Kategoriler
YUKLENDI

SEGAWA SENDROMU-TİROZİN HİDROKSİLAZ SENDROMU

Primer olarak hareket sistemini etkileyen bir hastalık olup, seyretme şiddetine göre incelenir.

Tirozin Hidroksilaz Enzimi: Tirozin hidroksilaz enzimi katekolaminlerin yani Dopamin, Epinefrin, Norepinefrin gibi uyarıcı maddelerin sentezindeki kilit enzimdir. Görevi katekolaminlerin öncüsü olan Dopa bileşiğini sentezlemektir. Dopamin maddesi fiziksel hareket ve duygusal davranışlarda görevli bir nörotransmitterdir. Epinefrin ve nörepinefrin ise otonom sinir sisteminde görevli moleküllerdir.(resim 1  buraya eklenecek)

Hastalığın hafif şiddetli haline DRD(Dopa responsive dystony) Dopa cevaplı distoni adını alır. Hastalar ekstremitelerini uygun olmayan pozisyonlarda tutar ve yürüme ile koşma eylemleri sırasında koordınsayon bozukluğu gözlenir. Bazı vakalarda sabit bir poziyonda dururlen titreme gibi olaylar(postural tremor) ve göz yuvarlaklarının yukarı doğru hareketlenmesi belirtileri de görülebilmektedir. Yaşlandıkça hareket güçlükleri artar ama doğru tıbbı tedaviyle her zaman iyiye yönelim görülür.

Hastalığın ağır seyrettiği durumlarda hastalık çocukluk parkinsonizmi ve ilerleyen çocukluk ensefalopotisi olmak üzere iki başlık altında incelenir. Genelde doğumdan hemen sonra görülürler ve tedavileri çok daha güçtür.

Çocukluk parkinsonizmi gözüken bebeklerde gecikmiş gelişme; destek olmadan oturamama; oyuncaklara erişememe, kavrayamama gibi motor beceri bozuklukları görülür. Özellikle ekstremitelerde katılaşmış kaslar, postur bozuklukları, göz kapağı düşüklüğü, yukarı doğru yuvarlanan göz hareketi görülebilir. Ayrıca otonom sinir sistemindeki bozulmalar da çok daha belirgindir ve mide asitlerini yemek borusuna akışı, homeostazın(kan şekeri,vücut sıcaklığı,tansiyon) düzenlenmesinde sıkıntı görülür.Çocuk parkinsonu olan kişilerde mental gerilik,konuşma bozuklukları,dikkat eksikliği ve psikiyatrik hastalıklar(depresyon,anksiyete,obsesis kompulsif bozukluk vb.) görülebilir

Çocuk Ensefalopotisi aşırı nadir gözükür.Beyin disfonksiyonu ve yapısal anomaliler sonucu oluşan zihinsel engellerle açığa çıkar.

Frekansı bilinmemektedir.Genomda tirozin hidroksilaz enzminin sentezindeki bozukluklar bu hastalığa yol açar.Otosomal resesif kalıtılır

Kaynaklar:

https://ghr.nlm.nih.gov/

Harper Biochemistry 11th edition

Kategoriler
YUKLENDI

SADDAN HASTALIĞI

SADDAN(severe achondroplasia with developmental delay and acanthosis nigricans-Akantozis nigricans ve ağır kemikleşmeyle beraber gelen gelişim geriliği) deri,beyin ve kemik anomalileriyle karakterize kemik gelişmesiyle ilgili nadir bir hastalıktır.SSB(skeleton-skin-brain) sendormu olarak da bilinir.

Bu hastalığa sahip bireylerde özellikle kısa ekstremiteler ve kısa boy görülür.Ayrıca bacak kemiklerinde normal olmayan bir eğrilik,kısa kaburgalarla küçük bir göğüs kafesi ve çarpık köprücük kemikleri,kısa,geniş parmaklar ve ekstremitelerde deri katlantıları görülebilir.Bir kaç hastada apne(kısa ve sıklıkla alınan solunum) belirtileri gözlendiği rapor edilmiştir.Hastalarda beyindeki yapısal bozukluklar sonucunda şiddetli gelişimsel gerilik ve zihinsel engeller görülebilir.Acanthosis nigricans kalın,koyu renkli,kadifemsi deriyle karakterize ilerleyen bir deri hastalığıdır ve SADDAN hastalığının bebeklik döneminde ya da erken çocukluk çağında çıkan karakteristik özelliklerindendir.

Aşırı nadir olan bu hastalık dünyada çok az sayıda insanda tanımlanmıştır.

FGFR3 genindeki mutasyonlar SADDAN hastalığına yol açmaktadır.FGFR3 geni kemiklerin ve beynin gelişmesinde önemli olan bir proteinin sentezinde önemli rol oyanamaktadır.Mutasyon sonucu FGFR3 proteini aşırı aktıf hale gelebilir ve bu da kemik gelişminde rahatsızlıklara ve semptomun diğer belirtilerine yol açar.Ama mutasyonunneden beyin gelişiminde bozukluklara yol açtığı ve acanthosis nigricansa sebebiyet verdiği bulunamamıştır.

SADDAN hastalığı otozomal dominant bir hastalık olarak tanımlanır çünkü FGFR3 geninin mutasyona uğramış tek kopyası hastalık için yeterlidir ama bazı SADDAN vakaları ailelerinde FGFR3 gen mutasyonu olmamasına rağmen gende yeni mutasyonlar oluşmasıyla da hastalığa yakalanmışlardır.Hastaların hiçbirinin çocuğu olduğuna dair bir kayıt olmadığından hastalığın diğer jenerasyona aktarılabilmesi olasılığı bilinmemektedir.

Kategoriler
YAYIN YUKLENDI

DİSKERATOZ KONJENİTA

(Bu yazıda diskeratosis konjenitanın özellikleri anlatılmıştır. Revesz sendromu bu hastalığın bir varyasyonudur.)

Tanım

Diskeratoz konjenita vücudumuzun birçok bölgesine etki eden bir hastalıktır.Bu hastalığın 3 karakteristik özelliği vardır: ayak ve el tırnaklarının gelişimindeki zayıflık veya şekillerindeki anormallik/tırnak distrofisi ; boyun ve göğüste cilt renginde değişiklikler (pigmentasyon), genellikle “dantelli” olarak tanımlanan bir modelde; Ve ağızda beyaz lekeler (oral lökoplaki).

Diskeratoz konjenita olan insanlar yaşamı tehdit eden birçok durum geliştirme riski taşırlar. Özellikle kemik iliği fonksiyonlarını bozan rahatsızlıklara karşı savunmasızdırlar. Bu bozukluklar, kemik iliğinin yeni kan hücreleri üretme kabiliyetlerini aksatır. Etkilenen kişiler kemik iliği yetmezliği olarak da bilinen aplastik anemi oluşturabilirler; bu da kemik iliği yeterince yeni kan hücresi üretmediğinde ortaya çıkar. Ayrıca, olgunlaşmamış kan hücrelerinin normal olarak gelişemediği bir durum olan miyelodisplastik sendrom için ortalama riskin de üstündedirler; Bu durumda lösemi adı verilen bir kan kanseri gelişim gösterebilir. Diskeratoz konjenita dahi lösemi geliştirme riski yüksektir. Buna ek olarak, diğer kanserler, özellikle baş, boyun, anüs veya cinsel organ kanserlerinin gelişme riskinden daha yüksektir.

