Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

ASPARTİLGLİKOZAMİNÜRİ

   Diğer İsimleri

  • Aspartilglukosamınurya
  • Aspartilglukosamidaz (AGA) eksikliği
  • AGU
  • AGA eksikliği
  • Glikosilasparaginaz eksikliği

    Genel Tanım

 Aspartilglukosaminüri , merkezi sinir sistemini kapsayan ve iskelet anormalliklerine ve bağ dokusu lezyonlarına neden olan ciddi otozomal resesif lizozomal depo bozukluğudur. En karakteristik özelliği ilerleyici zihinsel geriliktir. Bozukluğa, lizozomal enzim glikosilasparaginazın yetersiz aktivitesi neden olur; AGU, genellikle Finlandiya hastalık mirası olarak adlandırılan bozukluklar grubuna aittir.

    Belirtiler

 Aspartilglikozaminüri olan bebekler doğumda sağlıklı görünür ve gelişim çocukluk boyunca tipik olarak normaldir. 2 veya 3 yaşlarında ortaya çıkan bu durumun ilk işareti genellikle konuşma gecikmesidir. Hafif zihinsel engelli belirtisi daha sonra belirginleşir ve öğrenme yavaş bir hızda gerçekleşir. Entelektüel sakatlık ergenlik döneminde giderek kötüleşir. Bu bozukluğu olan çoğu insan öğrendikleri konuşma yeteneğinin çoğunu kaybeder ve etkilenen yetişkinlerin kelime dağarcığında genellikle sadece birkaç kelime vardır. Aspartilglukozaminüri olan yetişkinlerde nöbet veya hareketle ilgili sorunlar gelişebilir. Bu durumdaki insanlarda giderek zayıflayan ve kırılmaya müsait hale gelen  kemikler (olabilirosteoporoz), alışılmadık derecede geniş bir eklem hareketi ( hipermobilite ) ve gevşek cilt semptomları görülür. Etkilenen bireyler, geniş aralıklı gözler ( oküler hipertelorizm ), küçük kulaklar ve dolgun dudaklar içeren karakteristik bir yüz görünümüne sahiptir . Burun kısa ve geniştir ve yüz genellikle kare şeklindedir. Bu duruma sahip çocuklar yaşları için uzun olabilir, ancak ergenlik döneminde büyüme hamlesi olmaması tipik olarak yetişkinlerin kısa olmasına neden olur. Etkilenen çocuklar da sık sık üst solunum yolu enfeksiyonu geçirme eğilimindedir. Aspartilglukozaminüri olan bireyler genellikle yetişkinliğin ortalarına kadar hayatta kalırlar. İskelet deforme olabilir. Omurga bükülmüş olabilir (skolyoz) ve boyun alışılmadık derecede kısa olabilir. Gözler de katarakt gelişebilir. Davranış sorunları yaygındır. Akciğer, kalp ve kan problemleri sonraki yıllarda ortaya çıkma eğilimindedir. Bireylerde %80-%90 görülen belirtiler;

  • amino asit metabolizmasında anormallik
  • idrarda yüksek aspartilglukozamin seviyeleri
  • Gecikmiş konuşma ve dil gelişimi
  • İstemsiz kas hareketleri bozukluğu
  • Dişeti büyümesi

[1.1] İki aspartilglikozaminüri hastası 3.0 T olarak görüntülendi. Solda 34 yaşında kadın hasta, sağda 26 yaşında kadın hasta. Pulvinar çekirdeklerde tipik sinyal yoğunluğu azalması gösteren eksenel T2 ağırlıklı görüntüler. Her ikisinde de, gri ve beyaz madde arasındaki zayıf farklılaşma, sinyal yoğunluğu artışı olan bazı düzensiz joktakortikal odaklar, 3. ventrikülün hafif dilatasyonu, bir epifiz kisti ve nispeten kalın bir kafatası da görülebilir.

[1.2] 33 yaşında kadın aspartilglikozaminüri hastası, 3.0 T’de görüntülendi. Solda, daha önce aspartilglikozaminüri ‘da bildirilmeyen talamide atipik sinyal yoğunluğu artışı gösteren dört eksenel T2 ağırlıklı görüntü ve periventriküler ve juktakortikal beyaz maddede sinyal yoğunluğu artışı olan birkaç düzensiz odak var. Sağda pulvinar çekirdeğindeki SI azalmasını ve beyaz maddedeki bazı fokal hipertansiyon lezyonlarını gösteren iki sagital T1 ağırlıklı görüntü vardır. Ayrıca bu hastanın görüntülerinde hafif lateral ve 3. ventrikül dilatasyonu, gri ve beyaz madde arasındaki zayıf farklılaşma, hafif dilate perivasküler boşluklar, pineal kist ve hafif genel atrofi görülebilir.

Nedenler

 AGA genindeki mutasyonlar aspartilglukosaminüriye neden olur. AGA geni, aspartylglucosaminidase olarak adlandırılan bir enzim üretmek için talimatlar içerir. Bu enzim, geri dönüşüm merkezleri olarak işlev gören hücrelerdeki lizozomlarda aktiftir. Lizozomlar içindeki enzim, belirli proteinlere (glikoproteinler) bağlı şeker molekülleri (oligosakkaritler) komplekslerinin parçalanmasına yardımcı olur. AGA gen mutasyonları, lizozomlarda aspartilglukosaminidaz enziminin yokluğuna veya eksikliğine neden olarak glikoproteinlerin normal parçalanmasını önler. Sonuç olarak, lizozomlar içinde glikoproteinler birikebilir. Fazla glikoproteinler hücrenin normal fonksiyonlarını bozar ve hücrenin tahrip olmasına neden olabilir. Bir glikoprotein birikimi özellikle beyindeki sinir hücrelerini etkilemektedir; bu hücrelerin kaybı aspartilglukosaminüri belirtilerinin ve semptomlarının çoğuna neden olur .

   Epidemiyolojisi

Aspartilglikozaminüri ‘nın Finlandiya’daki 18.500 kişiden 1’ini etkilediği tahmin edilmektedir. Bu durum Finlandiya dışında daha az yaygındır, ancak oranı bilinmemektedir.

   Kalıtım Kalıbı

 Bu durum otozomal resesif paternde kalıtsaldır yani her hücredeki genin her iki kopyasının mutasyonları vardır. Otozomal resesif koşulu olan bir bireyin ebeveynlerinin her biri mutasyona uğramış genin bir kopyasını taşır, ancak tipik olarak durumun belirtilerini ve semptomlarını göstermezler.

   Teşhis Yöntemleri

 Biyokimyasal olarak, bir amino asit veya oligosakkarit kromatografisi üzerine aspartilglikozaminin çokça bulunduğu idrarın atılımı ile karakterizedir. Sonuçlar, lenfositler, fibroblastlar, amniyositler veya trofoblastta ölçülen düşük aspartilglikozaminidaz aktivitesi ile doğrulanır.

   Tedavi

 Bu güne kadar tedavi edici tek girişim, 5 Fin hastası ile sınırlı allojenik kemik iliği aşılama işlemiydi.

    Kaynaklar

https://www.orpha.net/consor/cgi-bin/Disease_Search.php?lng=EN&data_id=5&Disease_Disease_Search_diseaseGroup=aspartylglucosaminuria&Disease_Disease_Search_diseaseType=Pat&Disease(s)/group%20of%20diseases=Aspartylglucosaminuria&title=Aspartylglucosaminuria&search=Disease_Search_Simple
https://ghr.nlm.nih.gov/condition/aspartylglucosaminuria#synonyms
https://rarediseases.info.nih.gov/diseases/5854/aspartylglycosaminuria
https://omim.org/entry/208400?search=aspartylglucosaminuria&highlight=aspartylglucosaminuria
https://rarediseases.org/gard-rare-disease/5854/aspartylglycosaminuria/

https://www.researchgate.net/figure/Two-aspartylglucosaminuria-patients-imaged-at-30-T-On-the-left-is-a-34-year-old-female_fig2_277326017 [1.1] fotoğrafın kaynağı

https://www.researchgate.net/figure/A-33-year-old-female-aspartylglucosaminuria-patient-imaged-at-30-T-On-the-left-are_fig1_277326017 [1.2] fotoğrafın kaynağı

Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

B12 VİTAMİNİ – TEPKİSİZ METİLMALONİK ASİDEMİ

                                    [email protected]

Genel Bilgi

 B12 bağımlı bir enzim olan metilmalonil-KoA mutaz enziminin eksikliğinin yol açtığı otozomal resesif geçişli bir metabolik hastalıktır. Bu enzim Metilmalonil-KoA’nın süksinilKoA’ya dönüşümünü sağlaryani bu enzim yoksa metilmalonil-KoA süksinilKoA. ya dönüşemeyeceğinden dolayı birikir kanda düzeyi çok artınca da idrarda  metilmalonik asit atılımı gerçekleşir. Hastalık kalıtsal olup otozamal resesif genler ile taşınmaktadır.

Belirti ve Semptomlar

Belirtiler yeni doğan döneminden erişkin dönemine kadar devam eder. Yaşamın çok erken döneminde 1 ila 4 hafta arasında bu belirtiler anında kendisini gösterir.  Genel olarak hastalık kendiliğini yaşamın ilk anlarından itibaren kusma , gelişmede gerilik , kas hipotoni ,katoasidosizle  kendisini belli eder.  Hastalar anemi belirtisi de gösterebilir.  Sıklıkla akut ve ölümcül olup bazı bireylerde kronik olarak devam eder.

Görülme Sıklığı

Türkiye’de sıklığı tam olarak bilinmemektedir. Akraba evliliği olan hastalarda olma ihtimali yüksektir. Bugüne kadar 450 den fazl a vaka teşhis edilmiştir.

Hastalıkla İlgili Genler

MMUT , MMAA , MMAB , MCEE ve MMADHC bu beş genin bir tanesinde anne ve babada taşıyıcı olması durumunda tanı konulabilir.

Tedavi / Teşhis

Kritik hasta bireyler, hacim durumu ve asit-baz dengesini geri yükleyerek stabilize edilir; protein alımının azaltılması veya ortadan kaldırılması; katabolizmayı durdurmak için yüksek glikoz içeren sıvılar ve insülin yoluyla artan kalorilerin sağlanması; ve serum elektrolitleri ve amonyak, venöz veya arteriyel kan gazları ve idrar çıkışının izlenmesi. Yönetim, propiojenik amino asit öncülerinde düşük kalorili bir diyet içerir; hidroksokobalamin kas içi enjeksiyonları; karnitin takviyesi; bağırsak florasından propionat üretimini azaltmak için neomisin veya metronidazol gibi antibiyotikler; gerektiği gibi gastrostomi tüpünün yerleştirilmesi; ve enfeksiyonların agresif tedavisi. Sınırlı sayıda hastada kullanılan diğer terapiler arasında akut hiperammonemik atakların tedavisi için N- karbamilgluktamat; karaciğer, böbrek veya kombine karaciğer ve böbrek nakli; ve optik sinir atrofisinin tedavisi için antioksidanlar gibi yöntemler kullanılabilir.

Hastalıkta Kaçınılması Gereken

Oruç ve artan diyet proteinlerinden uzak durulması tavsiye edilir. 

