik asortin spektrometreleri ile bu kimyasal yapıların alüminyum tuzlarından oluştukları ortaya çıktı.

Alüminyum tuzları, kuadriseps kası ve omuz kas içine nüfus eden aşıları destekleyici olarak kullanıldığından MMF hastalığının alüminyum içeren aşılarda beklenenden farklı bir tepki oluşturduğu hipotezi öne sürüldü. Teşhis amaçlı yapılan kas biyopsileri sadece myopathic semptomlar sergileyen hastalar ile yürütüldüğünden, alüminyum içeren aşı uygulamasına rağmen hastalığın görülmediği sağlıklı birey olup olmadığı kesin olarak bilinmiyor.

Teşhis Yöntemleri

MMF hastalığının teşhisinde kullanılan bir kaç metot bulunmaktadır;

  • Kas Biyopsi : Kas biyopsisi, dokudan örnek olarak alınan küçük bir parçanın laboratuvarda test edilmesidir. Bu test sonucu doktorunuzun kaslarınızda herhangi bir enfeksiyon veya hastalık olup olmadığını gösterir.
  • Serum Creatine Kinase (SCK) : Kas zedelenmelerini, kalp krizini, tespit etmek amaci ile kullanılan bu yöntemde  kolunuzdaki damardan kan ornegi alınır.
  • Electromyography (EMG) : Kasların ve bu kasları kontrol eden motor nöron adi verilen sinir hücrelerinin durumunu teşhis etme sürecidir. Motor nöronları, kas kasılmasını sağlayacak elektrik sinyallerini geçirir. EMG, elektrot denen küçük aletler aracılığı ile bu sinyalleri grafiğe dökerek sesli veya sayısal değerlerin bir uzman tarafından yorumlanmasına yarar.

Fransa disinda diğer ülkelerden de tespit edilen bazı durum raporları bulunmakta. Diğer ülkelerde kuadriseps kasları, omuz kaslarından daha sıklık ile biyopsi edilmekte. Omuz kasları ileriki aslarda ve yetişkinlerdeki bağışıklık için tercih edilen bir bölge iken, kuadriseps kasları bebeklerde ve erken yastaki bağışıklıklarda yaygın bir bölgedir.

Genetik Data

Hastalığın genetik etkileri veya kalıtımı bilinmemekle beraber bazı örnekler bulunmakta.

Örneklerden bir tanesi 64 yaşındaki ikiz kız kardeşlerin rheumatoid arthritis (romatizmal eklem iltihabı) olasılığı ile şikâyette bulunmaları. Ailede iltihaplı hastalık geçmişi bulunmamakta. Hepatit B aşısından 6-7 ay sonrasında ortaya çıkan MMF hastalığı rapor edildi. Her iki kardeşte de iltihaptan dolayı kas problemi belirtileri önemli derecede gözlemlendi. Laboratuvar sonuçlarında normal kas enzim seviyesi ve hafif iltahap görüldü. Bu rapor sonuçlarına göre genetik gibi ek faktorler MMF hastalığının görülmesinde rol alabilir. Aluminyum hidroksit alışagelmişin disinda bir kas iltihaplanmasını tetikliyor, vücuda sızarak bu hastalığa karsi onu hassaslaştırıyor veya makrofajlarin kapasitelerini düşürüyor olabilir. Buna zemin hazırlayan genetik faktör doğada bilinmemekte. İkizlerden her ikisinde de bulunan HLA–DRB1*01 potansiyel aday olabilir. Böylece yapılan araştırmalardaki gözlemlere dayanarak alüminyum aşıları HLA–DRB1*01 genetik altyapı ile MMF’yi tetiklediği öne sürülüyor.

Bir çok nörokas, metabolizma ve genetik bozukluklar ile alakalı bebeklik ve çocukluktaki sıkıntıları saptamak için kas biyopsisi kullanılır. Bu güncel bilgiye de dayanarak, MMF doku bozukluğunun ortaya çikişi rastlantısal ve bağımsız olarak kabul edilir.

Tedavi

Kayıtlardaki hastalardan bilinen uzere, 2 yıllık Steroit ve Azatiyoprin kullanımı, kullanım bırakıldıktan sonra bile tekrar nüksetmeksizin kas gücünde tamamen iyileşmeye neden olmuştur.

Referanslar

https://www.orpha.net/consor/cgi-bin/Disease_Search.php?lng=EN&data_id=6021&Disease_Disease_Search_diseaseGroup=Macrophagic-myofasciitis&Disease_Disease_Search_diseaseType=Pat&Disease(s)/group%20of%20diseases=Macrophagic-myofasciitis&title=Macrophagic%20myofasciitis&search=Disease_Search_Simple

https://www.orpha.net/data/patho/GB/uk-myofa.pdf

https://onlinelibrary.wiley.com/doi/full/10.1002/art.10666

https://www.who.int/vaccine_safety/committee/topics/aluminium/questions/en/

https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/29973411

http://www.wikizero.biz/index.php?q=aHR0cHM6Ly9lbi53aWtpcGVkaWEub3JnL3dpa2kvTWFjcm9waGFnaWNfbXlvZmFzY2lpdGlz

https://www.omim.org/entry/615934?search=Macrophagic myofasciitis&highlight=myofasciiti macrophagic

Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

LOKAL SKLERODERMİ

Genel Bilgi
Lokal Sklerodermi cildin aşırı kollajen birikintileri tarafından kalınlaşmasına denir.
Kollajen, cilde yapısal destek sağlayan bir protein türüdür. Fakat ciltte fazla kollajen üretimi durumunda, cilt gergin ve sert hale gelir. Lokal Skleroderminin türleri cilt, ilgili doku ve altındaki kaslarla sınırlıdır. İç organlar lokal sklerodermiden etkilenmez ve lokal sklerodermi asla hastalığın sistemik formuna ilerleyemez. Bazen, yerel koşullar düzelir
veya zamanla kendiliğinden geçer. Ama hastalık aktif olduğunda cilt değişir ve hasar kalıcı olabilir. Bazı insanlar için lokal sklerodermi ciddi hasarlara ve sakatlanmaya yol açar.
Ölümcül değildir. Bazı kaynaklar lokal sklerodermiyi ottoimmün bir durum olarak tanımlar.
Kalınlaşmış cilt tüm lokal sklerodermi türlerinde eklemlerde potansiyel olarak gelişebilir ve
potansiyel olarak harekete engel olabilir.

Etkilenen derinin şekline ve alanına bağlı olarak iki farklı lokal sklerodermi türü: doğrusal sklerodermi, morfea
Doğrusal Sklerodermi:
Lezyonlar ciltte düz bantlar oluşturur ve cildin sertleşmesine,pigmentasyonun değişmesine neden olur. Lezyonların paterni vücudun gövdesi üzerine yatay, kollar ve bacaklar üzerine
göründüğünde boyuna olma eğilimindedir. Bu lezyonlar genellikle hastaların uzuvlarında,yüzünde ve kafa derisinde bulunur. Doğrusal skleroderma çocuklarda ve ergenlerde sıklıkla görülür ve çalışılan çocukların% 40-70&#39;ini etkileyen çocukluk çağında en sık
görülen sklerodermi şeklidir. Çocuklarda büyümeyi etkileyebilir.Doğrusal sklerodermili hastaların yaklaşık% 67&#39;si 18 yaşından önce teşhis edilir.

Genetik Görülme Sıklığı
Hastalığın prevalansı(yaygınlığı) 1-9/100.000 arasındadır.
Kadınlarda sık görülen bir hastalıktır.
Orpha Numarası: 90289

Genetik Değişiklikler/Etken Faktörler
Bazı gen varyantları lokal sklerodermi riskini arttırır.
Lokal sklerodermi ayrıca enfeksiyonlar, cilt travması, radyasyon veya diğer çevresel faktörlere maruz kalma ile tetiklenebilir. Dokunmayla bulaşmaz.
Hastalık, lokalize kollajen aşırı üretimine yol açan otoimmün bir reaksiyondan kaynaklanır. Diğer nedenler arasında genetik ve bulaşıcı mekanizmalar bulunur.
Hastalığın kesin sebebi bilinmiyor.