Diskeratozis konjenita’lı kişiler akciğer fibrozisi geliştirebilirler; bu durum akciğerlerde, gelişmekte olan bir yara dokusunun oluşumuna neden olur ve kan dolaşımında oksijen taşınmasını azaltır. Diskeratozis konjenita’lı bazı insanlarda ortaya çıkan ek bulgular ve belirtiler arasında göz yorgunluğuna yol açan tıkanmış dar gözyaşı kanalları, gözyaşı akmasını önleme ve göz kapaklarının tahriş olmasına yol açan göz anormallikleri; Diş problemleri; Saç dökülmesi veya erken gri saç; Düşük kemik mineral yoğunluğu (osteoporoz); Kalça ve omuz eklemlerinde dejenerasyon (avasküler nekroz); Veya karaciğer hastalığı. Bazı etkilenen erkeklerde idrarını mesaneden vücudun dışına çıkaran tüp olan üretranın daralması (stenoz) olabilir. Üretral darlık, zor ya da ağrılı idrar ve idrar yolu enfeksiyonlarına neden olabilir.

Diskeratozis konjenita’nın şiddeti, etkilenen kişiler arasında büyük farklılıklar göstermektedir. En az etkilenen bireyler, bozukluğun hafif fiziksel özelliklerine ve normal kemik iliği işlevine sahiptir. Daha şiddetli şekilde etkilenen bireyler karakteristik fiziksel özelliklerin çoğuna sahiptir ve erken yetişkinlikte kemik iliği yetmezliği, kanser veya pulmoner fibroz (akciğer fibrozisi) deneyimindedir.

Diskeratozis konjenitanın görüldüğü birçok insan  normal zeka ve gelişmiş motor becerilerine (ayakta durmak ve yürümek gibi) sahipken, bazı ciddi etkilenen bireylerde gelişimsel gecikme görülebilir. Diskeratozis konjenita’nın şiddetli türlerinden biri olan Hoyeraal Hreidaarsson sendromunda , etkilenen bireyler alışılmışın dışında küçük ve gelişmemiş serebelluma( hareketi koordine eden beynin bir parçası) sahiptir. Revesz sendromu olarak adlandırılan bir diğer ciddi varyant ise, diskeratozis konjenitanin diğer semptomlarına ek olarak gözün arka kısmındaki (retinadaki) ışığa duyarlı dokudaki anormallikleri de içerir.

Sıklık

Diskeratozis konjenita’nın tam prevalansı bilinmemektedir. Yaklaşık olarak milyonda 1 gerçekleştiği tahmin edilmektedir.

Genetik Değişiklikler

Diskeratozis konjenita olan kişilerin yaklaşık yarısında hastalık, TERT, TERC, DKC1 veya TINF2 genindeki mutasyonlardan kaynaklanır. Bu genler, kromozomların uçlarında bulunan telomerler olarak bilinen yapıların korunmasına yardımcı olan proteinlerin yapılması için talimatlar sağlar. Diskeratozis konjenita ya sahip olan az sayıdaki bireyde, telomer korunumuyla ilgili diğer genlerdeki mutasyonlar tespit edilmiştir. Diğer etkilenen bireylerin şu anda diskeratozis konjenita ile ilişkili genlerin herhangi birinde mutasyonu yoktur. Bu vakalarda, bozukluğun nedeni bilinmemekle birlikte, muhtemelen telomer korunumu ile ilgili diğer tanımlanamayan genler söz konusudur.

Telomerler, kromozomların anormal olarak birbirine yapışmasını veya parçalanmasını engeller.Birçok hücrede, telomer, hücre bölünürken kademeli olarak kısalır. Belli sayıda hücre bölünmesinden sonra, telomerler o kadar kısa olur ki hücreyi bölünmesini durdurmak veya kendini yok etmesi için tetikler (apoptozise uğrar).

Telomerler, telomeraz ve şelterin adı verilen iki önemli protein kompleksi tarafından idame ettirilir. Telomeraz, her hücre bölündüğünde kromozomların uçlarına DNA’nın küçük tekrarlanan bölümlerini ekleyerek normal telomer uzunluğunu korumaya yardımcı olur. Telomerazın ana bileşenleri olan hTR ve hTERT, sırasıyla TERC ve TERT genlerinden üretilmektedir. HTR bileşeni bir RNA molekülüdür, DNA’nın kimyasal bir kuzenidir. Telomerazın kromozomların uçlarına eklediği tekrarlanan DNA dizisini oluşturmak için bir şablon sağlar. HTERT bileşeninin işlevi, yeni DNA segmentini kromozomun uçlarına eklemektir. DKC1 geni, telomeraz fonksiyonunda önemli olan bir başka protein yapmak için talimatlar sağlar. Dispersin adı verilen bu protein, hTR’ye bağlanır (bağlar) ve telomeraz kompleksinin dengede kalmasına yardımcı olur.

Şelterin kompleksi hücrenin DNA onarım sürecinden telomerleri korumaya yardımcı olur. Korunma mekanizması olmadan, onarım mekanizması, kromozomal uçları DNA dizisinde anormal kopmalar olarak algılar ve uçlara birlikte katılmaya veya apoptozu başlatmaya çalışır. TINF2 geni, shelterin kompleksinin bir parçası olan bir protein yapmak için talimatlar sağlar.

TERT, TERC, DKC1 veya TINF2 gen mutasyonları, telomerazın bozulmasına ve telomer uzunluğunun azalmasına neden olan telomeraz veya shelterin komplekslerinin işlev bozukluğuna neden olur. Hızla bölünen hücreler özellikle kısaltılmış telomerlerin etkilerine karşı savunmasızdır. Sonuç olarak, dyskeratosis congenita’lı insanlar tırnak yatakları, kıl follikülleri, deri, ağız astar (oral mukoza) ve kemik iliği gibi hızlı bölünen hücrelerinde çeşitli problemlerle karşılaşabilirler.Telomer korunumunun yetersizliğinden kaynaklanan kromozomların kırılması ve kararsızlığı, hücrelerin kontrolsüz bir şekilde bölünmesine izin veren genetik değişikliğe neden olabilir ve bu da dyskeratosis congenita’lı kişilerde kanser gelişimine neden olur.

Kalıtım Şekilleri

Dyskeratosis congenita farklı kalıtım kalıplarına sahip olabilir.

Diskeratozis congenita’ya DKC1 gen mutasyonları neden olduğunda, hastalık X-bağlı resesif kalıptan miras kalır. DKC1 geni, iki cinsiyet kromozomundan biri olan X kromozomu üzerinde bulunur. Erkeklerde (Sadece bir X kromozomuna sahipler), her hücrede genin değiştirilmiş bir kopyası hastalığa sebebiyet vermesi için yeterlidir. Dişilerde (iki X kromozomu), bozukluğa neden olmak için genin her iki kopyasında da bir mutasyon meydana gelmelidir. Dişilerin bu genin değiştirilmiş iki kopyasına sahip olması muhtemel olmadığı için, erkekler X’e bağlı resesif bozukluklardan kadınlardan daha sık etkilenirler. X’e bağlı kalıtımın karakteristik bir özelliği, X e bağlı genlerin babadan oğula geçememesidir.

Diskeratozis konjenita, diğer genlerdeki mutasyonlardan kaynaklandığında, otozomal dominant veya otozomal resesif kalıptan miras alınabilir. Otozomal dominant, her bir hücredeki değiştirilmiş genin bir kopyasının bozukluğa neden olması için yeterli olduğu anlamına gelir. Otozomal resesif, her bir hücredeki her iki kopyanın da mutasyona uğradığı anlamına gelir. Otozomal resesif durumda olan bir bireyin ebeveynleri mutasyona uğramış genin bir kopyasını taşır, ancak genellikle durumun bulgu ve belirtilerini göstermezler.

KAYNAKÇA

https://ghr.nlm.nih.gov/condition/dyskeratosis-congenita

Kategoriler
YUKLENDI

ASİT MALTAZ EKSİKLİĞİ

Tanım

Asit amltaz eksikliği, vücut hücrelerinde glikojen adı verilen kompleks bir şekerin birikmesiyle oluşan kalıtsal bir hastalıktır. Bazı organ ve dokulardaki, özellikle de kaslardaki glikojen birikimi, bu organ ve dokuların normal işlev görmesini engeller.