Kaynaklar

file:///C:/Users/User/Desktop/amine/mma%20hastas%C4%B1.html

https://www.journalagent.com/behcetuz/pdfs/BUCHD_1_2_93_96.pdf

. https://www.orpha.net/consor/cgi-

https://www.ncbi.nlm.nih.gov/books/NBK1231/
Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

TURNER SENDROMU

Turner sendromu, kızlar arasında en çok görülen kromozomal anomalilerden biridir. Nedeni, dişilerde 2 adet olması gereken X kromozomlarından birinin yokluğu ya da anormal olmasıdır. En tipik belirtileri, geniş ya da yele (perdeli) boyun (ekstra deri kıvrımları), bebeklerde şişmiş el ve ayaklar (lenfödem) , düz ve dışa dönük tırnaklar, iskelet anormallikleri veya böbrek problemleri vardır. Turner sendromlu bireylerin üçte biri ila yarısı, kalpten çıkan büyük arterin daralması (aort koarktasyonu) veya aortu kalbe (aort kapak) bağlayan kapak anormallikleri gibi bir kalp kusuru ile doğar. Bu kalp kusurları ile ilişkili komplikasyonlar hayatı tehdit edici olabilir. Turner sendromunun en yaygın özelliği, yaklaşık 5 yaşlarında ortaya çıkan kısa boydur. Erken yumurtalık fonksiyon kaybı (yumurtalık hipofonksiyonu veya erken yumurtalık yetmezliği) de çok yaygındır. Yumurtalıklar ilk başta normal olarak gelişir, ancak yumurta hücreleri (oositler) genellikle erken ölür ve çoğu yumurtalık dokusu doğumdan önce dejenere olur. Turner sendromlu çoğu kız ve kadın normal zekaya sahiptir. Bu özellikler etkilenen bireyler arasında farklılık gösterse de, gelişimsel gecikmeler, sözsüz öğrenme güçlükleri ve davranış problemleri mümkündür.

TS ilk olarak 1938’de Amerika Birleşik Devletleri’nde Dr. Henry Turner tarafından tanımlanmıştır.

Genetik Değişiklikler /Etken Faktörler

Turner sendromu, iki cinsiyet kromozomundan biri olan X kromozomu ile ilişkilidir. İnsanlar tipik olarak her hücrede iki cinsiyet kromozomuna sahiptir: dişilerde iki X kromozomu bulunurken, erkeklerde bir X kromozomu ve bir Y kromozomu bulunur. Turner Sendromu, bir dişi hücrelerinde normal bir X kromozomu bulunduğunda ve diğer cinsiyet kromozomu eksik olduğunda veya yapısal olarak değiştiğinde ortaya çıkar. Eksik genetik materyal doğumdan önce ve sonra gelişimi etkiler.

Turner sendromlu bireylerin yaklaşık yarısında monozomi X vardır, bu da bireyin vücudundaki her hücrenin normal iki cinsiyet kromozomu yerine X kromozomunun yalnızca bir kopyasına sahip olduğu anlamına gelir.

Turner sendromlu bazı kadınlar, hücrelerinin sadece bazılarında mozaikçilik olarak bilinen kromozomal bir değişikliğe sahiptir. X kromozomu mozaikçiliğinin neden olduğu Turner sendromlu kadınların mozaik Turner sendromuna sahip olduğu söylenir.

Belirti ve Semptomlar

Görsel 1: https://media.sciencephoto.com/image/c0328634/800wm

Görsel 2, kaynak: https://www.medicalhomeportal.org/image/401

Turner sendromunun semptomları ve şiddeti bir kişiden diğerine oldukça değişebilir. Bozukluğun birçok özelliği spesifik değildir ve diğerleri zamanla yavaşça gelişebilir veya daha az belirgin olabilir. Etkilenen bireylerin aşağıda tartışılan semptomların hepsine sahip olmayabileceğini belirtmek önemlidir. Etkilenen bireyler, özel vakaları, ilişkili semptomları ve genel prognozu hakkında doktorları ve tıbbi ekipleriyle konuşmalıdır.

Turner sendromlu hemen hemen tüm kadınlar büyüme başarısızlığı gösterir ve ortalamadan daha kısa bir son boyuta (kısa boy) ulaşır. Çocuklar başlangıçta, genellikle yaşamın ilk birkaç yılında normal büyüme gösterebilir. Bununla birlikte, çoğu durumda, büyüme oranı nihayetinde normalden daha yavaş olur ve etkilenen çocuklar normal büyüme atakları yaşamazlar (örneğin ergenlik döneminde büyüme fışkırması olmaz).

Turner sendromunun bir diğer yaygın özelliği, yumurtalıkların düzgün gelişememesidir (gonadal disgenez). Gonadal disgenez, çocukluk döneminde erken yumurtalık fonksiyonunun kaybına neden olabilir (erken yumurtalık yetmezliği). Normal olarak, yumurtalıklar ergenlikte seks hormonları (örn. Östrojen ve progesteron) üretir. Bu hormonlar ergenliğin başlaması ve ikincil cinsel özelliklerin doğru gelişimi için gereklidir. Etkilenen kadınların çoğu, göğüsleri ve normal kadın vücudu hatlarını geliştirmek, uygun kemik büyümesine girmek ve adet görmeye başlamak için hormon replasman tedavisine ihtiyaç duyacaktır. Bazı durumlarda, etkilenen bireyler meme gelişimine girebilir ve terapi olmadan menstruasyona başlayabilir (spontan pubertal gelişim), ancak çoğu cinsel gelişimini durduracak ve gençlik yıllarında daha sonraki bir noktada adet görmeyi durduracaktır.

Turner sendromlu dişiler, perdeli bir görünüme sahip kısa bir boyun, başın arkasındaki düşük bir saç çizgisi, düşük ayarlı kulaklar ve yukarı doğru çevrilmiş dar tırnaklar ve ayak tırnakları gibi çeşitli farklı fiziksel özellikler geliştirebilir. Bazen “kalkan sandığı” olarak adlandırılan geniş aralıklı meme uçlarına sahip geniş bir göğüs oluşabilir. Bazı bireylerin şişmiş, kabarık elleri ve ayakları olabilir. Bu belirtiler, lenfatik sistemi etkileyen bir durum olan lenfödem nedeniyle ortaya çıkabilir. Lenfatik sistem, vücutta belirli protein açısından zengin sıvı (lenf) ve kan hücrelerini filtreleyen ve dağıtan damarlar, kanallar ve düğümlerin dolaşım ağıdır. Lenfödem, vücudun etkilenen bölgelerindeki sıvı birikimine (ödem) bağlı şişme ile karakterizedir.

Ek fiziksel bulgular arasında bir çene (retrognati), çapraz gözler (şaşılık), tembel gözler (ambliyopi), sarkık göz kapakları ve ağızda darlık, yüksek kemerli bir çatı (damak) sayılabilir. Bazı bireylerde ellerin kısa kemikleri, özellikle dördüncü metakarplar, dirseklerde ortaya çıkan kollar ve düz ayaklar (pes planus) dahil iskelet malformasyonları olabilir. Olguların yaklaşık% 10’unda, omurganın anormal yanal eğriliği (skolyoz) de ortaya çıkabilir.

Bazı Turner sendromu vakalarıyla ilişkili kalp kusurları, akciğerlerin arterlerinin yüksek tansiyonu (pulmoner hipertansiyon) veya içte bir yırtık olan aort diseksiyonu da dahil olmak üzere ciddi, hayatı tehdit eden komplikasyon riskini artırabilir.

Genetik Görülme Sıklığı

Bu durum dünya çapında 2.500 yeni doğan kızdan yaklaşık 1’inde görülür, ancak terimde hayatta kalmayan hamileliklerde (düşükler ve ölü doğumlar) çok daha yaygındır. Bozukluğun sıklığını etkileyen bilinen herhangi bir ırksal veya etnik faktör yoktur. Bazı durumlarda, bozukluk doğumdan önce veya doğumdan kısa bir süre sonra teşhis edilir. Bununla birlikte, hafif vakalar yaşamın ilerleyen dönemlerine kadar ve hatta yetişkinlik döneminde bile teşhis edilmeden kalabilir.

Kalıtım Paterni / Deseni

Turner sendromu vakalarının çoğu kalıtsal değildir. Bu durum monozomi X’ten kaynaklandığında, kromozomal anormallik, etkilenen kişinin ebeveyninde üreme hücrelerinin (yumurta ve sperm) oluşumu sırasında rastgele bir olay olarak ortaya çıkar. Ayrılma adı verilen hücre bölünmesindeki bir hata, anormal sayıda kromozomlu üreme hücrelerine neden olabilir. Örneğin, bir yumurta veya sperm hücresi, ayrılmanın bir sonucu olarak bir cinsiyet kromozomunu kaybedebilir. Bu atipik üreme hücrelerinden biri çocuğun genetik yapısına katkıda bulunursa, çocuk her hücrede tek bir X kromozomuna sahip olacak ve diğer cinsiyet kromozomunu kaçırmayacaktır.

Mozaik Turner sendromu da kalıtsal değildir. Etkilenen bir kişide, erken fetal gelişimde hücre bölünmesi sırasında rastgele bir olay olarak ortaya çıkar. Sonuç olarak, etkilenen bir kişinin hücrelerinin bazıları normal iki cinsiyet kromozomuna sahiptir ve diğer hücrelerde X kromozomunun yalnızca bir kopyası bulunur. X kromozom mozaikliği olan kadınlarda diğer cinsiyet kromozom anormallikleri de mümkündür.

Nadiren, X kromozomunun kısmen silinmesinin neden olduğu Turner sendromu bir nesilden diğerine geçebilir.

Mozaik Turner sendrom, Görsel, kaynak: https://ghr.nlm.nih.gov/art/large/mosaicism.jpeg

Teşhis Yöntemleri ve Tedavileri

Benzer Bozukluklar

Aşağıdaki bozuklukların belirtileri Turner sendromunun semptomlarına benzer olabilir. Karşılaştırmalar ayırıcı tanı için yararlı olabilir.

Noonan sendromu, doğumda tipik olarak görülen (konjenital) yaygın bir genetik bozukluktur. Bozukluk, aralık ve şiddet açısından büyük ölçüde değişen geniş bir semptom yelpazesi ve fiziksel özellik ile karakterizedir. Etkilenen birçok kişide, ilişkili anormallikler ayırt edici bir yüz görünümü içerir; geniş veya perdeli bir boyun; düşük bir posterior saç çizgisi; tipik bir göğüs deformitesi ve kısa boy. Baş ve yüz (kraniyofasiyal) bölgesinin karakteristik anormallikleri, genişçe ayarlanmış gözleri (oküler hipertelorizm); gözlerin iç köşelerini kaplayabilen cilt kıvrımları (efsanevi kıvrımlar); üst göz kapaklarının sarkması (pitoz); küçük bir çene (mikrognati); depresif bir burun kökü; geniş tabanlı kısa bir burun; ve düşük yerleşimli, arkaya döndürülmüş kulaklar (pinnae). Göğüs kemiği (sternum) anormallikleri, omurganın eğriliği (kifoz ve / veya skolyoz) ve dirseklerin dışa doğru sapması (cubitus valgus) gibi belirgin iskelet malformasyonları da tipik olarak mevcuttur. Noonan sendromlu birçok bebekte ayrıca, kalbin sağ alt odasından akciğerlere (pulmoner kapak darlığı) uygun kan akışının engellenmesi gibi kalp (kardiyak) kusurları vardır. Ek anormallikler, belirli kan ve lenf damarlarının malformasyonlarını, kan pıhtılaşmasını ve trombosit eksikliklerini, öğrenme güçlüklerini veya hafif zihinsel özürlülüğü, testislerin etkilenen erkeklerde yaşamın ilk yılına kadar inmesini (ve kriptorşidizmi) içerebilir ve / veya diğer semptom ve bulgular. Noonan sendromu, rasopati yolunu oluşturan çoklu tekli genlerdeki anormalliklerin (mutasyonlar) neden olduğu otozomal dominant bir genetik bozukluktur. Noonan sendromu ile ilişkili bazı semptomlar, Turner sendromu olanlara yüzeysel olarak benzeyebilir (kısa boy, perdeli boyun vb. Gibi her iki bozuklukla ilişkili olabilecek bazı bulgular nedeniyle). Sonuç olarak, geçmişte, Noonan sendromu “erkek Turner sendromu”, “kadın yalancı Turner sendromu” veya “normal kromozomlu karyotipli Turner fenotipi” olarak anılmıştır. Bununla birlikte, iki bozukluk arasında birçok önemli fark vardır. Noonan sendromu hem erkekleri hem de kadınları etkiler ve normal bir kromozomal makyaj (karyotip) vardır. X kromozomunu etkileyen anormallikler ile karakterize edilen Turner sendromundan sadece kadınlar etkilenir.