Belirtiler
Hastaların %80-99luk kısmı bu belirtilere sahip: Sigara Kağıdı İzleri (dikiş izi gibi toparlanmış deri),Ciltte hipergimentasyon(düzensiz kararmış cilt/cilt
lekeleri),Ciltte hipopigmentasyon(düzensiz rengi açılmış cilt),sert deri
Hastaların %30-79&#39;luk kısmı bu belirtilere sahip: İskelet kası Atrofisi(Kas Erimesi/
Dejenerasyonu)
Hastaların %5-29&#39;luk kısmı bu belirtilere sahip: Eklem/Kas Ağrısı

Teşhis Yöntemleri ve Tedaviler

Teşhis klinik verilere dayanmaktadır. Bir cilt biyopsisi, anormal kollajen birikimini,
damar duvarlarının kalınlaşmasını ve damarların çevresinde beyaz hücrelerin
varlığını ortaya koyarak tanıyı doğrulamaya yardımcı olabilir. Hastalığın derinliğini
değerlendirmek için ultrason veya manyetik rezonans görüntüleme kullanılabilir.
Tedaviler kaşınmayı kontrol altına alır ve büyümeyi yavaşlatır, yeni lezyonlar oluşmasını engeller. Tedaviler lokal skleroderminin türüne bağlıdır. Hafif vakalar krem ve merhemlerle tedavi edilebilir. Hastalık daha derin dokuları etkiliyorsa fototerapi, steroidler veya bağışıklık sistemini baskılayan ilaçlar gerekli olabilir. Lokal skleroderminin teşhisine yardımcı olmak için bazı otoantikorları aramak için kan testleri de yapılabilir.

Hastalığın Diğer İsimleri
Lokal Fibrozan Sklerodermi

Kaynak
https://rarediseases.info.nih.gov/diseases/7058/localized-scleroderma
https://www.orpha.net/consor/cgi-
bin/Disease_Search.php?lng=EN&amp;data_id=12000&amp;Disease_Disease_Search_diseaseGr
oup=Localized-
scleroderma&amp;Disease_Disease_Search_diseaseType=Pat&amp;Disease(s)/group%20of%20
diseases=Localized-
scleroderma&amp;title=Localized%20scleroderma&amp;search=Disease_Search_Simple
https://jamanetwork.com/journals/jamadermatology/fullarticle/1740691
https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC4323700/

Localized Scleroderma


https://www.rheumatology.org/I-Am-A/Patient-Caregiver/Diseases-
Conditions/Localized-Scleroderma-Juvenile
http://www.scleroderma.org/site/DocServer/Localized.pdf?docID=317
https://academic.oup.com/rheumatology/article/44/3/274/2899300

Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

ALPHA-1 ANTİTYRİPSİN EKSİKLİĞİ (AATD)

Genel Bilgi
Alpha-1 Antityripsin Deficiency akciğer ve karaciğer hastalıklarına yol açabilecek kalıtsal
bir hastalıktır. Bu hastalığa sahip olan kişiler hastalığın semptomlarını ilk olarak 20-50 yaş
aralığında göstermeye başlarlar. Görülen ilk semptomlar nefes darlığı, wheezing (akciğerlerde

duyulan, hava yollarının daralmasından dolayı ortaya çıkan ıslık sesi) ve aktivite intoleransıdır.

Genetik Değişiklikler/ Etken Faktörler

SERPINA1(14q32.13) geninde oluşan mutasyondan dolayı oluşmaktadır. Bu gen alpha-1
antityripsin proteinin oluşumu için gereken bilgileri içerir. Alpha-1 Antityripsin (AAT), vücudu
neutrophil elastase denen kuvvetli enzimden koruyan bir proteindir. Bu enzim beyaz kan
hücrelerinden (WBC) salgılanır, AAT kontörlünde olmadığı zaman özellikle akciğer olmak
üzere, dokulara da saldırır. Akciğerde alveolleri parçalar ve akciğer hastalıklarına yol açar.
Karaciğer hastalığının patogenezi oldukça farklıdır ve “toksik fonksiyon kazancı” olarak
adlandırılır. Karaciğer hastalığı AAT proteinin hepatositlerde birikiminden dolayı kaynaklanır.
Sadece hepatositlerin endoplazmik retikulumunda AAT proteininin patolojik polimerizasyonu ile
ilişkili genotipler hastalık üretir. AATD&#39;ye bağlı karaciğer hastalığı olan çoğu hasta Z alleli için
homozigottur ; karaciğer hastalığı ciddi AAT eksikliği olan, ancak intrahepatositik birikim
göstermeyen boş homozigotlarda ortaya çıkmaz.

*Z alleli ile ilgili bilgi “kalıtım deseni” başlığı altında da yer almaktadır.

Belirti ve Semptomlar

Aşağıdaki tabloda Human Phenotype Ontology (HPO)’den alınan verilere yer verilmiştir.
Verilerde hastalığın belirli semptomlarının yüzdelerinden bahsedilmektedir. Fakat
unutulmamalıdır ki bütün semptomlar aynı hastada görülecek diye bir kaide yoktur. Aynı
hastalığa sahip iki bireyin farklı semptomlar göstermesi mümkündür.
İnsanların %80-%90 ‘nında görülen semptomlar
Amfizem
Karaciğer iflası
İnsanların %30-%79 ‘ununda görülen semptomlar
Hepatitis (Karaciğer iltihabı)
Hepatomegaly (Karaciğer büyümesi)
Sarılık
İnsanların %5-%29 ‘ununda görülen semptomlar
Siroz (Yara dokusunun sağlıklı dokunun yerine geçmesi)
Nefrotik Sendrom
HPO sisteminde yüzdesi belli olmayan semptomlar
Otozomal resesif kalıtım
KOAH
Dispne (Solunum güçlüğü)

Yükselmiş hepatic transaminase (Karaciğer enzim seviyesinin
yükselmesi)
Hepatocellular carcinoma

Genetik Görülme Sıklığı
AATD dünya çapında görülür, ancak prevalansı popülasyona göre değişir. Bu hastalık
Avrupa kökenli 1.500-3.500 kişiden 1&#39;ini etkiler. Asya kökenli insanlarda nadirdir. AATD olan
birçok birey, özellikle kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) olarak adlandırılan bir akciğer
rahatsızlığı olan kişilerde teşhis edilmez. KOAH AATD’den kaynaklanabilir; ancak, AATD
çoğu zaman asla teşhis edilmez. Bu hastalığa sahip olan bazı kişiler astım ile yanlış tanı
almaktadırlar.

Kalıtım Deseni
Bu durum otozomal kodominant (eşbaskınlık) durumunda ortaya çıkmaktadır.
SERPINA1 in allel geni M olsun, bu gen normal miktarda AAT üretimini sağlıyor.
SERPINA1 in diğer yaygın allel genleri S ve Z olsun. S alleli AAT çok aşağısında üretilmesine
neden olmaktadır. Özellikle sigara içen, ZZ alleli olan insanların akciğer hastalığı (örk; amfizem)
olması olasılığı yüksektir. Genel olarak MS veya SS allel kombinasyonları olan insanlar AAT
akciğerleri korumak için yeterli miktarda üretebiliyorlar. Fakat MZ kombinasyonuna sahip olan
insanların akciğer ve karaciğer fonksiyonlarının bozulma riski bu kombinasyona sahip olmayan
insanlara göre daha yüksektir.

Teşhis Yöntemleri ve Tedavileri
AATD teşhisinde isoelektrik odaklama adı verilen özel bir test kullanırlarak düzgün
çalışmayan AAT protein varyantı tespiti için kullanılabilir. Ayrıca SERPINA1 geni için genetik
test ve AAT proteinin kandaki miktarına bakmak için kan testleri de teşhis sürecinde kullanılan
yöntemlerdir.
AATD ile bağlantılı hastalıklarda genel olarak standart tedavi yöntemleri
uygulanmaktadır. Fakat hastada AATD bağlantılı akciğer hastalığı varsa Agumentasyon Terapisi
(bazen de değiştirme terapisi olarak adı geçer) uygulanır Bu terapde kandaki AAT seviyesini
yükseltilerek akciğer hastalığının ilerleyişinin durdurulması amaçlanmaktadır. Bu terapi AATD
kaynaklı karaciğer hastalığına etki etmemektedir. Tedavilerin işe yaramaması durumunda organ
transplantasyonu yapılmaktadır.