Araştırmacılar, şiddet ve görüldüğü yaş açısından farklı olan üç tip Asit maltaz eksikliği tanımlamışlardır. Bu tipler, klasik çocukluk çağı başlangıçlı, klasik olmayan  çocukluk çağı başlangıçlı ve geç başlangıçlı olarak bilinir.

Çocukluk çağı başlangıçlı Asit maltaz eksikliği klasik şekli doğumdan sonraki birkaç ay içinde başlar. Bu hastalığa sahip olan bebekler tipik olarak kas güçsüzlüğü (miyopati), zayıf kas tonu (hipotoni), büyümüş karaciğer (hepatomegali) ve kalp kusurlarıyla karşılaşırlar. Etkilenen bebekler ayrıca kilo almada sorun yaşayabilir , beklenen şekilde gelişim gösteremeyebilir ve nefes almada sorun yaşayabilirler. Eğer tedavi edilmezse, Asit maltaz eksikliği bu formu hayatın ilk yılında kalp yetmezliğine bağlı ölüme neden olur.

Çocukluk çağı başlangıçlı Asit maltaz eksikliği klasik olmayan formu genellikle 1 yaşında ortaya çıkar. Hastalığın bu formu gecikmiş motor becerileri (boyun eğme ve oturma gibi) ve ilerleyici kas güçsüzlüğü ile karakterizedir. Kalp anormal derecede büyük olabilir (Kardiyomegali)  ancak etkilenen kişiler genellikle kalp yetmezliği yaşamamaktadır. Bu hastalıkta görülen kas güçsüzlüğü ciddi solunum problemlerine yol açabilir ve hastalığın görüldüğü çocukların çoğu sadece erken çocukluk döneminde yaşayabilir.

Asit maltaz eksikliği geç başlangıçlı tipi, çocukluk, ergenlik veya erişkinliğin son dönemlerine kadar belirgin olmayabilir. Geç başlangıçlı Asit maltaz eksikliği genellikle bu bozukluğun çocukluk çağı başlangıçlı formlarından daha hafiftir ve kalbi etkilemesi daha az olasıdır. Geç başlangıçlı Asit maltaz eksikliğine yakalanan bireylerin çoğunda, solunumu kontrol eden kaslar da dahil olmak üzere özellikle bacaklarda ve gövdede ilerleyici kas güçsüzlüğü görülür. Hastalık ilerledikçe, solunum sorunları solunum yetmezliğine neden olabilir.

Sıklık

Asit maltaz eksikliği, Birleşik Devletlerde yaklaşık olarak 40.000 kişide 1 görülür. Bu hastalığın görülme oranı farklı etnik gruplar arasında değişmektedir.

Genetik Değişim

GAA genindeki mutasyonlar Asit maltaz eksikliğine neden olur. GAA geni, asit alfa-glukozidaz (asit maltaz olarak da bilinir) adı verilen bir enzimin üretilmesi için talimatlar veren bir gendir. Bu enzim, hücreler içinde geri dönüşüm merkezleri olarak işlev gören lizozomlarda aktiftir. Enzim genellikle  glikojeni, çoğu hücrenin ana enerji kaynağı olan ve daha basit bir şeker olan glikoza dönüştürür.

GAA genindeki mutasyonlar, asit alfa-glukozidazın glikojeni etkili bir şekilde parçalamasını engeller ve glikojenin lizozomlarda toksik seviyelere ulaşmasına neden olur. Bu birikim vucutta bulunan organlara ve dokulara, özellikle de kaslara zarar verir bu da Asit maltaz eksikliğinin ilerleyici belirtilerine ve semptomlarına yol açar.

Kalıtsal Yapı

Bu durum otozomal resesif bir kalıptan kalıtılır; bu da genin iki kopyasının da her bir hücrede mutasyona uğradığı anlamına gelir. Otozomal resesif durumda olan bir bireyin ebeveynleri,  mutasyona uğramış genin bir kopyasını taşır, ancak genellikle durumun bulgu ve belirtilerini göstermezler.

Kaynakça
1) https://www.omim.org/
2) https://rarediseases.info.nih.gov/diseases
3) https://www.orpha.net/consor/cgi-bin/Disease_Search.php
4) https://ghr.nlm.nih.gov/condition
5)https://rarediseases.org/for-patients-and-families/information-resources/rare-disease-information/

Kategoriler
YUKLENDI

Pfeiffer sendromu

Tanımı

Pfeiffer sendromu bazı kafatası kemiklerinin erken füzyonu(birleşmesi) ile karakterize edilen genetik bir hastalıktır (kraniyosinostoz). Bu erken füzyon, kafatasının normal şekilde büyümesini engeller ve başın ve yüzün şeklini etkiler. Pfeiffer sendromu aynı zamanda el ve ayaklardaki kemikleri de etkiler.

Pfeiffer sendromunun karakteristik yüz özelliklerinin çoğunun, kafatası kemiklerinin erken  füzyonundan kaynaklanır. Bu kemiklerin anormal büyümesi şişmiş ve genişçe belirlenmiş gözlere, yüksek bir alına, gelişmemiş bir üst çene ve gagalı bir burna neden olur. Pfeiffer sendromlu tüm çocukların yarısından çoğunda işitme kaybı vardır; Diş problemleri de yaygındır.

Pfeiffer sendromlu insanlarda, başparmaklar ve ilk (büyük) ayak parmakları geniş ve diğer parmaklardan ters kıvrılmıştır. Alışılmadık derecede kısa parmaklar ve ayak parmakları (brachydactyly) de yaygındır ve parmaklar arasında (sindaktili olarak) bir miktar dokuma veya kaynaşma olabilir.

Pfeiffer sendromu üç alt tipe ayrılır. Tip 1, klasik Pfeiffer sendromu olarak da bilinir, yukarıda tarif edildiği gibi semptomlar vardır. Tip 1 Pfeiffer sendromlu bireylerin çoğunun normal zeka  ve normal ömrü vardır. Tip 2 ve 3, çoğunlukla sinir sistemi ile ilgili problemleri içeren Pfeiffer sendromunun daha şiddetli formlarıdır. Kafa kemiklerinin erken füzyonu beynin büyümesini sınırlayabilir, bu da gelişimi geciktirir ve diğer nörolojik problemlere neden olabilir. Tip 2, kafatasında kemiklerin daha geniş bir şekilde kaynaşmasından kaynaklanan, yonca yaprak şeklinde bir kafa varlığı ile tip 3’den ayırt edilir.

Görülme Sıklığı

Pfeiffer sendromu, 100.000 kişide yaklaşık 1’i etkiler.

Genetik Değişiklikler

Pfeiffer sendromu, FGFR1 veya FGFR2 genindeki mutasyonlardan kaynaklanır. Bu genler, fibroblast büyüme reseptörleri 1 ve 2 olarak bilinen proteinleri yapmak için talimatlar sağlar. Bunların çoğul fonksiyonları arasında, bu proteinler olgunlaşmamış hücreleri embriyonik gelişim sırasında kemik hücresi haline getirir. FGFR1 veya FGFR2 genindeki bir mutasyon protein işlevini değiştirir ve kafatası kemiklerinin erken füzyonunu teşvik edebilen ve eller ve ayaklarda kemiklerin gelişimini etkileyebilen uzun süreli sinyalizasyona neden olur.

Miras Deseni

Bu durum, otozomal dominant kalıptan miras alır; bu, her bir hücredeki değiştirilmiş genin bir kopyasının bozukluğa neden olması için yeterli olduğu anlamına gelir.