Teşhis

Ayrıntılı bir hasta öyküsü, kapsamlı bir klinik değerlendirme ve çeşitli özel testler. Büyüme eksikliği veya nedeni bilinmeyen kısa boylu kızlarda Turner sendromundan şüphelenilmelidir.

Turner sendromu tanısı genellikle karyotip belirlenerek elde edilen kromozomal analizle doğrulanır. Karyotipleme, kromozomların sayısını ve yapısını değerlendiren bir laboratuvar testidir.

Bazı durumlarda, fetal ultrasonda Turner sendromu ile ilişkili bazı fiziksel bulgular görülebilir. Örneğin, gelişmekte olan bir fetüsün boynuna yakın lenf sıvısı birikimi bazen rutin bir fetal ultrasonda görülebilir. Kesin test CVS veya amniyosentez ile yapılabilir. CVS, gebeliğin 10-12. haftasında yapılır ve doku örneklerinin plasentanın bir kısmından çıkarılmasını içerirken, amniyosentez 16-18. gebelik haftasında yapılır ve fetüsün etrafında küçük bir sıvı örneği almayı içerir.

Etkilenen bireyleri karaciğer, böbrek veya kalp anormallikleri gibi Turner sendromuyla ilişkili potansiyel semptomların varlığı açısından değerlendirmek için manyetik rezonans görüntüleme (MRI) gibi spesifik görüntüleme teknikleri uygulanabilir.

Tiroid ve karaciğer fonksiyonu, kemik yaşı ve büyüme hakkında ek değerlendirme yapılmalıdır. Hipertansiyon taraması da yapılmalıdır. Doğumda teşhis edilen bebeklere işitme muayenesi de dahil olmak üzere tam bir kulak, burun ve boğaz muayenesi yapılmalıdır. Çocuklar, özellikle tekrarlayan orta kulak iltihabı yaşayanlar ve yetişkinler periyodik işitme değerlendirmesi gerektirir.

Tedavi

Turner sendromunun tedavisi, her bir bireyde belirgin olan spesifik semptomlara yöneliktir. Tedavi, bir uzman ekibinin koordineli çabalarını gerektirebilir. Çocuk doktorları, çocuk uzmanları, cerrahlar, kardiyologlar, endokrinologlar, konuşma patologları, kulak burun boğaz uzmanları, göz doktorları, psikologlar ve diğer sağlık uzmanlarının sistematik ve kapsamlı bir şekilde çocuğun tedavisini etkilemesi gerekebilir. Etkilenen bireyler ve aileleri için genetik danışmanlık önerilir.

Belirli ilaç rejimlerinin ve / veya diğer tedavilerin kullanımına ilişkin kararlar, hekim ve sağlık ekibinin diğer üyeleri tarafından, sendromun özelliklerine dayanarak hastayla dikkatli konsültasyonda verilmelidir; olası yan etkiler ve uzun vadeli etkiler de dahil olmak üzere potansiyel faydalar ve riskler hakkında kapsamlı bir tartışma yapılıp; hasta tercihi ve diğer uygun faktörler değerlendirilmelidir.

Turner sendromu için bir tedavi yoktur, ancak fiziksel gelişimi artıracak tedaviler geliştirilmiştir. Uygun tıbbi bakım ile Turner sendromlu kadınlar tam, üretken yaşamlar sürdürebilmelidir. Etkilenen bireyler için birincil tedaviler büyüme hormonu tedavisi ve östrojen tedavisidir. Çocuklardaki büyüme hormonu tedavisi Çocuk endokrinoloji hekimlerince uygun görülen sürede planlanır.

 Hormon replasman tedavisi genellikle 12-14 yaşlarında başlar. Çoğu ortalama kız ergenliğe girecek. Ergenliğin başlatılmasının zamanlaması, büyüme hormonu replasmanındaki büyüme ilerlemesini de dikkate alır. Bu özellikleri korumak için replasman tedavisine devam edilmelidir ve çoğu kadın menopoza kadar östrojen ve progesteron tedavisine ihtiyaç duyacaktır.

Ek tedavi semptomatik ve destekleyicidir. Örneğin, tiroid hormonu replasman tedavisi tiroid hastalığı olan bireyleri tedavi etmek için kullanılabilir. İşitme kaybının işitme cihazlarıyla düzeltilmesi, öğrenme ve sosyal etkileşime yardımcı olabilecek bir diğer önemli müdahaledir.

Turner sendromlu çocukların potansiyellerine ulaşmalarını sağlamak için erken müdahale önemlidir.

Tıp uzmanlarının ve iyi bir sosyal destek sisteminin yardımıyla, TS’li bir kadın tatmin edici, sağlıklı bir yaşam sürmeyi bekleyebilir.

Hastalığın Diğer İsimleri

  • 45,X
  • Monosomy X
  • TS
  • Turner’s syndrome
  • Ullrich-Turner syndrome

Kaynak

Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

SCHİMKE İMMÜNO-OSSEÖZ DİSPLAZİ\SİOD

Genel Bilgi

Schimke immüno-ossöz displazisi , kısa boy, böbrek hastalığı ve zayıf bir bağışıklık sistemi ile karakterize bir durumdur. Bu durumu olan insanlarda, kısa boy düzleşmiş omurga kemiklerinden ( vertebralar) kaynaklanır.), Görsel 1 kısaltılmış boyun ve gövde ile sonuçlanır. Yetişkin yüksekliği tipik olarak 3 ila 5 feet arasındadır. Böbrek (böbrek) hastalığı sıklıkla hayatı tehdit eden böbrek yetmezliğine ve son dönem böbrek hastalığına (ESRD) yol açar. Etkilenen bireyler ayrıca T hücreleri adı verilen bazı bağışıklık sistemi hücrelerinin yetersizliğine de sahiptir.. T hücreleri yabancı maddeleri tanımlar ve vücudu enfeksiyonlara karşı korur. T hücrelerinin yetersizliği, bir kişinin hastalığa karşı daha duyarlı olmasına neden olur.

Bu rahatsızlığı olan kişilerde sık görülen diğer özellikler arasında alt sırtın abartılı bir eğriliği vardır ( lordoz); tipik olarak göğüste ve sırtta koyulaşmış cilt lekeleri (hiperpigmentasyon); ve burnun yuvarlatılmış ucu olan geniş bir burun köprüsü.

Schimke immüno-ossöz displazinin daha az görülen belirtileri ve semptomları , atardamarların astarında ( ateroskleroz) yağ birikintileri ve skar benzeri bir doku birikimini içerir.) beyine kan akışını azalttı (beyin iskemisi), migren benzeri baş ağrıları, yetersiz tiroit bezi (hipotiroidizm), azalmış beyaz kan hücreleri (lenfopeni), az gelişmiş kalça kemikleri (hipoplastik pelvis), anormal derecede küçük baş büyüklüğü ( mikrosefali)), erkeklerde sperm eksikliği (azospermi) ve kadınlarda düzensiz adet kanaması.

Şiddetli vakalarda, doğumda Schimke immüno-ossöz displazinin birçok belirtisi mevcut olabilir. Bu hastalığın hafif vakaları olan kişiler geç çocukluğa kadar belirti veya semptom geliştirmeyebilir.

Schimke immuno-ossöz displazili hastaların yaklaşık yarısında SMARCAL1 geninde mutasyon tanımlanmamıştır. Bu gibi durumlarda, hastalığın nedeni bilinmemektedir.

Görsel 1, Kaynak: https://ghr.nlm.nih.gov/art/large/normal-spine.jpeg

Bazı insanlar erken çocukluk döneminde şiddetli bir form geliştirirken, diğerleri çocuklukta veya sonrasında hafif bir form geliştirir. Kısa boy, omurganın anormal gelişimini ve uzun kemiklerin uçlarını içeren spondiloepifizeal displaziden kaynaklanır . Neredeyse SIOD’lu tüm kişilerin böbrek hastalığı vardır, bu da böbrek hastalığına son aşamada ilerler.

Schimke immünoosöz displazisi (SIOD) şiddetine göre değişmektedir. Erken başlangıç ​​formuna sahip olanlar genellikle ciddi semptomlara ve yaklaşık 9 yıllık ortalama ömre sahiptir. Ölüm nedenleri inme, ciddi fırsatçı enfeksiyon, kemik iliği yetmezliği, böbrek yetmezliği komplikasyonları, konjestif kalp yetmezliği veya akciğer hastalığını içerebilir. Daha hafif belirtileri olanlarda yetişkinlik çağında hayatta kalırlar, böbrek hastalığı iyi yönetilerek. Bununla birlikte, başlangıç ​​şiddeti ve yaşının mutlaka yaşam beklentisini kesin göstermeyeceğini not etmek önemlidir, çünkü şiddetli, erken başlangıçlı SIOD’lu bazı insanlar 20’li ve 30’lu yaşlarında hayatta kalmıştır.

Genetik Değişiklikler /Etken Faktörler

SMARCAL1 genindeki mutasyonlar, Schimke immüno-osöz displazisi riskini arttırır. SMARCAL1  gen olan spesifik fonksiyonu bilinmeyen bir protein üretmek için talimatlar sağlar. SMARCAL1 proteini kromatine bağlanabilir DNA’yı kromozomlara paketleyen DNA ve protein kompleksidir. Benzer proteinlerin fonksiyonuna dayanarak, SMARCAL1’in, kromatin remodeling olarak bilinen bir işlemle diğer genlerin aktivitesini (ekspresyonunu) etkilediği düşünülmektedir. Kromatinin yapısı, DNA’nın ne kadar sıkı bir şekilde paketlendiğini değiştirmek için değiştirilebilir (yeniden yapılandırılabilir). Kromatin remodeling, gelişim sırasında regresyonun düzenlenmesinin bir yoludur. DNA sıkıca paketlendiğinde, gen ekspresyonu, DNA’nın gevşek bir şekilde paketlendiğinden daha düşüktür.