Hastalığın Diğer İsimleri
• AAT
• AATD
• Alpha-1 Protease İnhibitorü Eksikliği
• Alpha-1 ile İlişkili Amfizem

• Genetik Amfizem
• Kalıtımsal Akciğer Amfizemi
• Kalıtsal/Irsi Amfizem

Kaynakça

1. https://rarediseases.info.nih.gov/diseases/5784/alpha-1-antitrypsin-deficiency
2. https://ghr.nlm.nih.gov/condition/alpha-1-antitrypsin-deficiency#definition
3. https://www.ncbi.nlm.nih.gov/medgen/67461
4. https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/16510030
5. Stoller JK. Clinical manifestations, diagnosis, and natural history of alpha-1
antitrypsin deficiency. UpToDate. May 25, 2018;
https://www.uptodate.com/contents/clinical-manifestations-diagnosis-and-
natural-history-of-alpha-1-antitrypsin-deficiency.

Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

HODGKİN HASTALIĞI

Genel Bilgi

Hodgkin hastalığı, lenfoma olarak bilinen bir grup kanserden biridir. Lenfoma, lenf sistemini,
özellikle lenf düğümlerini etkileyen kanserleri tanımlamak için kullanılan genel bir terimdir.
Tümörler sıklıkla lenf düğümlerinde veya düğümlerin etrafındaki alanlarda oluşur. Şişmiş lenf
bezleri ile birlikte ateş, gece terlemesi ve kilo kaybı da görülebilir. Hodgkin lenfomanın kesin nedeni tam olarak bilinmemektedir.

Belirti ve Semptomlar

Hodgkin lenfoma (HL), lenf sisteminin dokularını ve lenf düğümlerini etkiler. Vücudun
bağışıklık sisteminin bir parçası olan lenf sistemi, kan damarlarına benzeyen ve vücutta akan
karmaşık bir dizi ince damardan (lenf damarları) oluşur. Lenf damarları, bir tür beyaz kan
hücresi (lenfosit) içeren lenf adı verilen berrak bir sıvı taşır. Düzenli olarak, küçük yuvarlak
doku kitleleri halinde lenf damarlarının arasında görülür. Lenf düğümleri olarak bilinen bu
fasulye şeklindeki organlar, enfeksiyonlarla savaşmak için gereken hücreleri oluşturur. Koltuk altı, kasık ve boyunda lenf düğümleri kümeler halinde bulunur. Lenf sistemin ek kısımları dalak, timus ve bademcikleri içerir.

Hodgkin hastalığının ilk belirtisi genellikle şişmiş bir lenf düğümüdür. Vakaların üçte ikisinde boyundaki lenf düğümü etkilenir. Aksi takdirde, koltuk altı, göğüs, kasık veya karın bölgelerindeki lenf bezleri etkilenir. Hastalık diğer lenf düğümlerine, düğümlerin etrafındaki
alanlara, dalağa, karaciğere, akciğerlere ve kemik iliğine yayılabilir. Hastalarda nadiren de olsa kemik ağrıları görülebilir. Bazı durumlarda, dalakta (splenomegali) veya karaciğerde (hepatomegali) anormal genişleme oluşabilir. Sindirim sistemini veya böbrekleri etkileyen anormallikler ek belirtiler olarak görülebilir.

Etken Faktörler

Hodgkin hastalığının kesin nedeni tam olarak bilinmemektedir. Bazı araştırmalar, virüs
(örneğin Epstein Barr Virüsü) gibi bulaşıcı bir etkenin Hodgkin hastalığında bir rol
oynayabileceğini göstermektedir. Son çalışmalar, genç erişkin bireylerin hastalığa genetik
olarak duyarlı olabileceğini belirtmiştir. Ayrıca çevresel faktörlerin veya bağışıklık sistemi
yetersizliklerinin Hodgkin hastalığının gelişiminde rol oynayabileceği düşünülmektedir.
Dolayısıyla, sebep çok faktörlü olabilir.
Hodgkin hastalığı bir kanser türüdür. Lenf sistemi hücrelerinin hızlı ve kontrolsüz bölünmesi sonucunda oluşur. Hastalık, lenf sisteminin herhangi bir kısmında gelişebilir. Lenf dokularının vücudun pek çok farklı bölgelerinde bulunmasından dolayı Hodgkin Lenfoma, vücudun herhangi bir kısmında oluşabilir ve yayılabilir.

Görülme Sıklığı:

Hodgkin hastalığına sahip bireylerin çoğunluğu 15-40 yaşları arasındadır. 50 yaşından sonra daha az sayıda kişi etkilenmektedir. Hodgkin lenfoma çocukları da etkileyebilir.
Hodgkin lenfoma iki ana formdan oluşur: Klasik Hodgkin lenfoma vakaların %95’inde görülür, Nodüler lenfosit-baskın Hodgkin lenfoma ise yalnızca vakaların %5’inde görülür.
Hastalığa 15-35 yaş arasındaki bireylerde daha sık rastlanır ve genellikle üst vücuttaki lenf düğümlerinin şişmesiyle baş gösterir.

Hodgkin lenfoma, Amerika Birleşik Devletleri&#39;ndeki tüm kanser vakalarının yüzde birinden azını oluşturmaktadır.

İlgili Hastalıklar:

Aşağıdaki hastalıkların belirtileri Hodgkin Lenfoma’nın belirtilerine benzer olabilir. Belirti karşılaştırmaları tanıları ayırmak için yararlı olabilir:
Hodgkin dışı lenfomalar, lenf sisteminde oluşan bir grup kanserdir. Boyunda veya kasıkta şişmiş lenf bezleri şeklinde oluşur ve genellikle vücuda yayılır. Anemi (anormal derecede düşük kırmızı kan hücresi seviyeleri), lösemi (anormal derecede beyaz kan hücresi seviyeleri),
kilo kaybı, ateş, gece terlemeleri ve halsizlik görülebilir. Hodgkin dışı lenfomaların nedeni bilinmemektedir ancak virüs etkenli olabileceği düşünülmektedir. Hodgkin dışı lenfoma her yaşta ortaya çıkabilir.

Burkitt lenfoma, lenf düğümlerini ve vücudun diğer bölgelerini etkileyen lenf sistemi kanseridir. Tümörler; böbreklerde, eşey organlarında, kemik iliğinde veya lenf bezlerinin yanı sıra merkezi sinir sisteminde ortaya  çıkabilir. Burkitt lenfoma bulaşıcı olabilir. Amerika Birleşik Devletleri’nde nadiren görülür ve Orta Afrika&#39;da daha yaygındır.
Hodgkin lenfomanın günümüzdeki semptomları birçok bulaşıcı hastalık ile benzeltilmektedir.
Löseminin ve diğer kanser formlarının semptomlarından biri de şişmiş lenf bezleri olabilir.

Tanı konmadan önce bunun gibi diğer olasılıkları da göz önünde bulundurmak önemlidir.

Teşhis Yöntemleri ve Tedaviler

Klinik değerlendirmelere, hastalık geçmişine ve karakteristik bulgulara (şişmiş lenf düğümleri, grip benzeri semptomlar, vb.) dayanarak, Hodgkin lenfomanın teşhisi konulabilir.
Tanıyı doğrulamak amacıyla lenf bezlerinden cerrahi müdahale ile parça alınarak veya dokunun mikroskobik olarak incelenmesi ile tanı doğrulanabilir. Doku incelemesi Reed-Sternberg hücreleri adı verilen belirli hücrelerin mevcut olup olmadığını belirlemek için yapılmaktadır.