Teşhis ve Yönetim

Bu kaynaklar, Pfeiffer sendromunun tanı veya tedavisine yöneliktir:

GeneReview: FGFR ile İlgili Kraniozinostoz Sendromları

Genetic Testing Registry: Pfeiffer sendromu

MedlinePlus Ansiklopedi: Kraniosinostoz

MedlinePlus Ansiklopedi: Parmaklar ya da parmakların dokulandırılması

MedlinePlus’dan edinilen bu kaynaklar, çeşitli sağlık durumlarının tanı ve yönetimi hakkında bilgi sunar:

Teşhis Testleri

İlaç terapisi

Cerrahi ve Rehabilitasyon

Genetik danışmanlık

Palyatif bakım

Bu Hastalık Durumu İçin Diğer İsimler

Acrosefalosindaktili, tip V

ACS V

ACS5

Kraniofasial-iskelet-dermatolojik displazi

Noack sendromu

Kaynakça
1) https://www.omim.org/
2) https://rarediseases.info.nih.gov/diseases
3) https://www.orpha.net/consor/cgi-bin/Disease_Search.php
4) https://ghr.nlm.nih.gov/condition
5)https://rarediseases.org/for-patients-and-families/information-resources/rare-disease-information/

Kategoriler
YUKLENDI

PARRY ROMBERG SENDROMU

Açıklama

Parry-Romberg Sendromu, cildin yavaş yavaş büzülmesi ve yüzde yumuşak doku atrofisiyle (hemifasiyal atrofi) karakterize edilen nadir görülen bir edinilme bozukluğudur. Nadiren, yüzün her iki tarafı etkilenir.  Parry-Romberg Sendromunun şiddeti ve spesifik semptomları kişiden kişiye oldukça değişkendir. Nörolojik anormallikler veya gözleri ve dişleri etkileyen anormallikler de dahil olmak üzere bazı insanlarda ilave semptomlar da gelişebilir. Parry-Romberg Sendromu genellikle yaşamın ilk on yılında veya ikinci on yılın başında kendini gösterir, ancak tam olarak yetişkinlikte ortaya çıkar. Parry-Romberg Sendromlu bireylerin çoğunda 20 yaşından önce belirtiler görülür. Parry-Romberg Sendromunun şuanda kesin nedeni bilinmiyor ve bilinmeyen nedenlerle rastgele ortaya çıkıyor gibi görünüyor.

İşaretler ve Belirtiler

Parry-Romberg sendromunun belirtileri, ilerlemesi ve ciddiyeti, bir kişiden diğerine oldukça değişkendir ve hafif ile şiddetli aralığındadır. Etkilenen bireylerin aşağıda tartışılan semptomların hepsine sahip olmayacaklarını belirtmek önemlidir. Hafif semptomları olan bireylerin şiddetli şekilde etkilenen bireylerden çok daha yaygın olduğu düşünülmektedir. Etkilenen kişiler, doktorları ve tıbbi ekibiyle spesifik olgu ve ilişkili belirtiler hakkında konuşmalıdır.

Parry-Romberg Sendromunun karakteristik semptomu yağ, deri, bağ dokusu, kas ve bazı insanlarda kemiğin de bulunduğu çeşitli dokuların incelmesi veya küçülmesidir (atrofi). Atrofi derecesi, hafif, neredeyse algılanabilir değişikliklerden, yüzün bir tarafının “batmış” olarak göründüğü önemli asimetriye kadar değişebilir. Atrofik değişikliklerin ilerlemesi de değişebilir. Yüz atrofisi uzun yıllar boyunca yavaş ilerleyebilir. Atrofi ilerlemeyi bırakırsa, nadiren de olsa kişinin hayatı boyunca daha sonra tekrar aktif hale gelebilir. Bazı insanlarda, atrofi süresiz olarak ilerleyebilir. Bazı insanlarda ise, Parry-Romberg Sendromu erken yaşta başladığında, ilerlemenin ileriki yaşlarda başladığından daha çabuk hızlandığı görülür.

Parry-Romberg Sendromuyla ilişkili başlangıçtaki yüz değişiklikleri genellikle üst çene kemiğinin (maksilla) üzerindeki yanak alanı veya burun ile dudağın üst köşesi gibi yüzün orta bölümünün yakınında gerçekleşir. Hastalık süreci devam ettikçe, üst yüzün (örneğin, göz çevresindeki alanlar, kaş ve kulak) yanı sıra ağız açısı ve alt çene kemiği (mandibula) da etkilenir. Bazı durumlarda, çenenin yarısı da bu değişikliğe dahil olabilir. Derinin altındaki dokular (deri altı dokusu), cildin altında yağ tabakası (subkutanöz yağ) ve bazen alttaki kıkırdak, kas ve kemikte büzülme (atrofi) görülebilir. Bu tür değişikliklerden etkilenen alanlar anormal biçimde batmış bir görünüm oluşturabilir. Birçok kişide kafatasının alında veya üst kubbeli kısmında, gözü (yörünge) ve/veya alt çene kemiğinde (mandibula) alışılmadık bir kemik tıkanıklığı veya boşluk gösterebilir.

Parry-Romberg Sendromuyla ilişkili ilerleyici atrofik değişiklikler nadiren de olsa bir kulak anomalisine neden olabilir. Sendroma sahip bireylerde, etkilenmiş taraftaki kulak küçültebilir ve destekleyici doku kaybından dolayı baştan anormal çıkıntı yapmış gibi görünebilir.

Parry-Romberg Sendromlu bazı kişilerde ağız ve dişleri etkileyen anormalliklere neden olabilir. Bazı kişiler, üst dudakta ve/veya dilin bir tarafında atrofi geliştirebilir. Buna ek olarak, bozukluğu ile ilişkili progresif atrofik değişiklikler nedeniyle, alt çene kemiği (mandibula) bölümleri etkilenen tarafında normalden çok daha kısa olabilir ve çene nadiren spontan kırık eğilimli olabilir. Etkilenen bazı kişiler çeneleri açmada veya kapatmada güçlük çekebilir. Çiğneme sırasında kullanılan kasların istemsiz daralması (hemplikasyon spazmı veya trismus) ortaya çıkabilir. üst dudağın bir tarafı alışılmadık bükülmüş ya da yükseltilmiş bir görünüme sahip olabilir ve bazı dişler anormal maruz kalabileceği, alışılmadık geç patlak ve / veya atrofik kökleri var. Buna ek olarak, üst ve alt dişler uygun olmayan şekilde karşılanabilir (maloklüzyon).

Sebepler
Parry-Romberg Sendromunun nedeni bilinmiyor ve bilinmeyen nedenlerle (ara sıra) rastgele ortaya çıkıyor gibi görünüyor. Sempatik sinir sisteminin anormal gelişimini veya iltihaplanmasını içeren bozukluğun gelişimini açıklamak için farklı teoriler önerilmiştir; Viral enfeksiyonlar; Beynin iltihaplanması ve beyni kapsayan membranlar (meningesfalit); travma; kan damarı oluşumundaki anormallikler (anjiyogenez); Veya otoimmünite: kalıtım yoluyla aileden.

Etkilenen Nüfuslar
Parry-Romberg sendromu nadir bir hastalıktır. Gerçek insidans (yoğunluk) tam olarak bilinmemektedir. Genel toplumda Parry-Romberg Sendromunun gerçek sıklığının saptanması, bozukluğa tanı konulamamış olmasından veya yanlış tanı konulduğundan dolayı zordur. Bozukluğu inceleyen hekimler, Parry-Romberg’in genel nüfusta 250.000 kişide 1’i etkileyebileceğini tahmin ediyorlar. Parry-Romberg Sendromu kadınları erkeklerinkinden biraz daha sık etkiliyor görünmekle birlikte, popülasyondaki hastalık hakkındaki çalışmalar eksiktir.