SMARCAL1 genindeki mutasyonların, protein aktivitesini, protein stabilitesini veya proteinin kromatine bağlanma yeteneğini etkileyerek hastalığa yol açtığı düşünülmektedir. SMARCAL1 genindeki mutasyonların kromatin remodelingine ve diğer genlerin ekspresyonuna müdahale edip etmediği açık değildir.

Schimke immüno-disöz displazisi ile ilişkili mutasyonlar, SMARCAL1 proteininin olağan fonksiyonlarını bozar veya herhangi bir fonksiyonel proteinin üretimini önler. Fonksiyonel bir protein eksikliğine neden olan mutasyonlara sahip olan insanlar, aktif fakat hatalı çalışan bir proteine ​​yol açan mutasyonlara sahip olanlardan daha şiddetli bir şekilde bu hastalığa sahip olma eğilimindedir. Bununla birlikte, SMARCAL1 gen mutasyonlarına sahip kişilerin Schimke immüno-kemikli displazisi geliştirmesi için , şu anda bilinmeyen diğer genetik veya çevresel faktörlerin de bulunması gerekir.

Belirti ve Semptomlar

Schimke immünoosöz displazisi (SIOD) vücudun birçok bölümünü etkiler. Yavaş büyüme genellikle SIOD’un ilk işaretidir. İnsanlar genellikle kısa bir boyun ve gövde geliştirir (orantısız şekilde).kısa boy) spondiloepifizeal displazi nedeniyle . Kemik anormallikleri tipik olarak omurga veya kalçalarda gelişir. SIOD’lu birçok kişi sonunda kalça protezi ameliyatına ihtiyaç duyar .Böbrek hastalığı tanı anında var olur veya birkaç yıl içinde gelişir ve sonuçta böbrek yetmezliğine ilerler . Neredeyse tüm SIOD’lu kişilerin kanı varhücreEn sık T-hücrelerinin eksikliği. Bu, hayati tehlike oluşturabilecek enfeksiyon riskinin artmasına neden olur. 

Diğer belirti ve semptomlar şunları içerebilir: 

Görsel 2: kaynak: (a) Üçgen yüz, geniş burun köprüsü, soğanlı burun ucu, kısa boyun ve gövde ile kısa boy, bel lordozu ve çıkıntılı karın gösteren kısa fotoğraflar. (b) Postero-ön ve (c) yanal X-ışınları gösteriyor  https://d3i71xaburhd42.cloudfront.net/48a0aa9394a5ded8787b9bf98fb8c19677ca0600/2-Figure1-1.png

Genetik Görülme Sıklığı

Schimke immuno-osseöz displazisi çok nadir görülen bir durumdur. Kuzey Amerika’da yaygınlığın 1 milyondan 3 milyona kadar bir insan olduğu tahmin edilmektedir.

Kalıtım Paterni\Deseni

SMARCAL1  genindeki mutasyonlar, otozomal resesif paternde kalıtsaldır bu, Schimke immüno-ossöz displazisi riskinin artmasının, her hücrede SMARCAL1 geninin her iki kopyasındaki mutasyonlardan kaynaklandığı anlamına gelir. Otozomal resesif hastalığı olan bir bireyin ebeveynlerinin her biri mutasyona uğramış genin bir kopyasını taşır, ancak bunlar genellikle durumun belirtilerini ve semptomlarını göstermezler.

Kavramsal olarak, etkilenen bir bireyin her birinin % 25’i etkilenme şansı, %50’sinin asemptomatik bir taşıyıcı olma olasılığı ve % 25’inin de etkilenmeme ve taşıyıcı olmama olasılığı vardır. Ailede patojenik varyantların her ikisi de biliniyorsa taşıyıcı testi ve doğum öncesi testi mümkündür.

Teşhis Yöntemleri ve Tedavileri

Teşhis:

Aşağıdaki temel özelliklere sahip kişilerde SIOD tanısından şüphelenilir:

  • Kısa boy
  • Spondiloepifizal displazi
  • ilerici böbrek hastalığı
  • T-hücre eksiklik
  • Karakteristik yüz özellikleri
  • Cilt renginin artması yamalar (hiperpigmente maküller)

Tanı klinik muayeneden sonra konulabilir. Genetik test tespit etmek mutasyonlariçinde  SMARCAL1 genteşhisi onaylayabilir.

Kıkırdak kılı hipoplazisi (bu terime bakınız) ana ayırıcı tanıdır.

Tedavi:

Schimke immunoosseöz displazinin (SIOD) tedavisi her bireyin şiddetine ve bireysel semptomlarına bağlıdır. Kalça, böbreklerin düzenli olarak izlenmesi,bağışıklık sistemive kan tavsiye edilir.

SIOD için gerekli olabilecek tedavi örnekleri şunları içerir: 

  • Böbrek diyaliz veya nakli
  • Kalça protezi
  • Nötropeninin granülosit ile tedavisi koloni uyarıcı faktör veya granülosit-makrofaj koloni uyarıcı faktör
  • Kemik iliği nakli immün yetmezlik için (transplantasyon sonrası birkaç ölüm bildirilmiş olmasına rağmen)
  • Otoimmün semptomları olanlar için bağışıklık sistemini baskılayan ilaçlar
  • Tekrarlayan herpes enfeksiyonları için asiklovir
  • Şiddetli papilloma tedavisinde Imiquimod ve cidofovir (bir antiviral)virüs cilt enfeksiyonları
  • Geçici iskemik atakları (“mini vuruş”) veya felç tedavisinde kan akışını iyileştiren veya kanın pıhtılaşmasını azaltan ajanlar
  • Hipotiroidizmin standart tedavisi
  • Standart tedavi skolyoz

Hastalıkla İlişkili Genler

Schimke immüno-ossöz displazisi (SIOD), spondiloepifizeal displazi ve orantısız kısa boy, yüz dismorfizmi, T hücreli immün yetmezlik ve nefrotik sendromlu glomerülonefrit ile karakterize multisistemik bir hastalıktır.

SIOD , SMATCAL1 genindeki (2q35), kromatin remodeling proteini hHARP’yi (ayrıca kromatin alt-ailesi A-benzeri protein 1’in SWI / SNF ile ilgili matris-ilişkili aktin bağımlı regülatörü olarak da bilinir) kodlayan mutasyonlardan kaynaklanır .

Hastalığın Diğer İsimleri

  • immüno-displazik, Schimke tipi
  • Schimke immünoosöz displazisi
  • SIOD
  • Spondiloepifizal displazi nefrotik sendrom
  • Schimke sendromu; 
  • İmmünoosöz displazi, Schimke tipi

Kaynaklar

Kategoriler
YAYIN

PELIZAEUS-MERZBACHER HASTALIĞI

      Genel Bilgi

 Pelizaeus-merzbacher hastalığı daha çok erkekleri etkileyen beyin ve omuriliğini (spinal cord- merkezi sinir sistemi) kapsayan kalıtsal bir durumdur. Bu hastalık lökodistrofi denilen genetik hastalık gruplarından birisidir. Lökodistrofiler, miyelin adı verilen yağlı bir madde ile kaplanmış sinir liflerinden oluşan sinir sistemi beyaz maddesindeki anormallikleri içeren durumlardır. Miyelin sinir liflerini korur ve sinir impulslarına hızlı bir geçiş olanağı sunar. Özellikle pelizaeus-merzbacher hastalığında hipomiyelinasyon görülür ve hipomiyelinasyonda sinir sisteminde miyelin üretimi azalır. Sonuç olarak da sinir sistemi fonksiyonlarında düşüş meydana gelir.

* Miyelin kılıfın yapısı;  https://ghr.nlm.nih.gov/condition/pelizaeus-merzbacher-disease

  Pelizaeus-merzbacher hastalığı klasik ve konnatal (doğuştan) olmak üzere iki şekilde sınıflandırılır. Bu iki çeşidin ciddiyet derecesi farklılık gösterse de özellikleri benzerdir.

  Klasik pelizaeus-merzbacher daha sık karşılaşılan bir tiptir. Yaşamın ilk yılında bu hastalık grubundaki bireylerde zayıf kas tonusu (hipotonia); istemsiz oluşan göz hareketleri (nystagmus) ve oturmak, cisimleri kavramak gibi motor becerilerde gecikme görülür. Bazı bireyler yardım alarak yürüyebilir. Tüm bu nörolojik problemlere rağmen zihinsel ve motor beceriler gelişmeye devam eder ancak büyüme çağıyla beraber bu gelişme durur ve yavaş yavaş kaybolmaya başlar. Durum ilerledikçe nystagmus ortadan kaybolabilir ancak kas katılığı (spastisite), hareket ve denge problemleri (ataksia), baş ve boyunda titreme (titübasyon), istemsiz kas kasılmaları (distonia) ve ani hareketler (koreiform) gibi problemler devam eder.

  Konnatal PMD ise bu iki tipten en ağır olan formdur. Semptomlar çocuklukta başlar ve beslenme problemleri, kilo kaybı ve yavaş büyüme, solunum yolu tıkanıklığı nedeniyle zor nefes alıp verme, nystagmus, ilerleyen konuşma bozuklukları (disartria), ciddi ataksia, hipotonia ve nöbetler ile devam eder. Durum kötüleştikçe hasta çocukta hareket etmeyi sınırlayan eklem deformitesine neden olan spastisite gelişir. Bu tipteki hastalar asla yürüyemez ve kollarını istemli olarak hareket ettiremezler. Konuşma problemi yaşarlar ancak karşılarındakini anlayabilirler.

    Görülme Sıklığı

  Klasik ve konnatal PMD formları erkek bireylerde kadınlara oranla daha yüksek oranda görülür. Amerika Birleşik Devletleri’nde pelizeaus-merzbacher hastalığının görülme sıklığı 200.000-500.000 erkek bireyde birdir.

   Nedenleri

  PLP1 genindeki mutasyonlar pelizeaus-merzbacher hastalığına neden olmaktadır. PLP1 geni proteolipit protein 1 üretimini yönetir ve DM20 proteininin modifiye (isoform) formudur. Proteolipid protein 1 başlıca sinir sistemindeki sinirlerde; DM20 proteini ise beyin ve omuriliği kaslara bağlayan sinirlerde (periferal sinir sistemi) bulunur. Bu iki protein miyelinin büyük bir kısmını oluşturan hücre membranında yer alırlar ve onu hücrelere bağlarlar. Pelizeaus-merzbacher hastalığına sebep olan birçok mutasyon PLP1 genini duplikasyona uğratır ve bunun sonucunda proteolipid protein 1 ve DM20 protein üretimi artar. Diğer mutasyonlar genellikle yanlış katlanan protein üretilmesine neden olur. Fazla ya da anormal proteinler hücre tarafından tutulur ve membran içerisinde seyahat edemez. Sonuç olarak proteolipid1 ve DM20 proteinleri miyelin kılıfı oluşturamazlar. Fazla proteinlerin birikimi sinir liflerinde şişme ve bozulmalara yol açar. Yine başka mutasyonlar, proteolipid protein 1 ve DM20 protein üretimini önleyen ve hücre zarı içinde bu proteinlerin eksikliğine neden olan ve bu şekilde oluşan herhangi bir miyelinin, kararsız hale gelmesine ve hızlı bir şekilde parçalanmasına neden olan PLP1 genini siler. Bütün bu PLP1 gen mutasyonları hipomiyelinasyon, sinir lifi hasarı ve sinir sistemi fonksiyonunda zayıflamaya neden olarak hastalığın belirti ve semptomlarını meydana getirir. Pelizaeus-Merzbacher hastalığı olan kişilerin yüzde 5 ila 20’sinin PLP1 geninde tanımlanmış mutasyonlara sahip olmadığı tahmin edilmektedir.