Uygun tedavi programını belirlediğinden dolayı hastalığın ne kadar yayıldığını belirlemek önemlidir. Genellikle doktorlar, hastalığın hangi aşamada olduğunu belirlemek için Ann Arbor Sınıflandırma Sistemi’ni kullanırlar. Evre, kanserli bölgelerin sayısına, konumuna,
lenflerde olup olmamasına, ateş, terleme ve kilo kaybının varlığına veya yokluğuna bağlıdır.
BT taramaları, manyetik rezonans görüntüleme ve lenf sistemine odaklanan özel bir röntgen tekniği (lenfanjiyografi) dahil hastalığın ne kadar yayıldığını belirlemek için çeşitli röntgen testleri kullanılabilir.

Hodgkin hastalığının tedavisi hastalığın evresine bağlıdır. Radyoterapi ve / veya kemoterapi iki ana tedavi seçeneğidir.
Radyoterapi (radyasyon tedavisi) lenfositleri tahrip eder ve vücudu kuvvetli röntgenlere maruz bırakarak genişleyen lenf düğümlerini küçültür. Radyoterapi tek başına veya kemoterapi ile birlikte kullanılabilir.
Kemoterapi &#39;antikanser&#39; ilaçların kullanımını içerir. Günümüzde kullanımda olan bazı ilaç uygulamaları bulunmaktadır. Bu ilaçlar yan etkilere neden olabilir ve bir doktor tarafından dikkatle izlenmelidir.

Hastalıkla İlişkili Genler:

Bazı araştırma sonuçlarına göre Hodgkin Lenfoma, resesif kalıtım ile uyumludur.

HL hücrelerinde , 2p, 4p, 4q ve 9p bölgelerinin amplifikasyonu ve 6q25.40 kromozomunun silinmesi gibi tekrarlayan sitogenetik değişikliklerin bulunduğu bazı genom bölgeleri tespit
edilmiştir 1 .

Hastalığın Diğer İsimleri:
Hodgkin Hastalığı,
Hodgkin Lenfoma,

Kaynaklar:
https://rarediseases.org/rare-diseases/hodgkins-disease/
https://rarediseases.org/rare-diseases/hodgkins-disease/#references
https://rarediseases.info.nih.gov/diseases/2714/hodgkin-lymphoma
1 Goldin, L. R. et al. A genome screen of families at high risk for Hodgkin lymphoma: evidence
for a susceptibility gene on chromosome 4. Journal of medical genetics 42, 595-601,
doi:10.1136/jmg.2004.027433 (2005).

Kategoriler
YUKLENDI

WİLLİAMS SENDROMU

Genel Bilgi

Williams sendromu,vücudun birçok bölümünü etkileyen gelişimsel bir hastalıktır. Bu durum, hafif ila orta derecede zihinsel engellilik veya öğrenme problemleri, benzersiz kişilik özellikleri, kendine özgü yüz özellikleri ve kalp ve kan damarı (kardiyovasküler) problemleri ile karakterize edilir.

Williams sendromlu insanlar tipik olarak, bulmaca çizmek ve birleştirmek gibi görsel-mekansal görevlerde zorluk çekerler, ancak konuşulan dil, müzik ve tekrarlayarak öğrenme (ezberleme) içeren görevlerde başarılı olma eğilimindedirler. Etkilenen bireyler dışlanmış, kişilikleri meşgul etmiş ve diğer insanlara aşırı ilgi gösterme eğilimindedir. Dikkat eksikliği bozukluğu (ADD), kaygı sorunları ve fobiler bu bozukluğu olan insanlar arasında yaygındır.

Williams sendromlu küçük çocuklar, geniş bir alın dahil olmak üzere belirgin yüz özelliklerine sahiptir.Bir kısa burungeniş uçlu, dolu yanaklar ve geniş bir ağzıdolgun dudaklar ile. Etkilenen birçok insan küçük, geniş aralıklı, çarpık veya eksik dişler gibi diş problemleri yaşar. Daha büyük çocuklarda ve yetişkinlerde, yüz daha uzun ve daha gaunt görünür.

Supravalvüler aort darlığı (SVAS) adı verilen bir kardiyovasküler hastalık Williams sendromlukişilerde sıklıkla görülür . Supravalvüler aort darlığı vücudun geri kalanına (kalbe kan taşıyan büyük kan damarının daralması sonucu oluşur aort). Bu durum tedavi edilmezse, aort daralması nefes darlığı, göğüs ağrısı ve kalp yetmezliğine yol açabilir. Williams sendromlu kişilerde yüksek tansiyon (hipertansiyon) dahil olmak üzere kalp ve kan damarları ile ilgili diğer problemler de bildirilmiştir .

Williams sendromunun ek belirtileri ve semptomları, eklem sorunları ve yumuşak, gevşek cilt gibi bağ dokusu anormalliklerini (vücudun eklemlerini ve organlarını destekleyen doku) içerir. Etkilenen insanlar ayrıca bebeklik döneminde kanda (hiperkalsemi) kalsiyum seviyelerinde artış, gelişimsel gecikmeler, koordinasyon problemleri ve kısa boylu olabilir. Göz ve görmeyi, sindirim sistemini ve idrar sistemini içeren tıbbi sorunlar mümkündür.

Nedenler

Williams sendromuna silme neden olurözel bir bölgesine Genetik materyalin kromozom 7. Silinen bölge 26 ila 28 gen içermektedir ve araştırmacılar bu genlerin bir çoğunun kaybının muhtemelen bu hastalığın karakteristik özelliklerine katkıda bulunduğuna inanmaktadır.

CLIP2,ELN,GTF2I,GTF2IRD1 ve LIMK1, Williams sendromlu kişilerde tipik olarak silinmiş genler arasındadır. Araştırmacılar ELN genininkaybının,bu hastalığı olan birçok insanda bulunanbağ dokusu anormallikleri ve kardiyovasküler hastalıkla (özellikle supravalvüler aort darlığı )ilişkili olduğunubulmuşlardır. Çalışmalar CLIP2 , GTF2I , GTF2IRD1 , LIMK1’in silinmesinin olduğunu göstermektedirve belki başka genler de Williams sendromlu kişilerde görülen görsel-uzamsal görevlerle karakteristik zorlukları, benzersiz davranışsal özellikleri ve diğer bilişsel zorlukları açıklamaya yardımcı olabilir . GTF2IRD1 geninin kaybı da, genellikle bu durumla ilişkilendirilen belirgin yüz özelliklerine katkıda bulunabilir.

Araştırmacılar, NCF1 geninin kromozom 7 üzerindeki mevcudiyetinin veya yokluğunun, Williams sendromlu kişilerde hipertansiyon gelişme riski ile ilişkili olduğuna inanmaktadır . Ne zaman NCF1geni silinir kromozomun bir parçası dahildir, etkilenen bireylerin hipertansiyon geçirmeleri daha az olasıdır. Bu nedenle, bu genin kaybı koruyucu bir faktör olarak görünmektedir. Olan kişiler Williams sendromu NCF1 geni silinmez hipertansiyon gelişme riski daha yüksektir.

Silinen kromozom 7 bölgesindeki diğer genler ile Williams sendromunun belirti ve semptomları arasındaki ilişki araştırılmakta veya bilinmemektedir.

Belirtiler

– Geniş bir ağız, küçük kalkık burun, geniş aralıklı dişler ve dolgun dudaklar gibi özel yüz özellikleri

– Kolik veya beslenme problemleri

– Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (DEHB)

– Öğrenme bozuklukları

– Pinky parmağının içe doğru kıvrılması

– Belirli fobiler

– Kısa boy

– Konuşma gecikmeleri

– Batık göğüs

– Değişen zihinsel yetersizlik dereceleri

– Düşük doğum ağırlığı ve kas tonusu

– Böbrek anomalileri

– Sağduyu

Sıklık

Williams sendromu yaklaşık 7.500 ila 10.000 kişiden 1’ini etkiler.