Teşhis
Parry-Romberg Sendromunun tanısı, karakteristik semptomların belirlenmesi, detaylı bir hasta öyküsü, eksiksiz bir klinik değerlendirme ve çeşitli özel testler üzerine kuruludur. Kullanılan spesifik testler hangi semptomların mevcut olduğuna ve hangi semptomların ortaya çıkacağına bağlıdır. Örneğin, nörolojik semptomları olan bireylerde manyetik rezonans görüntüleme (MRI) kullanılabilir. Bir MR, belirli organların ve vücut dokularının kesit görüntülerini üretmek için bir manyetik alan ve radyo dalgaları kullanır. Darbeli cilt dokusunun cerrahi olarak çıkartılması ve mikroskobik incelemesi (biyopsi) doğrusal skleroderma darbesi kılıfı olan bireylerde kullanılabilir.

İnceleme Terapileri
Ciddi, ilerleyen Parry-Romberg Sendromu olan bazı kişiler, metotreksat, kortikosteroidler, siklofosfamid ve azatioprin gibi immün sistemin (bağışıklık bastırıcı ilaçlar) aktivitesini baskılayan ilaçlarla tedavi edilir. Bunlar, Parry Romberg Sendromunun bir oto-bağışıklık durumu olduğu hipotezi ve enflamatuvar durum olan Skleroderma ‘en coup de sabre’ ile çakıştığı için kullanılmıştır. Bu ilaçların ne kadar faydalı olduğu veya gerçekten faydalı olup olmadıkları kesin değildir. Parry-Romberg Sendromunun tedavisinde immünsüpresif ilaçların uzun vadeli emniyet ve etkinliğini belirlemek için daha fazla araştırma yapılması gereklidir.

Mevcut klinik araştırmalarla ilgili bilgiler www.clinicaltrials.gov adresinde yayınlanmaktadır. ABD hükümetinin finansmanını alan ve özel sektör tarafından desteklenen tüm çalışmalar bu devlet web sitesinde mevcuttur.

Kaynakça
1) https://www.omim.org/
2) https://rarediseases.info.nih.gov/diseases
3) https://www.orpha.net/consor/cgi-bin/Disease_Search.php
4) https://ghr.nlm.nih.gov/condition
5)https://rarediseases.org/for-patients-and-families/information-resources/rare-disease-information/

Kategoriler
YUKLENDI

PELİZAEUS-MERZBACHER HASTALIĞI

Açıklama

Pelizaeus-Merzbacher hastalığı beyin ve omuriliği (merkezi sinir sistemi) içeren kalıtsal bir durumdur. Bu hastalık lökodistrofi adı verilen genetik bozukluk grubundan bir tanesidir. Lökodistrofiler, sinirleri koruyan ve sinir uyarılarının etkili bir şekilde iletilmesini sağlayan miyelinin dejenerasyonu ile karakterizedir. Pelizaeus-Merzbacher hastalığı miyelin oluşamaması nedeniyle ortaya çıkar (demiyelinizasyon). Sonuç olarak, bu durumdaki bireylerin dil ve bellek gibi zayıflamış zihinsel işlevleri ve konuşma ve koordinasyon gibi gecikmiş motor becerileri vardır. Tipik olarak, motor becerileri zihinsel işlevlerden daha ciddi olarak etkilenir; motor becerileri gelişimi daha yavaş ortaya çıkma eğilimi gösterir ve genellikle kişinin genç yaşlarında durur, daha sonra kademeli olarak bozulur.

Pelizaeus-Merzbacher hastalığı klasik ve connatal tiplere ayrılır. Bu iki tipin şiddetleri farklılık göstermekle birlikte özellikleri birbiriyle çakışabilir.

Klasik Pelizaeus-Merzabacher hastalığı daha yaygın olan tiptir. Yaşamın ilk yılında, Klasik Pelizaeus-Merzbacher’den tipik olarak etkilenenler; zayıf kas tonusu (hipotoni), gözlerin istemsiz hareketi (nistagmus) ve sürünmek ve yürümek gibi motor becerilerin gelişiminde yaşanan gecikmelerdir. Çocuk büyüdükçe nistagmus genellikle durur ancak kas sertliği (spastisite), hareket ve denge sorunları (ataksi), istemsiz sarsıntı (koreiform hareketler) olmak üzere diğer hareket bozuklukları gelişir.

Connatal Pelizaeus-Merzbacher hastalığı iki tipten daha şiddetli olanıdır. Semptomlar bebeklik döneminde başlayabilir ve beslenme sorunları, nefes alırken ıslık sesleri, hareketi sınırlayan eklem deformitelerine (kontraktürler) yol açan ilerleyici spastisite, konuşma güçlüğü (dizartri), ataksi ve nöbetleri içeren sorunlar gözlenir. Connatal Pelizaeus-Merzbacher hastalığından etkilenenler, motor becerileri ve zihinsel işlevi çok az da olsa geliştirebilirler.

Sıklık

Pelizaeus-Merzbacher hastalığının yaygınlığı, Birleşik Devletlerde 200.000 ila 500.000 erkekte 1 olarak tahmin edilmektedir. Bu durum kadınları nadiren etkiler.

Genetik Değişiklikler

PLP1 genindeki mutasyon Pelizaeus-Merzbacher hastalığına neden olmaktadır. PLP1 geni, proteolipit protein 1’i ve DM20 olarak adlandırılan proteolipit protein 1’in değiştirilmiş bir versiyonunu (izoform) üretmek için talimatlar sağlar. Proteolipit protein 1 ve DM20 öncelikli olarak merkezi sinir sisteminde bulunur ve sinir liflerini yalıtan yağlı tabaka, miyelinde bulunan ana proteinlerdir. Proteolipit protein 1 ve DM20 eksikliği, sinir sistemi fonksiyonlarını bozabilen, Pelizaeus-Merzbacher hastalığının belirtileri ve semptomlarına yol açan demiyelinizasyona neden olabilir. Pelizaeus-Merzbacher hastalığı olan kişilerin yüzde 5 ila yüzde 20’sinin PLP1 geninde mutasyonlar saptanmadığı tahmin edilmektedir. Bu vakalarda, durumun nedeni bilinmemektedir.

Kalıtım

Bu durum, X’e bağlı resesif kalıtımla alakalıdır. Bozukluğa neden olan mutasyona uğramış gen, iki cinsiyet kromozomundan biri olan X kromozomu üzerinde yer alıyorsa, bir durum X’e bağlı kabul edilir. Erkeklerde (sadece bir tane X kromozomuna sahip olanlarda) her hücrede genin değiştirilmiş bir kopyası bu duruma neden olur. Dişilerin X kromozomunun iki kopyasına sahip olması nedeniyle her hücredeki genin bir kopyası genellikle dişilerde erkeklerden daha az şiddetli semptomlara neden olur veya hiçbir belirtiye neden olmayabilir. X’e bağlı kalıtımın bir özelliği, babalardan oğullarına X bağlantılı özelliklerin geçememesidir.

X’e bağlı resesif kalıtımda, her bir hücrede genin değiştirilmiş bir kopyasına sahip kadına taşıyıcı denir. O geni geçirebilir ancak genellikle bozukluğun bulgu ve belirtilerini yaşamaz. Bununla birlikte, PLP1 mutasyonu taşıyan bazı dişlerde, kas sertliği ve zihinsel fonksiyonda azalma olabilir. Bir PLP1 mutasyonuna sahip dişiler, sonraki yaşamında ilerlemiş bilişsel işlevlerin bozulması (bunama) riskinde artışa sahiptir.

Kaynak: https://ghr.nlm.nih.gov/condition/pelizaeus-merzbacher-disease#

Kategoriler
YUKLENDI

PAGET HASTALIĞI

Paget hastalığı, kemiklerin normalden daha büyük ve daha zayıf gelişmesine sebebiyet veren bir hastalıktır. Bu hastalıktan etkilenmiş kemikler, şekilsiz olabilir veya kolayca kırılabilirler.