Kalıtım Paterni

  Pelizaeus-merzbacher X kromozomuyla kalıtılan bir hastalıktır. Yalnızca bir tane X kromozomuna sahip erkeklerde mutant PLP1 geninin bir kopyası hastalığın ortaya çıkması için yeterlidir. İki tane X kromozomu bulunan kadınlarda ise değişmiş genin bir kopyası kas katılığı veya düşük zihinsel fonksiyonlar gibi daha az ciddiyette semptomlara neden olabilir ya da hiçbir semptom ve belirti ortaya çıkmayabilir. Hastalığın kalıtımı anneden gelen genlerle sağlanır. Mutasyon bazen kalıtılırken bazen de çevresel faktörlerle kendi kendine oluşur.

Diğer İsimleri

  • Cockayne-Pelizaeus-Merzbacher disease
  • HLD1
  • Hypomyelinating leukodystrophy, 1
  • PMD
  • Sudanophilic leukodystrophy

     Belirti ve Semptomlar

 PMD’nin belirtileri kişiden kişiye farklılık gösterebilir. Başlangıçta, hasta çocuklar baş ve göz hareketlerinin normal kontrolünde başarısız olur, özellikle istemsiz ve hızlı baş ve göz (nystagmus) hareketleri görülür. Anormal yavaş gelişim de erken belirtiler arasındadır. Hasta çocuk büyüdükçe kas titremeleri, zayıf kas tonusu (hipotoni), istemli hareketlerin kontrolündeki zayıflık gibi diğer belirtiler de ortaya çıkmaya başlar. Etkilenen bireylerde ayrıca bacaklarda yavaş, sert hareketler ve kolların ve bacakların potansiyel kısmi felci (spastik quadriparesis) ile sonuçlanan istemsiz kas spazmları (spastisite); belirli eklemlerin anormal, kalıcı olarak sabitlenmesi (kontraktürler); göze giden sinirlerin ilerleyen dejenerasyonu (optik atrofi); ve / veya konuşma zorluğu (dizartri) gelişebilir. Bazı durumlarda, etkilenen çocuklar büyüdükçe nystagmus kaybolabilir. Bazı çocuklarda genellikle zamanla artan şiddetli spastisiteye ek olarak iskelet deformiteleri de gelişebilir

 Transisyonel PMD ise konnatal ve klasik PMD arasındaki geçiş formudur. Etkileri her ikisiyle de benzerdir. Ancak klasik formdan daha hızlı ilerleme gösterirken konnatal formdan daha yavaştır.

    Teşhis

  PMD tanısı, ayrıntılı bir klinik değerlendirme, hasta geçmişi ve beyaz madde eksikliğini saptamak için manyetik rezonans görüntüleme (MRG) gibi çeşitli özel testlere dayanarak konulabilir. Beyincik (cerebellum) ve beyin kökündeki miyelinasyon eksikliği gibi durumların erken tanısı PMD formlarının tedavisine yardımcı olabilir. Moleküler genetik testleri PLP genini taramak için kullanılabilir.

    Tedavi

  PMD tedavisi için standart bir tedavi yöntemi yoktur. Yalnızca nöbetleri kontrol altına almak için ilaç tedavisi ya da hareket bozuklukları için fiziksel rehabilitasyon yöntemleri uygulanabilir.  Ancak hastalığı kontrol altında tutabilmek için erken teşhis önemli rol oynamaktadır.

    Kaynaklar

Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

ANTİSYTHETASE SENDROMU

Antisynthetase sendromu; kronik bir otoimmün durumudur. Vücudun kaslarını ve çeşitli kısımlarını etkiler. Birçok belirti ve semptomu kapsar. Kas iltihabı (miyozit), poliartrit (birçok eklem iltihabı), interstisyel akciğer iltihabı, ellerin kalınlaşması ve çatlaması ve Raynaud fenomenini kapsayana karakterize bir durumdur. Esase vakanın altında yatan neden bilinmemektedir ancak vücutta biyosentezi olan aminoasil-tRNA sentetazları adındaki enzimlere saldıran otoantikoların (normal antikorlara saldıran antikorlar) üretiminin, sendromun nedeni olarak düşünülen kanılardan birisidir. Bu otoantikorlar viral enfeksiyonla beraber ortaya çıkabilir veya viral enfeksiyondan sonra da ortaya çıkabilir. Hastaların genetik yatkınlığı da söz konusu olabilir. Tedavi, her insanda belirti ve semptomlara dayanmaktadır; kortikosteroidleri, immünosüpresif ilaçlar veya fizik tedaviyi barındırabilir.

Antisynthetase sendrom hastalarının uzun süre bakımı, kronik immünosüpresif tedavinin olumsuz etkilerine ve kompilasyonlarına maruz kalabilir. Pulmoner hipertansiyon, malignite ve azalmış sağkalımı gerektiren ilerleyici interstisyel akciğer hastalığını içerebilen hastalıkla ilişkili doku bozuklukları beraberinde getirir.

Akciğer transplantasyonu, pulmoner hipertansiyon, malignite ve azalmış sağkalımı gerektiren doku bozukluğu olan interstisyel akciğer hastalığının klinik özellikleri hakkında daha fazla tanı, araştırma, tanı, teşhis, tedavi ve daha fazla farkındalığın oluşumu Antisynthetase sendrom hastaları için umud vaad edilmektedir.

Antisynthetase Sendrom Semptomları:

  1. Kas iltihabı (miyozit)
  2. Poliartrit (bi kaç eklemde iltihap)
  3. Ateş
  4. Mekanik eller
  5. Raynaud Fenomeni
  6. İnterstisyel akciğer hastalığı (spesfik olmayan akciğer iltihabı)

Başlıca semptomlar bunlarla beraberinde olup zamanla değişme ihtimali de vardır.

Antisynthetase Sendromu Tanısı Nasıl Yapılır?

  • Kas enzimleri, örneğin kreatinin kinaz (CK) ve aldolaz: bunlar genellikle yükselir
  • Kas antikorları
  • Elektromiyografi (EMG)
  • Etkilenen kasların manyetik rezonans görüntüleme ( MRI )
  • Kas biyopsisi
  • Akciğer fonksiyon testleri
  • Göğsün yüksek çözünürlüklü bilgisayarlı tomografi taraması ( BT )
  • Yutma güçlükleri ve aspirasyon riskinin değerlendirilmesi
  • Akciğer biyopsisi

Antisintaztaz Sendromu Nasıl Tedavi Edilir?

Glukokortikosteroidler antisynthetase sendromu için tedavinin temel dayanağıdır ve genellikle birkaç ay veya yıl boyunca gereklidir. Prednizon başlangıçta 4-6 hafta boyunca yüksek dozlarda (1 mg / kg / gün) hastalık kontrolünü sağlamak için verilir, daha sonra remisyonu sürdürmek için en düşük etkili doza 9-12 ay boyunca yavaşça azaltılır . Daha ciddi vakalarda, 3-5 gün boyunca darbeli intravenöz (IV) metilprednizolon gerekebilir.

Steroid kaynaklı osteoporoza ve Pneumocystis jirovecii gibi bazı mantar enfeksiyonlarına karşı profilaktik tedavi önerilir . Tedaviye başlamadan önce aşılama ihtiyacı değerlendirilmelidir.

Şekil 1) Antisynthetase sendrom yüksek çözünürlüklü BT’si.

Kaynak: https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC5006392/

Şekil 2) Antisynthetase syndorome tedavisinden sonra ki BT’si.

Kaynak: https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC5006392/

Şekil 3) Antisynthetase sendrom sonrası ellerde ve tırnaklarda meydana gelen semptomlar.

Kaynak: https://dermnetnz.org/topics/antisynthetase-syndrome/

Kaynakçalar

  1. İdyopatik İnflamatuar Miyopatiler | Ümit ÖLMEZ
  2. Miller ML., Targoff IN,Shefner JM,Romain PL. Approach to the patient with muscle weaknes. In: UpToDate, Basow, DS (Ed), UpToDate, Waltham, MA, 2010.
  3. Thomas AM, Oddis CV: Inflammatory muscle disease:Clinical features, Plotz PH, Miller FW: etiology and pathogenesis, Catoggio LJ: Management.In:Rheumatology. Klippel JH, Dieppe PA.eds. Ikinci baskı,1998, Mosby Int,London, sayfa:7.13- 7.14-7.15
  4. Antisynthetase sendromu Yazar: Dr. Priyam Sobarun, Dermatoloji Kayıt Memuru, 2014. https://dermnetnz.org/topics/antisynthetase-syndrome/
  5. The Diagnosis and Treatment of Antisynthetase Syndrome Leah J. Witt, MD,1 James J. Curran, MD,2 and Mary E. Strek, MD1 PMCID: PMC500639 NIHMSID: NIHMS80052PMID: 27594777
  6. https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC5006392/
  7. https://rarediseases.info.nih.gov/diseases/735/antisynthetase-syndrome
  8. https://medlineplus.gov/interstitiallungdiseases.html
Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

KONJENİTAL ALFA 2-ANTİPLAZMİN EKSİKLİĞİ

Genel Bilgi

Konjenital alfa2 antiplazmin eksikliği, küçük travma ve spontan kanama epizodlarını takiben uzun süreli kanama ve ekimozların neden olduğu konjenital alfa2 antiplazmin eksikliğinin neden olduğu nadir bir hemorajik bozukluktur (genellikle uzun kemiklerin diyafizi gibi alışılmadık yerlerde). Konjenital alfa2 antiplazmin eksikliği otozomal resesif bir şekilde kalıtsaldır.

Konjenital alfa2 antiplazmin eksikliği, ilk olarak 1969 yılında Japonya’nın güneybatısındaki Okinawa adasında yaşayan bir çocukta Masateru Kohakura tarafından tanımlanmıştır. Çocuğun kesiklerden uzun süreli kanama, subkutan kanamalar ve travmatik eklem kanaması gibi hemorajik diyatezi vardı. Daha sonra, tüm soyağacı, ortak atalardan gelen aile üyeleri arasında ve hepsi adada yaşayan 3 akraba evliliği ile tanımlandı. alfa 2-antiplazmin, insan dolaşımda plazmin doğal inhibitörüdür ve fibrinoliz düzenlenmesinde önemli bir rol oynar. Plazmin-antiplazmin sistemi, fibrin polimerlerinin çözünür fragmanlara çözülmesini düzenler.

Genetik Değişiklik/Etken Faktörler

Alfa 2-antiplazmin eksikliği konjenital veya edinsel olabilir. Konjenital alfa 2-antiplazmin eksikliği olan hastalar, plazmin inaktivasyonu ve hemostatik fibrin tıkacının erken lizizine bağlı olarak ciddi bir hemorajik bozukluk ile başvurabilir. Travma veya ameliyattan sonra bazen kanama gecikebilir.

Edinilmiş alfa 2-antiplazmin eksikliği karaciğer hastalığı (sentez azalması), yaygın damar içi pıhtılaşma (artan tüketim), nefrotik sendrom (idrar kaybı), amiloidoz veya trombolitik tedavi sırasında görülebilir.