Kalıtım Deseni

Çoğu Williams sendromu vakası kalıtsal değildir, ancak etkilenen bir bireyin ebeveyindeki üreme hücrelerinin (yumurta veya sperm) oluşumu sırasında rastgele olaylar olarak ortaya çıkar. Bu vakalar ailelerinde düzensizlik öyküsü olmayan kişilerde görülür.

Williams sendromu otozomal dominant bir durum olarak kabul edilir, çünkü her hücrede değiştirilmiş kromozom 7’nin bir kopyası bozukluğa neden olmak için yeterlidir. Vakaların küçük bir yüzdesinde, Williams sendromlu insanlar,durumdan ebeveynin kromozomal silmesini miras alır.

Tanı Yöntemleri

1.Balık Testi

Williams sendromunun klinik teşhisini doğrulamak için bir kan testi alabilirsiniz. Laboratuar, floresan yerinde hibridizasyon  (FISH) olarak bilinen tekniği kullanabilir  .

FISH, özel olarak hazırlanmış elastin probları kullanan özel bir kromozom analizi türüdür. Bir hasta elastin geninin 2 kopyasına sahipse (7 numaralı kromozomların her birinde bir tane), muhtemelen WS’leri yoktur. Bireyde yalnızca bir kopya varsa, WS tanısı doğrulanır.Neredeyse bütün WS (% 98-99) kişiliğinin tipik özellikleri olan WS, elastin genini silecektir.

Daha teknik terimlerle;

Williams sendromu, elastin genini içeren 7q11.23 kromozom # 7 bölgesinin silinmesinin sonucudur. Williams sendromu bitişik bir gen sendromudur – Silinen genlerin tümü Williams sendromunda “kritik bölge” de “sıralanır”. Williams sendromunun teşhisi, belirli bir prob ve bir kontrol probu kullanılarak çift renkli FISH ile doğrulanır.

Laboratuvarın bir Sodyum heparin tüpüne çekilmiş 5 ml kan alması gerekir. Numune laboratuvara çekildiği gün veya ertesi gün ulaşmalıdır. Sonuçlar genellikle 2-4 haftada elde edilebilir.

FISH testi, ülkenin dört bir yanındaki büyük hastanelerde ve Sitogenetik laboratuarlarında hazır bulunur, ancak rutin bir test değildir. Bu nedenle, tüm laboratuvarlar FISH tabanlı teşhis yapmaz. Aileler veya doktorları, testi yapabilmelerini sağlamak için laboratuarı önceden çağırmalıdır.

Bir çocuğun Williams sendromu olabileceğine dair herhangi bir şüpheniz varsa, FISH testi çoğu durumda size kesin bir cevap verecektir.

WS’nin genetik bir tanı olduğunu ve gen silinmesi olmayan bir bireyde Williams sendromunun bulunmadığını vurgulamak önemlidir (yani klinik olarak WS ile tanı konmuş ancak daha sonra delesyon bulunmadığı tespit edilen bir kişinin WS).

NOT:  Başka bir aile üyesinin de Williams sendromu geçirmesi olası değildir. Diğer yandan, Williams sendromlu bir birey ebeveyn olmayı planlıyorsa, çocuğunun Williams sendromu yaşama şansı 50/50dir. Böyle bir durum ortaya çıkarsa, embriyonik hücrelerin doğum öncesi testi için FISH testini kullanma konusunda bir doğum uzmanına danışın.

2.Mikroarray: Bir kromozomal mikro dizi, kişinin kromozomlarında herhangi bir yerde eksik veya fazla DNA parçası olup olmadığını belirlemek için milyonlarca markör kullanan daha yeni bir teşhis aracıdır. Bu test daha yavaştır, ancak eksik olan parçanın ne kadar büyük olduğu hakkında daha fazla bilgi verir.

TEDAVİ

Williams sendromunun tedavisi yok. Tedavi, sendromla bağlantılı semptomların hafifletilmesini içerir. Dar kan damarları semptomlara neden olurlarsa tedavi edilebilir. Fiziksel terapi ve konuşma terapisi de faydalı olabilir.

Bu Durum İçin Diğer İsimler

  • Beuren sendromu
  • elfin fasies sendromu
  • hiperkalsemili elfin fasiyesleri
  • hiperkalsemi-supravalvar aort darlığı
  • infantil hiperkalsemi
  • supravalvar aort darlığı sendromu
  • İDA
  • Williams-Beuren sendromu
  • WMS
  • WS

Kaynaklar

https://ghr.nlm.nih.gov/condition/williams-syndrome

https://www.healthline.com/health/williams-syndrome#symptoms

https://williams-syndrome.org/content/diagnosing-williams-syndrome-0

 

Kategoriler
YUKLENDI

THOMSEN ve BECKER HASTALIĞI

Genel Bilgi

Thomsen ve Becker hastalığı iskelet kas sisteminde meydana gelen kalıtsal rahatsızlıkların iki formu olarak literatürde yer almaktadır. Bu iki hastalığın ortak adlandırılması kelime anlamları; kasların kasıldıktan bir süre sonra gevşemekte zorluk çekmesi ile bağlantılı ‘miyotoni’ ve doğuştan hastalığın seyrettiği belirtilen ‘konjenita’ şeklindedir. Miyotoni Konjenita (MK): kas liflerinin hücre zarları yapısında gözlemlenen iyon kanallarında bozukluk (kanolopati) sonucunda kas krampları, stres gibi rahatsızlıkların seyretmesi durumudur. MK tanısında fizik muayene, elektromiyografi ve moleküler genetik testleri yapılmaktadır. Tanısal değerlendirmelere ek olarak kas biyopsisi alınarak laboratuvarda incelenmektedir. MK saptanan bireylerde kas hücrelerinin istemli kasılmalarından sorumlu Klorid Voltaj Geçitli İyon Kanalı 1 (CLCN1) geninde mutasyon gözlemlenmektedir.

Thomsen Hastalığı (TH): 1876 yılında Dr Julius Thomsen tarafından keşfedilen ve bebeklikten 3 yaşına kadar hafif semptomlarla belirginleşen otozomal dominant karakterli miyotoni konjenita formudur. Nadir görülmektedir.

Becker Hastalığı (BH): 1971 yılında Dr Peter Emil Becker tarafından keşfedilen ve 4-12 yaş aralığında ağır semptomlarla belirginleşen otozomal resesif karakterli miyotoni konjenita formudur. Yaygın görülmektedir.

Genetik Değişiklikler / Etken Faktörler

Kas hücresi mekanizmasında rol oynayan klorid kanalını kodlayan gendeki (CLCN1 ya da CLC1) 7. kromozomun (7q35) mutasyona uğraması sonucu klorid kanal sayısında azalmalara sebep olur.

Belirti / Semptomlar

MK vakalarında en belirgin semptom bacak kaslarında gözlemlenmektedir. Hastalık ilerledikçe kol, gövde ve yüz kasları etkilenmektedir. Fizik muayenede; dinlenme sonrası ani hareket sonucu oluşan kas sertliği, kaslarda gevşemede zorluk, kasların anormal büyümesi (hipertrofi) gözlemlenmektedir. Tetikleyici faktör olarak soğuk havalara maruz kalma, stres, açlık, yorgunluk gibi durumlar hastalığın seyrini kötüleştirebilir.

Genetik Görülme Sıklığı

Prevalans 1 ile 10/100.000 arasında tahmin edilmektedir. Semptomlar erken çocukluk döneminde başlamaktadır. Miyotoni Distrofi’den farklı olarak hastalık ilerleyici değildir.