Paget hastalığının klasik formu genelde orta yaş ve sonrasında ortaya çıkar. Genelde bir veya birkaç kemikte meydana gelir ve diğer kemiklere yayılmaz. Bu hastalık genelde omurga, leğen kemiği, kafatası ve bacakları etkilese de vücuttaki herhangi bir kemik de bu hastalıktan etkilenebilir.

Paget hastalığıyla yaşayan birçok insan kemik anormallikleriyle ilgili herhangi bir belirti yaşamaz. Hastalık genelde röntgen veya laboratuvar testleriyle beklenmedik şekilde teşhis edilir. Semptom gelişen kişilerde ağrı yaşama olasılığı yüksektir. Etkilenen kemiklerin kendileri ağrılı olabilir veya yakındaki eklemlerde artrite bağlı olarak ağrıya neden olabilir. Artrit; özellikle bacaklardaki ağırlık taşıyan kemiklerin bozulması eklemlerde aşınmaya ve yıpranmaya neden olduğunda ortaya çıkar. Artrit sıklıkla bu hastalığı olan insanlarda diz ve kalçaları etkiler.

Bu hastalığın diğer komplikasyonları, hangi kemiklerin etkilendiğine bağlıdır. Hastalık kafatasının kemiklerinde ortaya çıkarsa, büyümüş bir baş, işitme kaybı, baş ağrıları ve baş dönmesi meydana gelebilir. Hastalık omurgadaki kemikleri etkiliyorsa, hissizlik ve karıncalanma (sıkışmış sinirlerden dolayı) ve anormal omurga eğriliğine neden olabilir. Bacak kemiklerinde hastalık yorgun bacaklara ve yürüme güçlüğüne neden olabilir.

Osteosarkom olarak adlandırılan nadir bir kemik kanseri türü, Paget kemik hastalığıyla ilişkilendirilmiştir. Bu kanser türü, muhtemelen bu hastalığa yakalanmış 1.000 kişide 1’den az oluşur.

Kemikte erken başlangıçlı Paget hastalığı, hastalığın kişinin yirmi yaşlarındaki hastalığının daha az görülen formudur. Özellikle kafatası, omurga ve kaburgaları (eksenel iskelet) ve ellerin küçük kemiklerini etkileme ihtimalinin daha yüksek olmasına rağmen, hastalığın klasik formdaki özelliklerine benzemektedir. Bozukluğun erken ortaya çıkmış biçimi aynı zamanda yaşamın erken zamanlarında meydana gelen işitme kaybıyla ilişkilidir.

Klasik Paget kemik hastalığı ABD’de 40 yaşından büyük insanların yaklaşık yüzde 1’inde görülür. Bilim adamları, bu ülkede yaklaşık 1 milyon kişinin hastalığı olduğunu tahmin ediyor. Batı Avrupa mirasındaki en yaygın olanıdır.

Kemikte erken başlangıçlı Paget hastalığı çok daha seyrektir. Bozukluğun bu formu yalnızca birkaç ailede bildirildi.

Genetik ve çevresel faktörlerin bir kombinasyonu muhtemelen Paget’in kemik hastalığına neden olur. Araştırmacılar, bozukluğun riskini arttıran çeşitli genlerde değişiklikler tespit ettiler. Bazı virüslü enfeksiyonlar da dahil olmak üzere diğer faktörler, hastalığı risk altındaki kişilerde tetiklemeye dahil olabilir. Bununla birlikte, genetik ve çevresel faktörlerin Paget hastalığının kemik gelişimi üzerindeki etkisi net değildir.

Araştırmacılar, Paget hastalığının kemikle üç gen varyasyonunu saptadı: SQSTM1, TNFRSF11A ve TNFRSF11B. SQSTM1 genindeki mutasyonlar, klasik Paget hastalığının genetik nedeni olup ailelerde kovuşturulan vakaların yüzde 10 ila 50’sini ve ailede hastalığın hikayesi bulunmayan vakaların yüzde 5  ila 30’unu oluşturmaktadır. TNFRSF11B genindeki varyasyonlara göre, özellikle kadınlarda klasik bozukluk riski artıyor gibi görünmektedir. TNFRSF11A mutasyonları, kemiğin erken başlangıçlı Paget hastalığına neden olur. SQSTM1, TNFRSF11A VE TNFRSF11B genleri, eski kemiğin bozulduğu ve yerine yeni kemik oluşturulduğu normal bir süreç olan kemi redomelinginde rol oynar. Kemikler sürekli yenilenmekte ve kemiklerin güçlü ve sağlıklı kalmasını sağlamak için süreç dikkatle kontrol edilmektedir. Kemik Paget hastalığı kemik remodeling sürecini bozar. Etkilenmiş kemik anormal olarak parçalanır ve normalden çok daha hızlı değiştirilir. Yeni kemik dokusu büyüdükçe, normal kemikten daha büyük, daha zayıf ve daha az organize olur. Kemik yenilenmesiyle ilgili bu problemlerin bazı kemikleri neden etkildiği bilinmiyor, ancak bu hastalığı olan kişilerde diğer kemikleri etkilemiyor.

Araştırmacılar bir kişinin kemik Paget hastalığının gelişme olasılığını etkileyebilecek ek genler araştırıyor. Araştırmalar, kromozom 2, kromozom 5, ve kromozom 10’un belirli bölgelerindeki genetik değişikliklerin hastalık riskine katkıda bulunduğu görüşündedir. Bununla birlikte, bu kromozomlardaki ilişkili genler tanımlanmamıştır.

Klasik Paget kemik hastalığının tüm vakalarının yüde 15 ila 40’ında, bozukluğun otozomal geçiş kalıpları vardır. Otozomal dominant kalıtım, her hücrede değiştirilmiş bir genin bir kopyasının olması, bozukluğa neden olmak için yeterlidir.

Kalan vakalarda, klasik Paget hastalığının kalıtım kalıbı belirsizdir. Hastalığa sahip çoğu insanın ailesi hastalığın hikayesine sahip değildir, ancak bazen ailelerde kümelenmektedir. Araştırmalar, klasik Paget kemik hastalığına yakalanmış insanların yakın akrabalarının, hastalığı olmayan bir akraba sahibi olmyan kişiye göre hastalığa yakalanma olasılığının 7 ila 10 kat daha fazla olduğunu ortaya koyuyor.

Kemikte erken başlangıçlı Paget hastalığı, otozomal dominant bir kalıptan miras kalır. Bozukluğun bu şekli olan insanlarda, her bir hücrede TNFRSF11A geninin bir değiştirilmiş kopyasının olması hastalığa neden olmaya yeterlidir.

Kategoriler
YUKLENDI

MOEBİUS SENDROMU

Moebius sendromu öncelikle yüz ifadeleri ve göz hareketlerini yaptıran kasları etkileyen nadir bir nörolojik hastalıktır. Hastada belirtileri doğumdan itibaren görülür.

Moebius sendromunun en yaygın özellikleri yüz kaslarının zayıflığı ya da paralizidir. Etkilenen bireylerin yüz ifadelerinde eksiklikler görülür; gülümseyemez kaşlarını çatamaz veya kaldıramazlar. Kas zayıflaması aynı zamanda erken bebeklik döneminde beslenme problemlerine neden olur.

Moebius sendromuna sahip olan çoğu insan küçük çene küçük ağız  ve kısa yada alışılmadık şekilli tırnakla doğarlar. Ağızlarının çatıları anormal biçimde açılabilir ya da yüksek veya kemerli olabilir. Moebius sendromuna sahip sahip olan çocuklarda bu anormaililer konuşma problemlerine neden olurlar.ayrıca eksik diş ya da hizasız dişler gibi dental anormalilerde yaygın olarak görülür.