Alfa-2-plazmin inhibitörü eksikliğine PLI (SERPINF2; 613168 ) genindeki mutasyonun neden olduğu vakalarda tespit edilmiştir.

Belirti ve Semptomlar

Homozigot alfa 2-antiplazmin eksikliği olan hastalar göbek kordonundan kanama ile çocuklukta erken ortaya çıkabilir ve ömür boyu kanama eğilimi gösterir. 

Kanama belirtileri konjenital hemofili olan bir hastaya benzer ve aşağıdakileri içerebilir:

  • Minör travma sonrası gecikmiş kanama başlangıcı
  • Mukozal kanama dahil olmak üzere kesik ve yaralardan uzun süreli kanama
  • Kas kanaması dahil artan morarma ve hematomlar
  • Travma sonrası spontan eklem kanaması yerine eklemlere kanama
  • Ameliyat sonrası aşırı kanama (daha hafif vakalarda ipucu olabilir)
  • Aşırı morarma
  • Steroid olmayan antienflamatuar ilaçların (NSAID’ler) kullanımından sonra artan kanama
  • Bademcik ameliyatı, adenoidektomi ve diş çekimi sonrası uzun süreli kanama bildirilmiştir. 

Etkilenen bireylerde spontan hemotoraks, hematüri, burun kanaması ve kas hematomları da tanımlanmıştır. Uzun kemiklerin diyafizinde olağandışı intramedüller kanaması olan birçok hasta, kendiliğinden veya travma ile ortaya çıkmıştır. 

Heterozigot alfa 2-antiplazmin eksikliği daha hafif kanama epizodları ile ilişkili olabilir ve çoğu hasta asemptomatik olabilir. Diş veya cerrahi prosedürlerden sonra uzun süreli kanama meydana gelebilir. Alfa 2-antiplazmin seviyelerinin düşmesinin bir sonucu olarak, ilerleyen yaşla birlikte kanama belirtileri ortaya çıkabilir.

Genetik Görülme Sıklığı

Alfa 2-antiplazmin eksikliği dünya çapında tarif edilen sadece bir avuç vaka ile çok nadir görülen bir hastalıktır. Sonuç olarak, bu bozukluğun yaygınlığı ve etnik tercihleri ​​bilinmemektedir. Yüksek verimli genomik testlerin daha yaygın kullanımı ile, bu durumun sıklığı hakkında daha fazla bilgi elde edilebilir.

Kalıtım Paterni/Deseni

Alfa 2-antiplazmin konjenital eksikliği, otozomal resesif bir kalıtım paternini takip eder. Homozigot eksikliği olan hastaların ailelerinde akraba evliliği öyküsü vardır.

Birkaç alellik varyant tanımlanmıştır. 

Teşhis Yöntemleri ve Tedavileri

Teşhis

Alfa 2-antiplazmin eksikliği için spesifik bir tahlil, bir hastanın olağan tarama tahlilleri ile tanımlanamayan bir kanama diyatezi olduğunda yapılır. Hem alfa 2-antiplazmin antijeni hem de aktivite seviyeleri ölçülebilir.

İki tür alfa 2-antiplazmin eksikliği vardır:

  • Tip 1 – Azalan antijen ve aktivite seviyeleri
  • Tip 2 – Normal antijen seviyesi ile düşük aktivite seviyesi

Homozigot hastalar genellikle saptanamayan seviyelere sahipken heterozigot hastalar normal seviyelerin% 40 -% 60’ına sahiptir. Normal plazma konsantrasyonu 0.7 mg / L’dir.

Tedavi

Alfa 2-antiplazmin ile ilişkili kanama genellikle aminokaproik asit veya traneksamik asit gibi antifibrinolitik ajanlarla etkili bir şekilde tedavi edilir. Bu ajanlar herhangi bir cerrahi veya diş prosedüründen önce kanamaya yanıt olarak veya profilaksi olarak kullanılabilir. Antifibrinolitik ajanlar esas olarak plazminojenin fibrine bağlanmasını önleyerek, endojen fibrinolizi inhibe ederek ve hemostatik tıkacı stabilize ederek etki gösterir. Oral veya intravenöz olarak verilebilirler ve genellikle iyi tolere edilirler.

Hastalığın Diğer İsimleri

  • Dengesiz Fibrinoliz
  • Antiplazmin eksikliği, konjenital
  • Alfa-2-plazmin inhibitörü eksikliği

Kaynak

Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

STRONGİLOİDES

Diğer İsimler                                     

  • Kıl Kurdu Enfeksiyonu                                                              

   Genel Tanım

 Strongyloidiasis , yuvarlak kurt Strongyloides stercoralis’in (S. stercoralis) neden olduğu parazitik bir hastalıktır. İnsanlar, solucanlarla kontamine olmuş toprakla temas ettiklerinde enfeksiyonu yakalarlar.  Sıklıkla semptom görülmezken, karın ağrısı, öksürük, ishal, döküntü, nedensiz kilo kaybı ve kusma görülebilir. Enfeksiyon, ivermektin gibi anti-solucan ilaçlarıyla tedavi edilir . Strongiloides tropikal ve alt tropikal bölgelerde bulunur, aynı zamanda güney ABD dahil ılıman bölgelerde bulunabilir.

  Klinik Tanım

 Akut enfeksiyon, serpiginous ürtikeryal döküntü, öksürük, nefes darlığı, gastrointestinal semptomlar (ağrı ve yumuşak dışkı dahil) ve kutanöz, alerjik belirtiler ile karakterizedir; ancak enfekte olmuş kişilerin yarısından fazlası asemptomatik kalmaktadır. HTLV1 enfeksiyonu gibi alta yatan başka hastalığı olan veya kortikosteroidler veya immünosüpresif tedavi gören hastalarda Strongyloid hiperinfeksiyon sendromu (SHS) ortaya çıkabilir ve sıklıkla sepsis, şok ve akut solunum sıkıntısı sendromu ile sonuçlanır. Solunum, gastrointestinal, kutanöz ve nörolojik semptomlar değişken yoğunluklarda görülür, ancak SHS’nin ayırt edici özelliği organ yetmezliğinin şiddetidir.

 Belirtiler

 Akut ve kronik strongyloidiasis asemptomatik olabilir. Akut strongiloidiazisinin , ilk belirtisi larvanın cilde girdiği yerinde bir kaşıntı, eritemli döküntü olabilir. Larvalar akciğerlerden ve trakeadan göç ettikçe öksürük gelişebilir. Gastrointestinal sistemdeki larvalar ve yetişkin solucanlar karın ağrısı, ishal ve anoreksiye neden olabilir.

 Kronik strongyloidiasis , otoenfeksiyon nedeniyle yıllarca sürebilir. Asemptomatik olabilir veya gastrointestinal, pulmoner ve / veya kutanöz semptomlarla karakterize edilebilir. Gastrointestinal şikayetler karın ağrısı ve aralıklı ishal ve kabızlığı içerir. Açık gastrointestinal kanama oluşabilir ve nadiren dışkıda kan testleri pozitif olabilir. Semptomlar ülseratif kolit , diğer kronik malabsorpsiyon nedenleri veya duodenal tıkanıklığın semptomları ile devam edebilir .Ağır enfeksiyonlarda, otoenfekte larvalar akciğerlerden geçerken öksürük, hırıltılı solunum ve eozinofili ile Löffler sendromuna neden olabilmesine rağmen, akciğer semptomları nadirdir . Semptomlar alerjik astım veya kronik obstrüktif akciğer hastalığına (KOAH) yönelebilir.

Patofizyolojisi                                                          

 Strongyloides erişkin kurtları, duodenum ve jejunumun mukozasında ve submukozasında yaşar. Serbest bırakılan yumurtalar, rabditiform larvaları serbest bırakarak bağırsak lümeninde yumurtadan çıkarlar. Larvaların çoğu dışkıda atılır. Toprakta birkaç gün sonra, bulaşıcı filariform larvalara dönüşürler. Kıl kurtları gibi , Strongyloides larvaları insan derisinden girebilir, kan dolaşımı yoluyla, kılcal damarlardan geçerek, solunum yollarından akciğerlere ulaşabilir, yutulabilir ve yaklaşık 2 hafta içinde olgunlaşarak bağırsağa ulaşır. Toprakta, insanlarla temas etmeyen larvalar, larvaları insan bir konakçıya tekrar girmeden önce birkaç nesil üreyebilen serbest yaşayan yetişkin solucanlara olgunlaşır.

  Epidemiyolojisi

 Dünya çapında 30 ila 60 milyon insanı etkilemektedir ve Afrika, Batı Hint Adaları, Orta ve Güney Amerika, Hint Okyanusu bölgesi, Güney Doğu Asya gibi alt tropikal bölgelere endemiktir.

  Etolojisi

 2.5 mm uzunluğunda olan dişi nematodlar, insanların ince bağırsağında yaşar. Yumurtalar, larvaların dışkılarla atılması için ince bağırsağın kapağına yerleştirilir. Nemli zeminde, bu larvalar bulaşıcı aşamalarına doğrudan veya cinsel üreme aşamasından sonra ulaşır. Bu bulaşıcı formda cilde doğrudan nüfuz edebilirler. Bulaşıcı aşamaya doğru evrim, bazı durumlarda gözlenen uzun parazitoz süresini (30 yıldan fazla) açıklayan sindirim sistemi içinde de gerçekleşebilir.

  Teşhis

  • Dışkı veya duodenal  dahil örneklerin mikroskobik incelemesi ve hiperinfeksiyon sendromunda bronşiyal yıkama, balgam veya diğer vücut sıvılarıyla larvaların tanımlanması
  • Antikorlar için enzim-immüno analizi

 Tek bir dışkı örneğinin mikroskobik incelemesi, komplike olmayan Strongyloides enfeksiyonlarının yaklaşık% 25’inde larvaları tespit eder . Konsantre dışkı örneklerinin tekrar tekrar incelenmesi hassasiyeti artırır; en az 3 ve en fazla 7 dışkı örneği önerilir. Özel dışkı inceleme yöntemleri hassasiyeti arttırır. Bunlar arasında besin agar plaka kültürü, Baermann huni tekniği ve Harada-Mori filtre kağıdı tekniği bulunmaktadır.

 Hiperinfeksiyon sendromunda filariform larvalar dışkı, duodenal içerisinde, balgam ve bronşiyal yıkamalarda ve nadiren beyin omurilik sıvısında (BOS), idrar, plevral veya asit sıvısında bulunabilir. Akciğer dokusunun biyopsilerinde veya diğer organların dokularında da görülebilirler. Akciğer x-rayleri yaygın interstisyel infiltratlar, konsolidasyon veya apse gösterebilir.

 Serumdaki anti-strongiloid antikorlarını tanımlamak için birkaç bağışıklık tanısı testi mevcuttur. Daha büyük hassasiyeti ( > % 90) nedeniyle enzim immünolojik testi (EIA) önerilir . Serum IgG antikorları yaygın yayılmış strongiloidiazisi olan immün sistemi baskılanmış hastalarda bile tespit edilebilir, ancak saptanabilir antikorların yokluğu enfeksiyonu dışlamaz. Filariasis veya diğer nematod enfeksiyonları olan hastalarda çapraz reaksiyonlar yanlış pozitif testlere neden olabilir. Antikor testi sonuçları, anlık enfeksiyonu geçirilmiş enfeksiyondan ayırt etmek için kullanılamaz. Pozitif bir test, parazitolojik tanı koymaya yönelik çabaların sürdürülmesini gerektirir.