Kalıtım Paterni / Deseni

  • Otozomal Dominant formu (TH):

Aile öyküsünde mutasyona sahip gen taşıyıcı ebeveyn sayısı: 1

Sağlıklı çocukların doğma olasılığı: ½

Mutasyonlu gene sahip çocuklar doğma olasılığı: ½

  • Otozomal Resesif formu (BH):

Aile öyküsünde mutasyona sahip gen taşıyıcı ebeveyn sayısı: 2

Sağlıklı çocukların doğma olasılığı: ½

Mutasyonlu gene sahip çocukların doğma olasılığı: ½

BH sahip çocukların doğma olasılığı: ¼

Teşhis Yöntemleri / Tedaviler

MK vakalarını teşhisinde kullanılan yöntemler:

  • Klinik değerlendirme
  • Hasta-Aile öyküsü
  • Fizik muayene testleri
  • EMG testi
  • Genetik analizler
  • Gerekli durumlarda kas dokusu örneği

MK vakalarını tedavi ederken ortopedistler, hekimler ve tıbbi uzman ekiplerin koordine çalışması önemlidir. Geçici olarak semptomları hafifletmeye yönelik egzersiz verilmektedir. Kas zarlarını stabilize etmek için Fenitoin, Asetazolamid, Karbomazepin, Dontrolen Sodyum, Kinin Sülfat, Mexiletin, Trimeprozin ilaçları literatürde yer almaktadır.

Hastalıkla İlişkili Genler

CLCN1 ya da CLC1

Hastalığın Diğer İsimleri

  • Thomsen – Becker Hastalığı
  • Miyotoni Konjenita
  • Nondistrofik Miyotoni
  • Otozomal Dominant Miyotoni Konjenita
  • Otozomal Resesif Miyotoni Konjenita

Kaynakça

  1. Dunkle, M. (2011). National Organization for Rare Disorders (NORD). Encyclopedia of Clinical Neuropsychology, 1716-1716.
  2. Dunø, M., & Colding-Jørgensen, E. (2015). Myotonia congenita
  3. Orphanet database: Thomsen and Becker disease definition:
  4. Expert reviewer(s): Pr Bertrand FONTAINE- Last update: June 2007
  5. National center for advancing translational sciences (NIH) database: Myotonia congenita Last updated: 3/22/2017
Kategoriler
YUKLENDI

NORMOKALEMİK PERİYODİK PARALİZ / NormoKPP

Genel Bilgi

Normokalemik periyodik paralizi (NormoKPP), epizodik kas zayıflığı atağı ile karakterize kalıtsal bir kas hastalığıdır. Başlangıçta ayrı bir durum olarak kabul edildi, ancak çoğu doktor şimdi bunu hiperkalemik periyodik paralizinin bir varyantı olarak görüyor. Hiperkalemik periyodik paralizisi olan kişiler atak sırasında potasyum seviyelerini arttırmışlardır; Normokalemik formu olan insanlar, zayıflık sırasında potasyum seviyelerinde herhangi bir değişiklik yaşamaz, ancak çoğu, potasyum verildiğinde zayıflar. Çalışmalar, durumun her iki formunun da SCN4A genindeki mutasyonlardan kaynaklandığını ve otozomal dominant bir şekilde kalıtıldığını göstermiştir. Tedavinin amacı, akut semptomları hafifletmek ve daha ileri atakları önlemektir.

Normokalemik Periyodik Paraliziye Bağlı İlk 20 Hastalığın Grafik Ağı;

Görsel kaynakhttps://www.malacards.org/card/normokalemic_periodic_paralysis

Genetik Değişiklikler / Etken Faktörler

Retrospektif klinik ve moleküler analiz, çoğu normoKPP familyasının, kas-spesifik sodyum kanalı geninin (SCN4A) mutasyonuna bağlı olarak aslında bir çeşit hiperkalemik periyodik paralizi (hiperPPP) olduğu şüphelerini doğrulamıştır. Bununla birlikte, Poskanzer ve Kerr (Poskanzer DC, Kerr DNS) tarafından tarif edilen orijinal normoKPP familyası. Normokalemili ve sodyum klorüre olumlu yanıtı olan üçüncü bir periyodik paralizi türü. SCN4A’nın Met1592Val mutasyonunu, bu orijinal normoKPP ailesinin etkilenen bir soyundan aldık. Bu bulmacanın son parçası: normoKPP aslında bir hyperKPP çeşididir ve belirgin bir bozukluk değildir.

Belirti ve Semptomlar
SCN4A geninde p.Thr704Met mutasyonu, iskelet kası içindeki sodyum kanalında meydana gelir ve yavaş aktivasyon sürecine müdahale ederek kasılmadan sonra kas iyileşmesini önleyerek felce neden olur. Mutasyon, kas atrofisine, kronik progresif miyopatiye ve atak sıklığına bağlı kalıcı zayıflığa yol açabilecek ciddi hastalıklarla ilişkilidir.

Kol ve bacaklarda aniden gelişen genellikle ağrısız, his ya da kas gücü kaybı en belirgin şikayettir. Şikayetler 2-36 saat süreyle devam eden ataklar halinde gelişebilir. Hastalarda tipik olarak ekstremite kaslarında simetrik güçsüzlük görülmektedir, solunum ve yüz kasları nadiren tutulmaktadır. Normokalemik periyodik paralizide, Nöbetler sırasında serum potasyumunda belirli bir değişiklik yoktur. Fakat bu sıkıntılarda, sodyum uygulamasına klinik olarak çok iyi cevap vermektedir.

Genetik Görülme Sıklığı
Periyodik paraliziler, sıklıkla serum potasyum seviyelerindeki değişikliklerden kaynaklanan periyodik kas zayıflığına neden olur.
Primer periyodik paralizi üç tipe ayrılır:
1. hipokalemik PP,
2. hiperkalemik PP ve
3. normokalemik PP.

Kalıtım Paterni / Deseni:
Nadir görülen bir genetik hastalık olan normokalemik periyodik paralizi, otozomal dominant şekilde kalıtsal olur. Periyodik paralizi vakaları, 100binde 1 olabildiği gibi, bunun çeşitlerinden biri olan Normokalemik periyodik paralizi, 1milyonda 9-10 kişide görülmekte olup, teşhis-tanı sayısı çok azdır. Tanı konulan hastanın aile üyelerinde benzer şikayetler kaydedilmiştir.

Teşhis Yöntemleri ve Tedavileri

Normokalemik Periyodik paraliziyi anlamada çok ilerleme kaydedilmesine rağmen, şu anda tedavi konusunda bir fikir birliği yoktur ve etkili tedavi seçenekleri sınırlıdır. Ayrıca, pek çok uzmanın normokalemik periyodik paralizi farklı bir durum olarak görmediği için muhtemel (hiperkalemik periyodik paralizinin bir varyantı olduğu düşünülmektedir), tıbbi literatürde nadir görülen bu özel varyasyona ilişkin çok az bilgi bulunmaktadır.

Yayınlanan sınırlı araştırma, karbonik asit anhidraz inhibitörlerinin periyodik paralizilerde atak sıklığını ve şiddetini azaltabileceğini göstermiştir. Bununla birlikte, hangisinin karbonik asit anhidraz inhibitörlerinin (diklorfenamid veya asetazolamid) daha etkili olduğu veya daha az yan etkisi olduğu konusunda yeterli bilgi yoktur. [8]

Uzmanlar genellikle etkilenen bireylerin yaşam tarzı ve diyet değişikliği ile atak tetikleyicilerinden kaçınmaları gerektiği konusunda hemfikirdir. Hiperkalemik formdaki kişilerin, karbonhidrat bakımından zengin ve potasyum bakımından düşük öğünlerde sık sık yemek yiyerek ve açlık, yorucu aktivite ve soğuğa maruz kalmaktan kaçınarak atakları önleyebileceği bildirilmiştir. Ataklar sırasında normokalemik olan bireylerin semptomları egzersiz yaparak düzelebilir.

Profilaktik hidroklorikazid, hiperkalemik PP’de atakların önlenmesinde oldukça etkili olabilir. Bununla birlikte normokalemik PP’de güvenlik ve etkinliği belirsizliğini koruyor ve ilaç bu durumlar için her zaman kullanılmıyor. Bir endişe, normokalemik PP’de hidroklorikazid tedavisi ile hipokalemi olasılığıdır. Düşük dozlarla tedavi, metabolik olumsuz etkileri azaltabilir.