Moebius sendromu aynı zamanda ileri ve geri göz hareketlerini kontrol eden kasları da etkiler. Etkilenen bireyler okumak için ya da hareketli nesneleri takip etmek için  kafalarını sağa sola oynatmalıdır.bu hastalığa sahip bireyler göz kontağı kurmakta sorun yaşarlar ve gözleri aynı doğrultuya bakmaz bunlara ek olarak göz kırparken ya da uyurken göz kapakları tam kapanmayabilir bu da kuru göze ya da gözde tahrişe neden olabilir.

Moebius sendromu diğer öz arasında elde ve ayakta kemik anomalileri zayıf kas tonusu ve işitme kaybı etkilenmiş çocukların motor becerilerinde (yürümek emeklemek gibi) gecikme görülür ama çoğu geç de olsa bu becerileri kazanır

Bazı çalışmalar gösteriyor ki moebius sendromlu çocuklar bozuk sosyal ve iletişim etkileşimleri olarak bilinen hastalıklar grubu olan otizm spektrumlu hastalıklara sahip olmaya etkilenmemiş çocuklardan daha yatkındır son çalışmalar bunun nedenini açıkladı.Moebius sendromlu insanların göz teması kurmakta zorlanması fiziksel farklılıklarından dolayı konuşma zorlukları bu olayın nedenidir. Moebius sendromu aynı zamanda entelektüel sakatlık riskini de arttırır ama buna rağmen etkilenmiş bireylerin çoğu normal zekaya sahiptir

Görülme Sıklığı

Moebius sendromunu kesin etkisi tam olarak bilinmemektedir. Araştırmacılar hastalığın yeni doğanları etkileme sıklığının 1/50.000 ile 1/500.000 arasında olduğunu tahmin ediyor.

Genetiik Değişimler

Moebius sendromuna neyin sebep olduğu tam bilinmese de genetik ve çevresel faktörlerin bir kombinasyonunun hastalığa neden olduğu düşünülüyor. Aaştırmacılar hastalığa neden olan spesifik geni bulmaya çalışıyorlar. Bazı ailelerde hastalık 3 10 ve 13 . kromozomlardaki özel bölgelerdeki değişikliklerle ilişkilendirilmiş. Hamilelik sırasına ilaç kullanımı ve kokain gibi uyuşturucu maddelerin kullanımının moebius sendromu riskini arttırıldığı görülmüş.

Moebius sendromunun semptomlarının çoğu 6. 7. Kranyal sinirlerin eksikliğini veya gelişimindeki hatalarını işaret eder. Bu sinirler beynin arkasında yer alan beyin sapından çıkarlar ve gözün hareketlerini ve yüz ifadelerini kontrol ederler. Hastalık aynı zamanda yutma çiğneme konuşma olaylarında rol oynayan kranyal sinirleri de etkileyebilir. Kranyal sinirlerdeki anormal gelişme yüz kaslarının zayıflığı ya da kasların paralizi gibi karakteristik moebius sendromu belirtilerine neden olur.

Araştırmacılar moebius sendromunun erken embriyonik dönemde beyin sapından geçen kanın akışındaki değişmeden kaynaklandığını düşünüyor ancak bu değişikliklere neyin sebep olduğu ve neden 6. 7. Kranyal sinirlerin gelişimini neden etkilediği belirsiz. El ve ayak anormalilerinin de içinde olduğu bazı semptomların hakkında daha az şey biliniyor.

Genetik Miras Düzeni

Çoğu vakada moebius sendromu aralıklıdır yani ailesinde moebius sendromu olmayan bireyler de etkilenebilir. Bildirilen vakaların küçük bi yüzdesinde hastalık aile içinde aktarılabilir ancak hastalığın belli bi genetik düzeni yoktur.

Hastalığğın Diğer İsimleri

– Moebius sendromu

– Moebius sekansı

– Moebius spektrumu

– Konjenital yüz diplejisi

– Konjenital oftalmopleji ve yüz paralizi

Kaynakça
1) https://www.omim.org/
2) https://rarediseases.info.nih.gov/diseases
3) https://www.orpha.net/consor/cgi-bin/Disease_Search.php
4) https://ghr.nlm.nih.gov/condition
5)https://rarediseases.org/for-patients-and-families/information-resources/rare-disease-information/

Kategoriler
YUKLENDI

LEIGH SENDROMU

Açıklama

Leigh sendromu, genellikle yaşamın ilk yılında belirginleşen şiddetli bir nörolojik hastalıktır. Bu hastalık, zihin ve hareket yeteneklerinin ilerleyici kaybıyla (psikomotor gerileme) karakterizedir ve genellikle solunum yetmezliğine bağlı olarak iki veya üç yıl içinde ölümle sonuçlanır. Hastaların küçük bir kısmı belirtileri yetişkinliğe kadar göstermez ya da daha yavaş kötüleşen belirtilere sahip olurlar.

Yeni doğanlarda Leigh sendromunun ilk belirtileri genellikle kusma, ishal ve yutma zorluğudur (disfaji), bu da yemek yemelerini engeller. Bu problemler sık sık büyüme ve kilo alma yetersizliğiyle sonuçlanır. Şiddetli kas ve hareket problemleri Leigh sendromunda sık görülür. Etkilenmiş kişilerde zayıf kas tonusu (hipotoni), isteksiz kas kasılmaları (distoni) ve hareket ve denge problemleri (ataksi) de gelişebilir. Leigh sendromuna sahip kişilerde sık görülen his kaybı ve uzuvlarda zayıflık (periferik nöropati) hareketi zorlaştırabilir.

Birçok farklı belirti de Leigh sendromuna sahip kişilerde oluşabilir. Bu hastalığa sahip çoğu kişide, gözleri hareket ettiren kaslarda zayıflık ya da felç (oftalmoparezi), hızlı istenmeyen göz hareketleri (nistagmus), ya da gözlerden beyne bilgi taşıyan sinirlerdeki dejenerasyon (optik atrofi) gelişir. Şiddetli nefes problemleri sıktır ve bu problemler akut solunum yetmezliği oluşturana kadar kötüleşebilirler. Bazı etkilenmiş kişilerde hipertrofik kardiyomiyopati (HKMP) gelişir. HKMP, kalp kasının kalınlaşması ve kalbin kan pompalayabilmesi için daha fazla çalışmasıdır. Ek olarak, laktat adı verilen bir madde vücutta birikebilir ve fazla miktarı sıklıkla kanda, idrarda ya da beyni ve omuriliği saran ve koruyan sıvıda (beyin omurilik sıvısı) bulunabilir.

Leigh sendromunun belirtileri ve bulguları biraz da hastaların beyninde gelişen zararlı doku parçalarından (lezyonlar) kaynaklanır. Manyetik rezonans görüntüleme (MRI) adı verilen bir tıbbi uygulama, beynin belirli bölgelerindeki karakteristik lezyonları açığa çıkarır. Bu bölgeler, hareketi kontrol eden bazal gangliyonları; denge yeteneğini kontrol eden ve hareketi koordine eden beyinciği; beyni omuriliğe bağlayan ve yutma, nefes alma gibi işlevleri kontrol eden beyin kökünü de kapsar. Beyin lezyonlarına sıklıkla sinirlerin etrafındaki miyelin tabakasının kaybı (demiyelinasyon) eşlik eder, bu da sinirlerin hareket için kullanılan kasları uyarma veya vücudun kalanından beyne his bilgisi aktarma yeteneğini azaltır.

Sıklık

Leigh sendromu kırk bin yeni doğandan birini etkiler ama bazı popülasyonlarda daha sıktır. Örneğin, Kanada’nın Quebec eyaletinin Saguenay Lac-Saint-Jean bölgesinde yaklaşık iki bin yeni doğanda bir; Faroe Adaları’nda ise yaklaşık bin yedi yüz kişide birdir.