 Serolojik izleme faydalı olabilir çünkü başarılı kemoterapiden sonraki 6 ay içinde antikor seviyeleri düşer.

 S. stercoralis tanısı için polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) tabanlı yöntemler geliştirilmektedir.

 Eozinofili sıklıkla bulunur, ancak kortikosteroidler veya sitotoksik kemoterapötik ilaçlar gibi ilaçlar tarafından bastırılabilir.

  Tedavi

  • Ivermektin
  • Alternatif olarak, albendazol

 Strongiloidiazisi olan tüm hastalar tedavi edilmelidir. İvermektin ile tedavi oranı albendazole göre daha yüksektir.

 Ivermectin 200 mcg / kg, 2 gün boyunca günde bir kez oral olarak, karmaşık olmayan enfeksiyon için kullanılır ve genellikle iyi tolere edilir. İvermektin ile tedaviden önce hastalar, Loa Loa endemiğinin bulunduğu Afrika’nın merkez bölgelerine seyahat etmişlerse, Loa Loa tanı testi uygulamalıdır çünkü ivermektin , loiasis ve yüksek mikrofilaryal hastalarda ciddi reaksiyonlara neden olabilir. Albendazol 400 mg, 7 gün boyunca günde iki kez oral yoldan, kuvvetliloidiazisin tedavisi için bir alternatiftir.

 İmmün sistemi baskılanmış hastalar balgam ve / veya dışkı 2 hafta boyunca negatif olana kadar uzun süreli tedavi gerektirir. Bazen tekrarlanan tedavilere ihtiyaç vardır. Oral ilaç verilemeyen ağır hastalarda, ivermektinin rektal preparatları  veya veteriner deri altı formülasyon ivermektini kullanılmıştır.

 Strongiloidiazili hastalarda hiperinfeksiyon sendromu yaşamı tehdit eden bir tıbbi acil durumdur. İbitmektin 200 mcg / kg oral olarak günde bir kez rahabditiform ve filariform larvalar için balgam ve dışkı incelemeleri 2 hafta boyunca negatif olana kadar devam eder. Geniş spektrumlu antibiyotikler, bağırsaktan larva istilası ile ilişkili eş zamanlı polimikrobiyal bakteriyel enfeksiyonları tedavi etmek için kullanılır.

 Strongyloidiasis tedavisinden sonra, 2 ila 4 hafta sonra tekrarlanan dışkı muayeneleri ile tedavi belgelenmelidir. Dışkı pozitif kalırsa, yeniden tedavi belirtilir.

  Prognoz

 Tedavi edilmezse yaşam boyu enfeksiyon mümkündür. Çoğu hasta kronik hastalıklarda bile asemptomatik kalır, ancak prognoz komplikasyonların gelişimine bağlıdır. Yaygın enfeksiyon vakaların% 60-70’inde ölümcüldür.

   Kaynaklar

Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

ANGİOSTRONGYLİASİS

Genel Bilgi

Anjiostrogylosis, (sıçan akciğer kurdu enfeksiyonu) endemik olarak görülen zoonotik gıda kaynaklı, hatta yıkanmamış meyve ve sebzeleri tükettikten sonra ortaya çıkabilen bir hastalıktır.

Güneydoğu Asya ve Pasifik Adaları Angiostrongylus pulmoner nematodunun neden olduğu cantonensis. Enfeksiyon, sebzelerde bulunan bulaşıcı larvaların yutulması veya çiğ ve az pişmiş salyangozlarda, midye salyangozlarında, kara yengeçlerinde, tatlı su yengeçlerinde karides, kurbağa ve kertenkele yenilmesiyle ilişkilidir. Enfeksiyonun ana özelliği eozinofilik menenjittir; ateş, baş ağrısı, halsizlik, yorgunluk, rinit ile klinik olarak kendini gösteren serebral, bulanık ve çift görme, öksürük, boyun tutulması, enterit ve kabızlık nematodların bağırsaklardan akciğerlere, merkezi sisteme hareketinden kaynaklanan parasteziler sinir sistemi ve gözlere ulaşarak belirtileri başlatır. Şiddetli, tedavi edilmeyen vakalarda koma ve ölüm meydana gelebilir. Sıklıkla enfeksiyon, tedavi veya ciddi sonuçlar olmaksızın düzelir, ancak ağır parazit yükü olan durumlarda, enfeksiyon çok şiddetli olabilir.

Genetik Değişiklikler/Etken Faktörler

A.cantonensis’in birçok vektörü vardır, en yaygın olanı , Pasifik adalarındaki dev Afrika kara salyangozu ( Achatina fulica ) ve Tayland ve Malezya’daki Pila cinsinin salyangozları dahil olmak üzere birkaç salyangoz türüdür . Altın elma salyangozu A. canaliculatus , Çin’deki en önemli vektördür. Tatlı su karidesleri, yengeçler veya diğer paratenik veya taşıma konakları da vektör olarak hareket edebilir. İnsanlar tesadüfi konakçılardır; larvalar insanlarda çoğalamaz ve bu nedenle insanlar A. cantonensis yaşam döngüsüne katkıda bulunmazlar.

Sıçan akciğer kurdu olan nematod (yuvarlak kurt) Angiostrongylus cantonensis , insan eozinofilik menenjitinin en yaygın nedenidir. 

Belirti ve Semptomlar

Enfeksiyon ilk önce yavaş yavaş yükselerek ilerleyen ateş, şiddetli karın ağrısı, bulantı, kusma ve halsizlik, daha sonra merkezi sinir sistemi (CNS) semptomları ve boynun şiddetli baş ağrısı ve sertliği ile kendini gösterir. CNS semptomları hafif bilişsel bozukluk ve yavaş reaksiyonlarla başlar ve çok şiddetli bir formda genellikle bilinç kaybına ilerler.

Göz istilası belirtileri arasında görme bozukluğu, ağrı, keratit ve retina ödemi bulunur . Solucanlar genellikle ön odada ve vitrözde görülür ve bazen cerrahi olarak çıkarılabilir.

Kuluçka süresi :

İnsanlarda kuluçka dönemi enfeksiyondan sonra genellikle 1 haftadan 1 aya kadardır ve 47 güne kadar uzayabilir. Bu aralık değişir, çünkü insanlar ara konakçıdır ve yaşam döngüsü bir sıçanda olduğu gibi tahmin edilebilir şekilde devam etmez.

Görsel 1, kaynak: Sol: Sıçan akciğerlerinden iki Angiostrongylus erişkin kadın iyileşti. Her iki solucanda görülen ayırt edici, sarmal desen beyaz uterus tüpleri ve kırmızı, kan dolu bağırsak tarafından yaratılır. Sağ: Angiostrongylus cantonensis üçüncü evre (L3), bir sümüklübeden enfektif larva. Diferansiyel girişim kontrast (DIC) mikroskobu altında yakalanan görüntü.

Genetik Görülme Sıklığı

Genetik bir bilgi bulunmamaktadır. A. cantonensis ve vektörleri Güneydoğu Asya ve Pasifik Havzası’na endemiktir. Küreselleşme gittikçe daha fazla yere yayılmasına ve daha fazla gezgin parazitlerle karşılaştıkça enfeksiyon giderek daha önemli hale geliyor. Parazitler muhtemelen gemilerde kaçak yol olarak seyahat eden sıçanlardan ve endemik alanların dışında salyangoz vektörlerinin sokulmasıyla etkili bir şekilde seyahat ederler.

Parazit endemik bölgelerin dışında nadiren görülür ve bu durumlarda hastalar genellikle endemik bir bölgeye seyahat öyküsü vardır.

Kalıtım Paterni/Deseni

Kalıtsal hastalıklar grubunda değildir. (Orphanet classification of rare infectious diseases) Orphanet’in Bulaşıcı hastalıklar sınıflandırma grubunda yeralmaktadır.

Teşhis Yöntemleri ve Tedavi

Teşhis

Angiostrongyliasis’in teşhisi, angiostrongylus larvalarının kendilerini gösterme zorluğu nedeniyle karmaşıktır ve genellikle eozinofilik menenjitin varlığına ve salyangoz konakçılarına maruz kalma öyküsüne dayanarak yapılır. Eozinofilik menenjit genellikle BOS’ta > 10 eozinofil / μL veya toplam BOS lökosit sayısında en az% 10 eozinofil içeren bir menenjit olarak karakterize edilir . Beyin omurilik sıvısında bulunan veya cerrahi olarak gözden çıkarılan solucanlar Angiostrongyliasis’i teşhis etmek için tanımlanabilir.

Lomber ponksiyon her zaman menenjit şüphesi olan durumlarda yapılmalıdır. Eozinofilik menenjit vakalarında, BOS’ta bulunduklarında bile nadiren solucanlar üretecektir, çünkü sinirlerin sonuna yapışmaya eğilimlidirler.

BT veya MRG’de hem gri hem de beyaz cevher invazyonlu beyin lezyonları görülebilir. Bununla birlikte, MRG bulguları sonuçsuz olma eğilimindedir ve genellikle spesifik olmayan lezyonlar ve ventriküler genişlemeyi içerir. Bazen göç eden solucanlar tarafından üretilen bir kanama vardır ve teşhis değeri vardır.

Yüksek eozinofilleri olan hastalarda seroloji, başka bir parazit ile enfeksiyondan ziyade Angiostrongylias tanısını doğrulamak için kullanılabilir.

En kesin tanı her zaman BOS veya gözde bulunan larvaların tanımlanmasından kaynaklanır, ancak bu nadirlik nedeniyle yukarıdaki testlere dayanan bir klinik tanı büyük olasılıkla vardır.

Tedavi

Angiostrongiliyazis için gelişme aşamasında hiçbir aşı yoktur.

Bireyler için öneriler 

Endemik bölgelerde enfeksiyondan kaçınmak için ;

  • Salyangoz ve tatlı su karidesleri gibi pişmemiş vektörlerin tüketiminden kaçının
  • Vektörlerle kirlenmiş olabilecek açık kaynaklardan içme suyundan kaçının
  • Küçük çocukların canlı salyangozlarla oynamasını veya yemesini önleyin

Anjiyostrongiliyazis tedavisi iyi tanımlanmamıştır, ancak çoğu strateji solucanları öldürmek için anti-parazitiklerin, solucanlar ölürken iltihabı sınırlayan steroidlerin ve menenjit semptomlarını yönetmek için ağrı kesici ilaçların bir kombinasyonunu içerir.

Semptomatik tedavi, bulantı, kusma, baş ağrısı ve bazı durumlarda sinir hasarı veya kas atrofisine bağlı kronik ağrı gibi belirtiler için endikedir.

İnsanlara yapılan en iyi öneri, yiyeceğiniz çiğ ürünleri iyice yıkayın, ellerinizi yıkayın, salyangoz veya sümüklü böcek veya fare yemeyin.