Hastalıkla İlişkili Genler
Hiperkalemik PP ve normokalemik PP, iskelet kasındaki sodyum kanallarını kodlayan SCN4A genindeki mutasyonlarla ilişkilidir. P.Thr704Met mutasyonu, hiperkalemik PP vakalarının çoğunda ve çok sayıda normokalemik PP vakasında bulunur. Bu mutasyonun her iki hastalığa neden olabileceği belirsizliğini koruyor.

Hastalığın Diğer İsimleri
⁃ NormoKPP
⁃ Periyodik felç tip 3
⁃ Normokalemik PP

Kaynaklar
• https://rarediseases.info.nih.gov/diseases/4009/normokalemic-periodic-paralysis
• https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/12210802
• http://www.neurologytimes.com/rare-diseases/hydrochlorthiazide-not-only-hyperkalemic-periodic-paralysis
• https://www.saglikocagim.net/periyodik-paralizi-nedenleri-belirtileri-tedavisi/

Kategoriler
YUKLENDI

HOLT-ORAM SENDROMU (HOS)

Hastalığın Diğer İsimleri
Kalp-el Sendromu,
Atrio Dijital Displazi,
Ventrikülo-radyal Sendrom,
Atrio Dijital Sendromu,
Kardiyok-uzuv Sendromu Type 1,
HOS 1,

Genel Bilgi

Holt-Oram sendromu, doğuştan kalp lezyonuyla ilişkili ekstremite ve omuz kuşağının anormallikleri ile karakterize otozomal dominant bir hastalıktır [1]. Holt-Oram sendromu olan kişilerin bileğinde normal olarak oluşmayan (gelişmeyen) en az bir kemik vardır. El, kol ve omuzlardaki diğer kemiklerde anormal şekilde gelişmemiş olabilir. Genellikle kemik anormallikler sadece röntgen ile tespit edilebilir. Holt-Oram sendromu olan çoğu insanda,kalbin oluşma şeklinden (doğuştan) veya kalbin atma şeklinden kaynaklanan sorunlarda dahil olmak üzere kalp sorunları vardır. Holt-Oram sendromu olan kişilerin yaklaşık %75’inde yaşamı tehdit edecek kalp sorunları vardır. En sık karşılaşılan problem kas duvarındaki
(septum) kalbin sağ ve sol taraflarını ayıran bir kusurdur. Holt-Oram sendromu olan bazı kimselerde, kalp sistemindeki kasılmaları koordine eden elektrik sistemindeki anormalliklerin neden olduğu kalp iletim hastalığı vardır. Holt-oram sendromu özellikleri Duane-Radial Ray
sendromu adı verilen bir durumla aynıdır; ancak, bu iki rahatsızlığa farklı genlerdeki mutasyonlar neden olur. [2]

Genetik Faktörler:

Holt-Oram sendromu TBX5 genindeki genetik değişikliklerden (patojenik varyantlar veya mutasyonlar) kaynaklanır. Sendrom otozomal dominant şeklinde kalıtsaldır. Çoğu gen gibi, TBX5 geni de bir çift halinde gelir (iki kopya). Otozomal dominant sadece bir tane değiştirilmiş TBX5 geninin kopyalarının, Holt-Oram sendromu belirti ve semptomlarına neden olması için yeterli olduğu anlamına gelir. TBX5 geninin biri anneden diğeri babadan gelir. [3]

Semptomlar:

Holt-Oram sendromunun belirti ve semptomları elleri, bilekleri, kolları ve kalbi etkileyen doğum kusurları içerir. El bileğindeki kemiklerden en az birine, anormal şekilde oluşan karpal kemiklere sahiptir. Holt-Oram sendromu olan kişilerde eksik baş parmak, uzun bir baş parmağı ön kolda kısmi veya tam kemik yokluğu, üst kolun az gelişmiş bir kemiği ve yaka
kemiğinin anormallikleri gibi ek kemik anormallikleri olabilir. Her iki üst ekstremite etkilenirse, kemik anormallikleri her iki tarafta aynı veya farklı olabilir. İskelet anormalliklerinin her iki tarafta da aynı olmadığı durumlarda, sol taraf genellikle sağ taraftan daha ciddi şekilde etkilenir. Holt-Oram sendromuyla ilişkili kalp defektleri herhangi bir soruna yol açmayabilir. Bunun yanı sıra solunum zorluğu, yorgunluk, pulmoner hipertansiyon gibi semptomlara neden olabilir.

Teşhis

Holt-Oram sendromunun teşhisi, bir kişinin el bileği kemikleri ve üst ekstremite diğer
kemiklerinin oluşma biçiminde değişiklik olduğu tespit edildiğinden şüphelenilebilir. Bir kişinin spesifik kemik değişiklikleri ve kişisel veya aile öyküsü atriyal septal defekt,ventriküler septal defekt veya kardiyak iletim hastalığı varsa tanı konulabilir. Bir doktor teşhis koymak için el, bilek ve kol röntgeni, kalbin yapısını inceleyen bir test (ekokardiyogram) ve kalbin elektriksel ritmi testini içeren testler isteyebilir ( elektrokardiyogram). Tanı, TBX5 geninin genetik testiyle de doğrulanabilir.

Tedavi

Kemik ve kalp problemlerinin ciddiyetine bağlı olarak, Holt-Oram sendromunun tedavisi,çocuk doktorları, cerrahlar, kardiyologlar, ortopedistler ve genetikçiler dahil olmak üzere bir uzmanlar ekibi gerektirebilir. El bileği kemiğinin ve diğer üst ekstremite kemik
problemlerinin tedavisi, düzeltici veya rekonstrüktif cerrahi, ekstremite protezlerinin kullanımı ve fiziksel veya mesleki tedavileri içerebilir. Tedavinin amacı, Holt-Oram sendromu olan kişilere üst ekstremiteyi mümkün olduğunca kullanmalarında yardımcı olmaktır. [4] Bu tedaviler, bir kişiye Holt-Oram sendromu teşhisi konduğu anda başlanırsa en
etkili olabilir. Bazı durumlarda, bilek ve üst uzuvlarda oluşan kemiklerin şeklindeki değişiklikler herhangi bir soruna neden olmayabilir veya herhangi bir tedaviye ihtiyaç duyabilir. Bu gibi durumlarda, başka bir nedenden dolayı röntgen çekilmedikçe kemik
anormallikleri bile fark edilemeyebilir (rastlantısal bulgu).

Hafif kalp defekti veya kalp iletim hastalığı olan kişiler herhangi bir tedavi gerektirmeyebilir.
Diğer durumlarda, kalp ileti hastalığı, düzenli bir kalp atış hızını korumak için antiaritmik ilaçlar veya kalp pili ile tedavi edilebilir. Diğer kalp anormallikleri cerrahi ile tedavi edilebilir.
Spesifik cerrahi prosedür, kalp defektinin yeri ve ciddiyetine bağlı olacaktır.

Kalp defekti olan insanlar bakteri enfeksiyonu ve kalbin odaları ve kapaklarının (endokardit)
astarının iltihaplanması için yüksek risk altında olabilir. Enfeksiyon riskini azaltmak için cerrahi prosedürlerden önce antibiyotik verilebilir.
Sıklık Holt-Oram sendromunun 100.000 kişiden 1&#39;ini etkilediği tahmin edilmektedir.

Kaynakça:
[1] https://www.omim.org/
[2] https://ghr.nlm.nih.gov/condition
[3] https://rarediseases.info.nih.gov/diseases

Kategoriler
YUKLENDI

PERNİOSİS

Hastalığın Diğer İsimleri

  • Mayasıl
  • Soğuk Hasarı
  • Eritem
  • Perniyo

Genel Bilgi

Perniosis,uzun süre soğuk ve rutubetli ortam koşullarına maruz kalınması sonucu ortaya çıkan iltihaplı bir hastalıktır.İsmini Latince’de soğuk ısırması anlamına gelen “pernio” kelimesinden almaktadır[1]. Alt bacaklarda,ellerde,ayaklarda,kulaklarda ve yüzde acılı,kaşıntılı ve hassas cilt lezyonları ile karakterize edilmiş bir damar iltihabı çeşididir.Bu lezyonlar genellikle iki veya üç hafta süreyle gözlenir.