Genetik Değişiklikler

Leigh sendromu 75 farklı genden birinde olan mutasyonlardan oluşabilir. İnsanlarda, çoğu gen hücrelerin çekirdeklerindeki DNA’larda bulunur, bunlara çekirdek DNA’sı denir. Ancak bazı genler hücrelerin içindeki mitokondrilerdeki DNA’larda bulunur. DNA’nın bu şekli mitokondriyel DNA (mtDNA) olarak adlandırılır. Leigh sendromuna sahip olan çoğu kişinin çekirdek DNA’sında mutasyon bulunurken yaklaşık yüzde yirmisinde mtDNA’da mutasyon bulunur.

Leigh sendromuyla bağlantılı çoğu gen mitokondrideki enerji üretimi aşamalarına katılır. Mitokondri, oksidatif fosforilasyon denilen bir süreçle oksijen kullanarak yiyeceklerden alınan enerjiyi hücrelerin kullanabileceği bir forma çevirir. Her biri birçok proteinden oluşan beş protein kompleksi bu süreçte görevlidir. Oksidatif fosforilasyon süresince bu kompleksler elektron denilen negatif yüklü parçacıkların adım adım transferiyle hücrenin esas enerji kaynağı olan adenozin trifosfat (ATP) üretimini sürdürür. Leigh sendromuyla alakalı olan çoğu gen mutasyonu bu komplekslerdeki proteinleri etkiler ya da yapılarını bozar. Bu mutasyonlar komplekslerden birinin ya da daha fazlasının aktivitelerini azaltır, bu durum Leigh sendromuna sebep olabilir.

Kompleks-1 ya da NADH:ubikinon oksidoredüktaz olarak adlandırılan kompleksin bozulması Leigh sendromunun en yaygın nedenidir, neredeyse üçte biri bu nedenle olur. Bu kompleksin oluşmasında rol alan genlerin en az 25 tanesi Leigh sendromuyla alakalıdır.

Kompleks-4 ya da sitokrom c oksidaz (COX) olarak adlandırılan kompleks de leigh sendromunun sık görülen bir nedenidir, hastaların yaklaşık yüzde 15’inde görülür. Leigh sendromunda sık sık mutasyona uğrayan genlerden biri de SURF1 genidir. Çekirdek DNA’sında bulunan bu gen, COX kompleksini birleştirmede rol alan bir proteinin oluşturulmasında görevlidir. Oksidatif fosforilasyonun elektron transferinin son aşamasında yer alan bu kompleks, ATP oluştururken kullanılacak olan enerjiyi sağlar. SURF1 genindeki mutasyonlar tipik olarak hücrede parçalanan, anormal kısalıkta SURF1 proteininin oluşmasına neden olur ve bu durum da kullanılabilir SURF1 proteinin alığıyla sonuçlanır. Bu proteinin yokluğu normal COX komplekslerinin oluşmasını azaltır ve mitokondriyel enerji üretimini zayıflatır.

Leigh sendromundaki en yaygın mtDNA mutasyonu, ATP sentaz protein kompleksi olarak da bilinen kompleks-5’in yapımı için talimatlar sağlayan MT-ATP6 genini etkiler. Diğer protein kompleksleri tarafından sağlanan enerjiyi kullanarak, ATP sentaz kompleksi ATP’yi üretir. Leigh sendromlu insanların yaklaşık yüzde 10’unda bulunan MT-ATP6 gen mutasyonları, ATP üretimini engeller. Leigh sendromuyla ilişkili diğer mtDNA mutasyonları diğer oksidatif fosforilasyon protein komplekslerinin aktivitesini düşürür veya mitokondriyal proteinlerin oluşumunda azalmaya neden olur ve bunların hepsi mitokondriyal enerji üretimini zayıflatır.

Leigh Sendromu ile ilişkili diğer gen mutasyonları, bir veya daha fazla oksidatif fosforilasyon protein kompleksinin aktivitesini düşürür veya enerji üretimiyle ilgili ilave adımları etkiler. Örneğin, Leigh sendromu mitokondriyal enerji üretiminde rol oynayan piruvat dehidrogenaz kompleksini veya koenzim Q10’u oluşturan genlerin mutasyonları nedeniyle oluşabilir. MtDNA çoğalmasını veya mitokondriyal proteinlerin üretimi yönlendiren genlerdeki mutasyonlar de mitokondriyal enerji üretimini bozabilir.

Tam mekanizma belirsiz olsa da, araştırmacılar bozulmuş oksidatif fosforilasyonun, hücrede bulunan enerji azalması nedeniyle hücre ölümüne neden olabileceğine inanıyor. Beyin, kaslar ve kalp gibi büyük miktarda enerji gerektiren bazı dokular hücresel enerjideki azalmalara özellikle duyarlı görünüyorlar. Beyindeki hücre ölümü, Leigh sendromunda görülen ve durumun belirtilerine ve semptomlarına katkıda bulunan muhtemel karakteristik lezyonlara neden olur. Diğer hassas dokulardaki hücre ölümü Leigh sendromunun özelliklerine katkıda bulunabilir.

Kalıtım kalıbı

Leigh sendromu farklı kalıtım kalıplarına sahip olabilir. Genellikle her hücredeki her iki kopyanın mutasyona uğradığı anlamına gelen bir otozomal resesif kalıpla kalıtılır. Bu kalıtım kalıbı, SURF1 de dahil olmak üzere nükleer DNA’da bulunan Leigh sendromuyla ilişkili genlerin çoğuna uygulanır. Otozomal resesif durumda olan bir bireyin ebeveynleri mutasyona uğramış genin bir kopyasını taşır, ancak genellikle durumun bulgu ve belirtilerini göstermezler.

Leigh sendromlu insanların yaklaşık yüzde 20’sinde, hastalık annesel miras olarak da bilinen mitokondriyal kalıptan kalıtılır. Bu kalıtım kalıbı MT-ATP6 da dahil olmak üzere mtDNA’da bulunan genler için geçerlidir. Gelişmekte olan embriyoda mitokondrinin oluşmasını yumurta hücreleri (sperm hücreleri değil) sağladığı için mtDNA mutasyonları sonucu oluşan bozukluklar ancak annelerinden kalıtılabilir. Bu bozukluklar her neslin bir ailesinde ortaya çıkabilir ve hem erkek hem de kadınları etkiler, ancak babalar mtDNA’daki değişikliklerle ilişkili özellikleri çocuklarına aktarmazlar. Bazen, mtDNA’daki mutasyonlar kendiliğinden oluşur ve ailede Leigh sendromu öyküsü yoktur.

Nükleer DNA’da mutasyondan etkilenen bireylerin az bir kısmında Leigh sendromu, X bağlantılı resesif kalıptan kalıtılır. Mutasyona uğramış gen, iki cinsiyet kromozomundan biri olan X kromozomu üzerinde bulunduğu zaman, hastalık bu kalıtım kalıbına sahiptir. Erkeklerde, sadece bir X kromozomuna sahip oldukları için, her hücrede genin değiştirilmiş bir kopyası duruma neden olabilir. Kadınlarda, bozukluğa neden olmak için genin her iki kopyasında bir mutasyon meydana gelmesi gerekir. Kadınların bu genin değiştirilmiş iki kopyasına sahip olması muhtemel olmadığı için, erkekler X’e bağlı resesif bozukluklardan kadınlardan daha sık etkilenirler. X’e bağlı kalıtımın bir özelliği, babaların oğullarına X bağlantılı özelliklerini geçememesidir.

Kaynakça
1) https://www.omim.org/
2) https://rarediseases.info.nih.gov/diseases
3) https://www.orpha.net/consor/cgi-bin/Disease_Search.php
4) https://ghr.nlm.nih.gov/condition
5)https://rarediseases.org/for-patients-and-families/information-resources/rare-disease-information/