Hastalığın Diğer İsimleri

Sıçan akciğer kurdu hastalığı,

Kaynak

Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

GORHAM-STOUT SENDROMU

Genel Bilgi

Gorham-Stout hastalığı (kaybolan kemik hastalığı) (GSD), lenfatik damarların çoğalması ve genişlemesi ile ilişkili nadir bir masif osteoliz hastalığıdır. GSD vücuttaki herhangi bir kemiği etkileyebilir ve monostotik veya poliostotik olabilir. Tıp literatüründe kaybolan kemik hastalığı, masif osteoliz olarak da bilinen Gorham-Stout hastalığı (GSD), ilerleyici kemik kaybı (osteoliz) ile karakterize nadir bir kemik bozukluğudur ve lenfatik damarların aşırı çoğalması (proliferasyonu). Etkilenen bireyler, ilerleyen kemik yıkımı ve emilimine maruz kalırlar. Birden fazla kemik tutulabilir.

GSD her yaşta ortaya çıkabilir, ancak genellikle çocuklarda ve genç yetişkinlerde (ortalama 13 yıl) teşhis edilir. GSD vücuttaki herhangi bir kemiği etkileyebilir, ancak en yaygın olarak kaburgaları, ardından kafatası, klavikula ve servikal omurga etkiler. Etkilenen diğer alanlar arasında maksillofasiyal kemikler (çoğunlukla çene kemiği), sternum, humerus, el, femur ve ayak bulunur. GSD monostotik veya poliostotik olabilir ve semptomlar etkilenen vücut bölgelerine göre değişir. En yaygın semptom lokalize ağrıdır. Etkilenen uzuvların şişmesi, zayıflığı ve fonksiyonel bozukluğu da fark edilir. Dentoalveoler bölgede hareketli dişler, malokluzyon, mandibular sapma ve kemik deformitesi görülebilir. Torasik tutulumu olan hastalar solunum sıkıntısı (şilotoraksın neden olduğu) gösterebilir. Vertebral tutuluma sekonder şiddetli nörolojik defektler ve felç de gözlenir. Servikal omurga veya kafatasının hastalığı olan hastalarda beyin omurilik sıvısı sızıntısı gelişebilir. GSD, bir kemik kırılmasından sonra (spontan veya küçük travmadan sonra) bulunabilir.

Görsel 1 kaynak: https://ars.els-cdn.com/content/image/1-s2.0-S2090506816300148-gr1.jpg

Genetik Değişiklikler/Etken Faktörler

GSD etiyolojisi hala anlaşılması güçtür. Patolojik süreç, kemiğe bitişik veya kemik içindeki endotel kanallarının iyi huylu vasküler proliferasyonu olup kemik trabekülünün aşırı incelmesine, osteoklast aracılı rezorpsiyona ve kemiğin fibröz doku ile değiştirilmesine yol açar. Doku örnekleri lenfatik endotel hücre markerleri için pozitif test eder, bu da GSD’nin düzensiz lenfanjiyogenez içeren bir hastalık olduğunu düşündürür.

Kemik kaybı (osteoliz) enfeksiyon, inflamasyon, kanser ve bazı endokrin bozuklukları içeren çeşitli farklı durumlardan kaynaklanabilir. GSD’nin ayırıcı tanısında Hajdu-Cheney sendromu, Paget hastalığı, romatoid artrit, fibröz displazi, Langerhans hücre histiyositozu, Winchester sendromu, karpal tarsal osteoliz, idiyopatik multisentrik osteoliz, nefropatili multisentrik osteoliz ve eozopozizofizozit yer alır . (Bu bozukluklar hakkında daha fazla bilgi için, Nadir Hastalık Veritabanında arama teriminiz olarak belirli bir bozukluk adı seçin.)

Genelleştirilmiş lenfatik anomali (daha önce lenfanjiyotoz olarak bilinen GLA) GSD ile yakından ilişkilidir. GLA hastaları multifokal lenfatik malformasyonlara sahiptir. Bu malformasyonlar kemikte mevcut olabilir, ancak GSD’de görüldüğü gibi kortikal kemik kaybına neden olmaz.

Belirti ve Semptomlar

Gorham’ın yok olan kemik hastalığı ve fantom kemik hastalığı olarak da bilinen Gorham hastalığı (belirgin GOR-amz), içerisindeki bozuk, ince duvarlı vasküler veya lenfatik kanalların kontrolsüz çoğalmasıyla karakterize, çok nadir bir iskelet durumudur. kemiğin emilimine ve kemiğin anjiyomlar ve / veya fibroz ile değiştirilmesine yol açan kemik hastalığı. GSD’den yaygın olarak etkilenen bölgeler arasında kaburgalar, omurga, pelvis, kafatası, köprücük kemiği (klavikula) ve çene bulunur. Etkilenen bölgede ağrı ve şişme oluşabilir.

Bazı durumlarda, kendiliğinden veya düşme gibi küçük travmayı takiben bir kırık oluşana kadar hiçbir belirti görülmez. Akut bir lokalize ağrı ve şişme oluşabilir. Daha yaygın olarak, belirgin bir nedeni olmayan ağrı, zaman içinde frekans ve yoğunlukta artar ve sonunda alanın zayıflığı ve belirgin deformitesi ile birlikte olabilir. İlerleme oranı tahmin edilemez ve prognoz zor olabilir. Hastalık birkaç yıl sonra stabilize olabilir, spontan remisyona girebilir veya göğüs ve üst omurga içeren vakalarda ölümcül olabilir. Remisyondan sonra hastalığın tekrarlaması da ortaya çıkabilir. Omurga ve kafatası tabanının tutulması nörolojik komplikasyonlardan kötü bir sonuca neden olabilir. Birçok durumda, Gorham hastalığının sonucu ciddi deformite ve fonksiyonel sakatlıktır.

Hastalık kaburgalarda, skapulada veya torasik omurlarda mevcutsa nefes almada zorluk ve göğüs ağrısı gibi belirtiler görülebilir. Bunlar, hastalığın kemikten göğüs boşluğuna yayıldığını gösterebilir. Solunum problemleri astım olarak yanlış teşhis edilebilir, çünkü akciğerlere verilen hasar, astımda görülen akciğer fonksiyon testinde aynı tür değişikliklere neden olabilir. Lezyonların göğse uzatılması, şilöz plevral ve perikardiyal efüzyonların gelişmesine yol açabilir. Chyle, enfeksiyonla mücadelede önemli olan protein ve beyaz kan hücreleri bakımından zengindir. Chyle’nin göğse kaybolması, enfeksiyon, yetersiz beslenme ve solunum sıkıntısı ve başarısızlığı gibi ciddi sonuçlara neden olabilir. Bu komplikasyonlar veya solunum güçlüğü, göğüs ağrısı, zayıf büyüme veya kilo kaybı ve enfeksiyon gibi semptomları bazen durumun ilk belirtileri olmuştur.

Görsel 2, kaynak:  https://www.sicot-j.org/articles/sicotj/full_html/2016/01/sicotj160017/sicotj160017-fig1.jpg

Genetik Görülme Sıklığı

Gorham hastalığının spesifik nedeni bilinmemektedir. 1990’lı yıllardan başlayarak, hastalığı olan kişilerde interlökin-6 (IL-6) adı verilen bir proteinin yüksek seviyelerinin tespit edildiği bildirildi ve bu da bazılarının artmış IL-6 ve vasküler endotelyal büyüme faktörünün (VEGF) seviyelerinin katkıda bulunabileceğini düşündürdü.

1999 yılında Möller ve arkadaşları, “Gorham-Stout sendromu, esasen, artan sayıda parakrin veya otokrin ile uyarılan hiperaktif osteoklast nedeniyle ciddi bir şekilde artmış kemik rezorpsiyonu olan monosentrik bir kemik hastalığı olabilir. osteoklastların varlığı veya yokluğu veya osteoklast sayısı ile ilgili belirgin çelişki, sendromun farklı evreleri ile açıklanabilir. ” Ayrıca histopatolojik çalışmalarının Gorham hastalığında görülen osteolitik değişikliklerin hiperaktif osteoklastik kemiğin sonucu olduğuna dair iyi kanıt sunduğunu belirtmişlerdir. Bununla birlikte, diğerleri lenfanjiyotoz ve Gorham hastalığının ayrı hastalıklardan ziyade bir hastalık spektrumu olarak değerlendirilmesi gerektiği sonucuna varmıştır.

Gorham’ın dengesiz osteoklastik aktiviteden kaynaklandığına dair bir fikir birliği olsa da, bu davranışın başlamasına neden olan şey hakkında kesin bir kanıt bulunamamıştır.

Kalıtım Paterni/Deseni

Bugüne kadar literatürde yaklaşık 300 vaka bildirilmiştir. GSD açık bir ırk, cinsiyet tercihi (1.6: 1; erkek: kadın oranı) veya coğrafi dağılım göstermemektedir. GSD’nin kesin nedeni bilinmemektedir. GSD çok nadir olduğu için, birçok vaka teşhis edilmez veya yanlış teşhis edilir, bu da bozukluğun genel popülasyondaki gerçek sıklığını belirlemeyi zorlaştırır.

Teşhis ve Tedavi Yöntemleri

Teşhis

Tanı progresif osteolizi ve kortikal yıkımı gösteren radyografik bulgulara dayanır. Manyetik rezonans görüntüleme, kemikte tam rezorpsiyon ve T1 ağırlıklı görüntülemede düşük sinyal yoğunluğu ve T2’de yüksek sinyal yoğunluğu olan ve kontrast görüntülemede yoğun artış gösteren infiltratif yumuşak doku ile yer değiştirmeyi gösterir. Lenfatik endotelyal hücrelerin (LYVE-1, podoplanin / D2-40) immünohistokimyasal belirteçleri, kemiklerin medüller ve kortikal bölgelerinde ve etkilenen yumuşak dokularda lenfatik damarların varlığını ortaya çıkarır. Kaburga lezyonları biyopsi yapılmamalıdır, çünkü bu prosedür refrakter bir şilöz efüzyon ortaya çıkarabilir.

Tedavi

GSD’nin tedavisi, ilerleyici hastalığı stabilize etmek için ilaçları (bisfosfonatlar ve / veya interferon alfa 2b, sirolimus da araştırılmaktadır) ve şilotoraksı azaltabilen veya durdurabilen destekleyici prosedürleri (plörektomi, plörodez, torasentez ve torasik kanal embolizasyonu veya ligasyonu) içerebilir veya iskeletin etkilenen bölgelerini stabilize edebilir. Radyoterapi bu terapilerle kombinasyon halinde kullanılabilir, ancak genellikle refrakter veya hızla ilerleyen hastalıklara ayrılır.

Prognoz, etkilenen alanların boyutuna ve yerine bağlıdır. Hafif hastalık yıllarca stabil kalabilirken, kraniyofasiyal ve / veya torasik bölgeleri içeren ciddi vakalar ölümcül olabilir. Akciğer tutulumu kötüleşen bir prognozun göstergesidir.

Gorham hastalığının tedavisi çoğunlukla palyatiftir ve semptom yönetimi ile sınırlıdır.

Bazen kemik yıkımı kendiliğinden sona erer ve tedavi gerekmez, ancak hastalık ilerlediğinde agresif müdahale gerekebilir. Duffy ve meslektaşları, kaburga, omuz veya üst omurgada Gorham hastalığı olan kişilerin yaklaşık% 17’sinin, hastalığın göğsüne genişlemesini yaşadığını ve ciddi sonuçlarıyla şilotoraksa yol açtığını ve bu gruptaki ölüm oranının cerrahi müdahale olmadan% 64’e kadar çıkabilir.

Hastalığın Diğer İsimleri

  • Gorham’ın yok olan kemik hastalığı
  • fantom kemik hastalığı

Kaynak