Lezyonların kaba ve mikroskobik morfolojileri göz önünde bulundurularak herhangi bir nedenin bulunamadığı vakalara idiopatik (primer) perniosis, herhangi bir hastalık ile ilişkili bulunursa sekonder perniosis ve soğukla herhangi bir ilişkisi olmayan benzer klinik görünümlü vakalar için ise ‘perniotik benzerler’ terimleri kullanılmaktadır[2].

Hastalığın bir tipi de kalça bölgesindeki damarları etkilemektedir.

Etken Faktörler

Soğuk hava,cilde yakın olan küçük damarların ve arterlerin sıkılaşmasına veya kasılmasına sebep olur. Dokular tekrar ısındığında kan dokuya dökülür ve bu sebeple ciltte şişkinlik meydana gelir.Bu şişkinlik sinirleri irite eder ve acı hissi yaratır.Bu durumun soğuğa karşı aşırı hassasiyet veya alerji gibi durumları açıkladığı düşünülmektedir.Dolaşımla ilgili hastalıkların ve kalp  hastalıklarının da perniosis üzerinde etkisi olduğu düşünülmektedir.Aile geçmişinde perniosis bulunan bireyler olup olmaması,beslenme,bölgesel enfeksiyon,hormonal değişiklikler ve aşağıda listelenen diğer sistemik rahatsızlıklar da hastalığa etkisi olduğu düşünülen faktörler arasındadır[3-5].

  • Raynaud Hastalığı
  • Chilblain Lupus Eritematozus
  • Vaskülit(Damar İltihabı)
  • Soğuk Ürtikeri
  • Kronik Miyelomonositik Lösemi,Waldenstrom Makroglobülinemi ve metastatik meme kanseri gibi bazı kanser çeşitleri
  • Anoreksiya Nervoza
  • Disproteinemi(kandaki protein miktarındaki anormallikler)
  • Soğuk Aglutinin
  • Antifosfolipid Sendromu
  • Çölyak
  • Viral Hepatit
  • Behçet Hastalığı
  • Aicardi-Goutieres Sendromu
  • Kriyoglobülinemi
  • Kriyofibrinojenemi

Semptomlar

                      

   Figür 1:Perniosis ülserleşmesi                                            Figür 2: Perniosis

 (http://www.pcds.org.uk/clinical-guidance/perniosis)            (http://www.danderm-pdv.is.kkh.dk/atlas/6-44.html)

  • Ciltte kırmızı-mor olarak gözlenen renk bozukluğu
  • Kaşıntı ve yanma hissi
  • Ciltte şişkinlik

Acrococyanosis (koyu mavi olarak gözlenen renk değişikliği) el ve ayaklarda ve parmak uçlarında gözlenebilir.Bazı ciddi vakalarda sürtünmesi durumunda ülserleşebilen kabarcık benzeri lezyonlar(bullae) görüebilir.Lezyonlar genellikle soğuğa maruz kalındıktan 12-24 saat sonra ortaya çıkar[6, 7].

Perniosisin kalça bölgesini etkileyen tipinde ise ciltte kırmızı-mavi lekeler gözlenir ve dar kıyafetler giyilmesinden dolayı oluşabileceği için kadınlarda daha yaygındır.Aynı şekilde bu tipte de kaşıntı,yanma ve şişkinlik görülür.Uzun süreli soğuk hava koşullarından kaçınılması ve daha bol ve termal izolasyonlu kıyafetler giyilmesi genellikle semptomların azalmasını ve yok olmasını sağlamaktadır.

Görülme Sıklığı

Perniosis sıklıkla Büyük Britanya,Fransa ve ABD’nin kuzeyi gibi ılıman ve nemli iklime sahip bölgelerde gözlenmektedir[1, 8].Aynı zamanda 15-30 yaş aralığındaki kadınlarda erkeklere ve çocuklara nazaran daha yaygındır.Ayrıca boy uzunluğuna oranla beklenen kilonun %20’sinden daha az kiloya sahip insanlarda perniosis görülme riski daha fazladır.Zayıf kan dolaşımına sahip olmak ve sigara tüketimi de perniosis riskini arttırmaktadır.

Teşhis Yöntemleri ve Tedaviler

Perniosis teşhisi fiziksel inceleme ve sıcaklığın yeniden artışının etkilerinin yakından takibi ile koyulur.

Nadiren de olsa aşağıda listelenen kan testleri veya biyopsi uygulanabilir:

  • Tam kan sayımı ve çökme hızı
  • Bağ doku hastalıkları görüntüleme
  • Kriyoglobülinemi,kriyofibrinojenemi ve soğuk aglutinin testleri

(Bu testler düşük sıcaklıklarda çözünmez hale gelen proteinlerin varlığıyla ilişkili yaygın olmayan durumları araştırmak için kullanılır.)

  • İmmünofiksasyon ile birlikte serum protein elektroforezi (SPEP)

Tedavi için çoğunlukla ilaca ihtiyaç duyulmaz,semptomlar soğuk hava koşullarından uzaklaşılmasıyla kendiliğinden ortadan kaybolur ancak kalsiyum kanalı bloklayıcı Nifedipin veya Diltiazem adlı ilaçlar kan damarlarını genişleterek perniosis tedavisine yardımcı olarak kullanılabilir[9].Steroid kremler,losyonlar,D vitamini ve kalsiyum takviyesi de tedaviye yardım amaçlı kullanılabilmektedir ancak bunların faydası olduğuna dair bir kanıt yoktur.

Hastalıkla İlişkili Genler

Memeli hücrelerinde DNA’nın 3’ ucundan 5’ ucuna ekzonükleaz enzimini kodlayan TREX1(Three Prime Repair Exonuclease 1) geninde ve ayrıca RNASEH2 kompleksi ile SAMHD1 geninde otozomal dominant olarak kalıtılan mutasyonların AGS1 lokusunda perniosis ile ilişkilendirilen Aicardi-Goutières Sendromu’na neden olduğu belirlenmiştir[10, 11].Nadiren STING(stimulator of interferon genes) adı verilen genlerde oluşan mutasyonlar da perniosis ile ilişkilendirilen bir diğer rahatsızlık olan chilblain lupus sebebi olabilir[12].

Kaynakça

  1. Creager, M., J.A. Beckman, and J. Loscalzo, Vascular Medicine: A Companion to Braunwald’s Heart Disease: Expert Consult-Online and Print. 2012: Elsevier Health Sciences.
  2. Koca, T.T., et al., Soğuk Hasarı ve Perniosis (Mayasıl). Arşiv Kaynak Tarama Dergisi, 2015. 24(4): p. 463-471.
  3. Prakash, S. and M.H. Weisman, Idiopathic chilblains. The American journal of medicine, 2009. 122(12): p. 1152-1155.
  4. AlMahameed, A. and D.S. Pinto, Pernio (chilblains). Current treatment options in cardiovascular medicine, 2008. 10(2): p. 128-135.
  5. Patterson, J.W., Weedon’s Skin Pathology E-Book. 2014: Elsevier Health Sciences.
  6. Akkurt, Z.M., et al., Chilblains in Turkey: a case-control study. Anais brasileiros de dermatologia, 2014. 89(1): p. 44-50.
  7. Vano-Galvan, S. and A. Martorell, Chilblains. Canadian Medical Association Journal, 2012. 184(1): p. 67-67.
  8. Jordaan, H., The diagnosis and management of perniosis (chilblains). South African Family Practice, 2007. 49(6): p. 28-29.
  9. Kroshinsky, D., Pernio (chilblains).
  10. Rice, G., et al., Heterozygous mutations in TREX1 cause familial chilblain lupus and dominant Aicardi-Goutieres syndrome. The American Journal of Human Genetics, 2007. 80(4): p. 811-815.
  11. Harris, H., A GENETICAL FACTOR IN PERNIOSIS. Annals of eugenics, 1947. 14(1): p. 32-34.
  12. Calonje, E., McKee\’s Pathology of the Skin. 2012.